Ali Nesin kitaplarından Gömüyü Arayan Adam kitap alıntıları sizlerle…
Gömüyü Arayan Adam Kitap Alıntıları
&“&”
Biz gözüyaşlı insanlarız; sevinir ağlarız, üzülür ağlarız, kahrolur ağlarız. Mizahımız da bundan ötürü gözyaşlarından süzülmüş birkaç damla kahkahadır.
Aşk (sevi) her güzelde sevdiğini ve sevdiğinde her güzeli bulmaktır ve buna inanmaktır. Sevi, gönlümüzün gerçeğini dilediği gerçekliğe çevirmesidir.
Annem okuryazar değildi. Ama, ince duygulu, sağduyusu olan bir kadındı. Bütün analar, dünyanın en iyi kadınlarıdır. Benim annem de, benim annem olduğu için dünyanın en iyi kadınıydı.
Ortaokula geçip parasız yatılı askeri okula başlayınca ve ondan önce, yine parasız yatılı okul Darüşşafaka’da okurken, artık beni besleyen, giydiren, bütün gereksinmelerimi karşılayan, eğiten, kısacası ne ölçüde insan olduysam beni o ölçüde insan yapan artık anam babam değildi. Ya kimdi? O zaman bize öğretildiğine göre devletti. Hele Darüşşafaka gibi, kuruluşu ve ondan sonra işleyişi iyiliksever kişilerin yardımına dayanan bir okulda bile, bizi devletin yedirip içirdiğini, okuttuğunu, eğittiğini sanıyordum.
Lise öğrencisi olduktan sonra bu düşüncem değişti. Devlet kimdir, nedir, ne işe yarar diye kendime sormaya ve düşünmeye
başladım. Lisenin ileri sınıflarında yeni bilgiler edindikçe ve
devletin kimliği konusunu düşündükçe anladım ki, devlet denilen
şey, ruh gibi, vicdan gibi, namus gibi, somut olarak var olmayan
soyut bir kavramdır. Kendisi yoktur. Kendi yerine simgeleri vardır.
Lise son sınıfına doğru, bizi yedirip içirenin, giydirip besleyenin,
okutup eğitenin devlet değil, halk olduğunu anlamıştım.
Bu halk, salt bizi beslemekle, yetiştirip adam etmekle kalmıyor,
devleti de o besliyordu. Belki de padişahlık döneminden kalıt
bir duyguyla Allah’ın yeryüzündeki uzantısı ve simgesi sandığım
devlet adamlarının aylıklarını da halk veriyordu. Yani devlet,
halkın parasıyla güzel yemekler yiyor, iyi besleniyor ve çocuklarını en iyi ve en pahalı okullara gönderiyordu. Öyleyse esas olan devlet değil halktı.
Gömü
Babam Abdülaziz Efendi
Yaşamınca bir gömü aradı
Sanki gömmüş gibi kendi
Yerini başkası bilmezdi
Bulamadan aradığını
Seksen üçünde tükendi
Gömü arayıcılar soyundan gelirim
Kimimiz altın arar kimimiz sevi
Hepimizin gönlünde o düşlem evi
Bulamayacağımı bilirim
O olmayanı ararım
Babam gibi bulamadan ölürüm
Türümüz tükeniyor gittikçe oğlum
Sürdür ata armağanı kalıtımızı
Kurutma bu has damarı insan soyundan
Olmasa da ara düşleyip bir gömü
Yaşamak aramaktır içindeki gömüyü
Aziz NESİN
Vakıf 11 Nisan 1983
Babam
Dünyaların en iyi babası benim babamdır
Düşmandır düşüncelerimiz
Dosttur ellerimiz
Dünyada tek elini öptüğüm
Babamdır
Kırkını geçtin adam olmadın der
Başım önünde dinlerim
Önünde tek baş eğdiğim babamdır
Sabahlara dek Kuran okur
Anamın ruhuna
İnanır ona kavuşacağına
Bana gavur der
Diş bilemeden
Dünyada tek bağışladığı ben
Tek bağışladığım odur
Başım derde girdikçe bakar çocuklarıma
Bitürlü ölemiyorum der senin yüzünden
Çocuklar ortada kalacak
Ölemez kahrımdan benim
Yaşamak zorunda benim yüzümden
Gözlerindeki ateş bakışlarında söner
Tuttuğun altın olsun der
Çocukluğumu tek anlayan odur
Dünyaların en iyi babası benim babamdır.
Aziz NESİN
Annemin Anısına
Bütün anneler annelerin en güzeli
Sen en güzellerin güzeli
Onüçünde evlendin
Onbeşinde beni doğurdun
Yirmialtı yaşındaydın
Yaşamadan öldün
Sevgi taşan bu yüreği sana borçluyum
Bir resmin bile yok bende
Fotoğraf çektirmek günahtı
Ne sinema seyrettin ne tiyatro
Elektrik havagazı su soba
Ve karyola bile yoktu evinde
Denize giremedin
Okuma yazma bilmedin
Güzel gözlerin
Kara peçenin arkasından baktı dünyaya
Yirmialtı yaşındayken
Yaşamadan öldün
Anneler artık yaşamadan ölmeyecek
Böyle gelmiş
Ama böyle gitmeyecek
Aziz NESİN
Babamın çok hızlı, doğru ve güzel yazdığını Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in üçüncü cildini yazarken tanık oldum. Yaşamının son iki yılıydı. Gözleri nerdeyse hiç görmüyordu. Hele yazdığını hiç okuyamıyordu. Babam yazdıktan sonra, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in notlarını düzelterek bilgisayara geçiriyordum. Yarıkör bir durumda yazdığı Böyle Gelmiş Böyle Gitmez notlarına pek az düzeltme gerekti. Hatta, gözleri sağlıklıyken yazdığı müsvettelerden çok daha az…
Halkımızın yüzde altmışı aptal ve enayi diyecek bir yere geldim. Bu oranın yüzde altmıştan çok olduğunu da gördüm ve anladım.
İran Şahı Rıza Pehlevi, Mısır Kralı Faruk ve Kraliçe Elizabeth Aziz Nesin aleyhinde hakaret davası açarlar. Aziz Nesin 6 ay hapse mahkûm olur.
Bir vicdan 100 mahkemenin mantığından üstündür.
Biz gözüyaşlı insanlarız; sevinir ağlarız, üzülür ağlarız, kahrolur ağlarız. Mizahımız da bundan ötürü gözyaşlarından süzülmüş birkaç damla kahkahadır. "
Ezberlettikleri surenin Türkçesini öğretmezlerdi; Türkçesi Arapçasından daha zor olduğundan mı?.."
Yaşamak aramaktır içindeki gömüyü"
Güneşin en güzel renkleri batarken ortaya çıkar. Çevren’lerin o tatlı kızıllığı akşamüstleridir…
Anne yüceltilir, idealleştirilir. Anne, kusursuz kadındır.
Bütün bir yaşam , o ideal anneyi aramakla geçecektir.
Aziz Nesin
Düşmanları dostlarından fazlaydı. Hatta çok az dostu vardı diyebilirim. Gerek düşmanlarının, gerekse dostlarının Aziz Nesin’in Türkiye’nin yetiştirdiği en ilginç kişiliklerden biri olduğuna inandıklarını sanıyorum.
Hep yaşımdan genç gösterdim.
Görünüşümle yaşım birbirine uymaz.
Bu benim yaşamımdaki, elimde olmayan tek sahteciliğimdir.
Aşk (sevi) her güzelde sevdiğini ve sevdiğinde her güzeli bulmaktır ve buna inanmaktır.
Kutsal olan devlet değil, halktı. Halk varından vermiyor, kendisinde olandan vermiyor, yokundan veriyordu.
Aziz Nesin yoksul doğmuş, yoksul büyümüştü. Bütün yaşamı boyunca da bir yoksul gibi yaşadı. O, parayı kendisi için değil, başkaları için kazanmak istiyordu. Başkaları mutlu olsunlar, başkaları okusunlar diye…
Yol istediği kadar değişsin, ayaklar ve adımlar değişmedikten sonra her ufuk pes der ve her zirve mahkumdur!..
Dünyaların en iyi babası benim babamdır
Düşmandır düşüncelerimiz
Dosttur ellerimiz
Öleceği günü ve saati önceden bildirenlerin hikâyesini çok dinlemişizdir. Belki de bu, bite bite tükenmekte olan insanın artık yorulup ölüme karar verişidir, ölümle sözleşme.
Bütün anneler annelerin en güzeli
Sen en güzellerin güzeli
Onüçünde evlendin
Onbeşinde beni doğurdun
Yirmialtı yaşındaydın
Yaşamadan öldün…
Düşmanları dostlarından fazlaydı. Hatta çok az dostu vardı diyebilirim. Gerek düşmanlarının, gerekse dostlarının Aziz Nesin’in Türkiye’nin yetiştirdiği en ilginç kişiliklerden biri olduğuna inandıklarını sanıyorum.
Ey benim bunca yıllık pişmanlıklarım, merhaba!
Esas olan devlet değil halktı.
Ah zavallı yaşantılarımız, nasıl boşuna, nasıl isteklerimize aykırı geçti, nasıl!..
Allah’tan bile olsa bir karşılık bekleyerek insanlara iyilik yapmak, bence daha baştan Allah’la pazarlığa girmek ve bir koyup beş almayı istemek demektir.
Benim kuşağımdan bu gizil düşüncelerle yetişmiş erkek pek çoktur. Bunlar, eşlerinde annelerini arayan mutsuzlardır. Anneleri ne denli mükemmelse, annelerini ne denli idealize etmişlerse, yaşamlarını paylaşacakları o mükemmel kadını hiçbir zaman bulamayacaklarından, o denli düşkırıklığına uğrayacaklar, evlilikleri o denli mutsuz sürecektir. Bundan çıkardığım özet kanım şu: Bir anne ne denli ideal anneye yakınsa, oğlu evlendiğinde oğluna o denli kötülük etmiş olur. Oğul, boş yere o meleği, o periyi arayıp duracaktır.
İçerde konuşulanları duyabilmek için kulağımı kapıya, anahtar deliğine dayadım. Bütün ayrıntılarıyla annemin bir sözü kulağımda. Annem, babama diyor ki:
– Oğlum yatılı okulda okuyor ya, onun için gözlerim açık ölmüyorum…
Oysa ben okuldan kaçmıştım, bir daha da okula dönmek olanağım yoktu. O denli çok zaman geçmişti ki, dönsem bile artık beni okula bir daha almazlardı.
Benim okul kaçkını olduğumu ne annem, ne babam biliyordu. Annemi ölüm döşeğinde kandırmıştım; bu bana çok ağır geldi.
Okuyabilmek, okula gidebilmek için çırpınmamın tek ve baş nedeni, işte kapı arkasından duyduğum, annemin bu son sözleridir. Kendimi anneme borçlu, sorumlu, yükümlü buluyordum. Ne yapıp edip okumalıydım. Annem o sözleri söylemeseydi, ben de o sözleri duymasaydım, bir daha hiç okula gidemezdim, okuyamazdım…
Öleceği günü ve saati önceden bildirenlerin hikâyesini çok dinlemişizdir. Belki de bu, bite bite tükenmekte olan insanın artık yorulup ölüme karar verişidir, ölümle sözleşme.
Neyim varsa iyi olan, hepsini, her şeyimi anneme borçluyum.
…
Türümüz tükeniyor oğlum
Sürdür ata armağanı kalıtımızı
Kurutma bu has damarı
insansoyundan
Olmasa da ara düşleyip bir gömü
Yaşamak aramaktır içindeki gömüyü
Vakıf 11 Nisan 1983
Benim için kadın erişilmez, insandan ayrı, yüce bir varlıktı. Okurlarımın inanmayabilecekleri bişey söyleyim: Bunca kadınla yakınlığımdan sonra bile, bugün kadınları, elbet gerçekten sevdiklerimi, aynı biçimde görüyorum. O kadınlar, biz erkekler gibi gerçek insan değil, gerçekte var olmayan, imgelemimizin yarattığı birer peridirler; hiç eksiksizdirler. Bu yücelttiğim kadınlardan biri de elbet annemdir.
Öleceği günü ve saati önceden bildirenlerin hikayesini çok dinlemişizdir. Belki de bu, bite bite tükenmekte olan insanın artık yorulup ölüme karar verişidir, ölümle sözleşme.
Dünyaların en iyi babası benim babamdır
Düşmandır düşüncelerimiz
Dosttur ellerimiz
Dünyada tek elini öptüğüm Babamdır
Kırkını geçtin adam olmadın der
Başım önümde dinlerim
Önünde tek baş eğdiğim babamdır
Sabahlara dek Kuran okur
Anamın ruhuna
İnanır ona kavuşacağına
Bana gâvur der
Diş bilemeden
Dünyada tek bağışladığı ben
Tek bağışladığım odur
Başım derde girdikçe bakar çocuklarıma
Bitürlü ölemiyorum der senin yüzünden
Çocuklar ortada kalacak
Ölemez kahrımdan benim
Yaşamak zorunda benim yüzümden
Gözlerindeki ateş bakışlarında söner
Tuttuğun altın olsun der
Çocukluğumu tek anlayan odur
Dünyaların en iyi babası benim babamdır- Ali Nesin .
Biz gözü yaşlı insanlarız ..
"Seviniriz ağlarız. ..
"Üzülürüz ağlarız ..
"Kahrolur ağlarız. ..
"Mizahımız da bundan ötürü gözyaşlarından süzülmüş bir kaç damla kahkahadır"
Ölümü beynimin içinde taşıdığım bir kıymık gibi duyumsadım ve hiç aklımdan çıkarmadım"
&‘Yokluk insanı açgözlü de yapar tok gözlü de
adı Mavi Melek _ Blue Danube..
Marlen Dietrich ile Emil Janings baş rolde
Kuleli askeri lisesindeyken otobüs duraģında gördüğü bir kıza aşık olur"
Benim için kadın ..
..erişilmez
..insandan ayrı
…yüce bir varlıktı
Annemin elinden çıkmış o oyalardan bir tekine
..şimdi bütün kitaplarımı ve bundan sonra da yazacaklarımı da verirdim ..
Düşmanları dostlarından fazlaydı "
Annem kapıyı açıyor. Babam, elinde bir zembille içeri giriyor. İçerde, kapı ağzında annemi öpüyor. Ben koşup komşu kadınlara haber veriyorum:
– Babam annemi öptü!
Gülüyorlar, gülüyorlar… Kadınların gülüşmelerinden, söylenmemesi gerekli bişey söylediğimi anlayıp utanıyorum.
Bütün yaşamım boyunca sevgiye dayanan sağlam bir aile kurmak çabamda, belki de bu üçbuçuk yaş anımın etkisi vardır.
Bütün anneler annelerin en güzeli,
Sen, en güzellerin güzeli.
Onüçünde evlendin,
Onbeşinde beni doğurdun,
Yirmialtı yaşındaydın,
Yaşamadan öldün.
Sevgi taşan bu yüreği sana borçluyum.
Bir resmin bile yok bende,
Fotoğraf çektirmek günahtı.
Ne sinema seyrettin, ne tiyatro.
Elektrik, havagazı, su, soba
Ve karyola bile yoktu evinde.
Denize giremedin,
Okuma yazma bilmedin.
Güzel gözlerin,
Kara peçenin arkasından baktı dünyaya.
Yirmialtı yaşındayken
Yaşamadan öldün.
Anneler artık yaşamadan ölmeyecek,
Böyle gelmiş,
Ama böyle gitmeyecek!
1970 yılında 55 yaşımdayken, yaşamımda üç önemli değişiklik yaptım:
1. O tarihten sonra hiç berbere gitmedim. Saçlarımı kendim kestim hep, hem de kağıt makasıyla.
2. Şekersiz çay içmeye başladım ve çayın tadını aldım.
3. Cıgarayı, göğsümdeki hırıltılardan uyuyamadığım bir gece, bir daha içmemek üzere birdenbire bıraktım.
Annem kapıyı açıyor. Babam, elinde bir zembille içeri giriyor. İçerde, kapı ağzında annemi öpüyor. Ben koşup komşu kadınlara haber veriyorum:
– Babam annemi öptü!
Gülüyorlar, gülüyorlar… Kadınların gülüşmelerinden, söylenmemesi gerekli bişey söylediğimi anlayıp utanıyorum.
Bütün yaşamım boyunca sevgiye dayanan sağlam bir aile kurmak çabamda, belki de bu üçbuçuk yaş anımın etkisi vardır.