İçeriğe geç

Güzel Yazılar Hikayeler 1 Kitap Alıntıları – Kolektif

Kolektif kitaplarından Güzel Yazılar Hikayeler 1 kitap alıntıları sizlerle…

Güzel Yazılar Hikayeler 1 Kitap Alıntıları

Aşk demek imtihan demektir. Ancak serden geçip yardan geçmeyen muradına nail olur.
“Ne de olsa kötü ölüm bu.” diye mırıldandı, “Çamurlara yuvarlanıp batmak. Çıkayım dedikçe batmak, çıkamamak Düşmanlarına karşı kendini koruyamamak En sonunda gözlerine baka baka düşmanına kendini yedirmek Hem de kime? Çakal gibi ciğeri beş para etmez korkak bir düşmana! Tuh! Allah belasını versin. Bombok bir iş bu. Kırk yıldır ben de böyle battım ya. Başkalarının tarlalarında işlemekten ben de bıktım. Koca Öküz de Hayvancağız benden akıllı, benden cesur çıktı. Vazgeçti fukara dünyasından.”
— Robinson Krüzoe’yi okudunuz mu siz?
— Okudum.
— Issız adada nasıl da yaşayabilmiş, değil mi? Böyle şey olur mu?
— Olmasa daha iyi değil mi?
— İyi ama oluyor. Yahut da yazarı öyle düşünmüş. Ama iyi düşünmüş. Ne olursa olsun, aferin Robinson’a. Issız adada elini kolunu bağlayıp durmamış, hemen işe girişmiş. Marifet ölmemek değil mi? Yaşamak!
“İnsanın kafası; dünyanın en esrarlı, en müthiş, en muzlim kutusudur.”

Muzlim: Karanlık, gizli

Hayat, ölümün şerefine yazılmış bir kasideden başka bir şey değildir.
Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları
— Hişt hişt!
— Hişt hişt!
— Hişt hişt!
Onu (Dülger balığını) atmosferimize (suyumuza) alıştırdığımız gün, bayramlar edeceğiz. Elimize görünüşü dehşetli, korkunç, çirkin ama aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizden böbürlenerek onu ezmek için elimizden geleni yapacağız. Şaşıracak, önce katlanacak. Onu şair, küskün, anlaşılmayan birisi yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükununu kötüleyecek. Canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini birer birer söküp atacak. Acı acı sırıtarak İsa’nın tuttuğu belinin ortasındaki parmak izi yerlerini, mahmuzları, kerpeteni ,eğesi, testeresi ve baltasıyla kazıyacak. İlk çağlardaki canavar halini bulacak.
Bir kere suyumuza alışmayagörsün. Onu canavar haline getirmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacağız.
Hani bazı yaz günleri hiçbir rüzgâr yokken deniz üstünde bir meneviş peydahlanır. İşte öyle bir cazip titremeydi bu. İnsanın içini zevkle, saadetle dolduruyordu. Ancak, balığın ölmek üzere olduğu düşünülürse bu titremenin anlamı hafifçe acıya yorulabilirdi. Ama insan yine de bu anlama almamaya çalışıyordu. Belki de bu harikulade tatlı bir ölümdü. Belki de balık hâlâ suda, derinliklerde bulunduğunu sanıyordur. Karnı tok, sırtı pektir.
Uzaklardan sesin aldım,
Çevreni derede buldum,
Nereye gittiğin bildim,
Hasan’ım ardından geldim.

Emine’yi yaslı eden,
Kerem olup Aslı eden,
Dağı taşı sesli eden
Hasan’ım ardından geldim.

“ Ovada büyüyen dağda yapamaz. Dağın suları serindir ama yolları sarptır. Kışları çetindir. Kar altında odun kesmek bahçeye bostan ekmeye benzemez. Benim erim diye götürdüğüm adamı obamızın yiğitleri kınamamalı. Ben, seni bildim artık gözüme hiçbir yiğit görünmüyor ama anamın, babamın, akranımın yanında seni küçük düşüremem. Sal beni gideyim!..”
Bir daha eski halimize dönecek miyiz?
Yorgunluk bir taraftan, gönlümüzdeki melâl öbür taraftan, adeta niyeti yok bir gurbet ve sürgün yolunda gibiyiz. 
İnsanlar birbiriyle dost olmalı. Bir Allah’ın kuluyuz. İyilikler yanımızda kalır.
Canım sıkıldı, dünya başıma yıkıldı sandım.
Neyin nesiyim, kimim?..
Çünkü, öyle değil mi, yeryüzünde hiçbir şey, istediğini ele geçirmek kadar hayal kırıcı değildi.
Ölümün iştah gibi insan oğlunun dişinin dibinde, gölge kadar ayaklarının ucunda olduğunu bir kere daha görüyordum.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Karanlıkta ara sıra gerinerek uyuyan hatıralar kalktılar, birbirlerini dürttüler ve bir asker safı gibi dizildiler.
Gözlerimi kapar, dışardaki akşamı tekrar eden içimi seyrederdim.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Zihinlerinin hacmi de, içtimaî muhitlerinin sahası derecesinde idi. Yani dardı.
Ölülere mükafat, dirilerin hatırasıdır.
Bu ölümlü dünya uykusuz kalmaya değmezdi.
Hepimiz büyük ve muazzam bir kadavranın üzerinde gezinen kurtlarız.
Hayat ölümün şerefine yazılmış bir kasideden başka bir şey değildir.
Hayat mütemadiyen ölümün zaferini taganni ediyor.
Sen cüssene bakmadan kâinatı fethe kalkmışsın.

Köyden obadan koğulan
Duru sularda boğulan
Toz köpük olup dağılan
Hasan’ım ardından geldim.

Sarp dağlara getirdiğim
Kavuşmadan yitirdiğim
Ak kefensiz yatırdığım
Hasan’ ım ardından geldim.

Tad yok gecesinde gündüzünde
Ben neyliyeyim bu yeryüzünde.
Abdülhak Hamit Tarhan
Yel kayadan ne alır?
Hayat ne tatlı şey, insanın ömrü olmalı da yaşamalı.
Maden ocakları insan eriten bir makina gibi çalıştı.
Yeşilimsi beyaz ölü rengi fersiz gözlerinin etrafını kapladı.
İnsanlar da soldular.Sert kemiklerinin üstünü buruşuk bir deri kefenledi.
Sanki oduna gidenin baltası,suya gidenin sakasıydı.
İnsan ne tuhaftır! Fikrine, ümidine, arzusuna muhalif bir şeye rastgelince hemen bozulur.
O hiç gelmedi
Hangi vehmin kurbanıyım böyle?
Sen cüssene bakmadan kainatı fethe kalkmışsın Dolduracağın çukurun dışında işin ne?
Şu uyku insanın sevgilisi gibi bir şey. Gelmeyince sinirlendiriyor.
Dünyada her insan az çok bir felakete uğramış olabilir. Bunun için büsbütün kötümser olunur mu? Felaketler yerine saadetleri, ölmüşler yerine doğacakları, geçmişler yerine gelecekleri düşünmeliyim
Niçin kendi kendimi aldatmaya çalışıyorum? Benim asıl mes’ut zamanlarım neden oldu? Niçin asıl o zamanlar resim üzerine resim çıkartmadım? Niçin her hafta fotoğrafçıya uğramadık? Neden bugün buraya tek başıma geldim?
Bizde okumuşlarla okumamışların farkları azdır.
Yüzündeki gülümseme, suda ışık oyunları gibi güzel ve tatlıydı.
Dolduracağın çukurun dışında işin ne ?
Hemen her evde bir iki ölüye ağlanır ve bir iki kayıp beklenirdi.
İçimde dülger balığının yüreğini dolduran korkuyu duydum. Bu hepimizin bildiği bir korku idi : Ölüm Korkusu.
Şu Anadolu’muz ne zengin memleket Yarabbi ! Pötürgeli Hasanlar, Aksekili Ömerler, Akçaabatlı Hakkılar, Malatyalı Osmanlar, Erzincanlı Mehmetler, neler de neler ! Kim bilir,bu Anadolu uşaklarının her birinde ne cevherler vardır !
Bir saman çöpü gibi onu sapsarı buldu.
Gece yarısından sonra yataktan bir böcek gibi çıktı. Yerde sürünen bir böcek
Emine’ yi yaslı eden
Kerem olup Aslı eden,
Dağı taşı sesli eden
Hasan’ ım ardından geldim.
Burada meyveler, çiçekler, ağaçlar, isimler, hepsi, her şey güzel, tertemiz ve güzel.
Yeter, gayri yeter ! Efendinin yüreğine dokundum; dedi.

Bu hareketi ve bu sözü asla unutmayacağım.

Ben insan kalbinin zayıf ve çapraşık muammalarının dünyada yığdığı ıstırap ve acıyla şaşkın, sersem,
Hanife Ninenin evine döndüm.
Zihinlerinin hacmi de, içtimaî muhitlerinin sahası derecesinde idi. Yani dardı.
İnsan ne tuhaftır! Fikrine, ümidine, arzusuna muhalif bir şeye rastgelince hemen bozulur.
Bütün çabalar boşuna Ne yaparsa yapsın, istediği kadar havalanacağım diye çırpınsın, sonunda insanoğlu da yaralı leylek gibi rezil ve perişan yan üstü toprağa yuvarlanmıyor mu? Kaderlerimiz aynı: Uçamayacağını bilmek, yine de uçmaya yeltenmek.
Çünkü, öyle değil mi, yeryüzünde hiçbir şey, istediğini ele geçirmek kadar hayal kırıcı değildi.
Mavi denizler kıyıya yaklaşırken berrak zümrüt olur, sonra en saf göğün en beyaz bulutu gibi bembeyaz köpürürdü.
Korkuyla dolu gözleri hayatı hiç tanımamış gibi.
dün geceki rüyaya ait o zamana kadar farkında olmadığı başka bir şeyi, çok mühim bir şeyi, belki unutmuş olduğu için mühim olan bir şeyi hatırladı.
Fakat içindeki his? O garip dalgalanış, o işlenmiş günah hissi Kimin günahını yükleniyorum. Bu azap niçin sanki?
Acele acele evime döndüm ve derhal yatağa girdim. Bu ölümlü dünya uykusuz kalmağa değmezdi
– Ben hiçbir iş görmedim. Yine yoruldum. Olur böyle şeyler?
– İşsizlik insanı yorar, dedi.
Ben her zamanki gibi kimsesiz pazarımı bitirmiştim. Hayatımdan memnundum. Hayattan da memnundum. Her şey ışıl ışıldı. Her şey mavi, akşama doğru kırmızı, sonra lâcivert oldu.
O gün ne güzel bir gündü! Deniz ne serindi! Ne güler yüzlüydü sandallar, çocuklar, kadınlar! Sanki kimse kimseye bütün gün sövmemişti Dünya yüzüne bir tek kötü lâkırdı, kötü hareket, kötü düşünce o gün için -o günün başı için- insan elinden, insan dilinden, insan kafasından çıkmamış gibi bir akşam oldu.
Yeryüzünde olduğumuz o unutulmaz zamanlardı!
Milliyet muhabbetini insan sade gazete sayfalarında, meclis salonlarında, ikbal mevkilerinde veya harp meydanlarında değil, böyle bir minimini isimde ve bir küçük köylü kızının yüzünde okuduğu zamandır ki duygusunun derinliğini görüyor ve yüreğinin sızısını duyuyor.
İnsanın kafası, dünyanın en esrarlı, en müthiş, en muzlim kutusudur.
Ölülere mükâfat dirilerin hatırasıdır.
İnsanlar hiç yerine ne kadar zalim oluyorlar.
Bu ölümlü dünya uykusuz kalmağa değmezdi
Hayat, ölümün şerefine yazılmış bir kasideden başka bir şey değildir.
– Tabiatın sessizliği, dedi, öyle zannedildiği kadar korkunç bir şey değil. Yalnız biz buna bir türlü alışamıyoruz
Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten.Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena.Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir