İçeriğe geç

Güneş Topla Benim İçin Kitap Alıntıları – Ülkü Tamer

Ülkü Tamer kitaplarından Güneş Topla Benim İçin kitap alıntıları sizlerle…

Güneş Topla Benim İçin Kitap Alıntıları

Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

İyi nişan alırdı kendini asan zenci,
Bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci
Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.

İstedikleri elbiseleri giyip kendi arabalarıyla geldiler işte!
Ağır ağır hazırlandı sehpa: bıçak birdenbire inecek.
İhtilal ağır ağır hazırlanır ve birdenbire iner.
Ölümden bir tad almayı da herhalde becerir bu soylular,
Alanı dolduranlara bakıp
İhtilalin felsefesini yapmaktan derin bir tad alırlar.
Hatırlamak en büyük düşmanıdır yalnızlığın, ucunda yaşamak var
Ey benim yalnızlığım! Soğuk otların altından bakacağız onlara, değil mi?

Onları ağaçların bittiği yerde görüyorum. Yorgunlar. Anlıyorum ki ormanın çevresinde dört dönmüşler. Benim çıkmamı bekliyorlar. Beni götürecekler.

Ey benim yalnızlığım! Bu kadar eğilmeselerdi üstüne senin.Bu kadar anlatmasalardı seni. N’olurdu, yalnız ben yazsaydım bu yapraklara seni. Seni yalnız ben bilseydim. Beraber ölseydik seninle.

– Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

Iyi nişan alırdı kendini asan zenci,
Bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci
– Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.

Bir kılıç verdiler bazı savaşlar için,
Arkasından bir ev kurdular bana;
Bir kazma verdiler bazı savaşlar için,
Arkasından bir ev kurdum onlara;
Akşamları çiçeklerle uğraştım biraz,
Yaşlanır, çiçek olurdu bazı komşularım
Artık nereye koşsam bu şehri taşıyacağım. Dağlarda çıldırsam, sularda çırılçıplak ölümler bulsam, ateşlerden tanrılık yürüse damarlarıma Neden, artık neden kurutmuyor saçlarımı alevler?
geceyi inen bir yüzdü aşka
aşkın uğultusunu yıkayan sessizliğin.
içime çektiğim hava değil
gökyüzüdür
en kötü alışkanlığım benim
galiba yaşamaktı
Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün.
Dünyada ne kadar kuş varsa
Bir fazlası senin soluğunda

Bana bir ninni söyle
Savurup atsın yorgunlukları

Sevdanın ve acının şahdamarı oldun ansızın
Dağları dağlarla çarpan sensin
Senin sesin
Bir adın yolculuktu, bir adın sevda.
Ey sevgilim gülüm yarim
Can içinde şahdamarsın
Fermansın sen bu dünyaya
Neye baksam sen varsın
Yoksul çocukların hayal güçleri
daha zengindir zengin çocuklarından,
çünkü daha basittir oyuncakları.

Zengin adam oğluna
sallanan atlar alır,
yoksul çocuk at yapar
eline geçirdiği sopayı.

Göle bakmaktan usanır insan,
Koru tutmaktan, yol gözlemekten
Ölüm, haritaları dolaşan bir diyar imiş
Düşünüzde görün beni
Düşte hayra yorun beni
Esen yele sorun beni
Gökyüzünde yasım durur.
Arının yazına kışın otuna
Yaprağın güzüne taşıdım seni
Yürekten yüreğe mekik dokuyan
Sevginin göçüne taşıdım seni
Seheryeli yar gözünden
Havadaki kuş izinden
Geceleyin gökyüzünden
Güneş topla benim için
Mesleğimiz umut bizim
Kıranlara selam olsun
Bir kızakla taşıyoruz acılarımızı,
Yamaçlardan hız kazanarak iniyoruz kendi içimize
Şiir ölümün gölgesidir,
yaşamanın örtüsü
Hatırlamak en büyük düşmanıdır yalnızlığın..
DÜNYADA NE KADAR

Dünyada ne kadar kuş varsa
Bir fazlası senin soluğunda

Bana bir ninni söyle
Savurup atsın yorgunlukları

Ormanın savaşını bağışla
Bağışla kuytunun sessizliğini

Gözlerimin arkasında çatlayan
Tohumun coşkusunu anla

Uçurumlardan örülmüştür çünkü
Sıradağları yaratan sevda

Sende buldum
dergilerde resimlerini gördüğüm denizi
Güzellik nerededir ?

Bir kumrunun kanadına bak
görmek istiyorsan güzelliği .

Beyaz bir güvercinin gözlerine.

Dünyada ne kadar kuş varsa
bir fazlası senin solunda
Düğüm: kuşların yüreğindeki patika.

Leke: karın üstüne damlayan serçe kanı.
Masal: gürgenlerin çocuklara söyledikleri ninni.

Üşür ölüm bile
Her yerde yazın bittiği söylenir,
Çürür çiçeklere yapışan kanlar;
Arsenik koydum biraz
Usulca bardağına,
Ölsen iyi edersin,
Ceketine baksana.
Akşamları çiçeklerle uğraştım biraz,
Yaşlanır, çiçek olurdu bazı komşularım,
Uçakları n’edeyim
Gökkuşağı gönder bana
Senin olsun süngülerin
Gül dikeni yeter bana.
suya attığım çiçekler
bir gün olur döner bana
Varsın yaz biterse bitsin
Sıcak bir kış getir bana
Uykumda sarılmam için
Sonsuz bir düş getir bana.
uzun süredir yolcuların inmediği
bir hanı andırıyor gözlerin.
Kaç kelebek ömrü kadar ömür yaşadın?

Yetmez mi..

Şiir her gün yeniden başlar.

Her sabah uyanır
Yıkar kelimelerini
Haflerini tarar

Arsenik koydum biraz
Usulca bardağına
Ölsen iyi edersin
Ölürsem senin bildiğin bir suya at beni
Dolaşayım bütün denizlerini yüreğinin..
Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
Hem öğrenmiyor, hem de şişman herkesten
senin yüzün
durgun bir sevginin yıktığı gökyüzü.
ölürsem senin bildiğin bir suya at beni
Çok canım sıkılıyor,
Kuş vuralım istersen..
lt; lt; lt; dünyada ne kadar kuş varsa
bir fazlası senin soluğunda gt; gt; gt;
Kim kurtaracak seni
Kurşunlardan acılardan
Kelimelerden
Seni seviyorum
Benim için dünyanın en taze sözü bu
Yalın, aydınlık sözü
Sana her söylediğimde de hep taze kalacak böyle
Yalın, aydınlık olacak
Seni seviyorum
Açılmamış bir kitaptan geliyorum
Yalın bir şiirin güzelliğinden
Bizim kelimemiz sevgidir
Ama sözlükte nefret daha önce gelir
Yenilirsem yenilirim ne çıkar yenilmekten
Seninle çarpışmak kişiliğimi pekiştirir benim
Oyalanmak olmazdı
Umutsuzluk beni çağırıyordu
Artık yüzün
Yaşlı bir adamın yaşlanmaya başlamış yüzü,
Uzun süredir yolcuların inmediği
Bir hanı andırıyor gözlerin
İçime çektiğim hava değil gökyüzüdür.
Düşersem boğulur muyum içine
Ben neden hep korkaktım cesaretsizdim böyle
En kötü alışkanlığım benim galiba yaşamaktı.
Hatırlamak en büyük düşmanıdır yalnızlığın ucunda yaşamak var
Ben yalnız seni istedim belki
Ben yalnız bütün ormanı belki
Ben yalnız ışıklarını şehrin
günü gelir dağa çıkar
yıdızlardan şiir çeker
kanımızı siler yıkar
suların en durusunda
lt; lt; lt; bir adın yolculuktu, bir adın sevda gt; gt; gt;
Suskunluğun denizine doğru dümenler kırıldı
– İşte dostum,
boşluğun ve sonsuzluğun şiiridir bu.

– Bizim yerimizde olmak için
nice insanlar
nice yıllarını verirdi ömürlerinin.

– Dünyadan uzaklaştık
ama yaklaşmıyor gibiyiz aya.
Yıldızlar da daha parlak değil.

– Şuna bak,
atlaslarda da böyle bir yerdi Afrika.

Beyazlıkların çocuğu,
geceleri dar sokaklarda yürüyen,
omuzlarını tahta kapılara yaslayan çocuk,
serin örtü
dalgın tabut,
sırtında ayın yükünü duyan çocuk,

güneşin arkasında binlerce güneş vardı daha.

Bunu niye unuttun, mahzun serçem,
çıngırakların sesini niye duydun,
niye gözler iliştirdin yüreğine,
damlara, bacalara niye baktın?

Bilmezdim ağam ölümün ne olduğunu,
kuşlardan can alan canalıcıya sorardım,
o da bilmezdi.
Gelincik çiçeklerinden bir dağmış meğer ölüm,
sığırcıklardan bir yayla bulutuymuş,
sinilerden gün çeken bir seher yıldızıymış,
öğle üstü gezinen bir dervişin gölgesiymiş,
boğulmaktan sakınmayan bir çocuğun çimmesiymiş .
Ocak başıymış avlunun gecesinde,
fısıltısıymış ağam
karanlıkta birbirini arayan ırmakların.
Boyuna iz sürersin düşler arasında,
hatmillerin, hasbirlerin, alıçların izini,
deli tütünlerin, dağdağanların,
bük üzümlerinin;
karımlardan atlar, göleklerden geçersin,
kamışlıklar ova gibi gelir sana,
gürpedek gencelirsin,
bir de bakarsın ki, yıldızlar arasında değil,
binbir bağ içindesin,
Of anam, dersin şu üzümlere bak hele,
dımışgılar, muhammediyeler hünnüsüler,
salkımların her biri bir dünya.
Hüner ister yıldızları buyur etmek;
ikindiyi, akşamüstünü,
akşamı hazırlayacaksın önce.
bunu da en iyi Abdo bilir içimizde;
kaşık çalımı geldi miydi,
oturmadan önce sofraya
Antep’in bütün tepelerini hatırından geçirir,
sonra yel olur üfürür içinin kirlerini,
su olur kastellerden akar,
sekiz yaşına döner, şakı bülbülüm oynar,
ebemgeçti oynar, aras kesme oynar,
sırtında çitari mintanı,
büydüzdür, kamburdur yani, ama bakma,
keleş babayiğittir,
bir tepik attı mıydı içindeki ifrite
gül olur ekinlikte açar.
Senin bir çimen cini olduğun söylenirdi,
koşmacada bütün böcekleri geçen,
çitleri geride bırakan bir cin.

Şimdi yavrularına gösteriyor balıklar seni,
yengeçler sana bir kulübe yapıyor,
sığ suların küçük bandosu toplanıyor
çakıl taşlarının arasında

Güneş bir kurutma kâğıdı oldu,
yazık, gözyaşlarını kuruluyor.

Başladı işte.
Tozlu yollar bitti, uzun yollar başladı.
Demiryolları başladı gökte,
cambazların dolaşmadığı teller,
o tellere basıp başaşağı yürüyen taşıtlar,
mağaza önlerinde ağrı,
kuşlarda düşüş başladı.
Avuçta alın yazısı, saçta kar,
bacalardan diken tütmeye başladı.
Sevdalı yavrum, sende sevda başladı.
Ama Hemingway’in hikâyelerinde böyle değildi.
Çalışsam Klimanjaro’yu belki görebilirim,
ama nerede onun gergedanı?
Konak yerlerindeki külleri eşeleyen maymun,
hışırdayan yapraklara pusu kuran aslan yavrusu,
ırmak kıyısında suya bakan çocuk,
balıklarla konuşan çocuk,
köyünden kaçan çocuk nerede?
Nerede bir mızrağı dört günde bitiren yerli?
Belinde tabancasıyla
nişanlısının boynunu öpen,
öperken geceyi düşünen savaşçı nerede?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir