İçeriğe geç

Hababam Sınıfı İcraatın İçinde Kitap Alıntıları – Rıfat Ilgaz

Rıfat Ilgaz kitaplarından Hababam Sınıfı İcraatın İçinde kitap alıntıları sizlerle…

Hababam Sınıfı İcraatın İçinde Kitap Alıntıları

&“&”

&”Atatürk ile her zaman övüneceğiz .&”
&”Laiklikten ne anlıyoruz önce bunu açıklayalım. Laiklik, Atatürk’ün tüm ilkelerini sağlamlaştıran en önemli ilkedir. Laiklik, devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine, inanışa değil de akıl ve bilime dayandırılmasıdır arkadaşlar.
Bugün bile bu durumdan yararlanmaya kalkışan açıkgözler var…İnsanları korkutarak yönetmeye kalkanlar gittikçe çoğalıyor .&”
– Bu üçüncüsünü ne yazanlar çıkacak ne de sizlere okutacak bir tarih öğretmeni bulunacak!

+ Yani 3.Dünya Savaşı olmayacak, değil mi hocam ?

– Dünya kalmayacak ki dünya savaşı olsun. İki büyük savaşla akıllanmayan insanlara üçüncüsünün ne yararı olur ki !

– Geçmişimizde Kemal Paşa var! Bunu aklınızdan çıkarmayacaksınız !
Bak Güdükcüğüm, onların, her beğendiği sanatçının konserine ayıracak zamanı yoktur. Onlar Kuran kursları, İmam-Hatip liselerini de beğenirler, ama kendi çocuklarını dışarda okuturlar.
Hafta sonu Hababam Sınıfı’nda Sınıf Başkanı seçimi vardı. Bu seçim, parasız yatılılık döneminin iki adaylı seçimlerine benzemiyordu. Teypli, bilgisayarlı, videolu çağdaş bir seçim propagandası başlamıştı.
Hababam Sınıfı, kargaların kahvaltısından önce, alaca karanlıkta sınıf kapısının önünde gündem dışı bir toplantı yapmıştı. Daha kayıtlarının mürekkebi kurumayan yeni paralı yatılılardan biri, eski yönetime çullanmak için ön sıralarda bir patlama yaptı:
Bu sınıfta demokrasi var diyen bir kabadayı çıkar mı? Varsa çıksın da görelim."
Laiklikten ne anlıyoruz, önce bunu açıklayalım. Laiklik, Atatürk’ün tüm ilkelerini sağlamlaştıran en önemli bir ilkedir. Laiklik devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine, inanışa değil de akla ve bilime dayandırılmasıdır."
“Bıktık erkeklerin ağlama duvarı olmaktan!
“Siz başka ne duvarısınız ya?"
“Ne duvarı mı? Sıkıştıkları zaman, destur bile demeden yaklaştıkları bir duvar işte!”
Bak Güdükcüğüm, onların, her beğendiği sanatçının konserine ayıracak zamanı yoktur. Onlar Kuran kursları, İmam-Hatip liselerini de beğenirler, ama kendi çocuklarını dışarda okuturlar.
Yasaklar kalksın!
Güçlülere saygı
her yerde geçerliİiğini yitermeyen bir kuraldı.
Bu sınıfta demokrasi var diyen bir kabadayı çıkar
mı? Varsa çıksın da görelim."
Sağ yumruklarını kaldırıp üniversite kapısına doğru yürümüşler namazdan sonra! Doğru mu?" diye sordu Güdük Necmi?"
Hâlâ Fikret’in istipdat düşmanlığını din düşmanlığına, halife düşmanlığına dönüştürmeye çalışan… Gözlerindeki merteği görmeden Fikret’ten bir Amerikan uşağı çıkarıveren bir öğretmen…"
Atatürk size Cumhuriyeti armağan ederken, çocuklar, gidin, çelik-çomak oynayın, bütün gününüzü diskolarda geçirin demedi… Emanet edilene sahip çıkmanız gerekmez mi?
Artık başlara dolanan bez parçası, yemeni olmaktan, başörtü olmaktan çıktı… Neredeyse ona türban adını verenler, kendilerini en ileri düşüncenin bir kahramanı, başlara dolanan bezi de özgürlüğün, demokrasinin simgesi, amblemi sanacaklar… Anayasamızdaki laiklik bile onlara bakarsanız düşünce bakımından geri kalmışlık anlamına gelmeye başladı.
Bilime saygılı olmak zorundasınız! Sadece inanmak yetmez, uygar insana!"
Siz mi kaldınız laikliği tartışacak… Hem de bu saatlerde! Göstereceğim size, gizli toplantı yapmayı! Şadi Bey, kapat şunları Revir’e. Al şu anahtarı da!"
"Emredersiniz, Müdür Bey!"
Elinde havlusu, diş fırçasıyla koşup gelen Şaban Şenol: "Beni de götürün!" diye karıştı aralarına,
"Ben de laikim!"
Güdük Necmi, tam yatağına girerken koşup gelmişti: "Ben de Müdür Bey! Havlumu da aldım, diş fırçamı da… Cumhuriyetçiyim, devrimciyim, laikim!"
"Al götür bunları da!.."
"Beni de Müdür Bey, ben de onlardanım! Laikim ben de… Devrimciyim de!"
"Ben de tüm gericilere karşıyım!"
Yatağından fırlayan koşuyordu arkalarından. Revir’in önü tıklım tıklımdı.
"Aç kapıyı bizi de al içeri!"
Yavşak Şadi kapının önünde kollarını açmış dikiliyordu: "Yeter bu kadar!.. Boş yatak kalmadı içerde!"
"Yatak istemez! Yerde de yatarız biz!"
Particilik yapacağına oturup tarihe çalışamaz miydin?"
Otorite de ne oluyordu? Sevgi, saygı yetmez miydi?
Yok Müdür Bey, ben hep bu gençlerden yana olmuşumdur. Bunlar arada bir yanlış adım atarlarsa da adımlarını geri çekmesini bilirler. Onların adımları, toplumcu atılması gereken adımlardır…"
Biz devletçiyiz, cumhuriyetçiyiz, milliyetçiyiz… Sizlerden çok laikiz biz"
"Olmayın diyen mi var!.. Atatürkçü de olun… Laik de olun… Bizi sömürmeyin de halkçı da olun, demokrasiden yana da!"
Sınıf başkanı Palamut Recep, sınıfta yoklamalardan önce kimler var kimler yok gibilerden oturanları bir gözden geçirdikten sonra:
“Çok sevgili arkadaşlarım!” dedi. “Ne sert yöneticiler ne kötü niyetli gruplar, bizi, biz Hababam Sınıfı’nı birbirimizden ayırabildiler. Ne düşünürsek düşünelim… Hangi görüşte olursak olalım. Biz okul arkadaşı, sınıf arkadaşıyız! Söyle Güdük Necmi, işte bir araya geldik, ne yapalım?”
“Ne mi yapalım…” dedi Güdük Necmi. “Bizim bir marşımız vardı, nedense bugünlerde bir araya gelip söylemedik. Hep biliriz, değil mi arkadaşlar?”
“Biliriz!”
“Haydi hep birlikte! Entike… Kuuuşe ruule ruuule. Haydi hoooppa muşule!.. Ave lupe luupe. Ave luu pe Kaaaro! Haaaaydi Haykanoş! Enti Kalamoş!”
Tüm çözülen sorunlar, çözülünce sorun olmaktan çıkardı. Kimse durmazdı o zaman üzerinde. Koskoca okulun yıkılması gibi!
Bahçeliyem, bağlıyam ben
Kentli değil, dağlıyam ben
Kul olamam kimselere
Bağlamama bağlıyam ben!
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
“Bu şarkılar sesle değil,” dedi, “ağızla söylenir. Arap ağzıyla… Yanıp yakınacaksın, kaderinden, talihinden… Ben doğarken ölmüşüm, diyeceksin… Acındıracaksın kendine… Seni dinleyen başlayacak ağlamaya… Bir şişe… Bir şişe daha… Bişşe daaa…”
“Bu okulları pıtrak gibi yurdun dört yanında açanların daha başka olabilir miydi, ileriye dönük düşündükleri?.. Halkın içinden yetişenler, kendilerini yetiştiren ortama nasıl ters düşebilirlerdi?”
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Yar beni bırakmış, ellere gitmiş!
Giderse gitsin, canım sağolsun!"
Ben hep bu gençlerden yana olmuşumdur. Bunlar arada bir yanlış adım atalarsa da adımlarını geri çekmesini bilirler. Onların adımları, toplumcu atılması gereken adımlardır.
Bilim yolu, akıl yolu öyle kolayına açılıvermemiş, uzun bir zamanın geçmesi gerekmiştir. Bu gerçeği algılayan din adamları gelişen insan zekasının önüne engeller koyarak kendi varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır."
&”Gel alnından öpeyim senin!
Ne güzel! Demokrasi nedir, çok şükür öğrendik artık.&”
Atatürk size Cumhuriyeti armağan ederken, çocuklar, gidin, çelik-çomak oynayın, bütün gününüzü diskolarda geçirin demedi… Emanet edilene sahip çıkmanız gerekmez mi?
&”sapla samanı belli ölçeklerde öylesine birbirlerine karıştırdılar ki sanmıyorum, kendileri de çıkamayacaklar işin içinden…&”
&”Kendi kültürümüzün tutucusuyum önce. Şairden sorumluluk beklerim, çağının sorumlusu olmasını isterim.&”
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
&”Ama bu nasıl oluyor, bunu anlayamıyoruz işte!
Onlar, bizim yetiştirdiğimiz genç nesil! Yanılsalar bile kötü niyetli olamazlar.&”
&”Bu toplumu, toplumculuk değil, tek tekçilik huzura kavuşturur. En kısa zamanda Anayasa değil, Tek Terlik Yasası!
Türk’üz biz, doğruyuz, çalışkanız! inanmazsanız Almanlara sorun çalışkanlığımızı!
Çağınızın adamı olun! Siz ne 1970 kuşağınız, ne de 1980 kuşağı…Bu ondalıklı yıllarda size ortaçağı yaşatırlar da, farkında olmazsınız.
&”Ama ne de olsa insan bozuluyor.&”
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Anladımsa Arap olayım!"
"Bir o kaldı zaten…"
Aşıda suç yok! Hasta kuduzsa aşılansa da ölebilir!"
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Dünya kalmaycak ki Dünya Savaşı olsun! İki büyük savaşla akıllanmayan insanlara üçüncüsünün ne yararı olur ki!"
Yunanistan’la Ege’de kanlı bıçaklıyız…Yunanistan havada, denizde, karada sınırlarını genişletmek istiyor.
Anlat, Birinci Dünya Savaşı’nın nedenlerini! Masalını istemiyorum, gerçek nedenlerini anlat. İngiltere’yle, Almanya arasındaki iktisadi yarışmayı!"
Bırak inekliği…&”
Sizin tabanınızı da gördük! Amerikan köselesi…"
Dinletmek istediği, son günlerde moda olan bir türküydü, ilk dizeyi de teyple birlikte yüksek perdeden yineliyordu: Arım, balım, peteğim"
Politika hiç ihmal edilmeye, boşlamaya gelmezmiş. Kötü niyetlilerin cüretini, cesaretini artırmamaları için hep onların karşısında olmamız gerekirmiş! Atatürk size Cumhuriyeti armağan ederken: “Çocuklar, gidin çelik-çomak oynayın, bütün gününüzü diskolarda geçirin!” demedi… Emanet edilene sahip çıkmanız gerekmez mi?
Çok sevgili arkadaşlarım!" dedi, "Ne sert yöneticiler, ne kötü niyetli gruplar, bizi, biz Hababam Sınıfını birbirimizden ayıramadı. Ne düşünürsek düşünelim… Hangi görüşte olursak olalım. Biz okul arkadaşı, sınıf arkadaşıyız!"
Günaydın çocuklar!" dedi. "Görüp ahkam-ı asrı münharif sıdkıselametten… Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükümetten! Yani…
Söyle Hamdi, ne olmuş?"
"Yani hocam, çağımızın değer yargılarını, doğruluktan şaşmış görünce, siz de tüm görkemiyle hükümet kapısından çekilip gitmişsiniz."
Beni çağırmışsın!" dedi, çantasını masaya bırakırken.
"Ufak-tefek işler için çağırmazsın beni! Gidiyor muyuz yoksa?"
"Evet, gidiyoruz!" dedi.
Emekli dilekçesinden hiç söz etmedi. Tanzimatçı, Ziya Paşa’cı, Namık Kemal’ci, Susak Cafer’di o!
"Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten!" dedi.
"Hiç kuşkum yok bundan!"
Bu okulda öğretmenler toplantısında öneride bulunacağım. Her koyun kendi bacağından, her genç kendi boğazından asıldığına göre, bir araya gelip Thedorakis’i, Ruhi Su’yu, Ahmed Arif’i, Sait Faik’i, Hasan Hüseyin’i, A. Kadir’i, Suat Taşer’i, Faruk Toprak’ı, Cahit Irgat’ı, Akıncıoğlu’nu, Enver Gökçe’yi, Orhan Kemal’i dinlemek de ne oluyor?
Kuşkusuz iki beyin takımı vardı Hababam Sınıfı’nda. Tüm devinim içindeki toplumlarda olduğu gibi… İleriye dönük olarak çalışan beyin takımı ile bir de tutucu gerici takım…
Yani üçüncü dünya savaşı olmayacak, değil mi hocam?"Gülüşünü sürdüren Mahmut Hoca:"Dünya kalmayacak ki Dünya savaşı olsun! İki büyük savaşla açıklanmayan insanlara üçüncüsünün ne yararı olur ki!"
Laiklikten ne anlıyoruz, önce bunu açıklayalım. Laiklik, Atatürk’ün tüm ilkelerini sağlamlaştıran en önemli bir ilkedir. Laiklik devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine, inanışa değil de akla ve bilime dayandırılmasıdır."
Politika hiç ihmal edilmeye, boşlamaya gelmezmiş… Kötü niyetlilerin cüretini, cesaretini artırmamaları için hep onların karşısında olmamız gerekirmiş! Atatürk size Cumhuriyeti armağan ederken, çocuklar, gidin, çelik-çomak oynayın, bütün gününüzü diskolarda geçirin demedi… Emanet edilene sahip çıkmanız gerekmez mi?
Onlar Kur’an Kursları, İmam Hatip liselerini de beğenirler ama kendi çocuklarını dışarlarda okuturlar.
Bu şarkılar sesle değil." dedi, "Ağızla söylenir. Arap ağzıyla… Yanıp yakınacaksın, kaderinden, talihinden… Ben doğarken ölmüşüm diyeceksin… Acındıracaksın kendine… Seni dinleyen başlayacak ağlamaya… Bir şişe… Bir şişe daha… Bişşe daaa!.."
Hababam Sınıfı, kooperatif deyince, sermayesine kurşun kalem, sermayesine defter, sermayesine yazılı sınav kağıdı, karton satılan yer sanıyordu. İlkokulda öyle öğretmişlerdi iyi niyetli Cumhuriyet öğretmenleri. Yerli malı haftaları yapılır üzüm, incir, fındık, leblebi yenirdi o yıllarda. Yerli malı, yurdun malıydı, herkesin onu ucuz ucuz kullanılması gerekirdi. Okul kooperatifleri bu satılan ürünlerin karşılığı en az parayı almak için düzenlenirdi. Nerdeyse para bile almamayı amaç edinen bir havası vardı. Yıllar sonra bu kooperatifler kantinleşti, marketleşti, öğretmenlerin, müdürlerin satış yeteneklerini, pazarlama becerilerini sergiledikleri satış yerleri oldu. Öğretmenlerden ünlü kooperatifçiler çıktı. Çok kazandıran becerikli öğretmenlerin adları toplantılarda saygıyla anıldı.
Halife-i ruy-i zemin’ler gitti, yerlerine bölge bölge güç gösterisi yapan devletler, hükümetler ve onların emrinde çıkarcı din adamları, dini siyaset yolunda kullananlar türedi… Bunlara karşı uyanık olmak zorundayız arkadaşlar!
Atatürk bu oyunu sezen ilk devlet adamımızdır. Onunla her zaman övüneceğiz!
…Olacaklar için kafa yormazlar. Olmuşlarla yetinirler… Bu bakımdan birer inektir onlar, olmuş olayların ezberleyicisi yani
Otorite de ne oluyordu? Sevgi, saygı yetmez miydi?
Allah yalnız sizin Allahınız sanıyorsanız aldanırsınız! Geçmişinize saygılı olacaksanız eğer, tarih hocası olarak, hoşuma gider. En yeni geçmişinizde Kemal Paşa var! Bunu aklınızdan çıkarmayacaksınız!"
Yani üçüncü dünya savaşı olmayacak, değil mi hocam?"
Gülüşünü sürdüren Mahmut Hoca:
"Dünya kalmayacak ki Dünya savaşı olsun! İki büyük savaşla açıklanmayan insanlara üçüncüsünün ne yararı olur ki!"
Bakın çocuklar, her şeyin tartışması olur da saygının tartışması olmaz!"
Çağınızın adamı olun!"
Kötü niyetlilerin cüretini, cesaretini artırmamaları için hep onların karşısında olmamız gerekirmiş!"
Tüm çözülen sorunlar, çözülünce sorun olmaktan çıkardı. Kimse durmazdı o zaman üzerinde."
Ne sert yöneticiler, ne kötü niyetli gruplar,bizi, biz Hababam Sınıfı’nı birbirimizden ayıramadı. Ne düşünürsek düşünelim… Hangi görüşte olursak olalım. Biz okul arkadaşı, sınıf arkadaşıyız!"
Başka nasıl çıkabiliriz çağdaş uygarlık düzeyine. Sahnelerimizi mescide okullarımızı camiye çevirerek!.."
Bilim yolu, akıl yolu öyle kolayına açılıvermemiş, uzun bir zamanın geçmesi gerekmiştir. Bu gerçeği algılayan din adamları gelişen insan zekasının önüne engeller koyarak kendi varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır."

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir