İçeriğe geç

Hakikat Arayışı Kitap Alıntıları – İmam Gazali

İmam Gazali kitaplarından Hakikat Arayışı kitap alıntıları sizlerle…

Hakikat Arayışı Kitap Alıntıları

Kalplerde, hallerde değişiklik yapan Allah’tır.
Nasıl oluyor da ebedî bir dünyayı geçici bir dünya mukabilinde satıyorsun!
On seneye yakın bir zaman içinde halk arasına karışmadım, yalnız yaşamaya devam ettim. Bu müddet esnasında sayamayacağım birçok sebeplerden dolayı hem zevkle hem aklî delîl ile hem imandan gelen ileri kabul ile zaruri olarak bana zahir oldu ki insan beden ve kalpten yaratılmıştır.
Kalpten maksadım Allah’ı tanımaya mahsus bir yer olan ruhun hakikatidir. Yoksa ölülerle, hayvanlarla müşterek olduğu et ve kan değildir.
Yine aynı şekilde, temyiz yeteneğine sahip bir çocuğa, akılla kavranabilen bir şey söylendiğinde, çocuk bunu kabul etmekte zorlanır ve olamayacağını söyler.
Bunun gibi bazı akıl sahipleri nübüvvetin idrak ettiği şeyleri kabul etmediler, imkansız olarak telakki ettiler. Bu, cehaletin ta kendisidir. Çünkü bu iddiaları için bir dayanak gösteremezler. Bu onların varamadığı, kendileri için yok olan bir durumdur. Zannederler ki o durum esasen mevcut değildir.
Hatta Araplar Muhammed Rabbine âşık oldu. dediler. Bu bir haldir ki yolunu tutan onu zevk ile anlar.
Yeryüzünde nübüvvet ışığından başka aydınlanacak bir nur yoktur.
Sonra kendi durumumu göz önüne getirdim. Baktım ki dünya alakalarına dalmışım. Bu alakalar her taraftan beni çevrelemişler. Yaptığım işleri düşündüm. En güzeli tedlis ve talim idi. Bunda da ahirete pek menfaati olmayan ehemmiyetsiz birtakım ilimlerle meşgul olduğumu gördüm. Tedristeki niyetimi yokladım. Onun da Allah rızası için olmadığını; mevki sahibi olmak, şan ve şeref kazanmak arzusundan ileri geldiğini anladım.
Anladım ki büyük mutasavvıfların elde etmek istedikleri gaye öğrenmekle değil; tatmak, yaşamak, hal ve sıfatları değiştirmek suretiyle elde edilir.
Sıhhatin ve tokluğun tariflerini, sebeplerini, şartlarını öğrenmekle sağlam olmak, tok olmak arasında ne kadar büyük fark var!
Olan oldu, olanları anlatacak değilim
İyi şeyler olduğunu düşün, ne olduğunu sorma
Hakiki cevher ile sahte cevherin bir arada bulunmuş olması, hakiki olanı sahte yapmaz, sahteyi de hakiki yapmaz.
İlk defa bir batıl ehli tarafından ortaya konulmuş, ifade edilmiş her gerçeği bir tarafa bırakacak olursak gerçeğin büyük bir kısmını terk etmemiz gerekir.
Aklı zayıf olanlar gerçeği adamlara göre bilirler. Adamları gerçeğe göre bilmezler. Akıllı kişi gerçeği öğrenir. Sonra söylenen söze bakar. Eğer gerçek ise kabul eder, söyleyeni ister Hak ehli olsun, ister batıl ehli olsun.
Bir âlimin en aşağı derecesi, koyu câhil halktan farklı olmaktır. Baldan, -hacamat şişesinde görse bile- tiksinmez. Düşünür ki şişe balın kendisini bozmaz. Nefsin ondan iğrenmesi câhilden ileri geliyor. Esasen şişe pis kan için yapılmıştır. Câhil zanneder ki kan şişede olduğu için pis olmuştur. Bilmiyor ki kan kendinde mevcut bir sıfattan dolayı pistir. Balda bu sıfat olmayınca mücerret o şişede olması ona o hâli vermez ve pis olmasına sebep olmaz. Bu, bâtıl bir vehimdir.
Akıl sahibi olan kimse, akıllı insanların en büyüğü olan Hz. Ali’ye uyar.
Yerde ve gökte bir zerre miktarı dahi Allah’ın ilminden hariç kalmaz.
Din, tıp ilmini inkâr etmediği gibi tabiî ilimleri de inkâr etmez. Ancak belli ve sayılı bazı meseleleri reddeder ki onları “Tehafüt’ül-Felâsife” adındaki kitabımızda zikrettik. O kitapta zikrettiğimizden başka dine uymadığı görülen meseleler iyi düşünüldüğü takdirde anlattığım meselelere dâhil olduğu anlaşılır. Hepsinde esas olan nokta şudur: tabiat, Allah’ın emri altındadır. Kendiliğinden bir şey yapmaz. Hâlikı ona yaptırır. Güneş, Ay, yıldızlar ve diğer eşya Allah’ın emrine tabidirler. Hiçbiri kendiliğinden bir iş yapacak durumda değildir.
Şifa veren ilaçlar derdin başkalığına göre değişir. Ne kadar ilaç vardır ki bir hastaya menfaat, diğer birine mazarrat (zarar) verir.
Tanrı bir kimseyi hidayete eriştirmek istediği zaman, İslâm dinini kabul etmesi için göğsünü şerh eder.
Hazreti Peygamber -Allah ona salât ve selâm etsin- “İnsanlar uykudadırlar. Öldükleri zaman uyanırlar” buyurmuştur. Dünya hayatı, ahirete nisbetle uyku sayılabilir. İnsan öldüğü zaman her şey ona şimdi gördüğünden başka türlü görünür. O zaman kendisine denir ki:
“Üzerinden örtünü (perdeni) kaldırdık. Bugün gözlerin daha keskindir.” (Kaf, 22)
Aklın ötesinde diğer bir idrakin ortaya çıkmaması onun muhal olmasına delâlet etmez.
İbn Sina ve el-Farabi kadar Aristotales’in felsefesini doğru olarak aktaran başka bir Müslüman filozof yoktur. Diğerlerinin naklettikleri bilgiler, karışıklıklar ve yanlışlıklarla doludur.
Gazali de Descartes gibi bir müddet temelli bilgi edininceye kadar bütün bilgilerden şüphe etmiştir. Nihayet zarurî -yani delile muhtaç olmayan- bedihî (açık) bilgileri “temelli bilgi” olarak kabul edip şüphecilikten kurtulmuş, kendisini şüphecilikten kurtardığı için de mutasavvıf bir Müslümana yakışır tarzda Cenab-ı Hakk’a hamdetmiştir.
Taklitçi olmanın şartı, kişinin taklitçi olduğunu bilmemesidir.
Gazali, felsefecilere çok muarızdır. (karşı çıkan) Felsefeyi tenkid eden “Tehafüt-ül-Felâsife” adındaki kitabını İbn-i Sina’ya karşı yazmıştır. Buna, meşhur İslâm filozofu Endülüslü İbn Rüşd “Tehafüt-ü Tehafüt-il Felâsife” adlı kitabiyle cevap vermiştir.
Belki de dünya hayatı, ahirete nispeten bir uyku hükmündedir. Kişi öldüğü zaman ona şu am dünyada gördüğü şeylere hilafen birçok şey görünür. İşte o zaman ona şöyle söylenir: “(Ona) Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Şimdi gaflet perdeni açtık; artık bugün gözün keskindir.” (Kaf, 50/22)
Göç zamanı gelmiştir, ömrün sona ermek üzeredir, önünde uzun ahiret seferi vardır. Şimdiye kadar edindiğin amel ve ilim hep riyâ ve gösterişten ibarettir.Şimdi ahirete hazırlanmazsan ne zaman hazırlanırsın? Dünya alakalarını şimdi kesmezsen ne zaman kesersin?
Ahirette saadete kavuşmak için tek yol takva ile yaşamak, nefsi heva ve hevesinden men etmek yoludur. Bu hareketin başı da bu gurur diyarından, dünyadan uzaklaşmak, ahirete bağlanmak, bütün varlığımla Allah’a yönelmek suretiyle dünyadan kalbin ilgisini kesmekti.
Bunun gibi hak ile bâtıl arasında yakınlık olması, yani bir ilim içinde karışık olarak zikredilmiş olması bâtılı hak yapamaz.
Bazen bir at evvelce geçen bir atın izine basar.
Hepsinde esas olan nokta şudur: Tabiat Allah’ın emri altındadır. Kendiliğinden bir şey yapmaz. Yaratanı ona yaptırır. Güneş, ay, yıldızlar ve diğer her varlık Allah’ın emrine tâbidirler. Hiçbiri kendiliğinden bir iş yapacak durumda değildir.
Şunu kesin olarak anladım ki bir ilme son haddine kadar vâkıf olmayan kimse o ilimdeki bozukluğa vâkıf olamaz.
Şifa veren ilaçlar derdin türüne göre değişir. Nice ilaçlar vardır ki bir hastaya fayda, diğer birine zarar verebilir.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) İnsanlar uykudadırlar. Öldükleri zaman uyanırlar. buyurmuştur.
İlkin kendi kendime dedim ki: Benim yegâne maksadım işlerin hakikatlerini anlamak ve bilmektir. O halde evvela bilgi nedir?
Gençliğimin ibtidasından beri hakikatleri kavramaya susamış olmak fıtrî bir âdetimdir.
Her fırkaya mensup olan kimse, kurtulanın kendi fırkası olduğunu zanneder ve Her zümre kendi gidişinden memnundur.
Ulu Allah saklı mıdır ki varlığını ispat etmek için delil göstermeye ihtiyaç olsun? Tersine Ulu Allah her varlıktan daha açık ve belirlidir.
Bir sözü onların büyük tanıdığı bir adama isnat etsen batıl dahi olsa hemen kabul ederler. Fena, değersiz bildikleri bir kimseye isnat etsen doğru da olsa reddederler. Daima hakkı adamla ölçerler. Adamı haktan tanımazlar. Bu, çok büyük bir delalettir.
Akıllı adam esasen hakkı tanır. Bir söz işittiği vakit ona bakar; hak ise kabul eder. Söyleyen ister bozuk fikirli bir kimse olsun, ister doğru düşünceli. Hatta çok kere sapık kimselerin sözlerinden hakikati çıkarmaya çalışır. Bilir ki altının çıktığı yer topraktır.
Allah’ın göğsünü İslam’a açtığı kimse -ki o Rabb’inden gelen bir nur üzeredir- kalbleri katı olanlara hiç benzer mi?
Sözün kısası, dini akla göre değerlendirmeye kalkışan akım, nasıl olursa olsun, nerede ve hangi dönemde ortaya çıkarsa çıksın, şuurlu bir itaatkârlıkla Allah’a secde etmiş değildir. Onun secde mercii akıldır.
Sahabîlerden Said b. Cubeyr (Allah ondan razı olsun) diyor ki: Dünyada ki tek huzur kaynağım secde halidir.
Her varlığa varoluş imkanını, her ayakta durana ayakta dikilme imkanını, her yürüyene yürüme imkanını ve her kımıldayana hareket etme imkanını bağışlayan Ulu Allah’tır.
Özellikle tasavvuf yoluna girmek isteyenlere kesin bir dille belirtmek isteriz ki eğer şeriata tam anlamı ile bağlanmazlarsa tasavvuf yolunun ilk konaklama yerlerine bile varamazlar.
Tasavvuf İslam dinine eklenmiş bir şey değildir, dışardan alınıp İslam’a yamanmış veya yapıştırılmış bir unsur da değildir. Tersine o, dinin özünü bir bölümünü oluşturur.
Sözün kısası, peygamberler kalp hastalıklarının doktorlarıdırlar.
..Hakiki ilim, kişinin Allah’a karşı saygısını, korkusunu ve ümidini artırır. Böylece onunla günahları arasında engel oluşturur..
Yüce Allah’ı Tanımak, hayat veren bir Panzehir;
nefsin isteklerine karşı gelerek hakka ibadet etmek ise şifa veren bir ilaçtır.
Peygamberler, kalplerin hastalıklarının tabibleridir.
anladım ki insan beden ve kalpten yaratılmıştır.
söz konusu ilim adamlarının ilimleri, Sadece Allah’a karşı gelme konusundaki cür’etlerini arttırır.
Bilmelisin ki alim ilmini, kendine ahiret sermayesi saymıştır. Ahirette ilminin kendisini kurtaracağını, ona şefaatçi olacağını ve böylece ilim alanındaki üstünlüğü yüzünden amel alanındaki yolsuzluklarına göz yumulacağı kanaatindedir.
herhangi bir sözü halkın sempati beslediği ve iyi bildiği kimselere dayandırdın mı, aslında batıl da olsa, o sözü kabul ederler.
İlmi artıp ; artan ilmi ile hidayeti artmayan, Allahtan uzaklaşan kişi olmaktan, ilmine mükafat verilmeyen, ilmi dalaletine sebep olan, ilmi ile cezayı hakeden kişi olmaktan Allah’a sığınalım
İlim öğrenmeyen cahile bir kez, öğrendiği bilgilerle amel etmeyen alime bin kez yazıklar olsun..
Bu, aklî bir delildir.. Felsefecilerin tabiiyat ve ilahiyat ilimlerindeki birçok bur hanları bu gibi şeylerdir. Onlar eşyayı gördükleri ve düşündükleri ölçüye göre tasavvur ederler.
Gece ile gündüzün birbirini kovalaması ile göklerde ve yeryüzünde bulunan Allah’ın mahlukatında takva sahibi kimseler için birçok ibretli dersler vardır.
Ben birşeyyapmadım, o bana yaptırdı. Ondan umarım ki ilkin beni ıslâh etsin, sonra benim vasıtamla başkasını ıslâh etsin. Beni doğru yola kavuştursun. Sonra benirh vasıtamla başkasını doğru yola götürsün. Hak olan şeyin hak olduğunu bana göstersin ve ona uymayı bana nasip etsin. Bâtıl olan şeyin bâtıl olduğunu bana göstersin ve ondan sakınmayı bana nasib etsin.
Bu iman zayıflığının sebeplerini araştırdım ve buldum: Biri felsefe ile meşgul olan, diğeri tasavvuf tarikına giren, üçüncüsü talim davasına bağlanan,
dördüncüsü halk arasında ulemadan sayılan kimselerin tuttuğu yollardır.
Bu müddet esnasında sayamıyacağım birçok sebeplerden dolayı hem zevkle, hem aklî delil ile, hem imandan ileri gelen kabul ile zarurî olarak
bana zahir oldu ki insan bedenden ve kalbilen halkolunmuştur
Zannediyorlardı kî içinde bulunduğum mevki dinin en yüksek mevkiidir. Bilgileri
ancak bu anlayışa müsaitti.
Mevki, mal, aile, evlât ahbap gibi şeylerden yüz çevirmeyi bana kolaylaştırdı.
— Göç zamanı gelmiştir, öm rün sona ermek
üzeredir, önünde uzun ahıret seferi vardır. Şimdiye kadar edindiğin amel ve ilim hep riya ve
-gösterişten ibarettir. Şimdi ahirete hazırlanmazsan
ne zaman hazırlanırsın? Dünya alâkalarını şimdi
kesmezsen ne zaman kesersin?
Bu şırada içimde evvelki arzu yeniden uya*
nır. Bağdattan firar etmek kararı kuvvet bulurdu. Bu sefer şeytan gelerek şöyle derdi:
— Bu sana arız olmuş bir hastalıktır. Sakın itaat edeyim, deme. Çünkü çabuk zail olacak bir haldir. Eğer ona uyarak bugün içinde bulunduğun yüksek mevkii, kimsenin bozmaya imkân bulamayacağı muntazam hayatı, hasımlar tarafından ihlâl edilmek tehlikesinden uzak maişeti terkedersen ihtimal bi bir gün nefsin onu arzu eder, fakat ona bir daha kavuşmak müyesser olmaz.
488 Senesi Recep ayından itibaren altı ay kadar dünya arzuları ile ahiret düşünceleri arasında kararsız kaldım.
Bende şu kabaat hasıl olmuştu ki ahirette saadete kavuşmak için tek yol takva
Hakkı adamla bilemezsin, önce
hakkı tanı, o münasebetle ehlini de tanırsın
Riyaziye; hesap, hendese ve heyet ilimlerinden ibarettir.
İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa ikincisinin olmasını, iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. Onun midesini topraktan başka hiçbir şey doyurmaz.
Herkes bilir ki peygamberlikten yüksek bir rütbe olamayacağı gibi bu rütbeye varis olma şerefinden daha üstün bir şeref de olamaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir