İçeriğe geç

Günlük Yazılar 2 – Sütun Kitap Alıntıları – Sezai Karakoç

Sezai Karakoç kitaplarından Günlük Yazılar 2 – Sütun kitap alıntıları sizlerle…

Günlük Yazılar 2 – Sütun Kitap Alıntıları

Gelecek zaman hiç yokmuşçasına içine gömüldüğümüz şimdiki zaman kâbusundan bir an için sıyrılıpta ileriye doğru baksak,kurtarıcı sistemi sezmenin ilk basamağına adım atmış olacağız.
Umudun kalmadığı yola insan niçin gitsin?
Kendini bulan yolunu bulur.
• ..•
Sustuk, sabrettik, ve bekledik.
Susuyoruz, sabrediyoruz ve bekliyoruz


Yine dağıldık, yine her birimiz kendi içine kapandı, yine yalnızlığın duvarlarıyla örüldük
Bir milletin tarihi devamlıdır. Onu, boyuna kopan ve sil baştan yaşayan filmler gibi düşünmek mümkün değildir. Tarih akışındaki gizli bağlantıyı bulup ortaya koymaksızın yeni zamana, gelecek zamana hazırlıklı çıkılamaz. Geçmiş zaman unutulursa, gelecekten korkmak gerekir.
Hakikat yorulmaz. Çünkü o işledikçe, dinlenmesini çalışmasının içinde yapar. Yalana dayalı propaganda ise çalışırsa hızla ve şiddetle yorulur, dinlenirse ölür.
Ölüm bir son değil, bir başlangıçtır.
Demokrasi tek sesin değil, çok sesin yükseldiği bir düzendir.
Ne mutlu meşalesi Kur’an olan bir ümmete!
Her zaferin sahibi O’dur, şüphesiz.Allah’tan yana çıkanlar, zaferden yana çıkmış olurlar.
Kur’an, namaz ve oruçta dirilen bir İslam insanı olmak: işte çağımız müslümanının tek varoluş şartı.
Oruç ta susar, oruç ta acıkır. Orucun susadığı ve ab-ı hayat gibi kanamadığı su, Kur’an sesi, acıktığı namaz, örtündüğü merhamet, kuşandığı giyindiği, Allah adının yükseltilmesi, yani cihadtır.
İnsan sağken bile ölümle karışıktır.
İçinde bulunduğu İslâm medeniyetinin sanat gücünden yararlanmayan, geçmiş edebiyatımızı inkâr eden, yaşadığımız hayatla da ilgilenmeyen bir edebiyatın gerçek bir edebiyat olmasına imkân yoktur.
Aydınlanma yolu güç ve incedir.
İslam dünyasının bugünkü hale düşmesinde birinci derecedeki faktör, emanetleri ehil olanlara vermeyişimizdir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnanç mahkûm eden ülke diye tarihe geçmek talihsizliğine uğramaktan, inanç kalesi yurdumuzu koruyunuz.
Tek hakikat medeniyeti İslam uğruna kendini ve hayatını ödevine gömen aydınlar çağımızın öncüleridirler..
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Atalarımız, her yıl Kur’an-ı bir baştan sona okurlardı. Böylece Kur’an’ı Kerim, yavaş yavaş onların ruhlarına geçerdi. Onun yapraklarına eğile eğile babalarımızın ve annelerimizin yüzünü bir Kur’an aydınlığı kapladı. İşte bunun için bir müslüman daha ilk bakışta yüzünden tanınır.
Kur’an-ı Kerim’in aydınlık caddesi içinde çağın parmakla gösterilen aydın müslümanları yürümedikçe İslam’ın ruhuna eremez insanlık.
Ey Azerin pazarı! Size bir İbrahim lâzım. Bize bir İbrahim lâzım.
• O vardır, öyleyse varım. O’nun varlığından ötürü ve O’nun var edişindrn ötürü varım.
Her namaz, dinde biraz daha ilerlemek için müminin giriştiği kendi Miraç tecrübesidir.
lt; lt;İki günü birbirine eşit olan insan ziyandadır gt; gt; diyen Peygamberin izi, durmadan ilerlemenin izidir.
Hakikat yorulmaz..
Kur’an insana şifa, toplumlara şifa, medeniyetlere şifa ve tarihe şifa olmuştur.
İslam kültürü iki yüz yıldan beri yok edilmek istenen ve yok edilmek için başvuru olmadık çare kalmamış bir kültürdür.
Ve devlet işinde emaneti ehline vermeyen bir ülke,
zulmün pençesinde kıvranır..
Müslüman elinde Kur’an’ı Kerim, çağın ön saflarında yürüyecekler bir gün.
İşte o vakit dünya yeni bir umutla ışıldayacak.
Şeriat, İslam’ın gözle görülür, elle tutulurcasına ölçülü biçili, tartılı sisteminin adıdır. Yoksa bir öcü değildir.
Ne mutlu meşalesi Kur’an olan bir ümmete!
Düne kadar en ağır suç sayılan bir düşünce, bugün, bütün sertliği aşırılığı ve yıkıcılığıyla bir serbestliğe kavuşmuş bulunuyor.
İki müslümanın selamlaşmasında ebedi bir barış doğar
Her müslüman tek başına birlik çağrısıdır
En güçlü savaşçı da müslümanlardır. Çünkü, onların savaşı da barış içindir
Büyük insan için hep ilerleme vardır.
İnanç mahkûm eden ülke diye tarihe geçmek talihsizliğine uğramaktan, inanç kalesi yurdumuzu koruyunuz.
Gün gelir kıyamet bile eskir..
Eskimeyen HAKİKATTİR..
KUR’AN ÖYLE BİR MERHEMDİR Kİ;
Sesi ayrı derde,
Sözü ayrı derde,
Anlamı ayrı derde,
Tevili ayrı derde,
Hikmeti ayrı derde,
Hükmü ayrı derde,
Kıssası ayrı derde çaredir.
KUR’AN’DIR BÜTÜN DERTLERE ÇARE OLAN
Bir örnek olsun diye verelim:
Şeriatla İslam’ın birbirinden ayrılmaz olduğunu bilmeyen bir insanın bu konularda hiç konuşmaması gerekir.
Şeriat, İslam’ın gözle görülür elle tutulurcasına ölçülü biçili, tartılı sisteminin adıdır.
Yoksa bir öcü değildir.
Kur’an kalplere inerek orada insanı yeni bir canlılıkla dirilten bir belgedir..
İslam düşüncesine ve ruhuna vurulmuş manevi zincirler bir sökülsün, ondan sonra görelim batıcılığın ve Marksizmin gücünü,
Yiğitliğini !
Ölüm bir son değil, bir başlangıçtır. Nitekim ölülerin arkasında okuduğumuz Fatiha da, Kur’an’ı Kerim’in başlangıç süresidir
Kur’an sesiyle aydınlanan ikindiler,
Allah adıyla diriltilen geceler.
, ilk zeytini ağzımıza koyduktan ve zemzemle aşılanmışçasına bir aydınlık kazanmış olan ilk bardak suyu dudaklarımıza yaklaştırdıktan sonra,
İslam dünyasının bugünkü hale düşmesinde birinci derecedeki faktör, emanetleri ehil olanlara vermeyişimizdir.
Batı, köleyi medenileştireyim derken medeniyeti köleleştirdi.
Bir Süleymaniye Camii, bir Sultanahmet Camii olan millet ölmez.
Şehirler, büyük şehirler, mutsuzluğun şantiyesi.
Her şey eskir. Eskimeyen hakikattir.
Batının üzerine yürürken batılılaşmaktasın. Geçmişini inkâr ederek zamandan bir gelecek umuyorsun.
Toynbee bir eserinde, çevresiyle, ülkesi ve ülkesinin toplumu ve tarihiyle bir türlü uyuşamamış yeni şehirlere örnek olarak, Lima, Ankara, Tahran’ı gösterir.
Ashab-ı Keyf gibi uyumuşsak, uyanacağız veya uyandıracağız bir gün.
Bu kutlu toprakları beğenmeyen varsa beğendikleri yere gidebilirler.
Seraplardan geçe geçe, hakikata varılır. Hakikatın önünde, bütün seraplar er geç haraptır.
Hayatı yaşayanlar, dünyaya tapanlar değil, dünyayı ayakları altında çiğneyenlerdir.
Geldik, çağı gördük ve ürperdik.
Başarı hayata tapmakta değil, hayatın hakkını vermektedir
Bir dava uğruna çalışanların bölük pörçük olması için düşmanları her yola başvuracaklardır… 
Fakat, işte inanmış adam, asıl bu güç şartlarda kendini belli eder. Yanlışlar kum ve yılan gibi kaynarken, o, doğrunun kıl gibi ince çizgisinin üzerinde yürür. 
Hazreti İbrahim’in, Hazreti Musa’nın, Hazreti İsa’nın ve nihayet en büyük Peygamberimizin bu yolda çektiklerini düşünürsek, inanılan yolda nice imtihanların bulunduğunu, sabır ve tahammülün imanla ilgisinin ne kadar yakından bulunduğunu anlarız, daha doğrusu tekrar hatırlatırız.
“Dünyada en acı vakıa, bir ideale inanmış olanların dağılmasıdır.
Her şey eskir şu dünyada. Eskimeyen HAKİKATTİR.
İnsanoğlu, elle tutulur maddi haklarını aslanlaşarak savunur da, ruhunun kutlu bildiği değerleri savunmakta gevşek davranır. Mülkünde başkalarının yapacağı en ufak değişikliğe köpürür de , ruhunda yapılan değişmelere göz yumar, dayanır. İnsanı değiştirirler, adeta başka insan yaparlar da farkına bile olmaz çok defa. Bu tür değiştirmeye yiğitçe karşı koyanlara insanların çoğu kızar, onu inatçılıkla , ele avuca sığmamazlıkla suçlarlar.
Son dönemde Kudüs olaylarına istinaden bugün üstad Sezai karakoç’un 1967-1968 yıllları yayınladığı sütun günlük yazılar kitabından ”Kudüs Acısı ” isimli makalesini okudum. Sizinle de paylaşmak istedim üstad yazısında şunları belirtiyor

Bin üç yüz yıldan beri Müslümanların elinde bulunan kutlu Kudüs şehri, şimdi esirdir. Bu acıyı duyanlar, şimdi nerededirler? Peygamberler şehri, ikinci kıble şehri, Mescid-i Aksa ve Kubbetu’s Sahra; Mirac’ın ikinci durağı, kutlu Kudüs şehri tutsaktır. Bu acıyı duyanlar nerededir?”

Sezai Karakoç, Kudüs’ün kutlu bir şehir olmasını şöyle açıklamaktadır: “Mekke, Müslümanların kıblesidir. Kâbe’nin, putlarla dolu olduğu bir dönemde; kıblelik ödevini, Kudüs görmüştür. İşte bunun için Kudüs’ün kutluluğu inkâr götürmez.” (sf. 411) Miracın hatırası olan; Mescid-i Aksa ile Kubbetu’s Sahra artık Müslümanların elinden çıkmıştır. Yazar şu acı soruyu sorar: “Bin üç yüz yıldan beri Müslümanların elinde bulunan kutlu Kudüs şehri, şimdi esirdir. Bu acıyı duyanlar, şimdi nerededirler? Peygamberler şehri, ikinci kıble şehri, Mescid-i Aksa ve Kubbetu’s Sahra; Mirac’ın ikinci durağı, kutlu Kudüs şehri tutsaktır. Bu acıyı duyanlar nerededir?” (sf. 411)

Sezai Karakoç, Kudüs’ün öneminin sadece dinî ve manevî olmadığını ifade ettikten sonra onun, jeopolitik bakımdan Ortadoğu’nun en hâkim tepelerinden biri olduğuna dikkat çekmektedir. Şu cümlesi ne kadar manidardır: “Ona hâkim olan, Ortadoğu’nun kalbine oturmuş, en nazik yerden içine doğru girmeye başlamış demektir.” (sf. 411) Avrupa’nın, Kudüs’ün Müslümanların elinden çıkmasından gayet memnun olduğunu, onu işgal edenleri bir tür kendi akıncıları gibi gördüğünü söylemekte; Papa’nın gözyaşlarının sevinç gözyaşları olduğunu, Papa’nın İsrail ile Kudüs’ü paylaşma niyetinde olduğunu belirtmektedir. Sonra sözü, Müslümanlara getirip şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Kimse uyumuyor dünyada. Tek uyuyan biziz, biz Müslümanlar.” (sf. 412) Ülkemizdeki batıcıların, devrimcilerin, marksistlerin Kudüs’ün elimizden gitmesine, zerrece üzülmediklerini, bu konuda tek satır dahi yazmadıklarını hatta sevindiklerini söylemektedir. O gün şöyle bir tehlikeye dikkat çekmiştir, Üstad Sezai Karakoç: “Bugün Kudüs gitti. Allah korusun, yarın gözleri Şam’dadır. Sonra Bağdat’ta, Mekke’de, İstanbul’dadır.” (sf. 412)

Tarihin, en hassas dönemlerinden birinde yaşadığımıza işaret eden Karakoç, “Var olmak veya yok olmak dönemindeyiz” demektedir. İstanbul üzerinde üç ihtirasın çatıştığını, bunların ilk ikisinin Ruslar ile Yunanlılar olduğunu belirttikten sonra üçüncüsü hakkında şunu söylemektedir: “Nihayet, Filistin topraklarında İslâm ülkelerini fethe çıkan emperyalizmin, göz diktiği yerlerin başında; şüphesiz İstanbul gelmektedir.”

Esir Kudüs’ün, gözümüzün önünde en trajik bir örnek olduğunun altını çizen Sezai Karakoç, yazısını şu soruyla bitirmektedir: “Peygamberler şehri, kendi diliyle bütün bunları bize açık açık anlatıyor ama bu acıyı duyanlar, bu çığlığı işitenler, öldürülen Müslümanların sesini unutmayanlar, nerededir?” (sf. 412)

Kitap konuşur da vakit konuşmazsa, yapraklar gibi kımıldayan insanlar, gölgelerden farklı değil demektir.
Mevsimden ve havalardan mı nedir, insan ara sıra, hafif tertip bir kabus geçirir
Seraplardan geçe geçe, hakikata varılır. Hakikatin önünde, bütün seraplar er geç haraptır.
Halkın yüreğiyle candamarı ilgisini kuramayan her sistem, başlangıçta ne kadar çekici gelirse gelsin, sönmeğe, solmaya ve ölmeğe mahkûmdur.
İlerleme ve gerilemenin gerçek perspektifi, alçakgönüllülükle yapılan bir nefs muhasebesinde belli olur. Yoksa şu veya bu çıkar için övücülerin dillerinden ve kalemlerinden dökülen samimilikten ırak kelimelerden değil.
Yanlış, sürekli yaşayamaz. Süreklilik, hakikatin değişmez özelliklerindendir.
Çağımızda insanın şahsiyeti, reklâmın etkisinde kalmayış ve propagandaya kapılmayış derecesiyle ölçülebilir. Propagandaya karşı direnen zekâ, reklâma karşı koyabilen duygu, güçlü zekâ ve soylu duygudur. Şahsiyetli insan, propagandanın hakikatla alternatif olduğu yerde, hakikati seçebilendir.
Düşünürün güçlüsü, modalaşmış akımların peşinden sürükleneni değil, bir halkın ruhunda gizli olan ve o ülkeye yeni bir hayat getirecek düşüncelerin sistemini yakalama zahmetine katlananı ve bu düşünce uğruna hayatını bile ortaya koyanıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir