Henry James kitaplarından Güvercinin Kanatları kitap alıntıları sizlerle…
Güvercinin Kanatları Kitap Alıntıları
Artık yaşı geçmişti – yirmi beş yaşın fikir değiştirmek için geç olduğunu düşünüyordu; genel olarak daha önceki cehaleti yüzünden hafif bir pişmanlık duyuyordu sadece.
Eğer vazgeçersem, senden korktuğum için vazgeçmeyeceğim
“..sen bütün saflığınla beni,önemini tamamen yitirmiş bir adam olarak düşünsen de– seni pişman etmenin bir yolunu bulabilirim hâlâ.
Salağın bile iyisi kötüsü vardır, sen özenle kötü cinsini seçmişsin belli ki
Pek az şey veriyorsun, ama karşılığında çok şey istiyorsun.
Ama bu durumda bile senin bir şey ‘yapmanı’ istemiyorum, mesele bu değil. Sadece beni geri çevirme yeter – hayatımdan çıkma.
Senin nasıl biri olduğunu bilmiyorum ki.
Ben de bilmiyorum canım. Hayatım boyunca nafile anlamaya çalıştım. Kimseye benzemiyorum – ne yazık ki
Bu harika dönemde, bize uzatılan herhangi bir yardım elini geri çevirebilecek imkânlara sahip olmadığımızı hatırlamanı rica ederim
Daha önce kimse beni evinde istemedi.
Ben senin anlaşılabileceğini değil, seninle yaşanabileceğini düşündüm
“.. bir kez daha aile evindeki umutsuzluğu hissetti, eski umutsuzluklarını hatırladı”
“..sahte olandan duyulan rahatsızlık değil, gerçeğin eksikliğiydi.”
Her karşılaşma bu bıkkınlığı yaratıyordu; babası, karşılıklı oynanacak diplomasi oyunu için yağlı, pis bir desteden kâğıt dağıtırcasına yalanlarını peş peşe dizerdi..
“Babasının en sıradan davranışı bile bir tertipti. Onunla ne kadar kısa, ne kadar yüzeysel de olsa her ilişki bir şekilde insana zarar verirdi..”
“.. ama şimdi, babasının kaçınılmaz laubaliliği karşısında eski acısını, zavallı annesinin acısını hissediyordu yine”
Ama beş parasız bir genç kız, soyadından vazgeçmekten başka ne yapabilirdi ki?
Özellikle soyadlarını alırdı ele – öylesine sevdiği, sefil babasının verdiği zarara rağmen umut kesilecek noktaya
gelmemiş olan o değerli soyadlarını.
gelmemiş olan o değerli soyadlarını.
Aslında içine battığı bu en feci durumdan kısmen kaçabilmenin yolu, kendini yine alımlı görmeyi başarması değil miydi?
Ben, sevginin gözü kör zannederdim.
Güzelliklere değil
kusurlara kördür.
Güzelliklere değil
kusurlara kördür.
“Ben sevginin gözü kör zannederdim.”
“Güzelliklere değil, kusurlara kördür.”
“Güzelliklere değil, kusurlara kördür.”
Hâlâ kayıtsızlığı, çekingenliği, cesareti, cömertliği – hangisi olduğunu bilemiyordu- nedeniyle başkaları tarafından belirlenen bir akışın içinde bulunduğunu o anda kavradı; hareket eden kendisi değil, bu akıştı ve bent hep başkasının kontrolü altındaydı.
Birileri her an insanı dişlemeye hazırdı, üstelik karşılarındaki kişiyi yiyip bitirdikleri akıllarından bile geçmiyordu. Tadını almadan yutuyorlardı çünkü.
Sizin sevilmeye ihtiyacınız var. Yeterince sevilmiyorsunuz.
Dünyada senden başka kimse için bir şey yapmam. Ama senin için her şeyi yaparım.
“Ama artık önemi yok. Güle güle canım.”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Hayatım boyunca nafile anlamaya çalıştım. Kimseye benzemiyorum ne yazık ki.”
“Bana öyle geliyor ki biz onu ayrıntılarda aldatıyoruz.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Çok geçmeden, düşündüğünden çok daha fazla yorulduğunu anlayarak her türlü üstünlük duygusundan sıyrıldı. Hem yorgunluğu yüzünden, hem de durumun kendine has büyüsüyle, oyalanıp dinlendi; dünyada onun nerede olduğunu bilen tek bir kul olmaması hiç kuşkusuz büyüleyiciydi. Böyle bir şey hayatında ilk kez oluyordu; daha önce, hayatının her anında nerede olduğunu birileri, herkes bilmişti, öyle ki, ansızın önceki hayatına hayat denemeyeceğini düşündü. Dolayısıyla şu anda yaşadığı şey hayat olabilirdi.
Londra’da her ilişkinin yararlananlar ve yararlanılanlardan oluştuğu söylenebilirdi.
Siz görmüş geçirmiş, bıkmışsınız, ama aydınlanmış değilsiniz. Her şeye aşinasınız, ama aslında hiçbir şeyin bilincinde değilsiniz. Demek istediğim şu :Hayal gücünden yoksunsunuz.
Kate gücünün sınırlarını bu şekilde galeyana gelmeyecek kadar biliyordu ; kendini kuşkusuz alımlı ama katı, zeki ama soğuk olarak görüyordu ; ayrıca yeterince hırslı olmadığından incelikli bir kayıtsızlığı mı, yoksa aptalca bir kayıtsızlığı mı benimsemesi gerektiğine karar veremeyişi ne yazık ki huzuruna gölge düşürüyordu. Zekası bazen onu sakinleştiriyordu – aşırı sakinleştiriyordu – ama zeka açısından hissettiği eksiklik huzursuzluk yaratıyordu ; dolayısıyla kendisine öyle geliyordu ki, iki aşırı ucun da avantajlarından yararlanamıyordu.
Uzunca boylu, zayıfça, sarışınımsı, bir İngiliz genciydi ; kimi yönleriyle kolaylıkla sınıflandırılabilirdi – örneğin bir centilmen olarak, özellikle tahsilli, güvenilir, terbiyeli bir centilmen ; öte yandan, olağanüstü veya anormal görünmemekle birlikte, ilk bakışta kendini ele vermezdi. Milletvekili olamayacak kadar genç, ordu mensubu olamayacak kadar gevşekti. İşadamı olmak için fazlasıyla zarif, din adamı olmak içinse, kıyafeti bir yana, fazlasıyla şüpheci olduğu düşünülebilirdi. Öte yandan diplomat, hatta belki bilimadamı olamayacak kadar saftı ; ancak akılcılığı şair olmasını engelleyecek çok, sanatçı olmasını engelleyecek kadar da azdı.
Kate kendi gözünde erdem bağlamında riyakar değildi, çünkü kendini feda ediyordu, ama aptallık bakımımdan riyakardı, çünkü kendi dışındaki her şeyi kendine saklıyordu.
Daha önce anlamış olsa, dünyayla karşılaşmasına daha iyi hazırlanabilirdi. Her gün yeni keşiflerde bulunuyordu ; bazıları kendiyle ilgiliydi, bazıları da başka insanlarla. Bu keşiflerden – farklı kategorilerdeki- ikisi, münavebeli olarak kafasını en çok meşgul eden ve kaygı uyandıran keşiflerdi.
Pek az şey veriyorsun, ama karşılığında çok şey istiyorsun.
Tam bir İngiliz centilmeni, talihli, yerleşik, normal bir insandı. Yabancı bir ülkede tek bir şey getirirdi akla. ‘İngiltere bunları ne kadar mükemmel üretiyor!’
Oysa sefalet, suçlanamayacak kadar perişan, sıradan bir açık arttırmada bir ‘parça’ misali kader tarafından damgalanmış sefalet, bayağı, yoz duyguların bu acımasız işaretlerinde değil miydi zaten?
Milletvekili olamayacak kadar genç, ordu mensubu olamayacak kadar gevşekti. İşadamı olmak için fazlasıyla zarif, din adamı olmak içinse, kıyafeti bir yana, fazlasıyla şüpheci olduğu düşünülebilirdi. Öte yandan diplomat, hatta belli bilimadamı olamayacak kadar saftı; ancak akılcılığı şair olmasını engelleyecek kadar çok, sanatçı olmasını engelleyecek kadar da azdı. Bakışlarında düşünceleri kavrama potansiyelini görünce gerçek kimliğine yaklaşır, ama doğrudan düşünceleri hesaba katınca tekrar uzaklaşırdınız
“Ben de bilmiyorum canım. Hayatım boyunca nafile anlamaya çalıştım. Kimseye benzemiyorum- ne yazık ki. Benim gibi çok kişi olsaydı ve bir araya gelebilseydik, kim bilir neler yapardık. Ama artık önemi yok. Güle güle canım.”
Eğer gerçekten bir şey yapabilseydik her şey farklı olurdu.
Günler ister hızlı ister yavaş geçsin, katı birer gerçeklikti; kaygıyı bastırmak dayanaksız bir düşünceydi; hayatın kendisi gerilimdi.
İlgilenmiyordu, çünkü ilgilense kaygılanırdı; kaygılansa, öğrenmek isterdi..
Hayatın getirdikleri, zaafın ruh halleri garipti; hayal gücünün kaprisleri, umudun hileleri garipti; yine de gerçekleri deneye tabi tutmak, en kötü ihtimalle insanın kendi üzerinde deney yapması meşruydu – değil mi?
İnsan bir nedeni yeterince benimseyip desteklerse, bir sonuç doğurabilirdi.
Başkaları için yaşıyor insan.
En önemli şeyin mutluluk olduğunu söylüyor.
– Kuşkusuz herkes için en önemli şey bu.. Öyleyse, niye böyle ağlıyoruz?
Ne var ki.. Her şey çok garip, bizim dışımızda.
– Kuşkusuz herkes için en önemli şey bu.. Öyleyse, niye böyle ağlıyoruz?
Ne var ki.. Her şey çok garip, bizim dışımızda.
Aslında yapılacak bir şeyler her zaman vardı.
İnsanın, sevdiğini ele vermemesi, yanlışlarını desteklemesi -belli bir noktaya geldikten sonra- belki de aşkı kaçınılmaz biçimde aşağılık kılan başlıca şeylerden biriydi.
Tanışılan diğer kadınlar – evvelce okunmuş kitaplardan başka – ne ki onlar? Sen bilinmeyen, görülmemiş kitaplardan oluşan koca bir kütüphanesin Aboneyim sana resmen!
Gazeteci bakışı şimdiden sosyal patlamanın süratli ve düzensiz yapısının “güdüsünü mevsimin belirtisi, zamanın özelliği olarak ele almaktaydı. Patlamanın kendi içindeki gerekliliği – ana tema bu olacaktı; sürecin nesnesi ikincil bir meseleydi. Patlamaya hazır başka bir şey yoksa, herhangi bir şey yükselişe geçebilirdi: “Berbat bir kitabın yazarı, güzellikten nasibini almamış bir dilber, başka hiçbir özelliği olmayan bir kadın mirasyedi, ancak aşırı tanıdık olması sayesinde aşırı yabancı olmaktan kurtulan yabancı, Amerikalılığı nicedir hesaba katılmayan Amerikalı, kısacası, yeterince belirgin ve görünür şekilde allanıp pullanabilecek herhangi bir yaratık.
Çeşitli fikirleri olmayan bir erkeğin, özellikle iddialı bir erkeğin ne değeri olabilir?
Ama insanlar çok iyi olsa da bizim amacımıza uygun olmayabilir.
Belki de çare daha önce düşünülmüş şeylerde bulunacaktı.
En büyük hekimler için bile, bir hastanın yapısı ve hastalığı dışındaki özelliklerini öğrenme isteği, hastanın uğrayacağı çöküntüyü yumuşatma arzusunun şu veya bu şeklinden başka bir şey olamazdı.
İşin başında en kötü olanı göstermek gerekmez mi? Böylece daha sonra her şey daha iyi görünür.
Bunca yıldır ölüymüş gibi yaşadığıma göre, herhalde canlıymış gibi öleceğim.
Güzellik, tarih, rahatlık ve harika bir yaz ışıltısı; şahane bir doruk noktası, tuhaf biçimde hızlı gerçekleşen bir idealin pembe şafağıydı..
Evde bulunan tabloyu, size çok benzeyen harika resmi gördünüz mü?
Önünde sonunda seyretmek de kıza tutunmanın bir yoluydu, bir faaliyetti, kendi içinde bir zevkti.
Bu öyle bir gereklilikti ki, düşünce tek başına ancak boşlukta ilerleyebiliyordu; var olabilmek için doğrudan hayatın havasını solumak gerekiyordu.
Kendimi herhangi bir yere savurmaya hiç niyetim yok. Bugüne kadar yeterince savrulduğum kanısındayım.
Pek az şey veriyorsun, ama karşılığında çok şey istiyorsun.
Çağımızın acınacak haldeki yüzeysel ahlakının, giderek yoldan çıkan şu zalim dünyada aile kavramı tamamen yozlaştı. Bir zamanlar benim gibi bir adam benim gibi bir baba demek istiyorum senin gibi bir evladın gözünde mutlak değerdi. Sanırım is dünyasında buna varlık deniyor.
Sefalet, suçlanamayacak kadar perişan, sıradan bir açık artırmada bir parça misali kader tarafından damgalanmış sefalet, bayağı, yoz duyguların bu acımasız işaretlerinde değil miydi zaten?
Payına düşen sorumluluğu üstlenmen büyük incelik!
Eğer insanın sahip oldukları iyiyse, çaba göstermek için yeterli bir nedendir zaten.
yaşama gücüm var
Zavallı adam, sanki ona cesurca umursamadığını gösteriyordu. İlgisizken farkına varılmayacak şeylerin sevgiyle anlaşıldığını herkes bilir. Ben bundan ötürü fark ettiğimi biliyorum.
Doğru bildiğinizden emin misiniz? dedi genç kız gülümseyerek. Ben sevginin gözü kör zannederdim.
Güzelliklere değil, kusurlara kördür.
Doğru bildiğinizden emin misiniz? dedi genç kız gülümseyerek. Ben sevginin gözü kör zannederdim.
Güzelliklere değil, kusurlara kördür.