İçeriğe geç

Gülümse Ölüm Utansın Kitap Alıntıları – Xeyri Garzan

Xeyri Garzan kitaplarından Gülümse Ölüm Utansın kitap alıntıları sizlerle…

Gülümse Ölüm Utansın Kitap Alıntıları

.
Ölmek kolay, yaşamaktır zor olan!
.
Gülmek özgürlükten, ağlamak ise kölelikten gelir.
Aslında insanlar karanlıktan değil, kendileriyle, içlerindeki bilince çıkaramadıklarıyla yalnız kalmaktan korkuyorlar.
Insanı yücelten ve küçülten düşüncedir.
Insan, çocukluğu olmadan yaşayabilir mi?
Dünya, aydınlık ve karanlık kavgasına tutuşmamışçasına beyazsız ve bir karanlık
Yaşam, fark edilince yaşanır.
Ama insan ihanetlere alışamıyordu işte. Her seferinde onarılmaz birer yara açıyordu yürekte.
Bir insanın tüm ömrü, çocukluğunu yaşasın diye değil mi?
Ağırlıgın bedenleri aştığı, bedenin tükendiği anlarda, sona gelinmemiş yollarda başlar asıl yolculuk, yıldızlarla yürür, evreni bir uçtan diğer uca kadar dolaşıyorlar.
Dönüp yaptıklarına bakıyormusun ? Lanet olsun sana ! Herkes Kürtler’i vurmuş, Kürtler’in Kürtler’i vurmasına ne gerek vardı? (Hain mereto)
.
Insan beyni, keşfedilmemiş bir gezegen gibi duruyordu. Keşfedilenler, ne kadar da azdı.
Merhaba değerli dağlar! Ben sizin misafirinizdim, şimdi sizden biri oldum. Yalnız ve kimsesizim. Benim ben, ben Huner’ im, Bilal ile Behzat’ın yoldaşıyım, Rêber benim yüreğimde yaşar. Toprağın altındaki Serhat, Botan ve Sîpan’layım. Benim, tanımadınız mı beni? Ben gerillayım, ağaçlar ve taşların arkadaşı. Konuşarak enerjisini harcıyordu. Her kelimede derin nefes alıyor, durup bekliyordu. kelimeleri yüreğinde süzülüyor, tüm bedenini dolaşarak ağzından çıkıyordu. Bir söz üretip söyleyebilecek gücü göstermek için tüm bedeni çalışmak zorundaydı şimdi.
Hikayede, igigu yer tanrılarının üst tanrılara baş kaldırdığı anlatılıyordu. Üst tanrıların ağır işlerini yapmaya isyan etmişti yer tanrıları. Anunaki üst tanrıydı. O da bu isyanı görüp igigu yer tanrılarına hizmet etsinler diye insanları yarattı. Ama bunun için bir tanrının feda edilmesi gerekiyordu. Bu yüzden insanların hem ölümlü hem de tanrısal kökenli olduğu söylenir. Yaratılan insanlardan bir tanesi Mana Lilith; igigu’lara hizmet etmeyi reddetti. Kadının ilk isyanıydı bu. Havva o yüzden yaratıldı, tanrılara ve erkeklere hizmet eden uysal bir dişi olarak.
Neredesin ey Hz. Musa? Asa’n ile durdur bu suyu, geçeyim! Ey doğa, kutsal topraklar, bereketli Amed suları! Değerli ağaçlar, karlar, dağlar, ey taşlar! Duyun beni, çaresizliğimi görün! Bu gece yalnızım, sanrı ile gerçek, ölüm ile fani, doğa ile insan arasında gidip geliyor ve ne olduğumu bilemiyorum. Karanlığı aydınlatan ışıklar aşkına, bu akşam bana yardım edin. Yardım edin de bu isyankâr suyu geçeyim.
Yaşam, fark edilince yaşanır
Varlığı inkar edilip tüm hakları Yok sayılmış bir halkın direnişçileri olarak tarih sahnesine çıkmış,kırk yıldır zafer bayrağını birbirlerinden devir alarak bugüne gelmişlerdir onlar.Canları dışında geride birşeyleri olmayan,onu da halkına bağışlayan dervişler olarak tarihe geçeceklerdi. Filozofik Bir bakış ve bilgece bir yaşam yaşayıp doğayla bütünleşmişlerdi zaten. Dalını kopartmak zorunda kaldıkları bir ağaçtan koparmadan önce özür dileyecek, karıncaları ezmeyecek ve tüm canlıların haklarına saygı gösterecek bu saf vê yiğit gençlerin binlerce hikayesinden sadece birisidir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Dünya karanlıktan bir gezegendi, hiç yokmuş gibi gerçek ve olanların üstüne siyah bir çarşaf çekti. Geceler gerçeği örtmek için miydi?
Kendi kendime moral verip güldürmesini bilmeliyim. Kendime cesareti kendimden yaratmalı, umudu varlığımdan var etmeliyim.
.
Elinde tutuğu klêşine, Xezala min, çavreşa min a hêja, mesele ne tu yî, mesele dil û min û mejiyê min e. dedi.
Bazen aramak bulmaktan daha heyecanlıdır.
Demek ki insan, hayvanlara da ihanet ediyor.
Gülmesini bilmeyen ciddi işleri başarabilir miydi?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ne karanlık onu tanımış ne de o karanlığı aydınlığa kavuşturabilmişti şimdiye kadar
Ancak inançtan gelen coşku ve heyecanla her yer yaşanılır kılınabilinirdi.
Insani yücelten ve küçüklten düşüncedir.
Geniş yürekleri sınır tanımıyordu.
Insan yaşadığı yeri sevince ölmezdi
Ciddi insanlar övüldüklerinde sorumlulukları artar, kendilerinden geçmezlerdi.
Yoldaşlık birbirini anlayıp yaşamakla oluşabilirdi zaten.
Herhalde yasarken yok olmak buydu, öldükten sonra anılmamak ve hatırlanmamak hep yaşayacak olan ruhu öldürürdü.
Ölüm vardı ama bu kadar adaletsiz olmasını kabullenemiyordu doğusu.
Gülmek özgürlükten, ağlamak ise kölelikten gelir.

Gülümse Ölüm Utansın, Xeyri Garzan

Gülmek özgürlükten, ağlamak ise kölelikten gelir.
Savaşta öyle zamanlar vardı ki insanın acı çekmesine bile fırsat vermiyordu.
Karanlık çöktü yine, yıldızlar geceyi işgal etti, ışıklarını yeryüzüne bıraktılar.
Bazen aramak bulmaktan daha heyecanlıdır.
Aslında insanlar karanlıktan değil, kendileriyle içlerindeki bilince çıkaramadıklarıyla yalnız kalmaktan korkuyorlardı.
Ben ölmeye değil, öldüğümüzde bu kadar kısa günlere neler sığdırdığımızı kimsenin bilmemesine kahroluyorum.
Alışılmış yaşamları reddettiği için akılsız damgası yemişti.
Ardından gökten bir yıldız kaydı.
Ey Doğa, kutsal topraklar, bereketli Amed suları! Değerli ağaçlar,karlar, dağlar , ey Taşlar! Duyun beni, çaresizliğimi görün.
Devrim yapmak, insanlara güzel yaşamı getirmek için savaşmak! Bu yaşamı seçtiği için cehenneme dahi gitsem, tövbe etmiyorum.
Demek ki özgürlük mekansızdı, adresi; beyin ve yürekti.
Toprağın altına bile girseniz sizi kaldırıp hesap sorarız.
Medya kan, medya savaş, ölüm istiyor, ha bire kışkırtıyordu.
Aklın ve duyguların kaldıramadıklarını ruhlarına gömerek dağları arşınlıyorlardı.
Ölüm vardı ama bu kadar adaletsiz olmasını kabullenemiyordu doğrusu.
Deniz Gezmiş’in mahkemedeki yürüyüşünü televizyondan gördüğünü hatırladı.Tutsaktı ama ne etrafındaki askerleri takıyordu ne de onun yaşamı hakkında karar verecek hakim ve savcıları umursuyordu.Tutsaklığına rağmen, özgürdü
Genç gerilla, kimsenin duyamayacağı bir biçimde güldü:

Silahlı bir Kürt çocuğundan ne çok korkuyor devlet!

.
Gülmek özgürlükten, ağlamak ise kölelikten gelir.
Yalnızlığın düşünmenin bile zor olduğu bu dünyanın ıssız, karlı ve soğuk coğrafyasında nasıl yalnız yaşayabiliyorsun?”
.
Insan beyni, keşfedilmemiş bir gezegen gibi duruyordu. Keşfedilenler, ne kadar da azdı.
.
Özgürlük için alanlarda zılgıt çeken sekiz mart analarının çocukları, uykuda ihanet ile vurulmuşlardı.
.
Demek ki özgürlüğü mekansızdı, adresi; beyin ve yürekti.
Deniz Gezmiş’in mahkemedeki yürüyüşünü televizyondan gördüğünü hatırladı. Tutsaktı ama ne etrafındaki askerleri takıyordu ne de onun yaşamı hakkında karara verecek hakim ve savcıları umursuyordu. Tutsaklığına rağmen, özgürdü.
.
Devrimci, her türlü düşmana irade savaşıyla karşılık verebilendi.
Türk ordusu gerilla tarafından vurulan iki askerini Kaza sonucu öldü. diye duyurmuştu
Sevdiği kız ve anası ölüm haberiyle nasıl yıkılacaklardı. Ay yıldızlı bayraklarla donatılacak evlerinin ilk günden sonra yolu bile bilinmeyecekti. Cenazesine katılacak kravatlılar: Şehitler ölmez vatan bölünmez; ne mutlu şehit ailesine. deyip aileyi kolayca teselli edecek, yeni ölümlerden ne kadar pay alacaklarını hesaplayacaklardı. Paşalar, vekiller bakanlar ve başbakan silah yüzü görmemiş çocuklarına cenneti yaşatırken, o ise tüm bunları görmeyecek kadar nasıl da gözü dönmüştü. Herhalde yaşarken yok olmak buydu, öldükten sonra anılmamak ve hatırlanmamak hep yaşayacak olan ruhu öldürürdü.
İşte devletin isyan dediği buydu. Halkı topraklarından sürgün ederek, katliamdan geçirmek için nasıl olsa bahane çoktu. Kürtler’in bu topraklarda söz geçmez, el sürülmez değerleri vardı. Onlara dokunarak isyan ettirtip daha sonra da öldürmeyi iyi biliyordu devlet.
Her yerden görünen Cacaz karakollarının ışıkları bir şehri andırıyordu şimdi karşılarında. Nasıl olsa parası halkın cebindendi. Halk gece gündüz çalışsın devlete vergi versindi. Vergilerin gerekçesi yoktu. Hükümet parası azalınca inekten, keçiden, yünden, sütten, baldan, meyveden bile vergi alınmış bir yerdi.
Parıltılı nesnelerin ışıkları çoğaldıkça insanın gönül gözü körleşir
Her an her şey fark edilmez, yaşamak için anlamak anlamak için de yaşarken anlamlandırmak gerekirdi. Belki de yaşanmışlıkları tekrardan yaşarken cesaretle irdeleyebilenler anlayabilirdi.
Büyük şehirlerde, hiç yoktan ölenleri görmüştüm. Çöplükten karnını doyuran ile villalarda yaşayanlar arasındaki uçurumun,
Acep tanrıyı da yaratan insan değil mi ?
Karanlık damla damla içeriye süzüldü. Hiçbir şey ve hiç kimse görünmüyordu. Dünya karanlıktan bir gezegendi, hiç yokmuş gibi gerçek ve olanların üstüne siyah bir çarşaf çekti. Geceler, gerçeği örtmek için miydi?
Yaşam, fark edilince yaşanılır.
Kim kimi evinde vurabilir ki?
İlk eylemde patlatılan kurşun,
İçimize sinmiş düşman gerçekliğine vurulur.
Anlam bir yaşam tarzı, anlam arayışı ise bir devrimcinin temel mücadelesiydi. Zor koşulların tek çaresi anlamlandırma eylemi idi.
Yanındaki arkadaşın senin gözündür, görüyor, kulağın olup işitiyor, duygu olup duygulandırıyor, sevgi olup sevindiriyor, bazen üzse de güçlendiriyor.
Bütün dünyayı yenecek güçte bile olsak kimseye saldırmayiz ama hakkımızı savunmak için bütün dünya bile üstümüze gelse DİRENİRİZ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir