İçeriğe geç

Guatemala Efsaneleri Kitap Alıntıları – Miguel Angel Asturias

Miguel Angel Asturias kitaplarından Guatemala Efsaneleri kitap alıntıları sizlerle…

Guatemala Efsaneleri Kitap Alıntıları

&“&”

Çok uzak bir yüzyılda, bir gün yüzyıllarca sürmüştü..
Ama kalpler hırsızlar gibidir: Unutulmuş şeyleri bir daha geriye vermezler.
Güntaşına eş, güneş güneş,
Güneşin düşünde başka güneş!".
Ama bellek… Bit dolu baş gibi karadıkça kararır durmadan yinelerse yürek".
O, vaktiyle ormanda, şimdi bulunduğu yerde, kimse ekmeden, kendiliğinden bitivermiş bir ağaçtı. Sanki onu oraya ruhlar getirmişti".
Orman, denizin karalar üzerinde uzayıp giden devamıydı".
Yalnızca ırmak kaldı kala kala, kentin yansımaları akışı içinde olmaksızın seyredilen.
Dövüşten sonra savaşçıların son sözleri savaş alanında gezinir durur.
Onun ışıltısı kaplamaz tüm gökyüzünü, çünkü yalnızca onun tüylerindeki yeşimlerin, bir de değerli taşların pırıltısıdır o.
Oysa derler ki… derler ki, o bir kuş kızılı yansımalar kenti idi.
Yine derler ki… derler ki, Kaktüs’ün Altın’a yenik düştüğü yerde diz çöken süngertaşı kenti idi.
Nereye gideceğimi bilemeden kapanıvermişti tüm yollar bana; danıştığım yüreğime, beklemeye durdum gün doğuşunu, yorgunluktan[…]
Çok uzak bir yüzyılda, bir tek gün,
Yüzyıllarca sürmüştü.
Güneş beni yakmaz oldu, günler bana dokunmaksızın geçip gitti.
Şehirler… Tıpkı açık denizler gibi fışırdayan şehirler!
Onların taştan ayakları dibinde, bellerine efsaneler kuşanmış geniş elbiseleriyle bir çocuksu halk, politika, ticaret, savaş oyunları oynar.
‘Rüzgarın dili yalamakta ısırganları.Yapraklar raks etmekte.Yıldız yok,gök yok, yol yok. Badem ağaçlarının aşkı altında kadın teni kokar çamur.’
“Düşüncelerim kadar özgür olmanı istiyorum.”
“Çünkü seni görünmez yapan benim düşüncelerimdir.”
Benim dileğim senin düşüncelerim gibi özgür olmandır.
Yaşam senin anlayacağından daha ciddi bir aldanıştır.
Şeytanın külahı, avlularda yuvarlanıyor…
Bir güneşin düşü, başka güneş!"
Çünkü aşk yalnızca bir gece sürer
Çok uzak bir yüzyılda, bir tek gün yüzyıllarca sürmüştü
Ama kalpler hırsızlar gibidir:
Unutulmuş şeyleri bir daha geriye vermezler. "
Hatırlama denilen şey, yolunu el yordamıyla bulan bir kördür. "
Eski saatler, eski zamanlar. Düşlerin cini hikâyelerin ipliğini durmandan eğiriyor. "
Çok uzak bir yüzyılda
bir tek gün
yüzyıllarca sürmüştü. "
Korkuyla dolu zaman kırıntıları, bir solukluk zaman parçaları…
Çok uzak bir yüzyılda, bir gün, yüzyıllarca sürmüştü.
Onların taştan ayakları dibinde, bellerine efsaneler kuşanmış geniş elbiseleriyle bir çocuksu halk, politika, ticaret, savaş oyunları oynar.
Düşlerin cini ruhun içinde uyanır.
Geçmiş günler eski bir Goblen halısı üzerinde yeniden canlanır.Gümüş ay ışığında, mavi körfezde donatılmış on üç gemi. Bir altın ülkesinin bulutları içinde kurulmuş yedi bizon şehri. Kızılderili iki kabile reisi (Kazike) uyuklayarak yol almaktadır. Nal seslerinin yankıları sarayın kapılarından henüz uzaklaşmamıştır ki, soylu kadın, hayalinde ya da düşün de, bir ejderhanın, kocasını ölümün mahzenine yuvarladığını baygınlıklar geçirerek yaşar; oysa kocası o sırada dipsiz bir nehrin bulanık dalgalarında ejderhayı boğmaktadır.
Sabahın alacakaranlığında rahipler, büyük çamlara tırmanmış, volkanı gözlüyorlardı: Savaş ve barışın işareti volkanı… Bulutlarla örtülü olursa barışın ve mahsul güvenliğinin müjdecisiydi. Bulutsuz olarak görülünce savaşı ve düşmanın saldırısını haber verirdi.
Ağaçlardaki rüzgârla ve sularla kayıp giden rüzgârla gelen üç kişiyle, suyla gelen üç kişi, meyvelerin iyilerini kötülerinden ayırmaksızın açlıklarını gideriyorlardı. Çünkü ilk insanlara akıl, meyvelerin kötüsü olmadığını anlasınlar diye verilmiştir.
Ermiş Fransiskus Katedrali’ndeyiz. Loreto Meryemi’nin mihrabını çeviren parmaklığı görüyoruz. Yerler Cenova çinileri, Şam kumaşından duvar örtüleri, Granada taftasından bayraklar, ağır kadifeden, erguvan kızılı, üzerleri sırmayla işlemeli perdeler.
ey kollarımda şakıyaduran sevgili! her kimse uyanmasın asla, yok ben değilsem düşleyen seni. süredursun rüyaları, sen benim yanımda bulundukça.
ey kollarımda şakımakta olan sevgili, işte o seni düşleyen benim.
sen beninsin hem içimde hem dışımda, ben de senin hem dışında hem içimde.
yarın çok geç olacak!
yamacı nine’yi aramaya gidiyorum, o bana iğne iplik verecektir dikmek için kulağına duyduklarımı.
insan mutkuyken hoş gelir ölümün oku.
kendimiz olduğumuzu sanırken, yalnızca anıyızdır gerçekte tümüyle.
çiça içip usunu yitirmek, diş ağrısından daha kötü.
dumansız volkan savaş demekti!
kim bilir ne kadar ay, bu yolların geçip geçip gittiğini gördü acaba?"
tacirler kalpsiz olur.
tacirler istediklerini verilene kadar reddederler.
kalpler hırsızlar gibidir: unutulmuş şeyleri bir daha geriye vermezler.
ilk insanlara akıl, meyvelerin kötüsü olmadığını anlasınlar diye verilmişti.
çok uzak yüzyılda, bir tek gün, yüzyıllarca sürmüştü.
kör, yolu köpeğin gözüyle bulur!.."
alacakaranlık olmadan gün batıverir, gövdeler arasından kan akar iplik iplik, ince bir kızıllık ısıtır kurbağalann gözlerini, kemiksiz, yumuşak narin bir yığına dönüşür orman. dalgalanır buhur kokulu, limon yaprağı kokulu saçları. çıldırtan gece. ağaç tepelerinde kurtların yürekleri çığırmakta. erkek bir tanrı her çiçekte bir kız bozmakta. rüzgarın dili yalamakta ısırganları. yapraklar raks etmekte. yıldız yok, gök yok, yol yok. badem ağaçların aşkı altında kadın teni kokar çamur. çıldırtan gece. suskunluk izler hışıltıyı, deniz izler çölü. ormanın karanlığında duygular alay eder benimle: sesini duyuyorum katırcıların, davulların, kampanaların, taşlı yolda dörtnala gıden atların; ışıklar, yanardağ patlamaları, farlar, fırtınalar, alevler, yıldızlar görüyorum; hırsız gibi haça çekilmiş duyumsuyorum kendimi, burnum hiç de yabancısı olmadığım barut, paçavra, tava kokularıyla dolu. suskunluk izliyor hışırtıyı, deniz çölü. çıldırtan gece. karanlrkta hiçbir şey yok. hiçbir şey yok karanlıkta. yok, karanlıkta hıçbir şey…
Geri alamıyordu ruhunun parçasını, çünkü tüccarların kalbi yoktu.
Yüzyıllar içinde bir gün vardı yüzyıllar süren.
Bir gün ki hep öğlendi, kristal gibiydi eldeğmemiş, pırıl pırıldı, ne akşam vardı ne şafak.
Yalanı süslesen püslesen en değerli taşlarla, gene de yalandır. "
Yaşam fazla ciddi bir aldanıştır. "
benim dileğim senin düşüncelerim gibi özgür olmandır "
Yürekler, tıpkı hırsızlar gibi, geri vermezler unutulan şeyleri. "
Kanatlarsa bizi göğe bağlayan zincirlerdir. "
Düşlerin cini uyanıyor ruhumuzda. "
*HUVARAVİKS.- (Görünmeden.) Yamacı Nineyi aramaya gidiyorum, o bana iğne iplik verecektir dikmek için kulağına duyduklarımı.
İnsan mutluyken hoşgelir ölümün oku.
*GUKAMAYO.- Seni her konuda aydınlatmam gerekecek sanırım; ama bunun için tavuk gibi yakalayıp belleğini, koparmalısın boynunu.
Çiz hadi bakalım şuraya, kumların üstüne okunla Güneşin devinimini.
Balıklar şişmanlatıyordu denizi. Yağmurun ışığı fışkırıyordu gözlerinden. Kimisi sakallıydı donuk ve sıcak. Kimisinin kendi çevresinde ateşli bir hastalığın nöbetleri gibi döneduran yuvarlak lekeleri vardı. Hiç kımıltısızdı kimisi, suyun altında. Sonra daha daha niceleri.
Kaç dili vardı ki ırmağın tüm kenti eritmek için yalayaduran?
Hepsi de topraktan ve karınca uykusundan yapılmıştı.
Zalim bir topluluk, çocuk gibi, diken gibi, maske gibi. Birbirine karışmayan boyaların simgelediği büyü.
Ondan sonra, ince hilal zamanı, göğsüne kadın nefesi çekerek bir gün öylece durdu tek söz etmeden, kafası yeşil yapraklarla sırtıysa gündöndü çiçekleriyle örtülü.
Yaklaşıyordu Kaktüs’ün Altın’la savaş çağı.
Ne de güzel tadı vardı sularının dağkokulu! Ne güzel rengi vardı sularının şeker mavisi!
Denizdir tüm nehirlerin yaprakları.
Balıksız olmanın sevinciyle yalanıp duruyordu deniz. Yoksa bu düşlerinden bir parça mıydı?
Karısı da tıpkı kendi gibiydi; o da arınmış kaynak suyundandı.
Sıtmalı ve sevdalı idi. Hastalıktan titremesine yüreğinin çarpıntısı karışıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir