İçeriğe geç

Hakikat İncinmesin Kitap Alıntıları – Fatma Barbarosoğlu

Fatma Barbarosoğlu kitaplarından Hakikat İncinmesin kitap alıntıları sizlerle…

Hakikat İncinmesin Kitap Alıntıları

İnsan kaderine doğru mu gider yoksa kaderi mi her halükarda insanı gelip bulur? Kadar kendisine gittiğimiz midir, kendisinden kaçtığımız mı? Gidişlerin ve gelişlerin yolu sandığımız kadar net değil. Bazen gidiş zannettiğimiz şey, kaçmaya çalıştığımız yere hızlı bir dönüş olabiliyor.
Hatıraların sadece birilerinin bizi anlattıklarıyla değil, Bizim de birilerine anlattıklarımız ile inşa olduğunu fark ettiğimde, yaşadıklarımı anlatabileceğim hiç kimsenin olmadığını henüz bilmiyordum.
İnsan kaderine doğru mu gider yoksa kaderi mi her halükarda insanı gelip bulur?Kader kendisine gittiğimiz midir,kendisinden kaçtığımız mı?
^ İnsan, gidenlerin ardından hatıralarını muhafaza etmeyi bilmezse nasıl insan kalabilir? ^
Bak bu kısım, diyor. Bu kısmı oku. Seni tamir eder.
Ben makine miyim tamir olacak! diye itiraz ediyorum.
İnsanın dahi makine gibi paslanan yerleri vardır. Tamir etmek icap eder.
“Gide gide gittim, hiçbir yere varamadım.
Yarı yolda kalanların kederi içinde rehin.
Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Sonunda tükenmiş bitmiş.”
İnsan kaderine doğru mu gider yoksa kaderi mi her hâlükârda insanı gelip bulur? Kader kendisine gittiğimiz midir, kendisinden kaçtığımız mı? Gidişlerin ve gelişlerin yolu sandığımız kadar net değil. Bazen gidiş zannettiğimiz şey, kaçmaya çalıştığımız yere hızlı bir dönüş olabiliyor.
Birinin kederi ile yaşamak zor olunca, onu unutuşun koynuna mı emanet ediyoruz?
İnsanın içinde ne kadar çok camdan, çanaktan âh izleniyormuş da hiç bilmiyormuş meğer. Âhlarım arka arkaya kırılıp dökülmeye başladı.
“Gönül koyma hakkını kullanmaz isen hep boynun bükük kalır.”
Anneler kendi acısı içinde kavi, evladının başına gelenlerle mağluptur daima.
İnsan, gidenlerin ardından hatıralarını muhâfaza etmeyi bilmezse nasıl insan kalabilir?
Zaten insan kendine bile izâh edemediği şeyi başkasına nasıl anlatabilir ki?
Hepimizin bir kaderi vardır. Kaderimizden payımıza düşen kederimiz vardır. Bu hayatta huzurlu olanlar kimlerdir biliyor musun Müberra? Kederine zevk katanlar.
İnsan kaderine küsmekten vazgeçince her hâline şükrediyor. Hastalığın en zor kısmı bu. Kaderinde barışabilecek misin barışamayacak mısın?
“Yazmak yaralara merhemdir,” derdi. Yazmak bazen de yaralanmaktır hocam, diyemedim.
Yazmanın yaralanmak olduğunu, kabuk bağlamış yaraları kanatmak olduğunu bilen kaç kişiyiz şu yeryüzünde?
Yazdıkça yaralarımı deşeceğimi biliyordum. Yaralar deşilecekse en kuytu yerlerde deşilmeli. Gözlerden uzakta.
Hayatın her zaman kendine mahsus bir namesi var.
Gönlü olana gönül koyulur. Kaya parçasına da gönül mü düşüreceğiz!
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Celal Bey ‘Yazmak yaralara merhemdir’ derdi. Yazmak bazen de yaralanmaktır hocam, diyemedim.
Yarı yolda kalanların kederi içinde rehin.
İçimdeki uçurumu örten şey sadece bedensel yorgunluğumdu.
Hayatım boyunca boşluğun yüküyle dolaştım.
Çocukluğum, bilinmeyen geçmişin yüküyle kamburdu.
Ben hikayemi hiç saklamadım. Saklamadığım halde anlatacak kimse bulamadım.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Ölümü ile çok azaldım.
Gönül koyma hakkını kullanmaz insan hep boynun bükük kalır.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Dr.Celal Bey düşüne taşına söylediklerimizin değil hiç düşünmeden söylediklerimizin üzerinde dururdu. Ağızdan bir anda çıkan o cümleler.O isyanlar.O hakaretler. Panzehir etkisinin o cümlelerde olduğuna inanırdı.
Ben hikayemi hiç saklamadım. Saklamadığım halde anlatacak kimse bulamadım.
sorun bu! diye bağırmıştım. İlk defa sesimin benden öteye gittiğini, gidebildiğini fark etmiştim. özlemek için tanımak lazım. Benim tanıdığım bildiğim kimse yok. Siz hiç köksüz kaldınız mı?..
Benim şifam hiç kimseyle iletişim kurmamakta gizliymiş. Bilmiyordum.
Hepimizin bir kaderi vardır.
Kaderimizden payımıza düşen kederimiz vardır.
Köksüzlüğü sevmeyi öğrenmem gerekti. Kökün seni bir yere bağlar. Ben bütün bağlarımdan bağımsız göklere doğru yol alabilirdim.
Buz tutmuş yüreğine bir parça güneşin temas etmesini mi sağlamıştı?

Defalarca kavga ettim, içimdeki kelimelerle.

Eşya insanın sırrını bilendir.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Ben onun dünyasındaki yokluğumu kelimeler üzerinden fark ettim.
Hatıraların sadece birilerinin bize anlattıklarıyla değil, bizim de birilerine anlattıklarımızla inşa olduğunu fark ettiğimde, yaşadıklarımı anlatabileceğim hiç kimsenin olmadığını henüz bilmiyordum.
Ovdum. Ovdum. Dünyayı temizlemeye değil ancak bir tencereyi temizlemeye gücüm yetiyor diye hem ağladım hem ovdum.
“Yazmanın yaralanmak olduğunu, kabuk bağlamış yaraları kanatmak olduğunu bilen kaç kişiyiz şu yeryüzünde?”
Halılar, kilimler yemek kokusunu sever mi bilmiyorum Müberra. Ama insan kokusunu sevdikleri kesin. İnsanın olmadığı yerde her şey hızla eskir. Havasızlıktan diyorlar. Ben inanmıyorum. Havalandırmak yetmiyor. Eşya insanla yarışan bir şey. Eşya insanın nefesiyle şenlenen bir şey.
Bazı olaylar bizim için dönüm noktasıdır. Ama o ânın dönüm noktası olduğunu tam o sırada kavrayamayız genellikle..
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Sizi incitmedim inşallah paşam, dedim. Yok evladım, yeter ki hakikat incinmesin. Tendeki, kemikteki incinmenin adı anılmaz, diye cevap verdi.
Sizi incitmedim inşallah paşam dedim.
Yok evladım, yeter ki hakikat incinmesin. Tendeki, kemikteki incinmenin adı anılmaz, diye cevap verdi.
Birinin kederi ile yaşamak zor olunca, onu unutuşun koynuna mı emanet ediyoruz ?
Yazmak yaralara merhemdir, derdi. Yazmak bazen de yaralanmaktır hocam, diyemedim.
Yaralar deşilecekse en kuytu yerde deşilmeli. Gözden uzakta. Gören göz sorgular,yargılar, gördüğünün yalan yanlış kaydını tutar.
Gönlü olana gönül koyulur.Kaya parçasına da gönül mü düşüreceğiz?
Anneler kendi acısı içinde kavi,evladının başına gelenlerle mağluptur daima.
İnsan,gidenlerin ardından hatıralarını muhafaza etmeyi bilmezse nasıl insan kalabilir?
İnsanın kendisi,kendisine bile uzak.
Kaderimizden payımıza düşen kederimiz vardır. Bu hayatta huzurlu olanlar kimlerdir biliyor musun Müberra ? Kederine zevk katanlar
Özgürlüğün herkesle aynı imkana sahip olmak olduğunu ben orada öğrendim, yokluğu paylaşmak bile insanı özgür kılıyordu
‘Gidişlerin ve gelişlerin yolu sandığımız kadar net değil.
Bazen gidiş zannettiğimiz şey, kaçmaya çalıştığımız yere hızlı dönüş olabiliyor.’
‘Mutluluğun en çok kendi hakları olduğunu düşünen, kederi ile herkesi boğan, kendisi ile kavgalı, herkesle kavgalı, herkesin ‘yaz tatilini talan eden’
‘Anneler kendi acısı içinde kavi, evladının başına gelenlerle mağluptur daima.’
Rahmetli ninem: ‘Tandır tava geldi hamur tükendi, akıl başa geldi ömür tükendi.’ derdi.
‘Bazı olaylar bizim için dönüm noktasıdır.
Ama o ânın dönüm noktası olduğunu o sırada kavrayamayız genellikle.’
‘Ne vedası?
Bana hoş geldin diyen olmamıştı ki hoşça kalın demek borcum olsundu!’
‘İnsanın olmadığı yerde her şey hızla eskir.
Havasızlıktan diyorlar.
Havalandırmak yetmiyor.
Eşya insanla yarışan bir şey.
Eşya insanın nefesiyle şenlenen bir şey.’
‘Çocuklarım için daima özel zamanlar inşa ettim.
Evi yuva kılmak için yemek kokuları, kurabiye ve reçel kokularıyla donattım.’
‘Anneler günü, babalar günü dünyanın en korkunç günleriydi bizim için.
Bizim yani devletin çocukları için.’
‘Sır tutmanın insanı çok yorduğunu, yaraları saklamanın yaraları kangrene çevirdiğini öğrendiğimde 18 yaşındaydım.’
‘Hayatın her zaman kendisine mahsus bir nâmesi var.
Bazen taş plaktan eski bir tango bazen bir bozlak bazen bir rast şarkı.’
‘Yazdıkça yaralarımı deşeceğimi biliyordum.
Yaralar deşilecekse en kuytu yerlerde deşilmeli.
Gözlerden uzakta.
Gören göz sorgular, yargılar, gördüğünün yalan yanlış kaydını tutar.’
‘Akran ölümü akraba ölümünden bile zormuş.’ diyordu.
‘Bu dünyada Araf’ı yaşamak bu kadar zor ise Allah öbür dünyanın Araf’ından cümlemizi korusun ‘
Sizi incitmedim inşallah paşam, dedim. Yok evladım, yeter ki hakikat incinmesin. Tendeki, kemikteki incinmenin adı anılmaz, diye cevap verdi.
‘Sosyal medyadan sonra adli olayların takibinde yaşanan zorlukları anlattı.

Kanunlar yetersiz kalıyordan başladı, hakimlerin sosyal medyanın işin içine girdiği olaylarda sosyal medya baskısı altı da hüküm verdiklerinden çıktı.’

‘Bir defasında babaannem: ‘Ergenliğe girip girmemek senin elinde.’ dedi.
‘Ergenliğe girersen sivilcelerin çıkar, öfkeli bir kız olursun. Girmezsen güzel bir kız.’
Bizim cildimiz kuru.
Sivilcemin çıkmayacağı belli imiş.
Ama bütün ergenlik boyunca sivilcem çıkar diye sesimi yükseltmedim.
Okulun rehberlik servisinde ergenlikle ilgili sorular sordular.
‘Ben ergenliğe girmemeyi tercih ettim.’ deyince velimi okula çağırmışlardı, kızınız ne demek istiyor, diye.
‘Ya üstat, yaşlılıkta da akran baskısı diye bir şey var ama bunu bize hiç okutmadılar.’
‘Ben babama çok direndim.
”Almayalım babaanneme akıllı telefon. ”dedim.
Ama babaannem: ”Altın gününde herkesin elinde kaydırmalı telefon var, bir ben kaldım. Beni paramla rezil ediyorsunuz
Niye elden geri kalıyorum?
Ben sizi kimselerden geri bırakmadıydım, en güzel şekilde giydirdim, yedirdim. ” diye her gün nostalji karışımlı ajitasyona bağlayınca babam: ”Yok kızım, artık bıçak kemiğe dayandı.
Bizim yaşlımızın ötekilerden neyi eksik? ” dedi.
‘Kayınvalidem bunca yıldır fotoğraf çekildiğini, tek bir pozunun dahi zayi olmadığını anlattı yıllar yıllar boyunca.
Uğursuz olduğumu, o kelimeyi hiç kullanmadan ilan etti.
Ben de bir daha hiçbir aile pozunda yer almadım.
Hiç kimse: ‘Sen niye burada değilsin?’ demedi.
9 yaşındayken İlter :’Anne, benim doğum günümde hep ameliyathanede miydin?’ diye sordu.
‘Evet.’ dedim, ‘Hep ameliyathanede ‘
Annemin gözleri hep istiridye aydınlığı.
“Fakir insanların yaptıkları fedakarlıkları onların nefes alması kadar doğal bir davranış olarak değerlendiriyoruz da, zenginler biraz fedakarlık yapınca gönüllerimizden yer beğendirmeye doyamıyoruz ”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir