İçeriğe geç

Hadi Gidelim Kitap Alıntıları – Adalet Ağaoğlu

Adalet Ağaoğlu kitaplarından Hadi Gidelim kitap alıntıları sizlerle…

Hadi Gidelim Kitap Alıntıları

Fakat insan, bir ceket ucuna, bir etek ucuna ağırlık etmeden yaşayabilmeli ki, yaşıyorum diyebilsin.
Gönlünce yap başka şeye kulak asma!
Babasının sesiydi. O da başını kaldırdı.
Kuşkuyla baktı babasına
Dünya gönlümüze mi kalmış baba?
Diye sordu
Ayrı yerlerde olmaları önemli değil, aynı odalarda nice uzaklıklar varken
El değmiş coşkuya yama vurulmaz.
Yine de en karanlık geceleri süsleyen
düşlerdir
Yaşam, onun cebinde, hiç bozdurulmamış paralar gibi bütün bütün, yepyeni duruyordu.
bilinmez ki; ölüm yargı dışıydı. Doğum gibi. Ama sevdalar değil. Yaşama söz vermiş, diriliği özendirmiş sevdalar değil.
İnanmaya savaşıyordum: Aşklar sürüyordu. Yeni ve dayanıklı sevdalar,karanlık köşelerde,dar yerlerde,dar zamanlarda mayalanıyordu.
Bize aşkı unutturan bir yerde, aşkı kendilerine unutturan bir gençlikle her şeyi çarçabuk eskitip tüketmeyi durduramazdık.
El değmiş coşkuya yama vurulmaz!
Ah biz insanlar! Gerçekten, hepimiz hâlâ minimini birer yavruyuz. Küçüğüz.
Hayret! İnsan dediğin ne de çabuk içine pısıyor. Hoşgörü, alçakgönüllülükle süklüm püklümlük arasındaki çizgiyi gel de ayır.
“Bu kente geleli bir öksüzlük duyuyorum. Ağaçlar çıplak, sokaklar kederli ”
O duru, çocuksu alın ölüme yüz vermez, dudakları ona gülümsemezdi. Yine de, bilinmez ki; ölüm yargı dışıydı. Doğum gibi. Ama sevdalar değil. Yaşama sözvermiş, diriliği özendirmiş sevdalar değil.
Aşklar sürüyordu. Yeni ve dayanıklı sevdalar, karanlık köşelerde, dar yerlerde, dar zamanlarda mayalanıyordu. O sağlam sevda da göz göz oyulmayacaktı, düşmanlıkla parçalanmayacaktı. Sevda, barışla savaşı birbirine karıştırmazdı. Her şeye dayanabilir kendini, her şeyi göşüşleyici kendisiyle besleyen, başka yerlere harcanmış emeği kendinden sakınmayan tek şeydi.
Ansızın bastıran istekleri içimde saklamayı, örtmeyi ve örtünmeyi yazık ki fazla öğrenmiştim.
Onları her gördüğümde, yarına dayanacaksak, derdim, savun sevda, sen seni savun!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bu kentten olmadığımı anlamış mıdır? Fakat artık kim bu kentten?
Herkes günün içinde yıkılıp gitmeme davasında.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Tomurcuklar ha patladı, ha patlayacak. Bu bahar güzel şeyler olacak. İçimde bir uçarılık.
Neyse, konuştu ya. Küsmesin de. Onun şu küskün sessizliği belimi büküyor.
Yüzler pek renksiz, ışıksız, gözler pek prıltısız.
İnsan, bir ceket ucuna, bir etek ucuna ağırlık etmeden yaşayabilmeli ki,yaşıyorum diyebilsin.
Hayret! İnsan dediğin ne de çabuk içine pısıyor. Hoşgörü, alçakgönüllülükle süklüm püklümlük arasındaki çizgiyi gel de ayır.
Gönlünce yap, başka şeye kulak asma! Babasının sesiydi. O da başını kaldırdı, kuşkuyla baktı babasına. Dünya gönlümüze mi kalmış baba? diye sordu. Yanıt alamadı. Renkleri ovdu, fazla ovdu.
Bize aşkı unutturan bir yerde,aşkı kendilerine unutturan bir gençlikle her şeyi çarçabuk eskitip tüketmeyi durduramazdık
bazen, bazı şeyleri düşünmemize hiç izin vermiyorlar.
benim de kendime göre birtakım ölçülerim, düşüncelerim var.
yaşanan yaşanmıştı. önümüz yaşanacak günlerle doluydu.
yine de, en karanlık geceleri süsleyen düşlerdir.
ama artık gitmeli. gecikti.
yüzünde, sevinçle keder arası sıkışıp kalmış çizgiler.
her şey çok çabuk eskiyor. pabuçlar, perdeler, yapılar, sokaklar, duvarlar, sevgiler. hepsi çarçabuk tüketiliyor.
baktın olmuyor, çeker gidersin!
bir yüz yüze gelsek, bir sorsam: hani beni çok seviyordun?
kâbus. kâbus. uyanayım diyorum, kurtulayım; yok.
gülmüştü. o gülüşünü nasıl sevmiştim ben.
istemem hırpalansın, gönlü kırılsın.
+neden topundan yeni kesilmiş, kıyıları bastırılmamış, iplikler sarkıtan bir örtünün her ucunda, kıyısında köşesinde ayten’i görüyorsun? unutup gitmiştin ne güzel.

-unutmadım hayır. geçmişte, onun her gülüşünü, bakışını, gözlerinin o ışıklı dönüp duruşlarını iyilikle düşünürdüm.

herkese uzak duruyorum. ben böyle değildim.
itmişler, sendeliyorum, çamurlara düşeceğim, zor toparlanıyorum.
sen beni boşver sultan abla, düşünme. senin derdin kendine yeter.
.. Sen insanları seviyor musun ? Kim , durup dururken , evet , ben insanları seviyorum , diyebilir
Kendine içtenlikle bu soruyu soran kimse uzun uzun düşünür. Hepimiz pek iyi biliriz ki , her birimiz en yakınlarımızdan bile ne kadar uzağız
İçimde çizik bir plak dönüyor.
Yol , uzun ,dar . Bitmez dönemeçler . Gözüm hep ileride . Uyuklarsam diye korkuyorum.
Kimsenin nicedir akasyalarla ilgilenmediği düşünürdüm. Eski bir şarkıda anılmaları , varlıklarından daha gerçek , daha sürekliydi sanki. Oysa, kentin doğusunda , daracık bir sokağın alçak yapıları , akasyaları hala savunuyordu.
Yüzünde , sevinçle keder arası sıkışıp kalmış çizgiler.
Her şey çok çabuk eskiyor . Pabuçlar , perdeler , yapılar , sokaklar , duvarlar , sevgiler . Hepsi çarçabuk tüketiliyor .
Fakat insan , bir ceket ucuna , bir etek ucuna ağırlık etmeden yaşayabilmeli ki , yaşıyorum diyebilsin !
Siz geniş zamanlar umuyordunuz Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
» Betçet Necatigil
Analara,analara,şiirler en çok onların uykusuz, tedirgin gecelerine,doğranmış yüreciklerine.
Uzun sürmüş dostluklar bozulurken de damakta benzer bir tat olur.
İnsan, bir ceket ucuna, bir etek ucuna ağırlık etmeden yaşayabilmeli ki,yaşıyorum diyebilsin.
el değmiş çoşkuya yama vurulmaz
Hepimiz de gençtik. Ölümü küçük kentlerde bırakalı çok olmuştu.
İnsan, kendi gözüne görünmeyeni yok sayıyor nedense. O ıssızlıkta tek başına giden adamı, ömür boyu öyle gidecek sanıyorsunuz.
O atölyeye sabah sekizde giriyorum, akşam sekizde çıkıyorum. Aylar var, Kızılay’ın yüzünü gün ışığında görmedim.
Ziya’nın durumu epey iyiceymiş de, borçlarımızı ödermiş de, babama bakarmış da, babam ölünce dıpdızlak, bir başıma kalakalmazmışım da Şuna bak, bu Ziya bana eş olmayacak da, Darülaceze olacak. Çok şükür elim ayağım tutuyor. Benim Darülacezeye ihtiyacım yok. Bırakın bu lafları!..
Caddeler, sokaklar nekadar kalabalık. Dükkan, vitrin önleri omuz omuza insan. Yüzler pek renksiz ışıksız gözler pek pırıltısız.
İşim mi ? eh işte
“Aynı odalarda nice uzaklıklar varken ”
İki adam geldi ellerinde teneke boyayla
Akasyaların altındaki alacalı bulacalı duvarı
Kurşun rengine boyayıp gittiler.
Döndüğünde, her renkten çiçeklerle o kadar büyük bir buketi kucaklamıştı ki, yüzünü göremiyorduk. Sesini, o koca çiçek yığını ardından işitmiştik.

Ben onu hep, işte bu, çiçekten yüzüyle düşünürüm. Hep de o sesi:
Hadi gidelim.

Dramlarda tebessüm eksik, güldürülerde gözyaşı
Zaten hep renksizdim.
Bir sevda eskisi gibi.
Aşklar sürüyordu. Yeni ve dayanıklı sevdalar, karanlık köşelerde, dar yerlerde, dar zamanlarda mayalanıyordu.
Aynı odalarda nice uzaklıklar varken
Kocam da ben de, içimize çöken dumanı dağıtmaya çabalar, istemimiz dışında incelmiş bir sevdanın gerilemesini önlemeye çabalardık. Ağzımızın acısını çalkalayarak yeni diriliklere heveslenirdik.
Kimsenin nicedir akasyalarla ilgilenmediğini düşünürdüm. Eski bir şarkıda anılmaları, varlıklarından daha gerçek, daha sürekliydi sanki.
Yüzünde, sevinçle keder arası sıkışıp kalmış çizgiler.
Yattım ya, yattığım yerin tavanını şöyle kaldırıp bir yana atıveresim geldi. Biraz hava. Acık genişlik.
Her cigara yakışta, içinde aynı sıkıntı: Şöyle bir gönül rahatlığıyla içemez oldum şunu yahu!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir