Cengiz Aytmatov kitaplarından Gün Var Əsrə Bərabər kitap alıntıları sizlerle…
Gün Var Əsrə Bərabər Kitap Alıntıları
Eğer ölümün onlar için hiçbir önemi yoksa, yaşamanın da yoktur. Öyleyse niçin ve nasıl yaşıyor bu insanlar?
Hür yaşamaya alışan köleliğe kolay kolay alışamaz.
En işe yaramaz ama hayatta olan bir baba, en ünlü ama ölmüş bir babadan bin kere daha iyidir.
Çünkü insan kalbinde, başlangıç ile son, hayat ile ölüm arasındaki çelişkiyi uzlaştıran, yalnız ve yalnız, bilinmeyen, görülmeyen Tanrı idi.
“Nereye gidecekti, ne yapacaktı ?”
“..birden kendini dert uçurumuna gömülmüş bulu verdi. Niçin kapılıvermişti bu duyguya?”
“Sabahın şerri akşamın hayrından iyidir.”
“Şu dünyada rahat yoktu ona.”
“..gönlü uslanmıyor ve hep imkansızı istiyordu.”
Kuğu kuğusundan ayrı düşende, güneş bile gözüne kapkara bir leke olarak görünür.
Ölüm karşısında herkes eşittir.
Ne hale gelmiş bu nesil? Her şey önemli ama ölüm önemli değil! Ve kendi kendine soruyordu: Eğer ölümün anlamı yoksa, yaşamanın da yoktur. Öyleyse niçin ve nasıl yaşıyordu bu insanlar?
İnsan denizde iken, karadakine hiç benzemeyen duygular içinde olur. Hava sakin olsa, görünür bir tehlike olmasa bile bu böyledir. Denizde yapmanız gereken
işle meşgul iseniz de hürsünüzdür, kürek çekip sulan yara yara ilerlemekten, doğan ya da batan güneşin su üzerindeki yansılarından büyük bir zevk alırsınız, büyük sevinç duyarsınız, ama eninde sonunda kıyıya çıkacağınızı da bilirsiniz. Şurada veya burada karaya çıkmanız gerekecektir. Karada sizi bambaşka bir hayat beklemektedir.
işle meşgul iseniz de hürsünüzdür, kürek çekip sulan yara yara ilerlemekten, doğan ya da batan güneşin su üzerindeki yansılarından büyük bir zevk alırsınız, büyük sevinç duyarsınız, ama eninde sonunda kıyıya çıkacağınızı da bilirsiniz. Şurada veya burada karaya çıkmanız gerekecektir. Karada sizi bambaşka bir hayat beklemektedir.
Boranlı Yedigey, Zarife’yi dinlerken, her sözünün, onun kafasından kasırgalar gibi geçen düşüncelerin ancak dışa vuran kınntıları, bir şimşeğin ışıltıları olduğunu da çok iyi anlıyordu. Böyle bir durumda
insan bütün düşündüklerini söyleyemezdi
insan bütün düşündüklerini söyleyemezdi
Bir insanın elinden malı mülkü, bütün zenginliği hatta hayatı bile alınabilir ama insanın hafızasını almak gibi bir cinayet işlenir mi?
Bir insanın anıları ”dost” ya da “düşman” olabilir miydi?
Doğacak her çocuk umutla beklenir, çok uzun ömürlü olacağı, hatta ölmeyecekmiş gibi uzun ömürlü olacağı ümit edilir. Bu ümit olmasa, insanlar dünyaya çocuk getirmede bu kadar istekli olurlar mıydı?
Çok tuhaf şeyler işitiyordu insan bu dünyada. Bunların hangisi doğru, hangisi yalan, nereden bileceksiniz?
İki tarafa da mutluluk getiren evlilikler azdır ama vardır.
Ne güzel türkü yakarmış eskiler! Her türkü tek başına bir tarih sanki. Öyle içten, öyle canlı ki, insan türküyü yakanları, söyleyenleri karşısında, yanıbaşında görür gibi oluyor. Onlar gibi yaşamak, onları acılarına ortak olmak, onlar gibi sevmek istiyor. Daha yakından tanımak istiyor onları. O nesiller işte bu türkülerde, bu türkülerle yaşamaya devam ediyorlar.
Demek ki insanın beyni bir dakika düşünmeden duramıyor, o garip başı öyle yaratılmış ki istese de istemese de düşünceler art arda geliyor, bir düşünceden öbürü doğuyor, herhalde ölünceye kadar böyle devam ediyor bu
“Kim bilir başına ne işler açacaktı..?”
Oysa düşünmek, her zaman acı veren ağır bir iştir.
Hayat böyleymiş! Her şey korkunç, karışık, anlaşılmaz. İşin bir başı bir de sonu var, ortasında ise herkes kaderini yaşıyor.
Gerçek ve hak, bir defa daha galip geldi. Şüphesiz bu zaferin bedeli çok ağır oldu, ama zafer kazanıldı.Dünya durdukça da bu böyle olacaktır!
İnsanoğlunun kıskançlık, başkalarını çekememe hastalığından kurtulması, daha çok zaman alacaktı. Bu zamanın ne kadar uzun olacağını bilemem ama, yeryüzündeki kötülüklerin, ağır haksızlıkların sürekli gizli kalamayacağını,adaletin, gerçeğin yok edilemeyeceğini bilmek beni rahatlatıyor ve sevinmem için yetiyor.
Bir insanı iftira ile lekelemek, karalamak meselesine gelince, bu , dünyanın kendisi kadar eski bir usuldür.
Dünya ise dönmeye devam ediyordu.
Kimin umurunda benim başıma gelenler, benim acılarım!
Eğer bu dünyaya gelmezsen hiçbir şey görmezsin, ama gelirsen dertten kurtulamazsın.
Bu insanlar hangi şartlar altında, nasıl bir hayat yaşıyorlardı ki böylesine vahşi, barbar olabiliyorlar?
Hayat böyledir, yaşamak gerek.
Bugünün bir karış çocukları, dünün koca adamlarından daha çok şey bilmek zorunda.
İnsanlar, sonu gelmez çekişmeler, kavgalar yüzünden ne kadar geri kaldıklarını, entelektüel gelişme bakımından ne kadar zararlı çıktıklarını anlayabilecekler mi?
Dualar, yüzyılların okşayıp parlattığı altın külçeleri gibi, dirilerin ölülerin başında söyledikleri en özlü, en süzme ve son sözlerdir.
Bir dal kırılmış ne çıkar, yeter ki çınarın gövdesi sağlam kalsın.
En işe yaramaz ama hayatta olan bir baba, en ünlü ama ölmüş bir babadan bin kere daha iyidir.
Bu dünyada ölmek zor bir işti ama ölenin şanına yakışır bir törenle gömülmesi de kolay bir şey değildi.
Demek ki insanın beyni bir dakika düşünmeden duramıyor, o garip başı öyle yaratılmış ki istese de istemese de düşünceler art arda geliyor, bir düşünceden öbürü doğuyor, herhalde ölünceye kadar böyle devam ediyor bu.
Oysa düşünmek, her zaman acı veren ağır bir iştir.
Çünkü, insan kalbinde, başlangıç ile son, hayat ile ölüm arasındaki çelişkiyi uzlaştıran, yalnız ve yalnız, bilinmeyen, görülmeyen Tanrı idi. Dualar işte bunun için okunuyordu. Başka türlü Tanrı’ya sesini duyuramazsın, niçin yaratıp niçin öldürdüğünü soramazsın ki!
Kendinizi yılgınlığa teslim etmeyin. Hayat böyledir, yaşamak gerek.
“Ne hale gelmiş bu nesil? Her şey önemli ama ölüm önemli değil!” Ve, kendi kendine soruyordu: “Eğer ölümün onlar için hiçbir önemi yoksa, yaşamanın da yoktur. Öyleyse niçin ve nasıl yaşıyor bu insanlar?”
En işe yaramaz ama hayatta olan bir baba, en ünlü ama ölmüş bir babadan bin kere daha iyidir.
Köpeğin efendisi varsa kurdun da Tanrı’sı vardır.
Şimdi ise o kalabalık hiç ilgilendirmiyordu onu. İnsanların kayıtsız, suratsız, yorgun oluşlarına şaşıyordu. Nasıl da dünyalarına küsmüş, nasıl da birbirinden bu kadar uzak ve yabancı idiler!
Bazı şeyler vardır ki onunlarla şaka yapılmaz!
İnsan yalnız Allah’a sırt çevirmez, yalnız ona küsemez. Allah ölüm verirse, bu, hayatının sona ermesi demektir. Çünkü insan doğar ve vakti gelince ölür. Bunun dışında, bu dünyada olan her şeyin hesabı sorulur!
Onun bu suskunluğu da dayanılır gibi değildi.
Zaman ne kadar geçerse geçsin, bazı konularda hiçbir şeyi değiştirmez. Elinden malını mülkünü, varını yoğunu alsalar, bundan ölmezsin. Bunları yine edinebilirsin. Ama senin onurunu kırar, ruhunu öldürürlerse, işte buna çare yoktur
Adını hatırla! Kim olduğunu hatırla!
— Kiminle konuşmak isterdin?
— Ay ile konuşmak isterim. Ama birbirimizi işitmiyoruz. Orda oturan biri var.
— Ay ile konuşmak isterim. Ama birbirimizi işitmiyoruz. Orda oturan biri var.
Yeryüzüne hayat veren güneş, senin için kapkara bir yıldız oldu da bir damla ışık vermedi! Ondan nefret etmedin mi oy balam oy! Can balam, oy!
Asıl mesele de bu işte. Zaman ne kadar geçerse geçsin bazı konularda hiçbir şeyi değiştirmez. Elinden malını mülkünü, varını yoğunu alsalar, bundan ölmezsin. Bunları yine edinebilirsin. Ama senin onurunu kırar ruhunu öldürürlerse, işte buna çare yoktur.
“Biz, birbirleriyle karşılaştırması mümkün olmayan şeyleri karşılaştırmaya kalkıyoruz.”
Onları okula gönderirken bekledikleri sonuç bu muydu? Umduklarının tam tersi bir sonuç almışlardı. Niçin? Nasıl böyle olmuşlardı? Yüzlerine bakılmaz insanlar halinde yetişmelerinin sebebi neydi?
Asıl mesele de bu işte. Zaman ne kadar geçerse geçsin bazı konularda hiçbir şeyi değiştirmez. Elinden malını mülkünü, varını yoğunu alsalar, bundan ölmezsin. Bunları yine edinebilirsin. Ama senin onurunu kırar ruhunu öldürürlerse, işte buna çare yoktur.
Sarı-Özek, bozkırın unutulmuş bir kitabıdır.
Saatler sessiz, hareketsiz akıp gidiyordu. İhtiyar bir insanın ömrü de böyle gelip geçerdi.
Eğer ölümün onlar için hiçbir önemi yoksa, yaşamanın da yoktur. Öyleyse niçin ve nasıl yaşıyor bu insanlar?
Bozkır uçsuz bucaksız, insan ise küçüktür. İnsan çok güçlü ve hünerli olmalıydı burada.
Ölüm karşısında herkes eşittir.
“Kaçmakla kurtulamazsın. Herkes gidebilir, herkes kaçabilir ama, herkes kendine hakim olamaz, herkes kendine karşı zafer kazanamaz..”
“Diyelim ki buradan gittin. Gitmekle kendinden kaçıp kurtulacağını mı sanıyorsun? Nereye gidersen git, üzüntülerin de seninle beraber gelecektir.”
Zaman ne kadar geçerse geçsin bazı konularda hiçbir şeyi değiştirmez. Elinden malını mülkünü, varını yoğunu alsalar bundan ölmezsin. Bunları yine edinebilirsin. Ama senin onurunu kırar, ruhunu öldürürlerse işte buna çare yoktur.
En işe yaramaz ama hayatta olan bir baba, en ünlü ama ölmüş bir babadan bin kere daha iyidir.
— Yedigey amca, babamın treni geleceği zaman çok kar olursa, küreğimi alır, ben de gelirim kar temizlemeye.
Küçük bir küreğim var benim
Küçük bir küreğim var benim
Deli gönül hep olmayacak şeyler isterdi.
Sonsuzluğu ölçülemez evrenin içinde dünya küçücük bir kum tanesiydi, minicik bir kum tanesi…
“Baştan öyle sanmazdım ama bir insanın ayrılıktan ölebileceğine şimdi inanıyorum.”