Patrick Süskind kitaplarından Güvercin kitap alıntıları sizlerle…
Güvercin Kitap Alıntıları
Öyle sorular vardır ki, sırf sorulmalarıyla kendi kendilerine hayır yanıtını verirler. Öyle dilekler de vardır ki, insan bunları dile getirir ve bu arada başka bir insanın gözlerinin içine bakarsa iyiden iyiye boşuna oldukları ortaya çıkar.
Bir anlık bir şeydi insanın yoksullaşıp düşmesi! Bir anlık bir şeydi kişinin öz varlığının görünüşte sağlam taşlarla örülü temeli!
“Yürümek yatıştırır. Yürümede sağaltıcı bir güç vardır. Düzenli biçimde hep bir ayağı öbürünün ilerisine basma, aynı zamanda kolları ritmik bir biçimde kürek çeker gibi sallayıp soluma sıklığının yükselmesi, nabzın hafifçe uyarılması, gözün ve kulağın yönün saptanmasına ve dengenin korunmasına yönelik etkinlikleri, akıp giden havanın deri yüzeyinde duyumlanışı – bütün bunlar bedenle zihni hiç karşı durulmaz biçimde birbirine yaklaştıran ve ruhu, ne kadar dumura uğramış, zedelenmiş de olsa, büyüten, genişleten olaylardır.”
Yürümek yatıştırır. Yürümede sağaltıcı bir güç vardır. Düzenli biçimde hep bir ayağı öbürünün ilerisine basma,aynı zamanda kolları ritmik bir biçimde kürek çeker gibi sallayıp soluma sıklığının yükselmesi, nabzın hafifçe uyarılması, gözün ve kulağın yönün saptanmasına ve dengenin korunmasına yönelik etkinlikleri, akıp giden havanın deri yüzeyinde duyumlanışı-bütün bunlar bedenle zihni hiç karşı durulmaz biçimde birbirine yaklaştıran ve ruhu, ne kadar dumura uğramış, zedelenmiş de olsa, büyüten, genişleten olaylardır.
ama birdenbire kendisini göremez olmuştu, yani, kendini artık, onu çevreleyen dünyanın bir parçası olarak görmüyordu da, sanki birkaç saniyeliğine çok uzaklarda, dışarıda dikiliyor ve bu dünyayı bir dürbünün ters tarafından bakar gibi seyrediyordu.
Jonathan Noel bütün bu olup bitenlerden, insanlara güvenilmeyeceği, huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak tutmakla olabileceği sonucunu çıkardı.
Yarın öldüreceğim kendimi, dedi. Sonra uykuya daldı.
Dilerdi ki bilincini kaybetsin, dizleri kıvrılsınlar, yığılıp kalsın.
Öyle sorular vardır ki, sırf sorulmalarıyla kendi kendine hayır yanıtını verirler. Öyle dilekler de vardır ki, insan bunları dile getirir ve bu arada başka bir insanın gözlerinin içine bakarsa iyiden iyiye boşuna oldukları ortaya çıkar.
Jonathan Noel bütün bu olup bitenlerden, insanlara güvenilmeyeceği, huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak tutmakla olabileceği sonucunu çıkardı.
insanlara güvenilmeyeceği, huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak tutmakla olabileceği sonucunu çıkardı.
öyle sorular vardır ki, sırf sorulmalarıyla kendi kendilerine hayır yanıtını verirler.
şimdi acı çekmek istiyordu. ne kadar çok çekerse o kadar iyiydi. acı çekmek işine geliyordu, nefretini ve öfkesini haklılaştırıyor, alevlendiriyordu, öfkeyle nefretse öbür yandan acıyı alevlendiriyorlardı.
niçin gelmiyorlar? niçin beni kurtarmıyorlar? niçin bu ölü sessizliği? nerede öbür insanlar? tanrım, nerede öbür insanlar acaba? yaşayamam ki ben öbür insanlar olmadan!
Yürümek yatıştırır. Yürümede sağaltıcı bir güç vardır.
Bütün bu olup bitenlerden, insanlara güvenilmeyeceği, huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak tutmakla olabileceği sonucunu çıkardı.
Jonathan Noel bütün bu olup bitenlerden, insanlara güvenilmeyeceği, huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak tutmakla olabileceği sonucunu çıkardı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Yürümek yatıştırır.
Varlığı, baştan sona başarılı bir insan varlığıydı. Ortada üzülecek, kendinde olmayıp başka insanlarda olduğu için gıpta edilecek hiç ama hiçbir şey yoktu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
bir kerelik bir zorunluluktu bu, bir daha kesinlikle olmayacak
Bir anlık bir şeydi insanın yoksullaşıp düşmesi! Bir anlık bir şeydi kişinin öz varlığının görünüşte sağlam taşlarla örülü temeli!!!
Niye bu kadar sırnaşık oluyor bu insanlar?
Öyle sorular vardır ki sırf sorulmalarıyla kendi kendilerine hayır yanıtını verirler.
Bir kereden bir şey olmaz.
artık karşısına, günün birinde gelecek olan ölümden başka, önemli herhangi bir şey çıkabileceği aklının ucundan bile geçmezdi.
asla, bir güvercinin oturduğu evde insan yaşayamaz artık, kargaşanın, başıbozukluğun ta kendisidir güvercin, hiç belli olmaz ne taraftan gelip ne tarafa uçacağı
…kendi içine akmış, bir iç zırh olarak katılaşıp onu daha bir ağırlaştırmıştı. Bundan böyle onu hiçbir şey sarsamazdı, hiçbir kuşku sendeletemezdi. Bir sfenks dinginliğine kavuşmuştu.
yani kendi ihtiyaç görme durumunda başka insanların bakışlarından kaçınma özgürlüğü kişinin elinden alınmışsa o zaman bütün öbür özgürlükler değersizdi. O zaman hayatın hiçbir anlamı kalmazdı.
..ama birdenbire kendisini göremez olmuştu, yani, kendini artık, onu çevreleyen dünyanın bir parçası olarak
görmüyordu da, sanki birkaç saniyeliğine çok uzaklarda, dışarıda dikiliyor ve bu dünyayı bir dürbünün ters tarafından bakar gibi seyrediyordu.
görmüyordu da, sanki birkaç saniyeliğine çok uzaklarda, dışarıda dikiliyor ve bu dünyayı bir dürbünün ters tarafından bakar gibi seyrediyordu.
çocukluk günlerinden bu yana bir daha hiç yapmadığı bir şey yaptı, dua etmek üzere ellerini kavuşturdu, ‘Tanrım,Tanrım ’ diye yakardı, ‘Niçin terk ettin beni?’
Yürümek yatıştırır. Yürümede sağaltıcı bir güç vardır.
Öyle sorular vardır ki, sırf sorulmalarıyla kendi kendilerine hayır yanıtını verirler.
bütün bu olup bitenlerden, insanlara güvenilmeyeceği, huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak tutmakla olabileceği sonucunu çıkardı.
Yürümek yatıştırır. Yürümede sağaltıcı bir güç vardır.
Mösyö Roedel’in limuzinini atladın, farkına bile varmadın, görevini çok fena savsakladın, kör olmakla kalmamış sın, sağırsın sen, bitmişsin, yaşlanmışsın, bekçi olarak hiç işe yaramazsın artık.
Madam, size sekiz bin franklık son taksidi ödemiyorum, çünkü aylardır otelde kalıyorum, sizden alacak olduğum odanın kapısını bir güvercin tutmuş olduğu için.
Annen gitti, demişti babası, uzun bir süre için yolculuğa çıkması gerekti.
Hele bugün, olan olaylar nedeniyle özellikle duyarlı olduğundan, bir de, varlığının rezaletini bir bavul ve bir kışlık palto gibi göz ardı edilemeyecek nesneler biçiminde yanında taşıdığından, Madam Rocard’ın bakışlarına yakalanmak özellikle yaralayıcı olmuş, her şeyden önce de Günaydın, Mösyö Noel! diye seslenişi alayın dikâlâsı gibi gelmişti ona.
Yürümek yatıştırır. Yürümede sağaltıcı bir güç vardır. Düzenli biçimde hep bir ayağı öbürünün ilerisine basma, aynı zamanda kolları ritmik bir biçimde kürek çeker gibi sallayıp soluma sıklığının yükselmesi, nabzın hafifçe uyarılması, gözün ve kulağın yönün saptanmasına ve dengenin korunmasına yönelik etkinlikleri, akıp giden havanın deri yüzeyinde duyumlanışı – bütün bunlar bedenle zihni hiç karşı durulmaz biçimde birbirine yaklaştıran ve ruhu, ne kadar dumura uğramış, zedelenmiş de olsa, büyüten, genişleten olaylardır.
Dilerdi ki bilincini kaybetsin, dizleri kıvrılsınlar, yığılıp kalsın. Bütün gücüyle bilincini kaybetmeye, oracığa yığılmaya çalıştı. Çocukken becerirdi böyle şeyleri. Ne zaman isterse ağlayabilirdi; bayılana kadar soluğunu tutabilirdi, ya da kalbini bir atış boyu durdurabilirdi. Şimdi hiç mi hiç kendi denetiminde değildi. Çökmek için, evet, sözcüğü sözcüğüne, dizlerini bile kıvıramıyordu. Artık sadece orada durup başına geleni sineye çekebilirdi.
Ruhsal çaresizlikten, akıl karışıklığından ya da birden gelen bir nefretle gözünü kan bürüyüp suç işleyecek biri değildi; böyle bir suç kendisine ahlaka aykırı geleceği için değil, yalnızca kendini eylemle ya da sözlerle dışa vurmak hiç elinden gelmediği için. Eylemde bulunan biri değildi o. Rıza gösteren biriydi.
Ama birdenbire kendisini göremez olmuştu, yani, kendini artık, onu çevreleyen dünyanın bir parçası olarak görmüyordu da, sanki birkaç saniyeliğine çok uzaklarda, dışarıda dikiliyor ve bu dünyayı bir dürbünün ters tarafından bakar gibi seyrediyordu.
Bir anlık bir şeydi insanın yoksullaşıp düşmesi! Bir anlık bir şeydi kişinin öz varlığının görünüşte sağlam taşlarla örülü temeli!
Jonathan Noel bütün bu olup bitenlerden, insanlara güvenilmeyeceği, huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak tutmakla olabileceği sonucunu çıkardı.
Bir gün içinde hayatını allak bullak eden o güvercin işi başına geldiğinde Jonathan Noel ellisini aşmış bulunuyordu, yetkin bir olaysızlık içinde geçen rahat yirmi yıllık bir süreyi gerisinde bırakmıştı ve daha karşısına, günün birinde gelecek olan ölümden başka, temel nitelikte herhangi bir şey çıkabileceği aklının ucundan bile geçmezdi. Bundan da çok hoşnuttu. Çünkü olayları sevmezdi, hele insanın iç dengesini sarsan, dış yaşam düzeniniyse karmakarışık eden olaylardan bayağı nefret ederdi.
Böyle olayların çoğu Allah’a şükür çok gerilerde, çocukluk ve gençlik yıllarının loşluğunda kalmıştı, bunları hatırlamayı hiç mi hiç sevmezdi, hatırlayacak olursa da derin bir rahatsızlık duyardı: Örneğin Charenton’da bir öğle sonrası, 1942 Haziranında, balık tutmaktan eve döndüğü sıra -fırtına çıkmıştı o gün, yağmur yağmıştı, uzun süren bir sıcağın ardından, eve dönerken pabuçlarını çıkarmıştı, çıplak ayaklarıyla sıcak, ıslak asfaltta yürümüş, su birikintilerine dalmıştı – evet, balık tutmaktan eve dönmüş, mutfağa koşmuştu, annesini orada yemek pişirirken bulacağını düşünerek, ama kadın orada değildi artık, yalnız önlüğüydü olan, sandalyenin arkalığına asılı. Annen gitti, demişti babası, uzun bir süre için yolculuğa çıkması gerekti. Götürdüler, demişti komşular, önce Velodrome drive’e1 götürdüler, sonra Drancy’deki kampa, sonra da doğuya yolculuk, oradansa kimse gelmez bir daha. Jonathan bu olaydan hiçbir şey anlamamıştı, hepten kafasını karıştırmıştı olay, birkaç gün sonraysa babası da kaybolmuştu, Jonathan ile küçük kız kardeşi birdenbire kendilerini güneye giden bir trende bulmuşlar, geceleyin hiç tanımadıkları birtakım adamlar tarafından bir çayırdan sürüklenip, sonra bir ormandan geçirilip gene, güneye giden başka bir trene bindirilmişler, çok, akıl almayacak kadar çok gitmişler, şimdiye kadar hiç görmedikleri bir amca Cavillon’da kendilerini istasyondan alıp Duranc vadisindeki Puget köyüne yakın çiftliğine götürmüş, orada savaş bitene kadar saklamıştı. Sonra sebze tarlalarında çalıştırmıştı onları.
Böyle olayların çoğu Allah’a şükür çok gerilerde, çocukluk ve gençlik yıllarının loşluğunda kalmıştı, bunları hatırlamayı hiç mi hiç sevmezdi, hatırlayacak olursa da derin bir rahatsızlık duyardı: Örneğin Charenton’da bir öğle sonrası, 1942 Haziranında, balık tutmaktan eve döndüğü sıra -fırtına çıkmıştı o gün, yağmur yağmıştı, uzun süren bir sıcağın ardından, eve dönerken pabuçlarını çıkarmıştı, çıplak ayaklarıyla sıcak, ıslak asfaltta yürümüş, su birikintilerine dalmıştı – evet, balık tutmaktan eve dönmüş, mutfağa koşmuştu, annesini orada yemek pişirirken bulacağını düşünerek, ama kadın orada değildi artık, yalnız önlüğüydü olan, sandalyenin arkalığına asılı. Annen gitti, demişti babası, uzun bir süre için yolculuğa çıkması gerekti. Götürdüler, demişti komşular, önce Velodrome drive’e1 götürdüler, sonra Drancy’deki kampa, sonra da doğuya yolculuk, oradansa kimse gelmez bir daha. Jonathan bu olaydan hiçbir şey anlamamıştı, hepten kafasını karıştırmıştı olay, birkaç gün sonraysa babası da kaybolmuştu, Jonathan ile küçük kız kardeşi birdenbire kendilerini güneye giden bir trende bulmuşlar, geceleyin hiç tanımadıkları birtakım adamlar tarafından bir çayırdan sürüklenip, sonra bir ormandan geçirilip gene, güneye giden başka bir trene bindirilmişler, çok, akıl almayacak kadar çok gitmişler, şimdiye kadar hiç görmedikleri bir amca Cavillon’da kendilerini istasyondan alıp Duranc vadisindeki Puget köyüne yakın çiftliğine götürmüş, orada savaş bitene kadar saklamıştı. Sonra sebze tarlalarında çalıştırmıştı onları.
24 numaralı odaya ilk girdiğinde de hemen anlamıştı: Burası, hep istediğin yer aslında burasıymış, burada kalacaksın. (Tıpkı bazı erkeklerin, şimdiye kadar hiç görmedikleri bir kadının hayatlarının kadını, sahip olacakları ve ömürlerinin sonuna kadar yanında kalacakları kadın olduğunu sözüm ona yıldırım düşer gibi anlayıverdiklerini ileri sürdükleri, adına ilk bakışta âşık olmak denen o yaşantıları gibi.)
Niçin bu ölü sessizliği? Nerede öbür insanlar? Tanrım, nerede öbür insanlar acaba? Yaşayamam ki ben öbür insanlar olmadan!
bütün bu olup bitenlerden, insanlara güvenilmeyeceği, huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak tutmakla olabileceği sonucunu çıkardı.
Bir anlık bir şeydi insanın yoksullaşıp düşmesi!
Her ne kadar evliliğin nasıl bir şey olduğunu ancak pek kaba çizgileriyle tasarlayabiliyor idiyse de, özlediği tek şey olan o tekdüze dinginliğe, olaysızlığa sonunda bu yoldan kavuşabileceğini umuyordu ya.
Niye bu kadar yanaşkan oluyor bu insanlar?
Olayları sevmezdi, hele insanın iç dengesini
sarsan, dış yaşam düzeniniyse karmakarışık eden olaylardan bayağı nefret ederdi.
sarsan, dış yaşam düzeniniyse karmakarışık eden olaylardan bayağı nefret ederdi.
“Jonathan Noel bütün bu olup bitenlerden, insanlara güvenilmeyeceği, huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak tutmakla olabileceği sonucunu çıkardı.”
Yaşayamam ki ben öbür insanlar olmadan! Bu tek cümleyi, öbür insanlar olmadan yaşayamayacağını, sessizliğin içine doğru haykırmak istiyordu, o kadar büyüktü bunu 6’sı o kadar çaresizdi..
Yürümek yatıştırır..
Bir anlık bir şeydi insanın yoksullaşıp düşmesi!
İnsanlara güvenilmeyeceğini, huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak tutmakla olabileceği sonucuna vardı
sanki fırtına kendisiymiş de göğe karşı patlamayı beklermiş gibi titriyordu..’
Yürümek yatıştırır’
.ezile ezile ufalanmış gibi hissediyordu , evet, daha çok ufalanmış gibi geliyordu kendi kendine ..’
.her şeyi altına alıp ezsin diye , her şeyi , her şeyi , bütün bu iğrenç , müziç , gürültülü , pis kokulu dünyayı ‘
ama birdenbire kendisini göremez olmuştu, yani, kendini artık , onu çevreleyen dünyanın bir parçası olarak görmüyordu da , sanki bir kaç saniyeliğine çok uzaklarda , dışarıda dikiliyor ve bu dünyayı bir dürbünün ters tarafından bakar gibi seyrediyordu.’
Terk edilmiş bir viraneliğin bile insanı saygısız bakışlardan yeterince korumadığı şehirde ? ‘
hep aynı şeyleri yapmasının anlamlı olup olmadığı konusunda hafif bir kuşku kıpırdanmış idiyse ‘
Ama elinden gelen bir şey yoktu ‘
Hiç de bilmek istemiyordu zaten , hiç ‘
çocukluk günlerinden bu yana bir daha hiç yapmadığı bir şey yaptı , dua etmek üzere ellerini kavuşturdu, ‘ Tanrım Tanrım , ‘ diye yakardı , ‘ niçin terk ettin beni? ..
Her çatırtıyı, her tıkırtıyı , en hafif şırıltıyı, hırıltıyı , hatta sessizliği bile yorumlayabiliyordu ‘
Yatağın başucuna bir raf asmıştı , tastamam on beş kitap duruyordu burada ..’
bütün bu olup bitenlerden , insanlara güvenilmeyeceği , huzur içinde yaşayabilmenin ancak onları kendinden uzak tutmakla olabileceği sonucunu çıkardı ‘