Kolektif kitaplarından Hack Kültürü ve Hacktivizm kitap alıntıları sizlerle…
Hack Kültürü ve Hacktivizm Kitap Alıntıları
&“&”
İnternete Övgü
iki tane gözün varsa senin,
binlerce gözü var internetin.
her kullanıcının bildiği birkaç kent,
beş kıtanın beşini de biliyor internet.
her kullanıcının vakti belli,
internetin ise tarih saati.
her kullanıcıyı yok edebilirler her an.
internet ise yedi değil, binlerce can.
ama tamamlanamamış bir sinir sistemine benziyor.
İnsanlar kendi başlarına “bu konuda da bir uzmanlık vardır” demez, bilişim kültürü olmayan adam “gidip birine sorayım” demez. Yani aç olduğunu bilirsin, hastaysan da bilirsin ama bilgi fakiriysen fark etmen mümkün değil, onun için birazcık
kültür alman lazım.
IBM’in başındaki kişinin ‘50’lerde ettiği bir laf var: “Dünyaya iki ya da üç bilgisayar yeter”. Bu IBM’in efsanevi bir başkanı. Bill Gates’in meşhur bir lafı vardır: “640K kime yetmez ki?”. Ama o koşullarda ancak o kadarını görebiliyorsun. İki çoban dağ başında zengin olma hayalleri kuruyorlar, biri diğerine soruyor, “zengin olsan ne yaparsın?”, öteki cevaplıyor: “soğanın cücüğünü yerim”. Bu kez diğerine dönüp soruyor “sen ne yapardın?” diye. Öteki diyor ki “Yapacak bir şey bırakmadın ki!”. Adamın aklına dünyayı turlayım, şampanya içeyim, karides yiyeyim diye gelmez ki. Çünkü bilmiyor. Hayaller bile bildiklerinle sınırlı. Olmayan kavramı üretemezsin ki. Dolayısıyla ileride ne olacak, birtakım öngörülerde bulunuyoruz ama, bazıları tutuyor, bazıları da o kadar tutmuyor.
Bütün dünyada devletler aslında bu yola gidiyorlar. Devleti yönetenlerin bakış açısına bağlı, demokratik olmayınca, kontrol etme arzusu fazla olunca bunu yapıyorlar. Türkiye’de de yasalar kötü ama yasaların uygulaması daha kötü. Denetleme yapıları ve saydamlık hiç yok. Türkiye’deki ana sorun bu. Teknoloji buna uygun. “1984” romanındaki öngörü de öyleydi. Belki o derece değil ama, teknoloji buna uygun. Kaçınılmaz olarak belki kayıt tutması gerekiyor. Sistemin yapısından dolayı kayıt tutmak çok kolay hale gelmiş durumda. Bu siyasal bakış açısı bunu istediği sürece teknoloji buna uygun.
Görüştüğümüz üç hacker da kendini tanıtmak istemediği için yazıda onların takma adlarını (nickname) kullanacağız. Önce hacker’ın tanımını hacker’ların kendisine soralım dedik ve yanıtı Wideman’den aldık: Hacker’ lar kendilerini asla deşifre etmeyen, sistemleri bir sistem yöneticisi kadar, hatta daha da fazla bilen ve bu mevcut sistemlerin boşluklarını bulmaya çalışan kişiler. Bu sistemlerin boşluklarını ortaya koyan exploit dediğimiz minik programcıklar yazıyorlar. Bir de bu baba hacker’ların çıkartmış olduğu exploit’ leri kullanarak sistemler üzerinde yıpratma çalışması yapan cracker dediğimiz kişiler var. Internet’ten önceki dönemde kullanılan yazılımların şifrelerini kırmaya da ‘crack’ deniyordu. Ama günümüzde cracker olarak nitelendirdiğimiz kişiler gerçek hacker’ların çıkarmış olduğu exploit’leri kullanarak sistemlerin boşluklarından yararlanarak sistemlere giren insanlar. Genel anlamda hacker’ların amacı boşluk bulmak, yeni şeyler keşfetmek ve hedefledikleri işletim sistemini mümkün olduğunca
güvenli hale getirmek."
1. Bir dünya görüşüne sahip olmak, bu temel bilgiden yola çıkmak.
2. Kendini ve ait olduğun topluluğu adlandırmak, kamusal meşruiyet alanında hareket etmek.
3. Taşınan bilginin topluluğa tam olarak nüfuz etmesi, araştırma ve öğrenme ile sürekli güncellenerek geliştirilmesi.
Hepimizin birbirine benzediğinden zerre şüphen olmasın… Okulda ete açken kaşıkla bebek maması yedirildik… geçmesine izin verdiğiniz et parçaları da önceden çiğnenmiş ve tatsızdı. Sadistlerin baskısı altındaydık, ya da hissizlerce yok sayıldık. Öğretecek şeyi olan az kişi için istekli öğrencilerdik, ama onlar da
çölde su damlaları gibi.
Bilgi güçtür. Fakat her zaman olduğu gibi bu gücü kendine saklamak isteyenler var. Yüzyıllarca dünyanın her yanında, kitaplar ve dergilerde yayınlanmış bütün bilimsel ve kültürel mirasın giderek daha fazlası sayısallaştırılıyor ve bir avuç özel şirket tarafından kilit altına alınıyor. En ünlü bilimsel sonuçların yayınlandığı makaleleri mi okumak istiyorsunuz? Reed Elsevier gibi yayıncılara muazzam meblağlar göndermeniz gerekecek.
Aaron Swartz
Anonimlik, kolektif mesajların iletilmesi ve politik tarafsızlık oluşturulması adına her zaman güçlü bir araç olacaktır. Ancak anonim iletişimin teknik örneklerle desteklenmesi iletişim ağımızın çalışma prensiplerinin temelini oluşturmalıdır. Bu noktada, anonimliğin kötü kullanıma oldukça açık olması, özellikle politik bağlamda, birden fazla stratejinin olmasını gerektirir. Anonim kaynaklı aktivitelerin devamlılığını sağlamak adına, örneğin anonim mesajların gücünü destekleyecek açık, net, cesur ve yazılı politik beyanlar gibi, farklı iletişim kanalları kullanılabilir.
Anonimlik, hem kavram hem de strateji olarak oldukça güçlü bir duruşa sahiptir. Bir eserin sahipliği, orijinal olan, kök gibi kavramları aşar ve kendisini şarkı, şiir, sözlü tarih, destanlar, komplo teorileri, toplu gönderimler gibi günlük hayatın önemli olguları üzerinden bize sunar. Anonimlik, yüzyıllar boyunca toplumlar tarafından görüşlerin açık bir şekilde ifade edilmesi adına başvurulmuş bir yöntemdir. Bu şekilde anonimlik bireysel bağımsızlığı vurgulamakla birlikte, odak noktasını her zaman bireysel kullanımdan ziyade topluluk odaklı etkisine çekmiştir. Anonim ifade ve yaratılar geçmişe ait kültürel yöntemler, inanç ve normlara ışık tutarken, gelecek toplulukların da kendilerini ifade etmeleri için bir araç olmuştur.
Anonimlik, mesajın ve bu mesajı iletmenin, mesajı ileten bireyler ve bu bireyler arasındaki farklılıklardan daha önemli olduğu inancını benimseyerek bireye, bireysellikten sıyrılıp çoktan var olan tek bir vücut olma, çoğulcu tekil olma imkânını sunar. İster bir gösteri ister bir futbol maçı esnasında olsun, anonim ortaklığın gücü, katılımcı bireyleri daha güvende ve uyum içerisinde hissettirir. Öte yandan, dağınık yapısı ve katılımcıların diledikleri zaman müdahil olup diledikleri zaman çekilebilme özgürlüklerinin neticesinde, bu kopmaz görünen bağ oldukça da hassas olabilir. Anonimlik, ortak nokta korunduğu sürece varlığını sürdürebilir. Ayrıca bu değişkenlik, anonimliği diğer tüm kolektif yapılardan ayıran en temel özelliktir.
Şifreleme şiddete meyletmeyen doğrudan eylemin en üst düzey biçimidir. Nükleer silah sahibi ülkeler milyonlarca birey üzerinde sınırsız şiddet uygulayabilseler dahi, güçlü şifreleme şu anlama gelir ki, bir devlet, sınırsız şiddetle ihlaller yapsa bile, bireylerin ondan sır saklama niyetini ihlal edemez.
Dünya ulusötesi bir distopyaya doğru kaymıyor, koşar adım ilerliyor. Bu gelişme ulusal güvenlik çevreleri dışında gereğince algılanmadı. Ketumiyet, karmaşıklık ve ölçek yoluyla gizlendi. Özgürleşme yolundaki önemli aracımız İnternet, şimdiye dek gördüğümüz en tehlikeli totaliterlik kolaylaştırıcısına dönüştürüldü. İnternet insan uygarlığına bir tehdittir.
Bu dönüşümler sessizce gerçekleşti çünkü ne olup bittiğini bilenler küresel gözetim endüstrisinde çalışıyor ve onları konuşmaya iten birşey yok. Kendi gidiş yoluna bırakılacak olursa, birkaç yıl içinde, küresel uygarlık postmodern bir gözetim distopyası olacak; en üst düzeyde beceri sahibi bireyler dışındakilerin ondan kaçması mümkün olmayacak. Aslına bakılırsa halihazırda bu durumu yaşıyor olabiliriz.
Oysa biliyoruz ki, şeffaf olması gereken devletler ve şirketlerdir, bireyler değil. Biliyoruz ki, demokratik devlet, vatandaşları tarafından denetlenen ve sınırlanan devlettir.
Burası da işte böyle ilginç bir coğrafyadır. Bu tarz hukuksuz işler hemen her coğrafyada iktidar odakları tarafından yapılır, ama gizli saklı yapılır, buradaki gibi alenen değil. Çünkü burada güç hukuka inanmaz…. Güç kendi hakkına inanır, bu hakkı herkesin ve her şeyin üstünde görür ve bu yüzden, herkesten (halktan) kendisini (hakkını) kutsal kabul etmesini ister. Halbuki, demokrasi devletin (ve diğer güç odaklarının, şirketlerin, organizasyonların vb.) bireyler lehine hukuk tarafından sınırlandırıldığı rejimlere denir. Bunun tersi olduğunda, yani bireyler devlet (ve diğer güç odakları) lehine sınırlandırıldığında ise bu rejime bir çok isim verilebilir, ama “demokrasi” ve “hukuk devleti” bu isimler arasında yer almaz.
Zaten hukukun sadece siyah ve beyazdan oluştuğu iddiası, ancak hukuktan anlamayanların inanabileceği bir mittir. Hele, aynı yasanın aynı maddesinin şuna başka buna başka ve tamamen keyfi bir biçimde uygulandığına tanık olduğumuz bir coğrafyada mit bile değildir…
Hacktivizmle bilgi özgürlüğü ve dijital aktivizm bağlamında ilgilenen yazarlar, akademisyenler, genellikle kendilerini bir tür “gri bölge”de bulurlar. Hack eylemi, amacı ne olursa olsun bir “suç” olarak tanımlanmıştır (nitekim kimsenin bunu reddettiği yoktur, hacktivistlerin kendilerinin de); yani çoğu ülkenin ceza yasalarına göre “bilgi sistemlerine izinsiz girme” ile başlayıp “bütünlüğünü bozma”, “bilgi elde etme” vb. diye giden bir dizi suç ile ilişkili olarak tanımlanır. Ama mesela elde edilen bilginin sızdırılması, yani bir yayın organında yayınlanması ise basın özgürlüğüne girer ve suç değildir (elbette bu bilginin niteliğine göre değişir… Mesela bir nükleer santralin kritik bilgilerini paylaşamazsınız, ama şu bürokratın rüşvet aldığını, devletin şu biriminin hukuksuz yollara saptığını veya şu bankanın halkı dolandırdığını yahut şu şirketin yasaları ihlal ettiğini sızdırırsınız ve buna “kamu yararı” denir).
Grubun en esprili eylemlerinden biri ise, Kamu İhale Kurumu’nun (KİK) sitesini hackleyip bir ilan yerleştirerek, “kullanım süresi dolduğu” için iktidar partisi AKP’yi 1 TL’ya satışa çıkarması oldu.
Son iki yıldır Türkiye’de sosyal medya, özellikle de Twitter resmen gündem belirler hale geldi. Önemli bir olay olduğunda ilk oraya bakıyoruz, hiç birimizin aklına geleneksel medyaya bakmak gelmiyor. Ana akım medya da toplumun dikkat eşiğini sosyal medya sayesinde aşan olaylara mecburen yer vermek zorunda kalıyor. Bu Van depreminde de böyle oldu, Ahmet Şık’ın daha yayınlanmadan yok edilmek istenen kitabında da, Deniz Feneri davasında da, Uludere olayında da, Pozantı Cezaevi rezaletinde de, çocuk tecavüzü skandallarında da… İktidar bu durumdan çok rahatsız ve sosyal medyayı zaptı rapt altına almak için yakın zamanda bir girişim beklenebilir. Beklenebilir de, bu konuda ne kadar başarılı olur orası meçhul.
Anonymous’un ortaya çıkışı biraz daha eskilere gidiyor, ama onları özellikle 2010 sonunda WikiLeaks’e yönelik ABD baskısına ve bu baskı sonucunda organizasyonun bağış kaynaklarına PayPal, VISA, Master Card gibi ödeme sistemlerinde el konulmasına karşı giriştikleri “intikam” eylemleriyle duyduk. O zamandan beri de, gerek Arap Baharı sırasında Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Yemen, Bahreyn gibi otokratik iktidarlara karşı giriştikleri eylemler, akabinde de Öfkeliler (Los Indignados) hareketi kapsamında Yunanistan, İspanya gibi ülke otoritelerine yönelik eylemleri, “Wall Street’i İşgal Et” (OWS) ile başlayıp küreye yayılan işgal eylemlerine verdikleri destekler, SOPA / PIPA ve ACTA gibi telif hakkı lobileri tarafından internete yönetilen tehditlere karşı başlattıkları “Kara Mart” (Black March) boykot girişimi, ABD seçimlerinde bu baskıcı düzenlemeleri destekleyen meclis üyelerinin teşhir edilmesi gibi kampanyalar ile adlarını duyurmaya devam ediyorlar. Bu arada, Türkiye’deki ağır internet sansürüne karşı “OpTurkey”, “OpDigiturk” gibi eylemler ve BTK sistemlerine saldırılarak kullanıcı bilgilerinin elde edilmesi gibi olaylarla ülke gündeminde de yer tutuyorlar.
Topluluğu yönetmek için iletişimi yönetmek en eski iktidar tekniklerinden biridir. İletişimi yönetmeyi beceremediklerinde de kesmeye çalışırlar. İktidarlar ve halk arasında, iktidarların kendileri arasında, iktidarlar ve aktivistler arasında, toplumlar, iktidarlar ve teröristler arasında, kültürler arasında, yani normalde her nerede savaş ve çatışma yaşanıyorsa, internette de yaşanıyor.
Mesela WikiLeaks bir hacker organizasyonu değil, bir sızıntı gazeteciliği platformu; ama yeni nesil, internetin mümkün hale getirdiği, anaakım medyanın kodlarına bağımlı olmayan bir platform. Sızdırılan bilgiler ise organizasyona çok çeşitli yollardan geliyor. Hacktivist eylemler de bunlardan biri. WikiLeaks’in Stratfor sızıntıları veya Suriye Dosyaları doğrudan Anonymous kanalından geldi.
Tüm bilgi özgür olmalıdır çünkü kimseye ait değildir, kuşaklar boyu herkese aittir. Hacker etiğinin temeli budur. Bu temel, bugün dijital olsun olmasın hemen her türlü aktivizm, toplumsal inisiyatif, insan hakları savunucuları, hatta Birleşmiş Milletler ve
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da paylaşılıyor.
Ancak internet üzerinde gerçekleştirilebilen, oldukça da etkili de olan başka bir dijital aktivizm türünden de bahsetmek gerek: “Hacktivizm”.33 Politik amaçlı “hack” eylemi anlamına gelen ve son dönemde özellikle” Anonymous”, “LulzSec” ve Türkiye’de “RedHack” eylemleriyle adını duyuran bu tür, aslında dijital aktivizmin tarihine ait. Ama internetin gelişmesi, özellikle de P2P ağlar ve sosyal medyanın ortaya çıkışıyla etki ve kapsamını artırmış durumda.
Evet artık oyunda yeni oyuncular var ve bu iktidarları ölesiye korkutuyor. İktidarlar ürküyorlar, çünkü ipin ucunu çoktan ellerinden kaçırdılar ve çabaları, ister sözde hukuki, ister teknolojik olsun, anında boşa çıkarılıyor. Çıta giderek yükseliyor: Artık “Büyük Birader”in her adımı, onun teknolojisini yine ona karşı kullanan “küçük biraderler” tarafından izleniyor ve hiçbir şey gizli kalmıyor! Halk bilgiyi talep ediyor ve bilgi eyleme dönüşüyor. Dezenformasyonla enformasyon, gösteri ile hakikat
arasındaki bu savaşın cephesi ise, sadece ağlar değil, zihinlerimiz…
İnsanlar artık yeni güçlerle sahip: Çok hızlı bir şekilde bir araya gelip dağılabilme; gayrimerkezi bir örgütlenmeyle öngörülemez davranışlarda bulunabilme; iç ve dış iletişimi önlenemez bir şekilde sürdürebilme; yerel eylemlerine küresel iletişim kanallarını kullanarak destek yaratabilme; küresel iletişim yetenekleriyle dünya kamuoyunu etkileyebilme ve iktidarlar üzerinde görülmemiş bir baskı yaratabilme; her şeyden önemlisi, baskının koşulu olan görünmezlik duvarlarını yıkarak ülkeleri dünyaya şeffaflaştırabilme…
Halkın, özellikle de gençliğin politik katılımı üzerine odaklanan herhangi bir hareket interneti yaratıcı bir biçimde kullanmanın yolunu keşfetmek zorunda; ama bunu internetin atalet yaratabilen yan etkilerini bertaraf etmenin yollarını bularak yapması gerek. Bu, oldukça zor bir denklem. Üstelik bu denklemin çözümü için her duruma uygulanabilir genel bir formül yok.
“1999‘daki Seattle Dünya Ticaret Örgütü toplantısı, mobil iletişim ve internetin akıllı örgütlenme etkisiyle küreselleşme karşıtı hareketin simgesine dönüştü. Bir milyon Manilalı, 20 Ocak 2001’de virüs gibi yayılan SMS mesajlarıyla Filipinler Başkanı Joseph Estrada’yı düşürdü. Bu tarihe “en kalabalık miting” olarak geçti.
Son yıllarda gündeme gelen tüm toplumsal hareketlerde internetin güçlü mevcudiyetine tanık oluyoruz. Bu aslında tamamen yeni bir şey değil. İnternet ve cep telefonlarıyla örgütlenen Seattle protestolarından veya Zapatistaların Meksika’daki milis katliamlarını internetle dünyaya duyurup hükümet üzerinde baskı kurmalarından beri internetin toplumsal katılım ve örgütlenme imkanlarının farkındayız.
Hızlı koşan haberciler olmadan Spartaküs isyanlarını, el konulmuş matbaalarda basılan bildiriler olmadan 1848 Devrimi’ni, telgraf ve rotatifler olmadan Ekim Devrimi’ni, teksir makineleri olmadan 60’ların, 70’lerin gençlik hareketlerini, fotokopi ve fanzinler olmadan 80’lerin ve 90’ların alt kültürlerini düşünmek imkansızdır. Bugün de internet ve sunduğu çok katmanlı iletişim imkanlarını hesaba katmaksızın herhangi bir toplumsal hareketi düşünmek mümkün değildir.
İletişim ve topluluk arasındaki bu ortaklık paydası, aynı zamanda iletişimin bir örgütlenme ortamı olduğunu da ifade eder. İletişim sayesinde ortak paydada buluşanlar bir araya gelip, topluluk içinde geçici birlikler oluşturup eyleme geçebilirler. İletişim olmadan örgütlenme olmaz. Örgütlenme bir katılım pratiğidir ve iletişim sosyal, politik, kültürel katılımın olmazsa olmaz koşullarından biridir. Bu durum da, iletişimi her türlü toplumsal hareketin, topluluk inisiyatifinin, sosyal kalkışmanın, isyanın, devrimin, eylemin asli parçası haline getirir.
Hacker, bilginin, daha da ötesinde denetim altına alınmamış anlamın peşindedir. Kişisel çıkarının değil. Bedava yazılımla insanların sistemlerine, kişisel çıkar elde etmek için giren kişi, hacker değil, yalnızca cracker’dır ve dediğimiz gibi, şirketlerde ya da hükümette bunlara daha sıklıkla rastlanır. Heyecan peşindeki veletler, ya da seri cinayet işleme cesaretini gösteremeyen psikotik virüs yazıcıları da bulunur içlerinde. Ama bu, etik sahibi bir hacker’ı sivil topluma karşı bir “suçlu” kılmaya yetmez. Militer sistemlere girerek Hindistan’ın nükleer savaş programlarını geciktirmek, ya da Orta Meksika’da milislerin yaptığı bir köylü katliamını iki saat içinde tüm dünyaya duyurup geniş çaplı sivil bir protestoyla Meksika hükümetini sorumluluk almaya zorlamak bir suçsa, o başka… Mafya – devlet bürokrasisi ile ilgili “gizli” belgeleri kamuoyuna duyurmak bir suçsa, birçok ünlü köşe yazarı da şu anda içerde olmalıydı. Bilginin gizliliğini ihlal suçu, onu kimin sızdırdığıyla doğru orantılı galiba.
“İktidarlar her zaman kendilerine ait bir merkezin ve bu merkezden yayılarak tüm evreni kuşatan ve her noktasını denetleyebildikleri bir ağın düşünü kurarlar anonim akıllarıyla.”
Özel şirketlerin güvenlik uzmanları, ya da hükümetin tuttuğu, yetiştirdiği cracker’lar her yere sızıyor, bu arada sizin elektronik posta kutunuza da. İnternet’te sizi yalnızca hükümet ya da güvenlik uzmanları değil, e-ticaretin tüm gözleri izliyor. Hakkınızdaki her türlü bilgi değerli bir istatistik parçası, alınıp satılabilir bir meta.
Şebeke büyüdükçe, popüler ilgi Matrix’e doğru aktıkça, hayatlar giderek daha sanal, alemler daha siber oldukça, efsane virüslerinin de etkisi artıyor. Hacker’lar, neredeyse internet ve diğer şebekelerde olup biten tüm olağandışılıklardan sorumlu tutulmaya başlandı. Son zamanlarda bilgisayarlarımızı vuran virüslerden kaçının bir hacker (ki hacker özel bir amaçla daha çok bir “worm”, yani geçtiği yerde güvenlik delikleri açan bir tür “solucan” kullanır), kaçının bir internet güvenlik ya da anti-virüs uzmanı tarafından ortalığa salındığını biliyor musunuz ? Nereden bileceksiniz! Bilemeyiz. Ama genellikle anonim bir hacker’ın suçlandığı elektronik soygunların % 90’ının banka çalışanları ya da yakınları tarafından, sağda solda bulunan hazır programlar ve biraz da “sosyal mühendislik”le gerçekleştirildiği, artık istatiksel bir bilgi.
Bilgi özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve şeffaflık İnternet kültürünün temellerindendir ve hackerların da savunduğu temellerdendir. İnternet vatandaşlarının dijital dünyaya adapte oldukça, bu kültüre adapte oldukça bu konulara olan hassasiyetleri arttı. En basitinden kendimizi ele alacak olursak, aradığımız bilgiye kolaya ulaşmaya alıştık, çeşitli dijital platformlarda düşüncelerimizi, fikirlerimizi, kendimizi ifade etmeye alıştık. Aslında internet vatandaşları için kelime olarak ‘alışmak’ı kullanmak pek doğru olmayabilir, çünkü onlara göre aslında bunlar birer lüks değil, olması gerekendir. Aslında bu sebeple dijital dünyanın var olduğu yer olan internete getirilmeye çalışılan kısıtlamalar veya sansürler internet vatandaşlarını, doğal olarak, rahatsız etmeye başladı.
Şimdi de yazıda adının daha çok geçeceğini düşündüğüm Anonymous’tan, halen bilmeyenleri olduğunu düşünerek biraz bahsetmek gerekir sanıyorum. Anonymous hacktivist eylemlerde bulunan fakat kendisini hacktivist bir grup veya topluluk olarak adlandırmayan dijital bir oluşumdur. Bu şekilde adlandırılamaması enteresan veya kafa karıştırıcı gelebilir. Ayrıca Anonymous’a oluşum demekten başka hangi kelime tam olarak ifade eder emin olamıyorum. Anonymous’un bir kalıba sığamamasının temel nedeni ise gayri merkezi yapısıdır ki gayri merkezi yapı da hactivizm söz konusu olduğunda çok fazla duyulan iki kelimedir. Anonymous’un bir merkezi, lideri, elebaşı, temsilcisi vs olan bir birey yoktur. Aslında Anonymous söz konusu olduğunda önder bir bireyden ziyade, bir fikirdir. Gayri merkezi olarak tanımlanan bu oluşumun merkezine bu fikir yerleştirilmektedir. Bu fikir veya felsefe, Anonymous adı altında (yani kimliksiz bir şekilde), karşıt olunan ve tepki gösterilmek istenen bir olay için, farklı cinsiyetten, dilden, dinden, ırktan, meslekten, yaştan bireyler geçici süreliğine bir araya gelip operasyon düzenlemektedir. Anonymous’un kendisini tanıttığı videodan alınan sözler daha açıklayıcı olacaktır: “Anonymous aslında birlikte kısa bir yolculuğa çıkan insan topluluğu denilebilir – işe giderken otobüste veya trende tanışan kişiler gibi: Kısa süreliğine hepimiz aynı rotadayızdır, aynı amacı, hedefi veya beğenmeme durumunu paylaşırız. Ve birlikte çıktığımız bu kısa yolculukta belki dünyayı değiştirebiliriz.”
Hacktivizm kısaca; bilgisayar teknolojisinin veya programlama sistemlerinin toplumsal bir soruna yönelik tepki gösterme amaçlı kullanılmasıdır.
Hacktivizmde eylemler her ne kadar dijital dünyada, internette gerçekleşse de, amaç belirli bir toplumsal soruna dikkat çekmek ve gerçek dünyada değişim yaratmaktır. Asıl hedef dijital dünya aracılığıyla gerçek dünyada etki yaratmaktır. Bu nedenle hacktivizmin, hacktivistlerin sanal olduğu düşünülmemelidir ve hafife alınmamalıdır.
Hackerlar, bilgi çağını etkileme gücüne sahip ve belki de bu çağın en önemli karşı kültürlerinden birisi. Bu yüzden hacker, hack gibi kelimeler çok uzun bir süre daha bizimle birlikte olacak. Bu yüzden onu basitleştirmeye çalışmak, görmezden gelmek ya da canınızı sıktıkları için terörist ilan etmeye kalkmak bu çağın ne kadar dışında olduğunuzu göstermekten ve hackerları kızdırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Hackerlar her şeyin ötesinde fikir ve düşünce insanlarıdır. Onların eylemlerinin ve eserlerinin hepsi zihinlerinde doğmakta, gelişmektedir. Bu yüzden hackerlar üzerine konuşurken dışarıdan bir bakışla veya görünüşleriyle yorum yapmak yapacağınız en büyük hata olacaktır. Hackerların düşünce yapılarını, eylemlerinin arkasında yatan sebepleri ve fikirlerini görmezden gelmek hackerlar ve bu kültür hakkında hiçbir şey bilmediğinizi itiraf etmekle eş değerdir.
• Bilgi özgürdür ve öyle kalmalıdır.
• Merak her şeyden önemli bir dürtüdür.
• Otorite asla dostumuz değildir.
• Önemli olan birisinin nasıl göründüğü değil, nasıl düşündüğüdür.
• Siberuzayın doğasına dışarıdan bir müdahale kabul edilemez.
• Bilgisayarlar iyidir ve onlarla iyi şeyler yapabilirsiniz.
Hackerların ilk manifestodan bu yana sahip oldukları bir başka etik duruş ise insanları görünüşlerine, şekline göre değil zekası ve söylediklerine göre yargılamaktır. Bu, hackerın zekaya verdiği önemi göstermekle birlikte, ayrımcı ve ya insanları tamamen bedensel özelliklerine göre sınıflandıran fikirlere de uzak olduğunun bir ifadesidir. Bir hackerın herhangi birisinin diniyle, ırkıyla, cinsiyetiyle, giyimiyle yargılaması ya da bunlardan birisine göre tavır alması söz konusu değildir.
Poser dediğimiz bireyler, bir kültürün parçası olabilmeyi sadece onunla özdeşleştirilen ve tamamen dış görünüşe dayalı şeyleri taklit etmekten ibaret zanneden kişilerdir. Bunlar metal kültürünün bir parçası olmayı siyah giyinmek, punk olmayı herkese küfredip tuhaf kıyafetler giymek zannederler.
Bilginin daima özgür ve herkese açık olması onlar için olmazsa olmaz denilebilecek bir şeydi. Bu sebeple hackerların en keyif aldığı işler kapalı kaynak kodlu sistemleri kırmak ya da gizli bilgilere ulaşıp onları herkesin ulaşabileceği bir yere koymaktır. Çünkü bilgiyi özgür bırakmanın keyfini yaşarlar bunu yaparken.
Hack kavramının ilk ortaya çıktığı yer ABD’deki Massachusetts Institute of Technology Üniversitesidir. MIT öğrencilerinin kendi aralarında yaptıkları eşek şakalarına verdikleri isim “hack”tir. “Dekanın lojmanının tuvalet kağıtları ile sarılması” veya “yatakhanedeki yatağınızdaki ahşap lataların çıkarılması” gibi şakalar MIT öğrencileri arasında “hack” olarak tanımlanır.
İnsan doğayla girdiği mücadeleyi uzun zaman önce kazandı ve yaşayıp, mutlu olabilmek için bugün gösterdiği efordan çok azına ihtiyaç duyar hale gelebildi. Ne yaptığını bilmeden, yaptıklarının anlamını, içeriğini sorgulamadan çalışmak doğal insan davranışı değildir. Doğal olan insanın keyif aldığı, yapmaktan hoşlandığı veya toplumsal, bireysel fayda gördüğü işlerde çalışmasıdır.
İnsan tekniğe, tekniğin bilgisine yabancılaşıyor. Her biri ayrı uzmanlık gerektiren çalışma alanları, bilgiyle aramıza dev duvarlar örüyor. Tüketim toplumunun, sürekli daha fazla zamana ihtiyacı olduğu için kolaylık peşinde koşan bireyi ve onun körelmiş merak duygusu, bilgi ile aramıza giriyor. Bizim yerimize her şeyi düşünen üretici ve satıcıların kar odaklı düşünsel ve fiziksel faaliyetleri, ihtiyaçlarımızı kendimizin düşünüp tasarlamasına izin vermiyor. Birileri bizim yerimize ihtiyaçlarımızı tasarlıyor ve bize satıyor. Üstelik sattıkları ürünlerinin arkasındaki teknolojiyi ticari sır diyerek saklıyor. Bilgiyle aramıza patentler, lisanslar, telifler giriyor. Tekniğin bilgisi belirli merkezlerde, belirli ellerde toplanıyor. Dünyanın geri kalanı teknoloji ile ancak onlara sahip olanların kuralları doğrultusunda ilişki kuruyor.
Yaptığımız işten haz duymak, moral ve motivasyonumuzu pozitif etkilemesi, bizi daha barışık, güleryüzlü yapması, insani açıdan geliştirmesi, toplumsal fayda gözetmesi gibi hususlar genellikle ikinci planda kalıyor. Hangi şart altında olursa olsun önümüze konulanın bitmesi ile ilgileniyoruz. Bunu yapabildikçe bir değer elde ediyor, bunu da ’mutluluk’ satın almak için harcıyoruz. Güncel deyimle “profesyonel yaklaşmak” bize işimizi yapmamızı ve yaptığımız işi pek sorgulamamamızı öğütlüyor. Kapitalist iş ahlakının zihinlerimizde pekiştirdiği, neredeyse kutsal bir değer mertebesine yükseltilen çalışma kavramı üzerimizde baskı kuruyor. Keyif almıyor, o anda çalışmak istemiyor ya da aklınızı işinize vermekte zorlanıyor olabilirsiniz. Ama buna mecbursunuz. Yoksa içerisinde düştüğünüz girdap sizi fırlatıp atabilir. Nereye mi? Muhtemelen marjinallerin yanına.
Kriminalize etmek bir egemen klasiğidir. Eğer kontrol altına alamıyorsa, suçlu ilan eder. Yasalar uydurup yasadışı ilan eder. Keyfi vergiler ve şartlar koyup yapılamaz hale getirir. Bir yandan da toplumdaki negatif algı için manipülasyon yapar. Hackerlardan söz edilen her haberde, kar maskesiyle bilgisayar kullanan birini tarifleyen karikatür kullanılması gibi. Topluma verilen mesaj açıktır: “Hackerlar hem korkulan, hem de yeteneklerini kötüye kullanan suçlulardır, uzak durulmalıdır.” Hackerlar, yıllarca bu kodlarla insanların, toplumların belleklerine işlenmiştir. Maalesef TDK örneğindeki gibi resmi ağızlarla da bu tavır tescillenmiş oluyor.
Egemen aklın tutumu kabaca böyledir. Kavrama kötülük eden, egemen aklın parçası ve yönlendiricisi bir de “iş dünyası” var. Onun rolü ise iki yüzlüdür. Hem bu algıyı pekiştirmeye uğraşır, kriminalize eder, hem de arasıra gri bölgelerde dolaşıp
faydalanmaya çalışır, sempatik görünmeye gayret eder.
Poser dediğimiz bireyler, bir kültürün parçası olabilmeyi sadece onunla özdeşleştirilen ve tamamen dış görünüşe dayalı şeyleri taklit etmekten ibaret zanneden kişilerdir. Bunlar metal kültürünün bir parçası olmayı siyah giyinmek, punk olmayı herkese küfredip tuhaf kıyafetler giymek zannederler.