İçeriğe geç

Gülün Günlüğü Kitap Alıntıları – Ursula K. Le Guin

Ursula K. Le Guin kitaplarından Gülün Günlüğü kitap alıntıları sizlerle…

Gülün Günlüğü Kitap Alıntıları

.
Bir kitabı kelime kelime ve sayfa sayfa okudukça, yaratılışına katılırsınız, tıpkı Bach süiti çalan bir çellistin nota nota, yaratılışta, varoluşunda yer alması gibi.

Ve siz okudukça ve tekrar okudukça, kitap elbette sizin yaratılışınıza, düşünce ve hislerinize, ruhunuzun büyüklüğüne ve mizacına katılır.

Spoiler
”Yani diyorsun ki Topeka’da bir çocuk, defterine saçma sapan şeyler yazdı diye otuz bir ışık yılı uzaktaki bir gezegen, tüm bitkileri, hayvanları ve insanlarıyla birlikte var oluyor. Ve hep var oldu. Bu çocuk ve defteri yüzünden. Ya da Schenectady’de defterine bir şeyler yazan bir çocuk yüzünden? Ya da Yeni Delhi’de? ”
”Kesinlikle! ”
”Senin saçmalığın Bill Kopman’ınkinden de beter. ”
”Neden? ”
”Zaman. Hem yer de yok yeterince. ”
”Yer var. Zaman var. Tüm galaksiler. Tüm evrenler. Sonsuzluk Bu. Dünyalar sonsuz, döngüler bitimsiz. Yer var. Tüm düşler için, tüm arzular için yer var. Sonu yok bunun. Sonu olmayan dünyalar. ”
Kediler pek boşa konuşmazlar. Sessiz hayvanlardır onlar. Kendi kendilerine düşüncelere dalarlar. Gün boyu düşünürler ve geceleri de gözleri düşünür.
.
Biz, doğrularak ışığın düşüşünü seyrettik.

Düşlerin çoğu unutulur, sen ne kadar hatırlamaya çalışsan da.

.
Uyuduğumda düş görmeyi sever ve düşlerimi hatırlamaya çalışırım ve böylece 7-8 saatimi boş yere yatarak ziyan etmediğimi düşünürüm.

.
Ölüm ne kadar sürer, hem insan sadece yaşadıktan sonra mı ölür yoksa yaşamadan öncede mi ölüdür ?

ölüm ne kadar sürer hem insan sadece yaşadıktan sonra mı ölür yoksa yaşamadan öncede ölüdür.
Kelimelerle anlatılan her şey daima eksik kalır.
Güvenemediğiniz insanlardan söz vermelerini istemezsiniz.
“Her ne olursa olsun kendi hakkınızdaki hakikati bilmek her zaman en iyisidir.”
Kesinlik. Bütün istediğim kesinlik!
Tanrı’nın evrenle zar atıp atmadığını kesinlikle olarak bilmek istiyorum.
İnsanların inançlara gerek duyduğuna inanıyorum.
Birçok şey yapmaya değmez ama hemen hemen her şey anlatmaya değer.
Baştan beri tüm istediğim insanlara yardım etmek ve daha iyi bir dünya kurmaktı.
Bir süre öncesine kadar insanlar, yeryüzünü tüketmekte bir tehlike görmüyordu.
Zafer kazanma duygusu da iyi bir şeydir. Hiç olmazsa hayatta bir kere yaşamalı insan bunu.
Eve dönmek doğru bir yöndü bu, ama o anda anlamını yitirmiş garip bir yerde bulmuştu kendini.
‘ büyük umudu görmek ve bunun için umut olmadığını bilmek.’
Bir doktor hastasını ‘iyileştiremez’ hasta, bizim yardımımızla kendi kendini ‘iyileştirir’.
En ölümlü olan şey en canlı şeydir.
Düşlerin çoğu unutulur, sen ne kadar hatırlamaya çalışsan da
O kadar çok korku var ki.
Neden bu kadar çok korku var?
Onu nasıl kurtarabilirim? Yalan söylemeyi öğreterek mi?
Gelecekten başka hiçbir şeyin anlamı yoktu..
Asıl olan içtenlik.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Güvenemediğiniz insanlardan söz vermelerini istemezsiniz.
Hak edilmemiş para hemen harcanmalıydı yoksa cerahat toplardı.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Ne yaptığınızı bildikten sonra düşünmeniz gereken tek şey, onu nasıl yapacağınızdır.
Bir insanı öpmek kızgın demiri öpmekten beterdi.
keşke sende evlenseydin, insanların yalnız olmasına dayanamıyorum!
Güvenle baktı yüzüne. Yirmisinde bu yüzden nefret ederdi, kırkında onu sahiplenmişti.
Soğuğun rengi, güneşten en uzak renk
Bu benim günüm, bu benim yaşamım
Her birimiz kendi yaşantımızı yönetebiliriz. Güç güçtür!
Devlet bir makine. Bu makinenin fişini çekebiliriz artık..
Ama bahse girerim, insanlar en az şimdi yaptıkları kadar sık çiğniyorlar yasaları.
Her şeyi topluma yükleyemezsin.
Gereken tek şey nereye gittiğini bilmen, gidecek bir yerinin olması.
*Yıldızları görebiliriz ama duyamayız *
Eğer evren, görüldüğü gibi bir yıkım eylemiyle başlamışsa bile, görmeye alıştığımız yıldızlar anlatmıyordu onun öykülerini
Büyük varoluşlar değil gördüklerimiz, sadece küçük hayatlar.
Bazı insanlar yasadışılığı sırf yasadışılık uğruna severler.
onlar zalim insanlar mıydı, yoksa sadece inandıkları adalet anlayışını mı uyguluyorlardı?
Ölüm ne kadar sürer? Hem insan sadece yaşadıktan sonra mu ölür yoksa yaşamdan önce de ölümüdür?
Yan yana yattık; başını koluma dayadı. Hiç bu kadar mutlu olduğumu hatırlayamıyordum. Hayır, mutluluk değil miydi yoksa bu? Daha büyük, daha karanlık bir şeydi
Bir ile birden çok arasındaki fark dünya kadardır. Hatta dünya bu farklılıktır.
Yokluk içinde varlık. Ölüm içimde dirim.
Antarktika’nın donmuş yüreği kadar erişilmez, ulaşılmazdır
Öldürmek, genelde meşelerden beklenen bir görev olmasa da, Nesnelerin Düzeni için gerekliyse araba sürücülerini öldürebilirim.
Ama sadece katil değil, ölüm rolünün de bana verilmesi haksızlık. Zira ben ölüm değilim. Ben yaşamım: Ben ölümlüyüm. Dünyada ölümü gözleriyle görmek isteyen varsa bu onların sorunu, benim değil. Onlar için Ebediyet’i oynayamam. Ölüm isteyen, ağaçlara başvurmasın. Görmek istedikleri o ise, birbirlerinin gözlerine baksınlar, ölümü orada görsünler.
Bu öyküyü yazdıktan uzunca bir süre sonra Jung’un Tınin Doğası Üzerine adlı eserinde şu pasaja rast geldim: Ego-bilincini, bir dolu küçük parıltı ile çevrelenmiş bir şey gibi düşünebiliriz İçe dönük sezgiler. .. bilinçaltının durumunu yakalar: yıldız dolu göklerin karanlık sular üzerindeki yansıması, kara toprağa saçılmış altın ya da altın yaldızlı kumlar. Ardından Jung bir simyacının sözlerini aktarır: Seminate aurum in terram ablam foliatam . . . Beyaz kil katmanları arasına saçılmış değerli metal.
Yaratıcı zeka yeraltına inmek zorunda bıra-
kılırsa ne olur?
Soru buydu ve ben cevabı bildiğime inanıyordum. Her şey gayet açık görünüyordu: Bu bir alegori olacaktı sahiden de. Ama yeraltındaki mekanları keifedip incelemek o kadar da kolay olmuyormuş. Başlangıçta basit eşdeğerlikler, simgeler diye düşündüğünüz şeyler can kazanıp dile geliyor ve kast etmediğiniz, açıklayamayacağınız anlamlar kazanıyor.
Kızım Caroline üç yaşındayken bir gün küçük ellerinde tahta bir kutuyla yanıma geldi ve Biy bakalım bu tutuda ne valı dedi. Ben de tahminler yürüttüm: Solucanlar, fareler, filler vesaire. Başını iki yana salladı ve tarif edilemeyecek kadar tekinsiz bir gülümsemeyle kutuyu yavaş yavaş ve içini azıcık görebileceğim kadar açarak şöyle dedi: Karanlık.
İşte bu hikaye de oradan çıktı.
Masanın üzerinde bir kitap ve ekmek kabuğu duruyordu. Ekmek onun az önceki akşam yemeğiydi, kitap ise hayatının çalışması.
Senin için bunu yaparsak, sen bize ne vereceksin?
Teşekkürlerimi, Lordum.
Keşke kim olduğunu bilmenin de bir yolu olsa.
Hakikati efsaneden, hakikati hakikatten nasıl ayıracaksınız?
Belki de en çok korkanlar onlardı; ama insan ne kadar çok korkarsa o kadar insan olur.
Düşlerin çoğu unutulur, sen ne kadar hatırlamaya çalışsan da.
Altımız, üstümüz, her tarafımız uçurum, bilinmezlik, akıl almaz dehşetler, tahmin edilemez felaketler, hak edilmemiş güzellikler ve beklenmeyen ölüm ile dolu. Uçan bir civanperçemi sapı gibi, ileri fırlıyoruz ileriyse eğer, olasılığın girdapları arasından.
Kelimelerle anlatılan her şey daima eksik kalır.
Tanrı hiçbir zaman o tarafta değildi. O, övgüleri kabul ederdi, suçlamaları değil. Tanrı bir doktordu aslında, ünlü bir cerrah: Soru sormayın, sorulara cevap vermem ben; ödemeniz gerekenleri ödeyin; istersem sizi kurtarırım ama kurtarmazsam da bu sizin suçunuz.
En ölümlü olan şey en canlı şeydir.
Çoğu dilde neden ruh anlamına gelen bir sözcük bulunduğunu anlamanıza yetiyor bu. Ölümün çeşitli dereceleri var ve zaman hiçbirine karşı korumuyor bizi. Yine de bir şeyler kalıyor geride; işte bunun için de bir sözcük gerekiyor.
Ölüm ne kadar sürer? Hem insan sadece yaşadıktan sonra mı ölür yoksa yaşamdan önce de ölümüdür?
Kadınlar en azından yakınmanın ne olduğunu bilir; hayatla başa çıkmanın bir yolu.
Otuz yılı birlikte, kavga gürültüden uzak geçirdiler desek yalan olur elbette. Yan yana duran iki kaya bile otuz yılda birbirinden bıkar ve arada bir, kimse dinlemiyorken neler diyorlardır kim
bilir
Bir gün yolculuk günüdür, gece olur ve ertesi gün artık yola devam etmenin faydası yoktur; çünkü gittiğin yere varmışsındır.
Rosa, salt kötülük söz konusu olunca akılcı olamazsın. Aklın göremeyeceği yüzler vardır.
Gereken tek şey nereye gittiğini bilmen,
gidecek bir yerinin olması.
Kendine bakmak ve çirkin bulmak, işe bak!
Ama eskiden, çirkin olmadığı zamanlar oturup kendini süzer miydi böyle? Pek değil!

Düzgün bir beden bir nesne değildir, bir araç, hayran olunacak bir mülk değildir, yalnızca sensindir o, kendin.

Ancak, artık sen olmaktan çıkıp da senin olunca, sahip olunan bir şey olunca onun için endişelenmeye başlarsın.
Biçimli mi? İdare eder mi? Hep böyle gider mi?

Oysa, acıyı yüceltmek sevinci lanetlemektir, şiddeti kucaklamak bütün diğer şeyleri elden kaçırmaktır. Handiyse, hiç bir dayanağımız kalmadı; mutlu bir insanı betimleyemiyoruz artık, neşenin değerini bilmiyoruz
Ukalalarla züppelerin kışkırttığı kötü bir alışkanlığımız var bizim, mutluluğu aptalca bir şey gibi görüyoruz.
Sadece acı entellektüel; sadece kötülük ilginç geliyor bize
Biz, doğrularak ışığın düşüşünü seyrettik.

Düşlerin çoğu unutulur, sen ne kadar hatırlamaya çalışsan da.

Ama insanlar birbirlerine güvenirlerse yakınıp söylenebilirler ve biraz söylenmek öfkenin yakıtını tüketir.
Sözcükleri ciddiye almalısın. Elimizdeki tek şey onlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir