İçeriğe geç

Günlerin Getirdiği – Sözden Söze Kitap Alıntıları – Nurullah Ataç

Nurullah Ataç kitaplarından Günlerin Getirdiği – Sözden Söze kitap alıntıları sizlerle…

Günlerin Getirdiği – Sözden Söze Kitap Alıntıları

Kedi için hayındır derler.
Yemek yerken gözlerini kapaması da,
kendine edilen iyiliği bilmemek içinmiş.
. ~
Genç insan,
canlılığını yitirmemiş olan insan, dün geçtiği yola değil, yarın geçeceği yo­la bakarmış.
~
Düşünmeden sevdiğimiz bir anda
Birdenbire başlayan gökyüzü
Ahlâk sadece kötülük etmekten çekinmek değildir, başkalarının edecekleri kötülükleri de önlemeğe çalışma buyurur.
Bir kitabın ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız, o kitap için söylenenleri değil, o kitabı okuyun.
İnsanoğlu, çoğu bencildir, yalnız kendine ilgilenir, kendi kendisiyle uğraşır da başkalarının gerçekliğini kavrayamaz.
Dünyada budalalar bulundukça ya anlamamalarıyla övünecekler, ya anlamadıklarını anlar görünüp övüneceklerdir.
Bir düşünceye saplanıp kalacaksınız da ne olacak? Her düşüncedeki eksiği, yanlışı arayın, odur asıl kurtuluş yolu.
Hepimizde geçmişin izi vardır; yüzyılların bıraktıkları, öğrendiklerimiz içimizde yer etmiş, benliğimize işlemiştir. Ancak bir yandan da hepimiz, isteyelim istemeyelim, yaşadığımız günlerin çocuklarıyız.
Yitirelim kendimizi, kendi kendimizle değil, kendi kurduğumuz düşüncelerle değil, her duygunun, her düşüncenin, her gücün kaynağı olan tabiatta yitirelim.
Bu eseri bir sanat iddiasiyle değil, saf ve samimi bir aşkı terennüm maksadıyla kaleme aldım. Bunu bil ve sanatı samimiyetimde ara !
Gelecek yüzyılın insanlarını kıskanıyorum: içlerinde şiiri sevenler Yahya Kemal’in eserini tam olarak okuyacak, güzelliklerini, değerini bizden daha iyi anlayacaklar; hayranlıkları bizimkinden belki hem daha büyük, hem de daha berrak olacak. Biraz da acıyorum onlara: şair Yahya Kemal’i bilecekler, insan Yahya Kemal’i, bizim konuşmalarıyla tanıdığımız insan Yahya Kemal’i bilmeyecekler.
Bir insan kendi ölümü ile ilgili değil, kendisini sevmiş, yahut sadece tanımış en son insanın da toprağa düşmesiyle ölür.
Böyle biçimsiz, tatsız şeyler okuma; bak, dünyada ne güzel kitaplar var.
Sanki yaşamıyorum; etrafımı çeviren her şeyden uzakta, geçmişe karışmış gitmişim.
Fakat insanın kendini asıl kendine karşı müdafaası zor, belki imkânsızdır.
Herkes gibi ben de eski günlerimi düşünmekten, onların tatlı olanlarına da, acı olanlarına da zehirsiz bir gülümseme ile bakmaktan hoşlanırım.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hafızam daha iyi olsaydı, hayatımın sahneleri birer birer, sırasıyla gözlerimin önünden geçseydi, onları, başkaları için de kıymetli, meraklı olup olmadıklarını hiç araştırmadan yazar, insanlara bir insanın tecrübelerini bildirirdim.
Bu dünyayı seninle sevmişim ben – Benim sensiz bu dünya nemdir ey dost
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bütün insanları sırf bize bir faydaları olacağı için, yalnız kendimiz için düşünüyoruz.
Kedi için hayindır derler. Yemek yerken gözlerini kapaması da, kendine edilen iyiliği bilmemek içinmiş.
Köpek nasıl koku almasıyla yaşarsa insan da düşünmesiyle yaşar.
Kimsenin zevkine karışılmaz, kedileri ille herkes sevsin demeyeceğim; ama ben sevmeyenlerle anlaşamam.
Memleket uğruna tehlikeyi göze almak nasıl boynumuzun borcu ise zaman uğrunda da göze almak boynumuzun borcudur.
İnsan bir devletin yurttaşı olduğu kadar bir zamanın da yurttaşıdır.
Tarihi bilen zamanın yeniliklerine şaşmaz, onları kabul eder.
Süleyman Nazif merhum: bu yapmak fiili sonunda Türkçeyi yıkacak dermiş, yalanda değil.
İnsan erkeklerin yanında, daima imtihan oluyor gibidir; kadınların yanında ise, hicabı, terbiyeyi unutmamak şartiyle, gönlünce konuşabilir.
Kadınlar kendi aralarında erkekler gibi kaba saba konuşurlar mı ? Bilmiyorum; herhalde erkeklerin yanında kötü, açık sözler kullanmaktan çekinirler. Halbuki erkeklerin çoğu en pis şeylerden en iğrenilecek kelimelerle bahsetmeği bir meziyet sayarlar. Sonra da gülerler; terbiyesizlik etmek bir marifetmiş, bir zekâ eseri imiş gibi
Dünyada söylenilmedik söz yoktur derler. Biz de birbirimizden imkansız meziyetler beklemeyelim; karşımızdakinin söyleyebildiklerinin çoğunu elbette biliriz, varsın anlatsın, bir ihtarla onu küçük düşürmemize hiçbir lüzum yoktur.
Sesini duymadığım insan, yüzüme bakışı ne kadar tatlı, elimi tutuşu ne kadar sıcak olursa olsun, nasıl söyleyeyim ? Bir resim gibi benden uzaktır.
Öyle bir acıya uğramış, gön­lü yaralanmış insanda bir haşinlik, başkalarına kar­şı bir sertlik, kırıcılık gözüktüğü çok olur; bunun altında da gene bir sevgi, insanlardan bir ümit sez­mek kabildir, insanlara bağlı olmasa onlardan bir şey beklemese onlara hiç kırılır mıydı? hiç keder eder miydi?
zevk vermeyen, zor anla­şılan kitabın asısı (faydası) da pek olmaz.
Düşünmeden sevdiğimiz bir anda
Birdenbire başlayan gökyüzü
Insanoğlu, çoğu bencildir, yalnız kendine ilgilenir, kendi kendisiyle uğraşır da başkalarının gerçekliğini kavrıyamaz.
Dünyada budalalar bulundukça ya anlamamalarıyla övünecekler, ya anlamadıklarını anlar görünüp övüneceklerdir.
Bir düşünceye saplanıp kalacaksınız da ne olacak? Her düşüncedeki eksiği, yanlışı arayın, odur asıl kurtuluş yolu.
Hepimizde geçmişin izi vardır; yüzyılların bıraktıkları, öğrendiklerimiz içimizde yer etmiş, benliğimize işlemiştir. Ancak bir yandan da hepimiz, istiyelim istemiyelim, yaşadığımız günlerin çocuklarıyız.
Yitirelim kendimizi, kendi kendimizle değil, kendi kurduğumuz düşüncelerle değil, her duygunun, her düşüncenin, her gücün kaynağı olan tabiatta yitirelim.
Genç adam yalnız tabiat içinde değil, insanlar arasında da yapayalnızdır. Anlamadığı için anlaşılmadığını sanır. Başkaları gibi kendi özünü de gerçekten göremediği için, eşi benzeri olmadığına inanır. Yüreğimdeki zenginlik kuruntuları ile oyalanır da çevresindeki som altına yukarıdan bakar. Ufacık bir dünyaya tıkılmıştır; oradan çıkmaya korktuğu için, belki de gözlerinin kamaşacağına bir içgüdü ile sezdiği için engin, uçsuz bucaksız tabiata, evrene çıkamaz. Kendinden başka ne görüyorsa hepsinin ancak kendini oyalamak için belirmiş bir gölge olabileceği düşüncesine dahi yabancı değildir. En üzüntülü günlerinde sorun, sevgilinin bile gerçekten var olduğuna inanmaz. Sevgiliyi sevmez, sevgilide özünü sever.
Karşınızdakini daima inandırmanın en iyi yolu gene daima doğruyu söylemektir.
Bu eseri bir sanat iddiasiyle değil, saf ve samimi bir aşkı terennüm maksadıyla kaleme aldım. Bunu bil ve sanatı samimiyetimde ara!
Böyle biçimsiz, tatsız şeyler okuma; bak, dünyada ne güzel kitaplar var.
Sanki yaşamıyorum; etrafımı çeviren her şeyden uzakta, geçmişe karışmış gitmişim.
Fakat insanın kendini asıl kendine karşı müdafaası zor, belki imkânsızdır.
Herkes gibi ben de eski günlerimi düşünmekten, onların tatlı olanlarına da, acı olanlarına da zehirsiz bir gülümseme ile bakmaktan hoşlanırım.
Hafızam daha iyi olsaydı, hayatımın sahneleri birer birer, sırasıyla gözlerimin önünden geçseydi, onları, başkaları için de kıymetli, meraklı olup olmadıklarını hiç araştırmadan yazar, insanlara bir insanın tecrübelerini bildirirdim.
Öyle büyük işler görmüş insanların yanında uzun uzun bulunmadım.
İyilik insanın vücuduna, içine hastalıktan da daha çabuk yayılıyor.
Bu dünyayı seninle sevmişim ben – Benim sensiz bu dünya nemdir ey dost
Köpek nasıl koku almasıyla yaşarsa insan da düşünmesiyle yaşar.
Kimsenin zevkine karışılmaz, kedileri ille herkes sevsin demeyeceğim; ama ben sevmiyenlerle anlaşamam.
Memleket uğruna tehlikeyi göze almak nasıl boynumuzun borcu ise zaman uğrunda da göze almak boynumuzun borcudur.
İnsan bir devletin yurttaşı olduğu kadar bir zamanın da yurttaşıdır.
Tarihi bilen zamanın yeniliklerine şaşmaz, onları kabul eder.
Gücümün yetmiyeceğini bilirim de dövüşe gelemem, susarım; ama canım oldum bittim kıymetli değildir.
Biz de insanların hususi ahlaki üzerinde dedikodu etmek istiyoruz, çünkü bundan hoşlanıyoruz , doğrusu pek cevap bulamam. Ama, ne yalan söyleyeyim, tiksinirim, sizi gerçekten sevemem
Süleyman Nazif merhum: bu yapmak fiili sonunda Türkçeyi yıkacak dermiş, yalanda değil.
Dünyada söylenilmedik söz yoktur derler. Biz de birbirimizden imkansız meziyetler beklemeyelim; karşımızdakinin söyliyebileklerinin çoğunu elbette biliriz, varsın anlatsın, bir ihtarla onu küçük düşürmemize hiçbir lüzum yoktur.
Sesini duymadığım insan, yüzüme bakışı ne kadar tatlı, elimi tutuşu ne kadar sıcak olursa olsun, nasıl söyleyeyim? Bir resim gibi benden uzaktır.
“Fakat insanın asıl kendine karşı müdefaası zor, belki imkânsızdır.”
İnsanoğlunun kendisini , tâ yaradılıştan ilence, lânete uğramış varlık saymasını, bunun için de boyuna somurtup çabalamasını, didinmesini istiyorsunuz. Gözlerini kaldıramayacak, gülmeyecek, eğlenmeyecek, kendini güzelleştirmeye özenmeyecek, severse, şöyle biraz severse giderek, maazallah! âşık oluverir, aşk da en büyük suç, en büyük günah.
Siz vur haksızlığa uğrarsanız, başınıza bir sıkıntı, felâket gelirse, size istemediğiniz bir şey yapılmasına çevrenizdekilerin kayıtsız kalması gücünüze gider, toplum içinde, bütün dünyada yalnız kalmış olursunuz. Öyleyse size yapılmasını istemediğinizi siz başkasına yapmamakla yetinmiyeceksiniz, başkasının uğradığı, çektiği sıkıntıyı, sizin yüzünüzden olmasa dahi, gidermeğe, hafifletmeğe çalışacaksınız, hiç olmazsa onun acılarını siz de duyup ona yapayalnız olmadığını bildireceksiniz. Ahlâk sadece kötülük etmekten çekinmek değildir, başkalarının edecekleri kötülükleri de önlemeye çalışmayı buyurur.
Nerede Ahlâk ahlâk diye konuşulduğunu duysam Acaba gene kimin işine karışacaklar? kime eziyet etmeyi kuruyorlar? derim de bir korku sarsr içimi. Boyuna ahlâk sözü edenler, yalnız kendi görüşlerinin doğru olduğuna inanmış, başkalarının da ille kendilerine uymasını istiyen kimselerdir. Buna ulaşmak için bir şeyden çekinmezler; bağırırlar, söverler, ortalığı karıştırırlar, bütün yurttaşların bir yılgı içinde yaşamasını isterler. Ötekinin berikinin inletilmesine, öldürülmesine bile sevinirler.
Yapacak başka bir iş bulamayıp pek bir bunalınca düşünür. Düşünür, düşünür ya, çıkarını düşünür, gemisini kurtarmayı düşünür, gününü gün etmeyi düşünür, başı sıkışınca arpacı kumrusu gibi düşünür, kötü kötü düşünür, fikirler üzerinde düşünmez. Ne diye yorsun kendini? Düşünmeyi uzmanlara ısmarlamıştır. Onların dedikleriyle yetinir. İnanır, sımsıkı inanır, gerekirse -gerekmese de- öldürüp ölmekten bile çekinmez, gene de kendi kendine düşünmeye katlanmaz. Düşünmek de göze alınacak şey midir?
Yalnız insan kendisini göremiyor da çevresindekileri daha iyi görüyor, yahut daha iyi gördüğünü sanıyor. Komşumuzun kusurlarını söylemeye kalkıyoruz, iyice bakarsak anlıyoruz ki kendimizinkileri de birlikte söylemişiz.
Düşlerimiz, düşüncelerimiz bizim buyruğumuza uyar mı sanırsınız? Asıl onlar bize buyurur, asıl onlar bizi sürükler. İşimize gelmeyen, rahatınımızı kaçıran, bizi sıkıntılara düşüren ne kadar düşüncelerimiz vardır! Silkinebilir miyiz onlardan? Diledikleri zaman bizi kavrar, gene diledikleri zaman salıverirler.
Anamızla babamızı, kardeşlerimizle çocuklarımızı düşünürken, severken de kendimizi düşünmüş, kendimizi sevmiş olmuyor muyuz? Hepimiz iki büyük korkunun, ölüm korkusu ile yalnızlık korkusunun zincirlerine vurulmuş değil miyiz? Onları bir başımıza taşıyamadığımız için, onları unutabilmek için türlü işleri türlü duyguları yaratmışız.
Gelecek yüzyılın insanlarını kıskanıyorum: içlerinde şiiri sevenler Yahya Kemal’in eserini tam olarak okuyacak, güzelliklerini, değerini bizden daha iyi anlıyacaklar; hayranlıkları bizimkinden belki hem daha büyük hem de daha berrak olacak Biraz da acıyorum onlara: şair Yahya Kemal’i bilecekler, insan Yahya Kemal’i, bizim konuşmalariyle tanıdığımız insan Yahya Kemal’i bilmiyecekler.
İnsan bir devletin yurttaşı olduğu kadar bir zamanın da yurttaşıdır. Schiller
Gerçekten çok yaşamış diyebileceğimiz insan da en ileri yaşa varmış olan değil, en çok hatırası bulunandır.
Ey hafıza!.. sen bize Rabbin rahmeti, yoksa bir lâneti misin?..
Her mevsimi bir yaz ve esen rüzgârı başka.
Yahya Kemal
Ne içindeyim zamanın – Ne de büsbütün dışında

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir