İçeriğe geç

Günce 1953-1955 Kitap Alıntıları – Nurullah Ataç

Nurullah Ataç kitaplarından Günce 1953-1955 kitap alıntıları sizlerle…

Günce 1953-1955 Kitap Alıntıları

Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.
Aşk tehlikeli bir konudur, çocuklara açmaya gelmez.
Yaz günleri, kışın olduğu gibi çalışmıyorum, okuyamıyorum da. Kişiyi tembelliğe sürükleyen bir iyimserlik, hayata bir güvenme getiriyor sıcak, ışıklı günler.
Ben uzun yollar insanı değilim, gönlümdeki serüvenciyi susturmalıyım.
Bilirler beni tanıyanlar: hiç bir ulustan nefretim, hiç bir ulusa kinim yoktur benim. Öfkelendiğim, sevmediğim bireyler olabilir, öfkelendiğim, kızdığım toplumlar yoktur.
Bir ölüyle mi kavga ediyorum? Evet. Bence bir sanat adamı ancak adı, eseri unutulduktan sonra ölür.
Şu ölmedin.. Ölemezsin sözü de bedime gidiyor. Bayağı edebiyat, ucuz edebiyat. Nesneler, cansızlar ölmez. Bütün kişiler ölür. Atatürk de öldü. Bu ulusu, bayağı, ucuz edebiyattan kurtarıp, gerçekler üzerinde düşünmeye alıştırmak. Başka kurtuluş yolu yok.
Korkarım avcılardan. Hayvanları öldüre öldüre insanları öldürmeye de kalkabilirler.
Ne söylenebilir ölüm karşısında? Bir şair: mezar hemen susku ister demiş. Susuveriyor insan. Korkarak, içi yanarak susuveriyor.
İnsanın saygısı olmalı kendine. Aşağı bulduğu, bayağı bulduğu kitapları eğlenmek için de okumamalı.
Başkalarınca beğenilmek istemek bilirim ki aşağılık duygusundan gelir, bende de var o. Halimi düşünüyorum da inan olsun, çoğu tiksiniyorum kendimden.
Sanatı seviyorsanız, önce laubalilikten kaçın.
Ölüm karşısında sevindim demeyi insanın içi götürse belki sevindim bile diyeceğim. Dün ölmedi ki o, yıllardır ölüydü, yaşayanlar arasından çekilmişti artık, yaşadığı belli değildi.
Belki de gönül gençlik istiyor şiiri sevmek için, ben o gençliği yitirmişim.
Okumadan geçemediğim için okuyorum, sıkılsam da okuyorum. Düşünmek için okuyorum, hayran olmak için okuyorum, eğlenmek için okuyorum. Okuyup yoruluyorum. Dinlenmek için de gene okuyorum.
Okumadan geçemediğim için okuyorum, sıkılsam da okuyorum. Düşünmek için okuyorum, hayran olmak için okuyorum, eğlenmek için okuyorum. Okuyup yoruluyorum. Dinlenmek için de gene okuyorum.
Okumadan geçemediğim için okuyorum, sıkılsam da okuyorum. Düşünmek için okuyorum, hayran olmak için okuyorum, eğlenmek için okuyorum. Okuyup yoruluyorum.
Dinlenmek için de gene okuyorum.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Okumadan geçemediğim için okuyorum, sıkılsam da okuyorum. Düşünmek için okuyorum, hayran olmak için okuyorum, eğlenmek için okuyorum. Okuyup yoruluyorum. Dinlenmek için de gene okuyorum.
Kişi, bir beklediği, bir umduğu olduğu için değil, alışır yaşamaya da salt o alışkanlıkla yaşar.
— Kitap alamadan duramam. Okurmuyum
aldığım kitapların hepsini? Hepsi okunur mu? Vakit mi olur hepsini okumaya? Alırım, bir iki yerine bakarım, beni sararsa
okurum başından sonuna kadar. Pek beğendimse bir daha okurum. Ötekilerini bir yana korum. Karmakarışıktır kitaplığım.
Mustafa Kemal’i düşünmedikçe Atatürk’ü anlayamayız..
Anlamaksızın, gerçekten anlamaksızın okuyorlar
iyi yürekli bir kişiydim eskiden
Kişi ne yaparsa yapsın, hep özünü, yaradılışını gösterir.
Nerede düşünmenin yasak
edildiğini, herkesin bir tek düşünceye uyması istendiğini görürseniz biliniz ki orada bir şüpheyi gizlemeye, örtmeye çalışılıyor
Kendi kendimle kalmaktan kaçmak istiyorum
Kendi kendimize kaldığımız saatlarda
olduğu gibi uykularımızda, düşlerimizde de yalnızız, yapayalnızız,
Tasalarımız bizim içgiysilerimizdir, her sabah giyeriz onları, gece de düşten ellerle soyarız.)
Bütün eksiklerimi, bütün eksiklerimizi biliyor muyum, seziyor muyum? onu kestiremem. Ancak başlıcasını biliyorum.
Biz, Batılılar gibi düzenli bir eğitimden geçmiyoruz, darmadağınık, gelişigüzel öğreniyoruz. Ne geçerse elimize, yalnız onu
okuyabiliyoruz, geçmişi de, büğünü de şöyle bir bütün olarak
öğrenemiyoruz. İster istemez, kendimize bir, ya da birkaç önüt (üstat, mürşit) seçiyoruz, acunu onların öğretileri arkasından, onların gözü ile görüyoruz. Bunun için de hemen hepimiz, tek-telli oluyoruz. Doğu çalgısı gibi. Birkaç sesi toplayamıyoruz içinde, onları birleştirerek uyumlu bir acun kuramıyoruz içimizde.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Ölüm var bu güldürüde,yalnız sonunda
Neredeysen uzat
ellerini, /Başım dönüyor..
Doğrusunu isterseniz, bu
ülkede, çocuklarımıza ne öğretelim? diye bir kaygı yoktur,
okulda kaç yıl bulunduralım? diye bir kaygı vardır.
Bir kız, doğuşundan güzelse, kendisi
için hiçbir üstünlük değildir bu, hiç övünmesin. Doğuşundan
güzel olmadığı halde kendini güzelleştiren’ kadınınki bir üstünlüktür. Süslenmesini, giyinmesini, kuşanmasını bilecek, bir takım kusurlarını boyalarla örtecek, sıkıntılara katlanarak eksiklerini giderecek, çirkinliklerini düzeltecek
doydum artık yaşamaya. Yarın öleceğimi söyleseler, omuz silkeceğim gibi geliyor bana
Ben , nefret edilecek bir şeydir.
Kişide, kendini beğenmeye, büyük görmeye bir eğilim vardır, işte bu eğilim birtakım hayaller, sanılar yaratır, bize olmayanı gösterir,
Ben,Türk milliyetçiliği ile Avrupa medeniyetçiliğini isteyenlerdenim
Malûmdur benim suhanim, mahles istemez, / Fark eyler ânı şehrimizin nüktedanları.’).
Zulmun topu var, kal’ası var, güllesi varsa, /
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.
‘Meşhurdur ki zulmden olmaz cihan harap / Eyler anı müdahene-i âliman harap.
Bir gideni bir daha göremezsiniz, bir gün dönüp gelse bile değişmiş olarak döner. Ölenleri de biz kendi içimizde yaşatarak değiştiririz
Atatürk sevgisi, Atatürkçülük
yalnız dillerde. Gönüllerde yok, kafalarda yok.
hikâye, roman okumayanları sevmem,
beslemezler hayallerini, düş kurma güçlerini işletmez olurlar, giderek hiçbir şeyi, kendilerinden başka hiçbir insanı anlamaz
olurlar. Başkalarını anlamayınca,kendilerini de anlamazlar.
Kendilerini kiminle,ne ile karşılaştıracaklar da anlayacaklar?
Kişi kendinde olmayanı arar
yanımda kitap bulunmadı mı, bir eksiklik
duyuyorum. Okumayayım, ama yanımda dursun
Bazı yokluyorum da
kendimi,içimde serüvenler isteyen bir adam buluyorum. Biliyorum serüvenci olmadığımı, bir yere bağlanıp oturan kişiler denim. Gerçekten serüvenci olsaydım, ne yapar yapar dolaşırdım yeryüzünü. Gerçekten serüvenci olanlar fırsat mı bekler başlarını alıp yollara düzülmek için? kendileri yaratırlar fırsatı.
Ama insanoğlu tek parça değil ki! Bencileyin bir yerde oturanlarda bile bir serüvenci var, serüvencilik eğilimleri var, ara sıra
gösteriyor kendini.
Merakla okuduğunuz bir hikâyeyi, bir daha
okuyamazsanız, okumak arzusunu duymazsanız, ondan aldığınız zevk, bilin ki sanat zevki değildir. Yahut sanat zevkini tadabilecek insanlardan değilsiniz
Ben çabuk anlayamadığım eserleri daha
çok severim,bir yenilikleri,alışık olmadığım bir güzellikleri vardır.
Gerçek uygarlık, gerçek olgunluk övünmenin, böbürlenmenin bittiği yerde başlar, gerçekten uygar, gerçekten olgun kişi, kendisinin katlanamayacağı bir yaşayışa başkalarının da katlanmasını istemez, gider, uyarır onları.
Seviyorum erkekçe
diyor. Bu erkekçe sözü, böyle övünçle söylenildi mi utandırır beni, erkek olduğum için utandırır. Af dilemek isterim kadınlardan, kızlardan. En aşağı otuz yüzyıldır süren erkek egemenliğinin, kuvvete dayanan bir egemenliğin uydurduğu bir bayağılık. Kadını küçük göreceksiniz, ona Sen benim gibi olamazsın! diyecek, bir oğlunuz doğdu mu göğsünüzü kabartıp bir kızınız doğunca yerineceksiniz Erkeklerin bu zorbaca kurulmalarını gördükçe tepem atıyor
Erkek zevkini düşünecek, ama kadın, kız sadece erkeğin zevkine hizmet edecek. Zevki düşünmek, zevki aramak bir suçsa, ayıpsa, erkek de düşünmesin, aramasın zevki, Hayır, yaşlı, kart erkek,kızlara bakacak, isteyecek, hakkı onun, erkek o, gücü de kadınınkinden çok, aklı da kadınınkinden üstün.İğreniyorum böyle düşünenlerden! Dayak atan insandan, kendinden küçüğünü ezmeye kalkan insandan, zorbadan, derebeyinden iğrendiğim kadar iğreniyorum
Bir kimse, ne kadar genç olursa
olsun, bir geçmişi, bir dünü vardır, bir işi yaptığına yahut yapmadığına, bir fırsatı kaçırmış olduğuna pişmandır. Mutluluk demek belki de pişmanlık duymamak demektir.
Neyse ki unutuyoruz pişmanlığımızı, unutuyoruz ölümün yaklaştığını, artık vaktin kalmadığını, unutuyoruz da mutluluklar hayal ediyoruz kendi kendimize.
Bir hayranlığı yitirmek de en acı şeylerden biri değil midir?
Ölüm, ne kadar birdenbire olursa olsun, şaşırtmıyor insanı.Herhalde beni şaşırtmıyor. İnanamıyorum öldüğüne diyenleri anlamıyorum, ölen kim olursa olsun, ne türlü ölüm olursa olsun, ben inanıyorum öldüğüne. Ben asıl yaşamaya şaşıyorum, yaşamaya inanamıyorum.
Günler hep biribirine benziyor ‘Gönül bu melale düştü’ mü bir daha kurtulamıyor insan! Değil, biribirine benzemiyor, her biri ayrı bir iş getiriyor, ayrı bir sevinç, ayrı bir acı getiriyor. Ama biz duyamıyoruz o ayrılığı. Gönlümüz ihtiyarlıyor, ihtiyarlayınca da her şeyi soyutlaştırıyor, (mücerretleştiriyor).
Şu sevinç, bu sevinç , şu acı, bu acı demiyoruz da sadece sevinç, acı diyoruz, dünkü sevincin büğünkü sevinçle, dünkü acının büğünkü acı ile bir olduğunu sanıyoruz, öyle duyuyor içimiz.
Okumadan geçemediğim için okuyorum, sıkılsam da okuyorum. Düşünmek için okuyorum, hayran olmak için okuyorum, eğlenmek için okuyorum. Okuyup yoruluyorum.Dinlenmek için de gene okuyorum.
Neden okuyorum ben bunu?diyordum. Biliyordum bende utandırıcı bir hatıra bırakacağını. İnsanın saygısı olmalı kendine. Aşağı bulduğu, bayağı bulduğu kitapları eğlenmek için de olsa okumamalı. Eğlenmek için başka çare mi yok? Gidersiniz, gezersiniz,oyun oynarsınız. Gidip gezmek, şundan bundan konuşmak, oyun oynamak,üstün yüksek bir iş mi sanki?.. Hayır,
okumak gibi değil onlar. İnsan gezerken,şundan bundan konuşurken, oyun oynarken yüksek bir iş, medeniyet işi görmediğini biliyor. Kitap okumak ise başlıca bir medeniyet işi , onu böyle aşağılaştırmamalıyız. İnsan bütün gün tapmaz, kutsal ödevlerle uğraşmaz, ama eğlenceyi kutsal ödevler arasına sokmaya kalkmaz. Okumakta bir çeşit kutsallık vardır, okumak bize medeniyetin yüklediği kutsal ödevlerdendir, okurken bunu
unutmamalıyız
Okuduğum kitapta kendini aşan bir yazar olsun ki ben de okurken kendimi aşayım,yükseleyim .
düşünmek bir nesneye bağlanmakla başlar.
nereye gidersem gideyim, beni yalnız yenilik çekiyor. Eskilere,eskiliğe ilgilenemiyorum, bir yabancılık duyuyorum onların karşısında.
Gezdiğim yerlerin hepsini sevdim mi? Kestiremiyorum bunu. Zaten bir yeri sevmek ne demektir? Pek anlayamıyorum.
Diyarbakır’da uzun uzun oturmak isterdim demiştim, Urfa’da, İskenderun’da o kadar kalmak hoşuma gitmez. Ama doğrusu
oraları da sevmedim diyemem. İnsanlar var oralarda, insanları nasıl sevmem? Sevmemek elde mi? Yaptıklarına, düşüncelerine kızsam bile gene severim, gene merak ederim onları, anlamak,
bilmek isterim.
Ama nedir ahlâk dedikleri? Ahlâk denildi mi çoğu belden aşağısını düşünüyor. Bununla kolaylaştırıyorlar ahlâklı olmağı. Toplum içinde yaşayan kişilerin, (kişilerin başka
türlüsü de olmaz zaten),ahlâklı sayılmaya, namuslu olmaya ihtiyaçları vardır,ama çoğu kolayca namuslu olmaya bakarlar.
Kendilerini tuttular da çapkınlıktan, hovardalıktan kaçındılar mı, yeter onların namuslu, ahlâklı olmalarına, artık yalan söylemekten de, ötekinin berikinin işine karışmaktan da, konu komşunun ne yaptığını gözetlemekten de, şuna buna kara demekten de çekinmezler. Ama asıl bunlar ahlâksızlıktır, asıl bunlar namussuzluktur.
Ahlâkı bir bel aşağısı zabıtası olmaktan kurtarmalıdır. Ancak o zaman yükselir.
Okurların bir yazıda düşünce, bilgi aradıkları
doğru mu? Onların asıl aradıkları kendi düşüncelerine, kendi
bilgilerine uygunluk değil mi? Okurların çoğu, hepsi denecekle-rin çoğu, okudukları yazılarda kendi inançlarının, kendi düşüncelerinin bir yankısını aramıyorlar mı? Bakıyorsunuz,sağcılar
sağcıları, solcular solcuları beğeniyor, yalnız birbirlerinin de
diklerini,düşündüklerini anlıyorlar. Bu, düşünceye değer vermek değildir, bir doğruya bağlanmak, belki de körü körüne
bağlanmak, başka doğrulara, başka düşüncelere kötü kötü bakmaktır. Bağnazlıktır (taassuptur).
Başkalarınca beğenilmek istemek bilirim ki
aşağılık duygusundan gelir,bende de var o. Halimi düşünüyorum da inan olsun, çoğu tiksiniyorum kendimden.
Başkalarını beğenmediğim için yahut pek az kimseyi beğendiğim için benim kendimi çok beğendiğimi sanıyorlar. Hayır, kendimi de beğenmiyorum, benim de o beğenmediğim
kimseler gibi olduğumu biliyorum. Bakıyorum, çevremdekile-
rin çoğu bana benziyor, ben kendi kusurlarımı, eksiklerimi gördüğüm için onların kusurlarını eksikliklerini de görüyorum,
onun için beğenmiyorum onları. Kendimle ölçüyorum, bakıyorum ki benden üstün değiller, onların düşünceleri de benimki
ler gibi yalın, benimkiler gibi yavan, neden beğeneyim onları?
Neden içiyorsun? diye sormuşlar birine, Nasıl içmeyeyim?
İçmeden on bin lira borcum var, içtikten sonra on bin lira alacağım çıkıyor. demiş
Düşünce de, bir yandan can acısı bir yandan ötekinin berikinin gülmesi. Düşüvermek beklenmedik bir şeymiş de onun
için güldürürmüş. İnanmıyorum buna. Gülenler kötülüklerinden gülüyorlar. Kendileri de bilmiyorlar belki yüreklerinin kötü olduğunu, ama var içlerinde kötülük, bir kimsenin bir yanı
acıdı diye gülüyorlar. Ben düşmedim, yavaş yavaş, dikkatli dikkatli yürüdüm . Öyle yürümek canımızın pek kıymetli olduğunu düşünmek de insanı kendi gözünde gülünç ediyor.
en
inanılmayacak şeylerin de inanılır bir tarafı vardır. Öyle ya, insan hangi hülya ile yatarsa, çok kere o rüya ile uyanmaz mı?
o kadar ünlü eserleri pek sevmem, çabucak ün
salmış, çoğunlukça beğenilmiş eserlerin gerçekten güzel olabileceğine inanamam
Çoktandır şiir okumadım, okuyamadım, sarmıyor beni.
Yeni yazılan şiirleri beğenmiyorum demek istemiyorum, biliyorum, çok güzel şiirler yazılıyor ama hepsi de bana yabancı
geliyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir