İçeriğe geç

Gözağrısı Kitap Alıntıları – Gökhan Özcan

Gökhan Özcan kitaplarından Gözağrısı kitap alıntıları sizlerle…

Gözağrısı Kitap Alıntıları

.
Yanlış gideni düzeltebilmek için önce doğruyu nerede kaybettiğimizi bilmemiz gerek
.
.
Kırılganız.
Sıfatsız kurulmuş bir cümlede yitip gitmekten Korkarız. Fiilin ağırlığını görüp öznesi olmaya korkarız
.
.
Yani ben,
içimi şöyle bir çeksem dünyadan, fena mı olur?..
.
.
Biliyorum,
herkesin tıpkı benimkiler gibi, dalgaları durmadan kıyılarına vuran böyle deniz mavisi hayalleri var..
.
Yorgunluğun insan kılığına girerek beyaz işlemeli yastıklara yaslandığı günlerden biri
İçimizin kuytusuna sığınan insanlığımızı korumanın bir çaresini bilebilsek…
Yaşanacak zamanlar boyunca hiçbir şey söylemeden, hiçbir şey yapmadan, neredeyse hiç kıpırdamadan susabilmenin bir yolunu bulabilsek keşke.
Bakışlarımızı bulutlar kapladı, içimizde fırtınalar kopuyor.

Kalbimizin derinliklerindeki faylar kırıldı kırılacak.

Bu yükü, bu ağırlığı, bu musibeti taşımakta zorlanıyoruz.

Nafile koşuşturmalarla harcanmış geçmişimiz bağlıyor elimizi kolumuzu.

İri papatyaların, nazlı küpelilerin, üzgün sardunyalar’ın, pembe-mavi ortancaların bir ağızdan tutturdukları o fasıl, bütün gönülleri şenlendirebilir.
Sanki beyaz kağıtların üstüne bıraktığımız bütün kelimeler üşür.
Bazen bildiğimiz her şeyi özetlemeye yeter gökyüzünden kayıp giden bir yıldız.
İçimizin defterlerine aldığımız notları ne kadar ararsak yerinde bulamayız.
Bütün dikkatimizi verdiğimiz halde, dağılan sözleri bir araya getiremeyiz bir türlü.
Okuduğumuz bir cümle sayfalardan taşarak yanımıza gelir ve bir uçtan bir uca genişleyerek hayatımız olur.
.
Biliyorum yanlışlarım olmasa, doğrularım da olmazdı. Bunun için onları gözümün önünden ayırmıyorum
.
.
Herkesin takılıp kaldığı bir şeyler var hayatta. Ötesine geçemediği..
Gerisinde bırakamadığı
.
.
İnsanız,
belli ki yaşıyoruz,
çünkü acıyor canımız
.
Yaşamak; ilmek ilmek bezemek de olabilir hayatın kanaviçesini renklerle, düğüm düğüm düğümlemek de olabilir kargaşa yumağını endişelerle.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sadece benim hikayemle dolduğunu zannettiğim dünya, milyonlarca, milyarlarca başka hikayeyi de sımsıkı tutuyordu avuçlarında.
Ölümden neden korktuğumuzu açıklayacak birçok neden bulabiliyoruz. Ama hayatı neden bu kadar tutkuyla sevdiğimizin bir açıklaması yok.
Son zamanlarda içinde hayatın nefes aldığı kaç habere şahit olduk ki biz!

Emin olun, haberlere konu olan ve gündemi tıka basa dolduran bütün o ‘flaş gelişmeler’ hayata ait değil. Hayatın üstüne hunharca yamanmış kurgulamalar pek çoğu
Günlerce tartışıp durduğumuz hemen her olay, konu, olgu, ilk güncellemede bir daha hatırlanmamak üzere tarihin çöplüğüne gönderiliyor.
Düşünün geçen sene neleri tartışmıştınız, hangi flaş gelişmeye şaşırmış, hangi şok haberlerle sarsılmıştınız?
Sizi sevindiren ya da öfkelendiren bütün o bomba haberler nelerdi, hatırlıyor musunuz bugün?

Bütün kandilleri yaksam, belki de aklımın alacağı en büyük karanlıkta kalacağım. Ve belki söndürsem bütün ışıkları, en küçük kıvılcıma dahi esir olacağım.
Her zaman değil belki ama, zaman zaman bir şeylerin gelip hayatın gidişatına bir dur demesi gerekiyor. Yoksa kilitlenip kalıyoruz içine düştüğümüz bu kör döngüye
Biraz durmak, biraz dinlemek, biraz dinlemek hayatın aslını, gerçeğini, biraz dönmek yüzümüzü insan olmaya doğru
Hepimize iyi gelir aslında bu
kalplerin muhasebe defterlerini raflardan indirdiği zamandı.
Gözlerimizde bizi arayan birinin ısrarlı, derin bakışlarına ihtiyacımız var.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir pervane gibi adanmak ister, ateşin rivayetinden korkarız.

Sıfatsız kurulmuş bir cümlede yitip gitmekten korkarız. Fiilin ağırlığını görüp öznesi olmaya korkarız.

Bazen kanın gövdeyi götürdüğü bir çılgınlıktır savaş, bazen bizi kendimizle vuruşturan çelişkilerin yakıcı muhasebesi

Bazen âlemdeki her şeyin bir kelimelik hülasasıdır kalp, bazen uçsuz bucaksız çöllerin ortasında bereketli vaha

Kelimeleri öyle eğip büküyor, içlerini öyle boşaltıyorlar ki,kullanılmaz hale geliyor hepimize gerekli o kelimeler.
Dünya değişiyor ama bu lafazan insanlar değişmiyor. Adeta her gün hayatın üstüne bir ağırlık olarak çökmeye devam ediyor onlar.
Aslı var mı bütün bu savrulmaların?

Taş kesilip buz gibi olmaların, yığılıp bir köşede kalmaların, sessizce saklanmaların, sanki anlatılan hiçbir hikayede daha önce adı geçmemiş gibi davranmaların,

Gözlerden kaçmaların, sözlerden kaçmaların, silikleşmelerin, solgunlaşmaların, kalabalığın coşkulu selinde gönüllü sıradanlaşmaların

Aslı var mı bütün bu azalmaların?

Hiç durmadan kendine düğümlenip kalmaların

Aslı var mı bütün bu aldanmaların?

Bütün bu inanmaların, kuşların vuruldukları andaki şaşkınlığı gibi hiçbir şey anlamadan şaşırmaların, havadan yere çakılmaların

En zavallı boyun büküşlerle kendinden geçmelerin, ağırlığını kaybedip hafiflemelerin, ayağını hiçbir yere basamamanın,basacak bir yer bulamamanın

Aslı var mı bütün bu baş dönmelerinin, zihin bulanmalarının?

Bütün bu eksilmelerin, dümeni ağır ağır boşluğa çevirmelerin, damarlardan usul usul çekilmelerin

İplikleri hoyratça çekip iğne deliklerinden çıkarmaların, göçmen kuşları yollarından çevirmelerin, sözleri yumaklayıp çöp sepetlerine fırlatmaların

Kulaktaki bir çınlama gibi, yahut gözde bir seğirme gibi uzak,çok uzak bir yerde, kendi kendine devinip kalmaların, kanayıp yaralanmaların, yanıp kül olmaların

Gözlerimizde bizi arayan birinin ısrarlı, derin bakışlarına ihtiyacımız var.
Yanından geçip gittiğim bütün bu hikâyelerin dünyayı ne kadar çok şeyle doldurduğunu düşündüm.

Sadece benim hikâyemle dolduğunu zannettiğim dünya, milyonlarca, milyarlarca başka hikâyeyi de sımsıkı tutuyordu avuçlarında.

bir simidi bölüşür gibi sevgiyi, merhameti aramızda bölüşmemizde

Azken çok oluşumuzda, birken bin oluşumuzda, farklıyken bir oluşumuzda, birlik oluşumuzda bir hayır var.

Ne zaman geçmişe benzemeye çalışsam mesela, yetmiyor boyum. Ne zaman doldurmaya çalışsam geleceğin içine kendimi, sığamıyorum.
Sanki sadece şimdiki zamanlı tarife var benim. Başka bir zamana geçemiyorum.
Gökyüzüne hevesli sözlerimiz var ama uçurmaya yetecek mecalimiz yok onları.
Düşündüğümüz her iyilik, söylediğimiz her güzellik, büyüttüğümüz her hakikat, öğrettiğimiz ve öğrendiğimiz her bilgi bir dua…
Yaşamayı sıkıcı bir tekerleme gibi geveleyip duran varlığımızı, hayatın kıpırdamayı unutmuş sularına kaldırıp atabilir miyiz gerçekten?
Söylenmiş bütün şarkıları dilimize dolayabilir miyiz? Ay ışığını küçük kutularda toplayabilir miyiz gümüşî geceler boyu?
Ve patlayan havai fişekler, gökyüzünün asık suratını gıdıklamayı marifet sayıyor!

Ama evet, bu gerçekten de bir marifet!

Gülümseyen bir gökyüzünden daha iyisini kim yapabilir ki?

Söyleyin kim yapabilir?

Hayatın aynalardan gelip geçen aksini seyretmek gerek
Her şeyden her şeye doğru bir işaret var bu dünyada, her insandan her insana.
Karış karış kendilerini arıyorlar benim ülkemde. Avuç avuç kendimi buluyorum onların dünyalarında.
Beni yakından tanımayı isteyen biri varsa, o aslında kendini tanımak istiyor.

Ben birini yakından tanımak istediğimde, aslında kendimi tanımak istiyorum.

Dilimin ucuna kadar gelmiş ne kadar sözcük varsa, kimseye aldırmadan hepsini söyleyeceğim.
Hüznün geçmişle gelecek arasına gerdiği pamuk ipinde, kararlı adımlarla yürümeye cüret edeceğim.
Hayatımın en kafiyeye gelir şiirlerini kırmızı çaputlara sararak mûtena dilek ağaçlarına iliştireceğim.
Sevgilerin kalıplara dökülmüş o kadar çok hazır cümlesi sürüldü ki piyasaya, kimse kendi sevgisinin sözcüklerini aramaya ihtiyaç duymuyor.
Anlamlı olana ulaşmak için konuşmuyoruz çoğu zaman. Hayatın ağır katarını itelemek sadece derdimiz.
Bir şeyleri anlatamıyorsak, bu daha çok, o şeyleri aslında anlamak istemediğimizden oluyor.
Korkarım ki hepimiz, sonuna kadar anlatılmamış ve ucuna kadar gidilmemiş heyecanlı hikayeleriz.
dingin suyun üstünde güneşle tokalaşan sessiz ve zarif nilüferleriz.
Korkarım ki hepimiz, şiirler kilit altına alınırken dışarıda unutulmuş hüzünlü dizeleriz, gökyüzüne baktıkça kendi içinin maviliklerine düşen iflah olmaz gezginleriz.
koparılmış bir çiçeğe solacağını söyleyemeyen kelebekleriz.
Korkarım ki hepimiz, kendi söylediklerinden kendi nabız atışları telaşlanan tedirginleriz.
Korkarım ki hepimiz, gidecek çok yolu olan ve fakat binecek hiç atı olmayan serseri süvarileriz.
Yorulduk beklemekten. Yorulduk rüzgârın yorduğu fırıldaklarda çılgınca dönmekten.
Yorulduk beklemekten.Yorulduk bulduğumuz yuvarlak taşları derelere düşürüp kaybetmekten.
Bir şey oluyor biz yaşayıp giderken.

Ve her şeyin akışı bir anda değişiyor.

İhtişamından gözlerimizin kamaştığı o koca krallığımızı kim yıktı bir üfleyişte ? Kim çekip aldı bitmeyecek sandığımız şarkımızı elimizden?
Ayakta duramıyoruz. Ayakta durabilmek için neye tutunabileceğimizi bilemiyoruz. Bizim ayakta tutmak için didinip durduğumuz şeylerse hızla yitiriyor anlamlarını.
Sırça dünyalarımız yerle bir oluyor. Kaba hırslarımız kırık cam parçaları gibi dört bir yana dağılıp ayaklarımıza batıyor.Korkularımız ruhlarımızı kanatıyor.
Öyle kocaman bir ağırlık gibi çökerdi işte omuzlarımıza sonbahar; yaşardık, yaşardık da sanki, zembereği boşalmış bir saat gibi duruverirdik sonra.
Zaten neyi kanıtlar ki çiçekler, sözlerin çalı çırpıdan ibaret kaldığı bu devirde!
Ağır romanların, sızım sızım öykülerin, konuşmayan şiirlerin, söylenenlerin ve hiç söylenemeyenlerin bir şarkısı var.
Gizlenmiş sözlerin, söylenmiş gizlerin bir şarkısı var.

Bakışsız pencerelerin, kilitli kapıların, dumansız bacalarınbir şarkısı var. Dalgın bakışların, iç çekişlerin, saklı gülüşlerin bir şarkısı var.

Suskunlar, yalanı olmayan kelimelerle örülür çünkü.
Bizim bütün derdimiz kendimizle…
Ne zaman çıkılacak bir sefer ihtimali arasak ceplerimizde, pusulasızlığın engellerine takılıyoruz.
Yaşıyor ve yanılıyoruz. Yanılıyor ve anlıyoruz.
Kafanızı dünyanın iki yakasını bir araya getirmeye yorup dururken, asıl kopup gidenin kendi hayatınız olduğu gerçeğine çarparsınız birden!
İnsanı insana, hayatları hayatlara, hikayeleri hikayelere, ayrıntıları ayrıntılara görünmez iplerle bağlayan ne çok şey var.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir