İçeriğe geç

Gönül Bahçesi Kitap Alıntıları – Faruk Dilaver

Faruk Dilaver kitaplarından Gönül Bahçesi kitap alıntıları sizlerle…

Gönül Bahçesi Kitap Alıntıları

&“&”

Kendi kendinle mücâdele etmeye başla. Nefsinle mücá- dele et ve onun tekâmül etmesini sağlayarak såfiyete ermesini gerçekleştir. Her türlü olumsuz vasıflarını terk ederek nefs-i emmâreden, yaptıklarına pişman olup ken- dini eleştiren, kendine kızan nefis olan nefs-i levvâmeye geç. Bundan sonra gönlünü daha çok dinle ve ilham alan nefise, nefs-i mülhimeye geç. Bu makamdan îman ile tatmin olmuş olan nefse; nefs-i mutmaine geçmek için o kişinin elinden büyük bir velînin tutması gerekir. Nefs-i mutmainde emniyet ve güven vardır. Bu nefis makamına erenler, evliya dediğimiz insanlardır. Mutmainden sonra, yaşadığı her olay Hak’tan geldiği için ondan râzi olan makam, nefs-i râziye geliyor. Ondan sonra merdiye ve sâfiye var. Bunlar, çok istisna insanların ulaşabildikleri nefis makamlarıdır. Nefs-i sâfiye, Peygamberimiz’in nefis makamıdır.
Maneviyatta hep, yükselmeden söz edilir. Yükselme vardır ama yükselmenin yolu küçülmeden geçer. Küçülmedikçe yükselemeyiz. O kadar küçüleceğiz ki, dünyaya ilk geldiğimiz günkü gibi saf bir bebek olacağız.
Allah dostu diyor ki:
El kârda, gönül yarda olsun."
Bir mübârek, gencin birine bakmış, eliyle altın tartıyor. Bir de gönüle bakayım, demiş. Genç, gönlünde Allah’la meşgul oluyor. Aynı mübarek Kabe’ye gitmiş. Yaşlı biri kabe’nin duvarına başını yaslamış hüngür hüngür ağlıyor:
"Allah’ım, istediğimi ver!" diyor. Onun da gönlüne bakmış komşusunun tarlasını istiyor. O gencin haline bak! O yaşlının perişanlığına acı!
İlk günler feyzi bol bulursun. Sonra bulamazsın. Ciğerin yanar. Huh" dersin, dumanın çıkar.
Hazret- Bekir’in biri komşusu gelmiş Resúlullah’a:
"Ya Resûllullah, Ebu Bekir’den şikayetçiyim. Her akşam ızgara pirzola yapıyor, ciğer kavuruyor. biraz da komşu hakkı için bize göndermiyor.
"Ya Ebubekir! Gel, senden şikayetçi var. Neden biraz da komşuna vermiyorsun?" "Anam, babam, canim feda olsun yâ Resûlullah, benim evime aylardır et girmedi." deyip ah çekince:
"İşte, bu kokuydu!" diyor komşusu.
Ciğeri yanıyormuş, komşusu da zannediyor ki, et pişiriyor..
Hazret-i Ayşe diyor ki: "Resûlullah’ın bir hâli vardı, o zaman nefes alışı değişiyordu."
"Bana Bilâl’i çağırın." dermiş Peygamber Efendimiz: "Yâ Bilâl! Beni o güzel sesinle gönder."
Hazret-i Bilâl Kur’an okurken, Peygamberimiz kendinden geçermiş.
Ondan önce de: "Yâ Ayşe! Fazla sürerse, beni kadınsı sesinle geri çağır." dermiş.
Buraları inceleyelim; ilgilendiğimiz yerler buralar. Buralarda sırlar var.
Hacı Bektaşi: "Eğer nefesi alsaydın istediğin herşeyi almış olacaktın" demiş Yunus Emre’ye. O pişmanlık bize miras kaldı.
Yunus Emre diyor ki: "Aman, buğday istemeyin!"
Bir hak dostuna gittim, herkese birer kaymaklı bisküvi verdi. Bana aç elini" dedi, tabağı boşalttı, iki avucumu doldurdu. "Neden size Birtane verdim de onun avucunu doldurdum, biliyor musunuz? Bu, gider herkese dağıtır. Bu, dilenci; Allah’ın dilencisi, dilenir, dağıtır!"
Allah, Ben kulumun zannına göreyim." diyor. Çoban oturmuş kırda, Allah’ı özlemiş:
"Ya Rabbi! bir gelsen de tenhada, sizin için ördüğüm çorapları ayağına giydirsem, sana hizmet etsem, taze süt sağıp sana içirsem." demiş.
"Ey Hızır, git o kulumu ziyaret et!" Diyor Allah. Hızır Aleyhisselam çobanı ziyaret ediyor: "Ne yapıyorsun?" diye soruyor.
Çoban: "Allah’ı özledim, O’nu çağırıyorum. Gel de sana süt içireyim, diyorum."
Hızır Aleyhisselâm: "Sen Allah’ı insan gibi düşünme. O, süt falan içmez."
Çoban üzülüyor: "Ya öyle mi?" diyor. O an Hızır’a, Allah’tan bir nida geliyor: "Dur yâ Hızır! Seni ona engel olup, onu azarla diye göndermedim. Onun beni sevişinden hoşlandım da git bak ne güzel seviyor, böyle kullarım sa var diye gönderdim." diyor.
Hızır aleyhiselam nadim olup çobana:
"Öyleyse gelmişken sana namaz kılmayı öğreteyim. Nasıl namaz kiliyorsun" diye soruyor.
Çoban:
"Ak koyun, kara koyun, alnımı nereye koyayım diyorum, yere kapanıyorum." diye cevap veriyor. Hızır Aleyhisselam, olmaz öyle, deyip sureleri, duaları, öğretiyor ve gidiyor. Çoban okuyorken nasıl okunduğunu unutuyor, peşinden koşuyor.
Hızır suyun üstünde giderken çoban da su üstünde koşarak yetişiyor.
"Dur, otururken hangi dua okunacaktı?"
Hızır Aleyhisselâm bakıyor ki çoban da suyun üzerinde.
"Sen en iyi nasıl biliyorsan öyle devam et." diyerek ona veda ediyor.
Mana,suretten görülmeye başlarsa;dikkatini surete çevirme,mana ile ilgini kesme,manayı seyret.
Gönül aynasını zikir ve ibadetle öyle parlat ki,onda tecelli eden Hakk’ın cemalini daha net göresin.Dünya ehlinin bundan haberi yoktur.Onun muradı,makam ve mevkidir.
Dünyada her neye kavuşursan,sen onu yok bil.Çünkü o,bir gün seni terk edecek.
Bu vefasız isteklerin kimseye yar olmadığını görmüyor musun?
????? ?????? ?????, ? ????????? ????ℎ’? ???̧.
Önce niçin yaratıldığımızı anlayalım. Sonra Yaradan’ımızı arayalım. Elçisi ile bize bildirdiği emirlerine uyalım. Yoksa doyumsuz, huzursuz, mutsuz bir hayat yaşar, kendi kendimizi yer bitiririz.!
Manevi büyüklerde türlü tecelliler olur. Onların beşerî hâli, değişen üslübu sizi yanıltmasın. Her an yeni bir tecelli olabilir. O yüzden başka bir fark görülebilir. Miskin Yûnus bu sözü kendiliğinden söylemez, Hak veriverdi dersini lisanımıza"
Derman aramaktan usanmayın. Isteyin, dileyin; ama şikâyet etmeyin. "Medet Ya Hak!" deyin!

Gül koklayan, gübre koklayamaz. Gül kokusuna müptelå olan, kötü kokulardan hoşlanmaz. Pislik böceği de gül kokusunu sevmez. Nefsin terbiye olmazsa, meleklerin kokusunu duyamazsin. Duysan da hoş gelmez. Hâlbuki onların kokusu mükemmeldir.

Benlikten dolayı kendi kokusu güzel geliyor insana. Yoksa herkesten yayılan kokunun hoş olduğu söylenemez!

Günümüzde aile, ana baba ocağı, çocuklar değişiyor, eski aileler kalmadı! Kalsa bile ana baba, çocuğunu istediği gibi büyütemiyor. Vermek istediklerini bir anda yok eden ler var. Bunlar çocukları ailelerin elinden alıp götürüyor, onları mahvediyor. Ahlâksız, terbiyesiz yapıyor. Bir karış çocuk, kendine gelmeden sigara içip, uyuşturucu kullanıyor. Artık ortaokulda başlıyor bu işler. Lisede iyice karışıyor.. Tahmin ettiğimizden çok daha kötü şeyler oluyor, akla hayale gelmeyen!

Meraklı olmayalım. Fazla merak tehlikelidir. Çok meraklı insanların başına kötü şeyler gelebilir. İnsanlar fazla meraktan sigaraya, uyuşturucuya başlıyor. Merak edip bir kere denemek isterken kapılıp gidiyor..

Her ne sebeple olursa olsun yaşadığın aşka ihânet edip nâmertlerden olma. Çünkü Hak nâmertleri sevmez.
“Kendinle mücâdele etmiyorsun. Çünkü kendinden memnunsun.’
Kendi kendinle mücâdele etmeye başla. Nefsinle mücá- dele et ve onun tekâmül etmesini sağlayarak såfiyete ermesini gerçekleştir. Her türlü olumsuz vasıflarını terk ederek nefs-i emmâreden, yaptıklarına pişman olup ken- dini eleştiren, kendine kızan nefis olan nefs-i levvâmeye geç. Bundan sonra gönlünü daha çok dinle ve ilham alan nefise, nefs-i mülhimeye geç. Bu makamdan îman ile tatmin olmuş olan nefse; nefs-i mutmaine geçmek için o kişinin elinden büyük bir velînin tutması gerekir. Nefs-i mutmainde emniyet ve güven vardır. Bu nefis makamına erenler, evliya dediğimiz insanlardır. Mutmainden sonra, yaşadığı her olay Hak’tan geldiği için ondan râzi olan makam, nefs-i râziye geliyor. Ondan sonra merdiye ve sâfiye var. Bunlar, çok istisna insanların ulaşabildikleri nefis makamlarıdır. Nefs-i sâfiye, Peygamberimiz’in nefis makamıdır.
Aşk, ruhsaldır. Bir çıkar ilişkisi, zevk meselesi değildir. Bir kere sevdiysen, sevginin hatırını say, vefâlı ol. Sevgine sadákar göster ki ben sana ilâhî aşktan söz edeyim. Zâhirî aşka sadık kalmazsan Hakk’ın aşkına nasıl sadık olacaksın? Öyle vefâsız âşıksan, aşkın adını lekeleme. Haydi aklıselim, kalbiselim ol; bir zamanlar uğrunda ölmeyi göze aldığın insanın gönlünü al. Geçmişin o hasret dolu günlerini temiz hislerle an. İyi geçinmeyi öğren ki ben sana gerçek aşktan söz edeyim.
Aramızda bir üstada, Hak dostuna gönül verenler olmuştur. Bazıları ileri gidip diğerlerini yalanlar, Yalnız benim üstadım gerçek." der. Elbette sana göre seninki olacak, ona inanmazsan zaten istifade edemezsin. Ama bilerek veya bilmeyerek başkalarını inkâr etmenin sorumluluğunu hiç düşünüyor musun? Daha tasavvufun "t" sini öğrenmeden, ömrünü bu uğurda harcamış insanlar hakkında önyargılarınız olmasın. Mânâ yolunda herkes: "Benim üstâdım en büyük!" der. Peki, kaç tane en büyük olabilir? Hiç olmazsa bunu hatırlayın ve gerçek büyüğü inkâr etmeyin. Daha tüyleri çıkmamış kuş yavrusu iken; şahinlere, doğanlara sataşmayın. Allah bizi, haddini bilen kullarından eylesin..

Tasavvuf, İslâmiyet’in ruhudur. Tasavvuf; Allah’ın emirlerine ve Peygamberimiz’in sünnetlerine samimiyetle uyup Peygamberimiz’in ahlâkı ile ahlâklanarak bu uğurda nefsini terbiye etmek, rûhânî gelişim sürecini tamamlayıp aşk ve muhabbetle Hakk’a yakın olmanın, Hakk’a kavuşmanın ilmidir. Tasavvufu öğrenmeden önce İslâmiyet’i öğrenmek gerekir. Diğer bilimleri öğrenerek çeşitli okullar, üniversiteler bitirmişiz ama inandığımız dinin ilkokulunu bitirememişiz!. Dünya bilimlerinde üniversite seviyesindeyken, mânevî bilimde ilkokul seviyesinde bile değiliz. Maddî ve mânevî ilimler ara- sında denge kurmaktan yoksun kalmışız. Önce inandığımız dinin bilgisini, dünyalık bildiklerimizin seviyesine çıkaralım. Her iki ilim arasındaki uçurumu isabetli kitaplar okuyarak kapatalım. İşte o zaman madde ile mânâyı dengelemiş oluruz.

İlahi aşkı yükselen kimselerin, o beyaz gömleğe özlemi artar.
Akıl dosttur ama gönlü dinlerse..
Uzaklaştıran sebepler gölgeydi , yakınlaştıranlarsa gerçek !
Geylâni Hazretleri’nin yanında bir aşçı varmış. Yıllardır şu kapıdayım, gelen yetişti, giden yetişti, ben hiçbir şey olamadım." demiş. Oraya başka ülkeden ziyaretçiler gelmiş. “Bize bir mürşit ver, ey Sultan!" demişler. Aşçı: “Ne olurdu, bana bu görevi verseydi!" demiş içinden. O sırada Hazret, un helvası yapmasını istemiş aşçısından. Helvayı kararken aşçı bir ara kendinden geçmiş. Hazret çağırıp: "Görevli olarak seni gönderiyorum. Gittiğin yerde ne kazanırsan ortağız, yarısını isterim." demiş. O da kabul etmiş. Yıllar sonra, gittiği yerden birçok hediyeler almış, servet sahibi olmuş. Evlenmiş, bir oğlu dünyaya gelmiş. Geylânî Hazretleri bir gün onu ziyarete gitmiş. "Hakkımı almaya geldim." demiş. Her şeyi ikiye bölmüşler. Mübârek: “Oğlunu da ikiye böleceğiz." demiş. Aşçı: "Nasıl olur!" deyip Hazret’in üzerine yürümüş ve palasını çekip saplamaya başladığında kendine gelmiş. Bakmış ki, ocağın başında helva kardığı kepçeyi tavaya vurup duruyor. Geylânî Hazretleri onu yanına çağırıp: "Gördün mü, seni erken gönderseydik hayatımızı kaybedecektik." demiş.
Sen sana düşeni yap
Takdiri bekle
Olmanın olgunlaşmanın zamanı var
Acele etme
Ziyan olursun
Maneviyatta hep, yükselmeden söz edilir. Yükselme vardır ama yükselmenin yolu küçülmeden geçer. Küçülmedikçe yükselemeyiz. O kadar küçüleceğiz ki, dünyaya ilk geldiğimiz günkü gibi saf bir bebek olacağız.
Edebli olalım. Ön yargılı ve art niyetli olmayalım. İyi niyetli olup açık aramayalım. Kimseyi imtihan etmeyelim. Hakir görmeyelim. Okuduğumuz kitapları iyi niyetle okuyalım. Dinlediğimiz sohbetleri samimiyetle dinleyelim. Güzel yorumlayalım. Unutmayalım ki, açık arayan açık verir, tenkit eden tenkit edilir, imtihan eden imtihan edilir. Kimsenin yaptığı yanına kalmaz.
Mevlana, kainatın sırrının devran olduğunu gördü.
Dünyanın hem kendi etrafında, hem güneş etrafında dönüşünün sırrına erdi.
Devranın hakikatini buldu.
O an ayağa kalktı ve dönmeye başladı…~
Aşk ateşiyle yanmayan pişmez. Nefsanî yananın dumanı çıkar, aşkla yananın dumanı tütmez.
Size hiç emin"olduğunuzu söyleyen oldu mu ?
İnsanlar kalben, o kişinin tamamen zararsız olduğuna îman edince , o kişiye "emin" diyorlar.
Sanma ki boşa döner vecde gelen âşıklar,
Hakk’ı kucağına alıp öyle semâ ederler ."
O ganimet sahibi Allah , zenginlerin en zengini olan , esirgeyici bağışlayıcı Allah; âcizliğin âcizi, kulluğun övüncü olan, zıddiyetinin yanındadır. Hakk’ın zıddiyeti kulluktur, yokluktur. Hiçbir padişah kölesi ile tahta oturmaz. O büyüklük sadece Allah’ a mahsustur. O, kulu ile aynı tahta oturur.
Bulanan gönül havuzunda Ay doğmaz ..!
Aşığa en zor gelen , aşkından şüphe edilmesidir! Bu aşığı öldürür.
Zaman çok hızlı geçiyor Dün gibi geldi geçti ömrümüz. Geçmiş hayatımız dün gibi geliyorsa,geri kalan ömrümüzü de yarın gibi düşünelim. Yarın gibi geçecek kalan ömrümüz.Ona göre yaşayalım
İndikçe yükselirsin. Kalp aşağıda,aklımız bir karış yukarıdadır. Bu akıl,hep yukarı çıkmayı arzu eder. Bir kere de aşağı inmeyi düşünmez. Halbuki yedi kat semâyı,arşı kürsüyü aşağıdaki kalbinde bulur.
Ölüye giden ölür,diriye giden dirilir.
Biri bizi manevi cazibesiyle bedenimizden çekip alsın .
Sonra Allah’ı çok seveceksin. Cân-ı gönülden , gözden göze, gözden öze seveceksin.
Güzelden, güzel görülenden zevk alınmaz; ona aşk duyulur. Aşkta zevk yoktur. Sevgi yükseldikçe zevk azalır. Aşkta yakîn vardır. En sonunda seven sevdiğine o kadar yakın olur ki, sevdiğinde yok olur, kendini o zanneder. Bu duyguya hiçbir zevk erişemez .

Gerçek anlamda sevdiğimize kırılamayız.
Onun hataları, kusurları bize dokunuyorsa daha sevgimiz olgunlaşmamıştır.
Sevgimiz olgunlaşırsa, bize onun hiçbir hareketi dokunmaz. Karşımızdaki insanı kendimizi sever gibi sevelim . Kendimizden rahatsız oluyor muyuz ? Başkasının kokusu bizi rahatsız eder ama kendi kokumuz etmez . İnsan başkasını kendi nefsini sevdiği gibi severse ondan rahatsız olmaz.

Ten gözü dalarsa can gözü açılır. Gözümüz bir noktaya daldığı anda gönlümüz manevi kanala bağlanır.Ten gözümüz artık, baktığı o noktayı göremez olur. O andan itibaren başka bir göz görmeye başlar.Biraz durgunlaşalım, sakinleşelim; gözümüz bir noktaya dalsın, gönlümüz uyansın ,uyanık rüyalar görelim.
Madem ki ölecektik neden doğduk?
Ana karnından doğmuşsun, ama kendi bağrından doğamıyorsun.
Hep başımız yukarıda yürüyoruz.
Secde yaparsak başımız aşağı, kalbimiz yukarı gelir.
Secdenin sırrı budur.
İlmin kaynağı kalptedir.
Kefen, Hakk’ın gelinliğidir.
Güneşin batıdan doğması için dünyanın tersine dönmesi gerekir. Bu, fizikî anlamıdır. Manevî anlamda hakikat güneşinin Batı’dan doğması, gerçeklerin Batı’dan yayılması demektir.
Hani, nerede daha öncekiler? Teker teker gittiler. Sıcak sudan soğuk suya vurmazlardı ellerini. Nerede eski tanıdıklarımız? Zamanı gelince hepimiz gideceğiz. Aman gafil olmayalım, can boğaza gelince geri dönüş yok! Kendimizi kurtaralım. Tek ümidimiz, Rabb’imizin yardımı ve bağışlamasıdır.
Her varlık geldiği yere döner. O halde ruh, Allah’dan geldi, Allah’a döner.
Nedamet de ibadettir. Şeytan vesvese vermiş, Hazreti Ömer bir gün sabah namazına kalkamamış. O kadar üzülüp ağlamış ki, ertesi sabah şeytan gelip Hazreti Ömer’i namaza kendi kaldırmış: kalk ya Ömer, öyle bir nedamet gösterdin ki, Allah sana, kaçırdığın namazın on kat sevabını verdi; kalk, namazını kıl da on kat sevap yerine bir kat al!" demiş.
Hazreti Ali’ye demişler ki : Yarın camiye gitme, seni hançerleyecekler!"
"Beni can korkusu mu engelleyecek, Allah’ın huzuruna çıkmaktan!" diye cevaplamış. Yine rivayet olunur ki, bacağına ok batmış, acıdan çıkaramıyorlar. "Namaza durayım da o zaman çıkarın."diyor. Selam veriyor: " Çıktı mı? " diye soruyor. Farkına varmadan çıkarmışlar. Allah, hepimize böyle namaz kılmayı nasip etsin.
Mutlu olun. Sözler sizi kırmasın. Lafın, dedikodunun yıkamayacağı bir insan olun. Rabb’inize sığının. Yeter ki, Allah’tan ayrı düşmeyin. En acısı o… Başkalarının ayrılığı o kadar dokunmaz.
Sanma ki boşa döner vecde gelen aşıklar,
Hakk’ı kucağına alıp öyle sema ederler."
Gönlüne Allah gelenin derdi biter
Bir olayda sebeplere güvenmek onları Allah’a ortak koşmak olur
Ömür gelmiş geçiyor. Biz hala bina üstüne bina dikmeye çalışıyoruz.
Kötü arkadaş ile gezersen mutlaka O’nun huyu ile huylanırsın.
Sevgi gönlü uyandırır.
Size Allah’ı her ne unutturuyorsa zararlıdır
Nasıl yaşarsanız yaşayın. Razı olun. İyi birşeyler yapmaya çalışın. Allah’tan yardım isteyin. Olmuyorsa isyan etmeyin
Gençler! Ailenize bağlı olun. Sürüden ayrılanı kurt kapar.
Ne kabiliyetiniz varsa Allah için kullanın.
DEĞİŞİN. DEĞİŞMEDEN ÖĞRENMEK BİLGİ HAMALLIĞIDIR.
Asıl vatanımız Allah’tır
Hz Ali’ye demişler: yarın camiiye gitme seni hançerleyecekler.
" Beni Allah’ın Huzuruna çıkmaya can korkusu mu engelleyecek" demiş.
İnsanın en büyük meselesi dünyaya gelmek ve dünyadan gitmektir
Ölüm gerçeğini unutarak mutlu olamayız
Hayatımızda mânâ kalmadı. Şarkılarda, türkülerde anlam azaldı. Çok konuşuluyor ama kelimeler anlamsız, sözler mânâsız… Kimse istediğini anlatamaz oldu.

İnsanlar gündüzleri geçinmenin, geceleri eğlenmenin peşine düşmüş. Kendini düşünecek, yaptıklarına mânâ verecek zaman kalmamış.

Düşünmek, gerçekleri anlamak, nereden gelip nereye gideceğini bilincin ermek için bir kaza, bela, hastalık mı lâzım?
Bir anlatmak bilmişlik hastalığına yakalanmışız ;sadece konuşuyoruz, yaşamıyoruz .Bir de yaşayarak anlatmayı denesek,olmaz mı?
Öğrendiklerimizin ne kadar bilincindeyiz ?İnsan o kadar güzel şeyler anlatır ki,anlattıklarının farkında olmaz.Biliyordur ama bilincinde değildir .Bilincindedir ama yaşamıyordur .
Akıl, dosttur; Ama gönlü dinlerse.
Bu dünyaya geldik geleli, acı tatlı bir hayat yaşadık. Daha
ne kadar ve nasıl yaşayacağımız belli değil… Geçip giden şu
hayat yolculuğunda bir kere durup düşünelim. Ölüm gelip almadan, yaşamanın rnanasına erelim.
İnsana kötülük Allah’tan gelmez! İnsana kötülük, yine kendinden gelir.
İnsanlar öleceğine inansa, bu savaşlar biter. Ne yaparsa yanına kar kalacak zannediyor insanoğlu.
Aklımızla her şeyi çözmek mümkün değil. Allah’a sığınalım. Ya Rabbi, bana gerçeği göster, ben gerçeği görmek istiyorum, bana gerçeği kolayından yaşat!" diye Yaradan’a yalvaralım.
Çalışın! Kimseye muhtaç olmamak için, başarılı olmak için çalışın. Boş durmayın. Gönlünüz Hak’ta, eliniz işte olsun.
Bu dünyanın nimetleri Hakk’ın güzelliğine perde oldu. Dünya gözümüzden düşünce Hakk’ın nuru parıldar. Dünyaya esiri olmaktan vazgeç. Allah’a kul ol!
Birini severek ona aşık oluyorsun. Sonra bir sebeple o sevdiğine kızarak aşkı da inkar ediyorsun. Hadi diyelim ki, ona kızdın. O insan yanlış yaptı ondan uzaklaştın. Neden yaşafığın aşkı inkar ediyorsun. Bu aşkı sen yüreğinde duymadın mı? O aşk ateşi seni yakmadı mı?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir