Margaret Atwood kitaplarından Hag-Seed kitap alıntıları sizlerle…
Hag-Seed Kitap Alıntıları
Ama hiç kimse, başkalarının onun hakkında söylediği sözlerin toplamı değildir. Herkesin kendine özgü, başka bir derinliği vardır.”
Zaten ölüme doğru gidiyordu, yol üstünde güzel yemekler yemenin ne zararı olurdu?
Hayatta her şey gelip geçici, diye hatırlatıyor kendine. Tüm o ihtişamlı saraylar, tepesi bulutlara eren kuleler.
Sonum umutsuzluk olacak, duayla avutulmazsam; o ki nerelere ulaşır da affettirir merhametin kendisini ve tüm kusurlarını.
Yani mesela, siyah veya Kızılderililer gibi, daha doğduğu ilk günden neden feleğin sillesini yesin? Doğmak isteyip istemediğini kimse sormamis ki ona.
Başkalarının kralı değilseniz, kral olamazsınız, öyle değil mi?
şanslı olmak, zengin olmaktan iyidir.
Aşırı iyilik daima zayıflık mi getirir? Bir insan ancak güçten yoksun olduğu zaman mi iyi olabilir?
Kan içinde ilerlerken o kadar acilmisim ki artık dönmek, benim için öbür yana ulaşmak kadar güç.
Aşk cildi nasıl da güzelleştirir
Zaman acimasizca geçiyor.
Ey insan, cömert olan Rabbine karşı seni ne aldattı? (İnfitar suresi)
Hapishaneye hapishane yapan taş duvarlar değildir, ne de kafesi kafes yapan demir parmaklıklar, ama kafes gibi bir hava yaratırlar elbette.
Değişiklik, şaşırtmak daima iyidir.
Ama hiç kimse, başkalarının onun hakkında söylediği sözlerin toplamı değildir. Herkesin kendine özgü, başka bir derinliği vardır.
İnsan zayıf noktalarına da dikkat etmek zorundaydı, bu birinci kuraldi,
Dünya yuzunda hala yürüyor ve nefes alıyor, yiyip içiyor ve siciyor olma ayrıcalığının asgari bedeli, devlete ödemek zorunda olduğum vergiler, diye düşündü kızgınlıkla
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ama hiçbiri işe yaramadı ve Miranda öldü. Gitti maalesef, dendi. Ama nereye gitti? Öylesine yok olabilir miydi evrenden?
İntikam peşindeki insan, kendiliğinden iyileşebilecek yaralarını yeniden kanatmayı sürdürür.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsanı insan yapan doğası mıdır yoksa çevresi mi?
Demirden bir kalbiniz, çelikten bir deriniz, kaplan gibi bir irade gücünüz olması gerekirdi; hele kadınsanız, bunların hepsinden daha fazlasına sahip olmanız şarttı.
Miranda için öyle güzel planları vardı ki! Biraz daha büyüdüğünde, birlikte seyahat edeceklerdi.
Ve burada hepimiz, birer hiç kimse olarak başlıyoruz işe
Hapishane, sizin iradenize ve isteğinize aykırı olarak zorla kapatıldığınız ve dışına çıkamadığınız herhangi bir mekan veya durum olabilir.
Birini etiketlemeden önce, onun niteliklerini göz önünde bulundurmalıyız.
?”Aşırı iyilik daima zayıflık mı getirir? Bir insan ancak güçten yoksun olduğu zaman mı iyi olabilir?”
Hapishaneyi hapishane yapan taş duvarlar değildir, ne de kafesi kafes yapan demir parmaklıklar ama kafes gibi bir hava yaratırlar elbette.
“Aşırı iyilik daima zayıflık mı getirir? Bir insan ancak güçten yoksun olduğu zaman mı iyi olabilir?Tabii ki başka türlü bir güç daha vardır,kötülüğe karşı direnen iyiliğin gücü”
Erdemli davranmak, kinci davranmaktan iyidir.
Hiç kimse, başkalarının onun hakkında söylediği sözlerin toplamı değildir. Herkesin kendine özgü, başka bir derinliği vardır.
“Ama hiç kimse,başkalarının onun hakkında söylediği sözlerin toplamı değildir.Herkesin kendine özgü,başka bir derinliği vardır.”
“Kelimelerin gücünden korkun diye geçiriyor içinden Felix ,asıl tehlike orada ama sözcüklerin varlığını güvenlik kameralarında göremezsiniz”
Zirveden sonra gidilecek tek yer aşağı doğrudur.
Herkes başarılı olduğu işi yapmalıydı.
Dünya yüzünde hâlâ yürüyor ve nefes alıyor, yiyip içiyor ve sıçıyor olma ayrıcalığın asgari bedeli, devlete ödemek zorunda olduğum vergiler, diye düşündü kızgınlıkla
Ortadan kaybolmanın kolay olduğunu, bunun dünyanın hiç umurunda olmayacağını keşfetmesi fazla zaman almadı.
Çocukça bir davranış olduğunu, kendi kendini mutsuz ettiğini biliyordu. Olgun bir insan gibi davranmadığını biliyordu.
Bir zamanlar bütün olan bir yaşamdan geriye kalanlar
Kendi tiyatrosunu oynuyordu, kendinden başka hiçbir seyircisi olmayan bir oyundu bu.
Bir sığınak arıyordu, saklanacağı bir delik, kimseyi tanımadığı, kimsenin de onu bilmediği bir yer. Kaçıp sağlığına yeniden kavuşabileceği güvenli bir köşe Ne kadar derinden yaralanmış olduğunu yeni yeni kendine itiraf ediyordu.
Ve dünyadaki en lüzumsuz üç şey: papazın penisi, rahibenin memeleri ve yürekten gelen bir teşekkür mesajı. Büstü bir yerinize sokun dedi Felix.
Ben asla sinirlenmem! Diye bağırdı Felix.
Gitti maalesef, dendi. Ama nereye gitti? Öylesine yok olabilir miydi evrenden?
Miranda için öyle güzel planları vardı ki! Biraz daha büyüdüğünde, birlikte seyahat edeceklerdi.
Sonra sırıtıyor: Köşeye sıkıştırılmış bir şempanzenin sırıtışıyla, yarı öfkeli, yarı tehditkar, yarı reddedilmişliğin kırgınlığıyla.
Bilmece bildirmece, dil üstünde kaydırmaca. Dal tartar, kartal kalkar. Bu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi.
Zaten ölüme doğru gidiyordu, yol üstünde güzel yemekler yemenin ne zararı olurdu?
“Yani mesela, siyah veya kızılderililer gibi, daha doğduğu ilk günden neden feleğin sillesini yesin? Doğmak isteyip istemediğini kimse sormamış ki ona.”
Başkalarının kralı değilseniz, kral olamazsınız, öyle değil mi?
“Tabii ki başka türlü bir güç daha vardır, kötülüğe karşı direnen iyiliğin gücü.”
“Sen delisin” diyor Tony.
“Bunun konumuzla ilgisi yok” diyor Felix.
“Bunun konumuzla ilgisi yok” diyor Felix.
“Sen ki havadan başka bir şey değilsin, ama sana bile böyle dokunduysa halleri, hissettikleri her şeyi aynı şiddetle hisseden, onlarla aynı türden ben, senden daha duygusuz olabilir miyim?”
Bana canavar diyorsunuz.
Ama sizden daha canavar var mı?
Çaldınız, aldattınız, rüşvet verdiniz, yalan söylediniz,
İnsanları tekmeleyip atmaktan çekinmediniz,
Ama sizden daha canavar var mı?
Çaldınız, aldattınız, rüşvet verdiniz, yalan söylediniz,
İnsanları tekmeleyip atmaktan çekinmediniz,
“Yeter bana zindandaki yerim.”
“Cehennem boşalmış, bütün şeytanlar burada!”
Duyguları bir dibe vurmuş, bir havalara uçmuş, sonra tekrar dibe vurmuş.
Hayat devam etmiş.
Hayat devam etmiş.
Ah,cesur dünya,ne güzel insanların var!
Biz düşlerin mayasından yaratılmışız,
Ve uykuyla çevrelenmiştir kısacık hayatımız
Ve uykuyla çevrelenmiştir kısacık hayatımız
Böyle bir acıyla nasıl başa çıkılır? Ufuk çizgisinde kaynayan muazzam bir kara bulut gibiydi bu ıstırap. Hayır, korkunç bir kar fırtınası gibiydi. Yok, kelimelerle anlatabileceği bir şey değildi.
Tiyatro gerçek yanılsamalar sanatıdır!Tabii ki travmatik durumlarla uğraşır! Şeytanlar yaratır, ki o şeytanları bulup içimizden çıkartıp def edebilelim diye.
“Kelimelerin gücünden korkun” diye geçiriyor içinden Felix, “asıl tehlike orada, ama o sözcüklerin varlığını güvenlik kameralarında göremezsiniz.”
Kütüphaneye gidip kitapları aldı. Bu fırsattan faydalanıp gençliğinde okuyamadığı klasiklerin tümünü şimdi okuyabilirdi.Karamazov Kardeşler, Anna Karenina, Suç ve Ceza Ama yapamadı; bu kitaplarda fazlasıyla gerçek hayat, fazlasıyla trajedi vardı.
Uzun zaman öncesinde kalan bu çabalarında yoğun bir çaresizlik vardı, ama en büyük sanat özünde çaresizlik taşımaz mıydı? Sanat daima ölüme karşı bir meydan okuma değil miydi? Uçurumun dibindeken kafa tutan bir orta parmak değil miydi?
Erkenden haber alan, önceden silahlanmış demektir.
hapishane, sizin iradenize ve isteğinize aykırı olarak zorla kapatıldığınız ve dışına çıkamadığınız herhangi bir mekan veya durum olabilir.
Eğer baş olmak, kral olmak istiyorsanız, müttefiklere ihtiyacınız vardı, fazla zekaya değil
Onu kucaklamak istiyor, ama bu imkânsız. Prospero ve Ariel asla birbirlerine dokunamazlar; bir hayalete nasıl dokunabilirsiniz ki? Felix de kızına dokunamıyor, hatta göremiyor bile. Sesiyle yetinmek zorunda
Hayaller ve illüzyonlarla yaşıyorsun. Çek fişini ve terk et hayatı, tamam mı? Yaldızlı etiketlerini, kağıttan süslemelerini, tebeşirle yazdığın afişlerini yaz bir kenara. Gerçek hayatın cascavlak, yalın ve pislik dolu gerçekleriyle yüzleş.
Ama gerçek hayat müthiş parlak ve renklidir, diyor beyninin öteki yarısı. Her türlü renk tonunu barındırır, gözümüzle göremediğimiz renkleri bile. Tabiat bir yangındır: her şey oluşur, her şey tomurcuk verir ve her şey solar. Bizler yavaş hareket eden bulutlarız
Ama gerçek hayat müthiş parlak ve renklidir, diyor beyninin öteki yarısı. Her türlü renk tonunu barındırır, gözümüzle göremediğimiz renkleri bile. Tabiat bir yangındır: her şey oluşur, her şey tomurcuk verir ve her şey solar. Bizler yavaş hareket eden bulutlarız
İhtiyarlıyor muydu? Çevrede zararsız bir eksantrik gözüyle mi bakıyorlardı ona? Dedikodu ve alay konusu mu oluyordu, yoksa kimse onun farkında bile değil miydi? Öyle ya da böyle, Felix’in umrunda mıydı?
Biz daima çıplak halimizle çıkmalıyız ortaya. Birbirimiz hakkında önceden fikir veya önyargı sahibi olmaksızın.
Duyguları bir dibe vurmuş, bir havalara uçmuş, sonra tekrar dibe vurmuş. Hayat devam etmiş.
Sadece gümüş bir çerçeve içindeki fotoğrafı var: salıncaktaki küçük kız. Zamanın alışkanlığı veya peltekliği içinde donup kalmış. Göze görünen, ama yaşamayan
En büyük sanat özünde çaresizlik taşımaz mıydı? Sanat daima ölüme karşı bir meydan okuma değil miydi? Uçurumun dibindeyken kafa tutan bir orta parmak değil miydi?
Ama hiç kimse, başkalarının onun hakkında söylediği sözlerin toplamı değildir. Herkesin kendine özgü, başka bir derinliği vardır.