İçeriğe geç

Güneşin Öptüğü Kız Kitap Alıntıları – Şeyma Demir

Şeyma Demir kitaplarından Güneşin Öptüğü Kız kitap alıntıları sizlerle…

Güneşin Öptüğü Kız Kitap Alıntıları

&“&”

Asla bir dinsize bile kötü söz söyleme,
Yeri gelir iman eder ve bir bebek kadar temiz olur…"
O karanlık gözler, onun ömürlük kabusu olacaktı.
Güzel boynu bir kuğu gibi gerilmiş, şelale gibi saçları bir omzuna doğru bükülmüştü.
Karısını gördü, ay ışığı onun sırtını öperken. Saçlarını güneş değil, ay öpüyordu bu sefer.
Onu gören ay bile bir bulut arkasına sığınır oldu.
Kurtların bir eşi olur, ölene kadar onunla yaşarlardı.
Kurt dişleri bir tek hainler geçerdi.
Bizim yaptığımız, köstebeklerin oyuklarına çomak sokmak. Gerisini Kurt’a bırakmak…
Elleri karıncalanıyor, merak ruhunu kemiriyordu.
Gözlerinde sıcak yaşlar birikiyordu.
Burasına çiftlik demek bile hakaret sayılırdı. Burası Osmanlı’nın en derin hazinesi olmalıydı.
Önünde serilen dağları ağaçlar ve kır çiçekleri okşuyordu.
Gözleri ışıldıyor, dudakları sahipsiz bir gülümsemeye yer vermek için fırsat kolluyordu.
Padişah kızları genellikle fayda dokunacak yerlerden seçiyordu.
Artık kemikleri hamur gibiydi.
Yalvarışlarını, öpüşlerini hatırladıkça kemikleri titriyordu.
Soluklarının sıklaşmasının sebebi yorgunluk ya da bitkinlikten değildi. Hemen karşısında, nefes kadar yakınında duran şu gibi gözler, güllerin öptüğü ten ve o güzel, bal tadında dudaklardı.
Öfkesi damarlarında çağlıyordu.
Seni görebilmek için günlere katıyorum. Geceleri ise yünlü urganlar gibi boynuma kıvırıyorum. Her geçen gün boğuluyorum. Elerim kan kokuyor artık, boğazım zehir yutuyor.
İçeride titreyen meşaleler kağıda ve kocasının sert çehresine kızıl ışıklar saçıyordu. Genç kızın kendi rengi, kocasına nasıl da yakışıyordu.
Sesi sanki onunla konuşurken ıstırap çekiyormuş gibiydi.
Kocasıyla arasında bir ceset asılıyken, ikinci bir cesedi bünyesi kaldıramazdı.
Sanki Kara Bey’i izlerken o evrenden çıkmıştı.
Gül dudakları kemirilmekten yara kaplamış, burnu belli ki soğuk algınlığından kızarmıştı.
Soğuk ve bomboş geçen geceler artık burnunun direğini sızlatıyordu.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Kara Bey’in beyni bir mekanizma gibi işliyor, olay ağlarını bir bir çözüyordu.
Koskoca adam sütü dökülmüş bir kediden farksızdı.
Evlilik bu kadar mı korkunçtu?
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Midesi er meydanındaki bir savaşçı gibi çığlık çığlığa bağırıyordu.
Selim yine o anlamlı, mantıklı sözleri söyleyen kitaplardan birini okuyordu.
Bu kız hayatına girdiğinden beri huzurun adını unutmuştu.
Gözlerinden çıkan kor ateş, tüm hizmetlilerle beraber askerlerin de gözünü korkutuyordu.
Yıkanıp paklanmış ve kurulmuştu yine rahatsız sandalyesine.
Nefret kusuyordu tüm duyuları.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Kurt avını yedikten sonra, kemikleriyle gurur tablosunu işaretlermiş.
Öküz gücünde elleri ve eşek kadar toynakları var.
Elleri bir atın tepmesinden daha beter.
Okuduğu kitaplar dahi içine huzur ekmiyordu.
Nazar denilen bir inanca göre, güzel insanlara kem gözle bakıldığında o insana zarar veriliyordu. Bunu engellemek için Maşallah" demek yeterliydi.
Hercai onu görünce sevinç nidası koparıp Kardelen gibi rüzgarı deşerek kanat çırptı
Kalem tutan elleri nasır bağlamıştı.
Şimdi mektepten yeni dönmüş bir sübyan gibi bacaklarını bibine vurmamak için çaba sarf ediyordu.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Tüm bahaneler Kara Bey için yeterliydi.
Göğsü bir rüzgar gülü gibi defalarca yükselip alçalıyordu.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Türklerin atalarını duymamak mümkün değil. Kulaklarımı tıkasam bile duyabilirim.
Yaradan seni böyle yaratmış. Biz O’nun yarattığını sorgulamayız.
Eline kılıç alacağı her türlü göreve tavdı.
Hazan yaprakları dökülmüştü ruhunda, gömülmek için kışın beyaz örtüsü gerekliydi.
Kendi hislerinden ürküyordu genç adam. Atını başkasından sakındığı gibi sakınıyordu karısını. Türklerin en önemli sıralamasıydı, At, Avrat, Silah."
Bu ufacık, çelimsiz genç kız, bir elbise ve bir başörtüsüyle ancak bir huri olabilirdi.
Genç adam onun gözlerindeki hınzır ışıltıyı görmezlikten geldi. Tıpkı bacaklarını sallama ihtiyacını görmezden geldiği gibi…
Bakışalar ise genç kızı susuz bıraktı. Kurak çöllerde aylardır yolculuk etmiş gibi kurudu boğazı.
Kucaklamalar onun için bir armağandan farksızdı.
Sinan, Hanımım gelmiş!" diye kükredi içeri doğru.
Bu şehrin güllerle bezeli bahçeleri gibiydi saçlarının kokusu.
Genç kızın kokusu dinlendirici bir etki yaratmış, genç adamı mayıştırmıştı.
Karısının endişeleri bile masumdu.
Korkulacak kişi olmazsan, korkan kişi olursun. Kükremen ne kadar gürse, avın o kadar çelimsiz kalır karşında.
Ben bu zamana kadar hep bir basamak üstten baktım insanlara . Buna mecburum.
Ne yaptığını yeni fark etmiş gibi, eli ateşe değmiş gibi bıraktı karısını.
Lakin bu tat… Bu tat güneş gibi yakıyor, kara kış gibi kaskatı ediyordu bedenini ve toprak gibi kendine çağırıyordu.
Genç kız nemlenmiş gözlerini kaldırdı ve baktı. Sonra da zehrini akıtırcasına konuştu.
Gözleri yanan genç kız kafasını kaldır ve kocasının sinirden kızarmış gözlerine baktı.
Gözleri birbirine hizalanırken konuştu.
Yaradan seni böyle yaratmış. Biz O’nun yarattığını sorgulamayız.
Türklerin atalarını duymamam mümkün değil. Kulaklarımı tıkasam bile duyabilirim.
Genç kızın fısıltı eşliğindeki sesi Kara Bey’in dizginlerini kırdı.
Genç adamın ademelması yerinden oynadı, dişlerini sıktı ve gözlerini kaçırarak, çadırın hafif aralık girişini yokladı.
Bizim kadınlarımız da kılıç tutar elbet, hatta atalarımızın hikâyeleri mücahit kadınlarla doludur. Vatan söz konusu oldu muydu, kucağında bebeğiyle yardıma koşar analar. Ama sen ne Türk kadınısın, ne de savaş meydanında kalmış bir ana.
Genç kızdan bir şaşkınlık ve korku soluğu yükseldi.
O gözlere bakmak zaten zehirli suyu içmekten farksızdı. Bu minik ve zarif yüzle birleşince de her erkeğin ölüm fermanını imzalayacak, büyülü bir güzelliği taçlandırıyordu.
Yıllardır peçenin ardında gizlenen yüzü kendini çıplak hissetmesine neden oluyor, dudakları alışılmadık rüzgarda sızlıyordu.
Dilinde biriken zehirli sözler Ateş’in canını yakacaktı ama onu öldürmeyecekti.
Kılıcın başı bir yılanın dili gibi ikiye ayrılmış, meydan okuyan herkesin kanına girmeye hazırlanmıştı.116
Akbabalar ne zamandan beri aslanlara kafa tutar oldu?"

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir