Oğuz Atay’ın eserlerinden Günlük Kitap Alıntıları sizlerle.
Günlük Kitap Alıntıları
Bir trajedinin içinde olduğumuzun farkında bile değiliz. Çok güzel yaşayıp gittiğimizi sanıyoruz.
…sevgi propagandası yapan nefret dolu insanlar.
Ben ne yapmışsam iyi yapmak kastıyla yaptım;
Muvaffak olamadıysam bunun kabahati niyetimde değildir..
Muvaffak olamadıysam bunun kabahati niyetimde değildir..
Durup dururken seviyorum işte, sevip duruyorum.
Hata yapmayan insan hiçbir şey yapmıyor demektir, çamurlu yolda yürürsen elbette ayağın kirlenecek.
Ölsem demiştim ya geçen gün. Siz insanlara inanmayın. Şimdi hiç ölmek istemiyorum.
Kendini parçalayan adam – kişiliğini parçalayan adam.
Güçlü olmak zorundayım. Bunu da becermek çok zor, gerçekler ağır geliyor. İlk günler hafif ve dayanılır gelen şeyler, şimdi biraz ağırlaştı. Fakat hüküm vermemeliyim. O kadar sık değişiyorum ki.
İnsanın içinde ifade edilmez bir eksiklik duygusu kalır. Her şey başka türlü olabilirdi sanki, bütün bu oyunlar bu kadar da kötü oynanmayabilirdi..
Ölüm gözümüzün önünde olsun, hiç hatırımızdan çıkmasın, her an ölebileceğimizi unutmayalım. Ölüm geldiği zaman boş bulunmayalım.
Sonra hiçbir şey olmamış gibi kaldığım yerden yaşamaya devam ediyorum…
Geleceğini kaybetmek, yaşanan zamanı da boşlaştırıyor. Ne yapalım, henüz biraz da ayakla durma gücüm var; deneyelim, sonuç almaya çalışalım.
Fakirlik kültüründe yaşayanlarda büyük acı çekme ve boşluk duygusu vardır. Uzun süreli tatminler sağlamak zordur. Gerçekte fakirliğin kültürü, kültürün fakirliğidir.
Perşembe günlerini sevmem. Sabah sekizden akşam beşe kadar demek istiyorum. Yüz kere, bin kere alt alta yazmak istiyorum: perşembe günlerini sevmem. Sonunda insanlar anlasın ne demek istediğimi de sormasınlar gerisini. Can sıkıcı anılarımdan kurtulmak için daha iyi bir yol bilmiyorum. Perşembe günlerini sevmem. Daha ne istiyorsun benden? Sevmiyorum işte. Neyi seviyorum ki?
Sevgi propagandası yapan nefret dolu insanlar…
Rus anarşistleri Darwin için başlarını vermeye hazır olduklarını söylemişler; Darwin’i haklı gördükleri için Lamarck’a hain demişler. Bizde bu, ne kadar ünlü eylem adamı varsa onları hainlikle -oturdukları yerden- suçlamak şeklinde ortaya çıkmış.
Belinsky önce dünyayı olduğu gibi kabul ediyor. Kendi acılarına da aynı sessizlikle boyun eğiyor. (Herkes kendi acısına katlansın. Dünyanın mantığı böyle) Fakat başkalarının acı çekmesini kabul eden insan, aynı güçle sürdüremez yaşantısını. Ve eğer insan başkalarının acı çekmesini kabul edemiyorsa dünyada haksız olan bir şey vardır ve tarih bu noktada mantıkla bağdaşamaz.
Şimdi, dedim; uyusam ve ameliyatta ölsem, hiçbir şey duymayacağım , hepsi bu kadar. Çok kötü hissetmedim.
Belki, bir iki kişinin dediği gibi ancak kendini ve aklına nasıl geliyorsa öyle yazan biriydim; ben de son zamanlarda buna giııikçe daha fazla inanıyorum.
Artık kafamın bulanıklaştığını ve saçmaladığımı düşünsünler istemiyorum.
Düşüncem geç gelişti, biraz geç başladım; biraz da erken bırakmak durumunda kalıyorum.
Anlatmak istediğimi tam -ya da hiç- veremiyorum demek ki. Ya da öyle bir şey işte anlattıklarım. Yaşarken unutulup gitmek. Bense neler düşündüğümü sanıyorum. Bu yüzden bu ülkede herkese kafa tutuyorum.
Para vererek kitaplarını bastırıyorlar önce: Sonra isim yapıyorlar ve ülkenin başına belâ oluyorlar.
Herkes, yarı yolda bıraktığı herkes, o yolda bir yere varıyor. Hikmet, herkes namına, hepsinin yaşantısını öldüresiye sıkıcı buluyor. Onların yaşamadığı sıkıntıyı, sanki onlar adına Hikmet duyuyor. Bu nedenle bitiremiyor belki yaşantılarını ; sonuna kadar yaşayamıyor . Belki de değil. Belki bir yaşantıyı sonuna kadar sürekli izlemenin, bitirmenin bir çeşit ölmek olduğunu hissediyor. Yarım yaşantılar sürdürerek, bütün ölümlerden kaçıyor.
Bu dünya geçicidir. Bu dünyada elde etmek ve korumak bir insan için sadece kısa ömrü için gereklidir. Bunu unutmamalıyız. Mezarlıklar bu nedenle gözümüzün önünde bulunmalı. Evimizin bahçesinde, sokağın köşesinde tek mezarlar yer almalı. Her şey geçicidir. Belgeler gereksizdir , unutulacak ayrıntıları yazmak anlamsızdır. Belki de unutmak esastır. Öğrenmek, kendini tanımak mutsuzluktur.
Ahmaklar her ülkede var – yani her ülkenin edebiyatını bilenler arasında var. Yabancı kitapları kapışıyorlar. Benden haberleri bile yok. Ben de sözüm ona bu adamlardan kurulu bir okuyucu kalabalığı bekliyorum. Çok aptallık…
İnsan bazı olayları yaşamanın heyecanını kaybedince, aynı olayları tekrar yaşarken daha ustalaşıyor; yaşamanın akışına kapılmadığı için daha üstün bir yaratıkmış gibi görünüyor başkalarına. Oysa duyarlık bitmiş.
Galiba evde oturmaya o kadar alışmışım ki sanki evden çıkınca gerçek bir dünyada yaşamıyorum. Evin dışında her yer sanki aynı, sanki bütün insanlar birbirine benziyor. Ne acıklı değil mi?