Akilah Azra Kohen kitaplarından Gör Beni Kitap Alıntıları sizlerle.
Gör Beni Kitap Alıntıları
Düşündüklerini söylemeye alışık olmayınca düşünmeyi de unutuyor insan.
…kendimizden başka bir canın iyiliği için hayata yalvardığımızda doğuyordu insanlığımız.
Bilgi herkese yayılmadan bilmenin yarattığı basınç öylesine büyüktü ki bunu ancak gerçekten bilenler anlayabilirdi, hayat işte o zaman cehennemdi. Bilmeyenlerin arasında bilen olmak en büyük lanetti. Dinlemeyenlerin arasında duyan olmak ise felaketti.
Zaferin şekli yoktu ki.
En büyük zafer vicdan rahatlığı değil miydi?
Peki ya vicdanları küf tutanlar…
Onların zaferi neydi?
Vicdansız bir zafer ne olabilirdi?
En büyük zafer vicdan rahatlığı değil miydi?
Peki ya vicdanları küf tutanlar…
Onların zaferi neydi?
Vicdansız bir zafer ne olabilirdi?
Kimsin sen? Kim olmaya karar verdin? Kendini seçtin mi? Yoksa başkalarının seçimlerinden mi etkilendin? Unutma,sen sadece olmaya karar verdiğin kişisin..
Merakı hiç tükenmemiş biri bile ilk tetiklenmeden itibaren nasıl da uyanıyordu? Reaksiyondu hayat,insanın kimyasını değiştiren,zihni düşünceden düşünceye,analizden analize ve nihayetinde şekilden şekile sokabilen zincirleme bir reaksiyon ve merak bu reaksiyonun atmosferiydi.Neyin merakına takıldıysa zihnimiz onun dünyasında var oluyordu gerçekliğimiz.Sorgulamak insanlaşmanın,insanlaşmak uyanmanın şartıydı ve sorgulayan biri,bir gün mutlaka ayağa kalkardı. İnsanlık bir gün mutlaka ayağa kalkacaktı! Kıyamet zamanları yakındı.
Baktığı pahalılıktaki aciz fakirliği gördü. Görülenin ötesini görmeyi seçen herkes gibi…"
Duygular paylaşıldıkça hafifliyordu ve insanlar sanki bu yüzden bir arada yaşıyorlardı.
Sevgisizlik resmen bir hastalıktı, henüz tıp dünyasında adı konmamış, insanlığı bozan, yıpratan ,dünyayı cehenneme dönüştüren bir hastalıktı ve belki de bulaşıcıydı."
Çektiği acılar, üşümek, yorgunluk değildi insanı yenen şey, umutsuzluktu…
Her şey ne kadar geçici ve sahteydi aslında…
“Bilmeyenlerin arasında bilen olmak en büyük lanetti.”
“Ancak dikkatten kaçabildiğin kadar ıssızdın ve istediğin zaman ıssız olabildiğin kadar özgür.”
Cennet ancak paylaşılarak kurulabilecek en güzel yer değil miydi?
Aradığı yalnızlık değil, geçmişti… İnsan geçmişe kaçabilir miydi?
Hayatın en verimli terapilerinden biri değil miydi acıyı paylaşmak ?
Ne demiştik:Aşk toplum tarafından kabul görülen tek delilik değil miydi?
İnsan kendisinde ne varsa etrafında da o var sanırdı.
Sevgi sabırdı,inançtı, hissetmekti,anlamaktı.
Ön yargılarından sıyrılamayanlarsa hep kayıptı.
…ve bir gün herkes anlayacak hanımefendiliğin pantolon giymekle kaybolmadığını ama şirret olmakla bozulduğunu"
Hissettiklerimiz değil miydi cennetimiz ya da cehennemimiz?
İlkellik şekilde değildi ki.
İlkellik ehlileştirilmemiş ihtiyaçlarımızın bizleri ele geçirmesiyle başlayan, hissettiğimiz eksikliği diğerlerinin fazlalığında bulan, kıyaslarla yargılayan, şekille sınırlar koyan bir haldi…"
İlkellik ehlileştirilmemiş ihtiyaçlarımızın bizleri ele geçirmesiyle başlayan, hissettiğimiz eksikliği diğerlerinin fazlalığında bulan, kıyaslarla yargılayan, şekille sınırlar koyan bir haldi…"
Aşk toplum tarafından kabul görülen tek delilik değil miydi?
Birlikte değer kattıklarımızı biriktirmek değil miydi kültür?
Bizim olanı korumak değil miydi Cumhuriyet ?
Bizim olanı korumak değil miydi Cumhuriyet ?
Kalabalıklardan oluşan tanımadıklarımızın okyanusunda tanıdık bir yüz ada gibiydi.
Güçlü olmak öğrenilen bir çabaydı.
Ne yaparsa yapsın rüzgârı yakalayamayacak olmanın yıkıcı duygusu her hücresine yayıldı.
…atalarına yapılan haksızlığın önünden geçmek gibiydi…
Birinci Dünya Savaşı’nın adı değişmeli…
Birinci dünya yağması olmalı.
Birinci dünya yağması olmalı.
Kendini hatırlayan biri, kimseye kapılmazdı…
İnsan, zihninin şelalesinden kaçabilir miydi?
İnsan kendi değerini bilmediğinde, kendisine ucuza değer biçecek biri mutlaka hayatına geliverirdi. Sana ne kadar değersiz olduğunu hissettirenlerle dolu bir hayat, lanetlenmişlikti.
Ve kişinin kendine yaptığı en büyük yardım, başkasının ihtiyacı olan bir şeyi karşılamasında aracı olabilmekti, çünkü hayat farklı bedenlerde, farklı duygularla aksa da aslında tekti.
“Tarihimiz kesinleşmesi imkansız ama kesinleşmiş gibi kabul görmüş inanışlarla, fikirlerle doludur.”
Hissizlik, yaşanmış travmalara zihnin verdiği en büyük tepkiydi
…dene ve gör.
En büyük devrimdir İslâm !
Insan olmayı başarabilmek için doğduğunu anlamadıysan, hangi dine inandığının hiçbir anlamı yok.
Bazı sorulara insanlık hâlâ hazır değildi.
Yaşadığımız, yaşamayı seçtiğimiz her şey Bizdik. Seçimlerimizdik Biz. Girmeyi seçtiğimiz kapı, yürümeyi seçtiğimiz yolduk… Olacağımız kişiyi seçe seçe, olduğumuz kişiye gelmemiş miydik?
Kaybettiğin sevgiyi senden alana hissettiğin nefret en büyük zehirdi.
Kıyametler sakinlikten doğduğunda devrimlere yol olurlardı.
Allah’ın canıydı hayvanlar, bedenlenmiş yaşamın en iyi niyetli varlıklarıydılar.
İstenmek… kadınların zaafıydı.
…merakları ortak olan varlıklar bir gün birbirlerini mutlaka bulurlar.
Birilerinin abartılı zenginliği başka birilerinin daha da fakirleşmesi değil miydi?
Insanın kendini bilmesi, insanlık tarihini, yani nereden geldiğini anlamasıyla başlar.
Garipti bu İstanbul’un insanları!
Yoklukla savaşanlara duygular fazla gelirdi, utanç her yanı kış gibi sarar, eksiklik içinde yaşamanın zorlukları fırtınaya dönüşür, hisler buz tutar ve yargılar ağır basardı. İnsan akıllıysa, işte bu zamanlarda hep duygularından kaçardı. Çünkü o duygular hayat mücadelesinde olanlara sanki haramdı.
Tabular daima yıkılırlar.Tek sorun, tabuları yıkmakla görevlendirilmiş yüce ruhların da bu süreçte kurban ediliyor olması.
Kadın olmak başlı başına bir ihtilaldi. Her gün bir zihni fethedip varlığını olduğun gibi kabul ettirmekle geçen gündelik ama sonsuza kadar süren bir ihtilal. Her gün yeniden başlayan , hiç bitmeyen bir direniş. İnsan yerine konulmanın savaşı! Kendi kadınlığından bihaber, dekolte vitrini gezinen birçoklarının arasında engellere rağmen ilerlemeye çalışılan bir yoldu kadınlık. Herşeye rağmen kadın kalabilmekse en büyük zaferdi! Çünkü dünyanın en çok kadınlara ihtiyacı varken, sadece üç beş abazan aç bırakılmış cinselliklerine mazaret arıyor diye, objeleştirilen kadının tüm varlığını hayattan çekip saklanması hayata ihanet değil miydi? Kadının görev almadığı bir toplum köleliğe hizmetteydi.
küçücük bir havuzun içinde soru sormadan, sorgulamadan yaşayıp hayatı o havuz kadar sanıyorlardı. Bu balıklardan daha balık olan, bir sürü vardı, insan kılığında etrafta gezinip sorgulamadan yaşayan…
Birine huzur veren bir kelime diğerinin kalbini nasıl dağlardı? Hayatın zıtlıkları her köşede pusudaydı."
Sorumluluk almaktan kaçarken sevgiye fırsat vermeyen kuru bir yaşama mı dönüyordu hayatımız?
Sevgi ihtiyacı açlıktan bile daha öncelikli olabilir miydi?
Sevgi kesinlikle bulaşıcıydı"
Artık nasıl göründüğü değil, nasıl hissettiği önemliydi. Bedenine anlam inmiş biri zaten her haliyle etkili değil miydi?"
Hayatta en çok vakit geçirdiğin beş kişinin karışımına dönüşürsün demişti yazarın biri .
Kendi labirentinde kaybolmuştu ve bulunmak da istemiyordu.
Bulaştıracak fazla sevgisi olanlar karşılarındakinin korkaklığını umursamazlardı.
Bizleri hayrete düşürecek şeyler sunmazsak zihnimize, yaşamayı unuturuz.."
Özgürlük lazımdı, insanın kendine", düşünme özgürlüğü, deneme özgürlüğü, yanılma özgürlüğü, hata yapma özgürlüğü…
…varoluşunun tamamını sorgulayan, hissettiği gibi yaşayamayan, günbegün daralan sınırların içinde yok olan biri nasıl iyi olabilirdi ki ?
…çünkü insanın kazanamayacağı tek savaş kendisiyleydi.
Soruların sorulmadığı, soru soranların şeytan sayıldığı bir gelenek nasıl İslam’ı yansıtsın!"
Tecrübe, zalim bir öğretmendir; önce imtihan eder, sonra öğretir.
Tüm bu zıtlıkların bir anlamı vardı. Zıtlıkların içinde anlamları görebilenler hayatın mucizeleri ile tanışırdı..
Nefes alın Selim Bey, daha çok ve derin nefesler alın. İyi alınmış bir nefes beraberinde mutlaka uykuyu getirir, iyi bir uyku beraberinde mutlaka dinç bir uyanışı getirir, dinç bir uyanış beraberinde düşünen, anlayan ve sorun ne kadar büyük olursa olsun çözen bir zihni getirir.
Hepimiz kendi zannımızda, kendi "yarattığımız" bir Allah tanımı ile yaşıyoruz."
İnsan bedeninin dışına çıkıp kendine bakabilmeliydi.Nasıl göründüğünü, nasıl davrandığını, nasıl düşünüldüğünü anlayabilseydi,karşısındakinin üzerinde yarattığı etkiyi analiz edebilseydi,belki o zaman dengede durabilirdi…
Aşk, iradeyi tüketen en görünmez şeydi."
Bulaştıracak fazla sevgisi olanlar karşılarındakinin korkaklığını umursamazlardı.
Kalbimi veriyorum ellerine! Görmüyor musun Ülkü?"