İçeriğe geç

Gol Kralı Kitap Alıntıları – Aziz Nesin

Aziz Nesin kitaplarından Gol Kralı kitap alıntıları sizlerle…

Gol Kralı Kitap Alıntıları

Hakim olamadığın için mahkumsun.
Aklı başında bir kadın, sevdiği erkekle evlenmez Çünkü mutlu olamaz.
Bu adam, dünyada yalnız bir kişiye kazık atabilir ancak; o da kendine
Şöyle ki; eğer Tozkoparan’ı 4-0yenen Almanlar, Macarlara yenilirse, Tozkoparan da Monako takımını büyük farkla yenebilirse ve Tozkoparan’ın yeneceği Monako da İtalyanlar’ı yenerse ve İtalyanlar da Arnavutluk’a veya Yunanistan’a yenilirse, Yunanistan da hem İngiltere’yi hem Fransa’yı yenerse o zaman Tozkoparan Almanlarla bi kere daha karşılaşmak hakkını kazanacak demektir. Bu ikinci karşılaşmada Tozkoparan Almanya şampiyonunu yenerse ve tarafsız bir memlekette oynanacak üçüncü maçta da yine Almanları yenerse, çeyrek finale kalma şansını kazanır; çeyrek finalde bizim gruba giden takımları da yenerse -ki top yuvarlaktır hiç belli olmaz- Tozkoparan yarı finale katılmayı hakedecektir. Bundam sonra İngiltere şampiyonunu yenmesi gerekir ki bu maçı bizim sahalarımızda oynatmayı sağlayabilirsek, Allah’ın himmeti, seyircilerimizin gayreti, ayva koşanları ve gazoz şişelerinin şiddeti, Eyüpsultan hazretlerinin kudreti ve birazcık da Duvar Ahmet’in hizmetiyle Tozkoparan bir zafer kazanarak finallere katılmak hakkını elde edebilir. Final maçlarında eğer oyuncularımız formlarında olurlarsa, moralleri yerinde olursa, maçtan bir gece önce kendilerini çok yormazlarsa, karşı takım oyuncuları bozuk oynarlarsa, güneş ve rüzgar Tozkoparan’ın aleyhine olmazsa hiçbir şanssızlık olmaz, hakem de Tozkoparan’ı tutarsa, kalecimiz şutları yakalayabilir ve karşı takım kalecisi de topları tutamazsa, forvet oyuncuları topa vurabilir ve topları kaleye gönderebilirlerse Tozkoparan’ın Avrupa Şampiyonu olması hiç de uzak bir ihtimal sayılmaz.
Bir insan bir işi yapmazsa, o işin lafını yapar Bak, mesela moruklamiş adamlar vardır, boyuna zanparalıklarım anlatırlar. Neden? Yapamıyorlar, yapamayınca da lafını yapıyorlar..
Bu maçların, insanlara boşalmaları, kızgınlıklarını kusmaları, söyleyemediklerini söylemeleri için yardımı, yararı oluyordu. Yoksa, yirmiiki delikanlının bir şişik meşini, karşılıklı iki delikten geçirmek ya geçirmemek için çekişmelerinin ne kendi vücutlarına, ne de o yirmiiki delikanlının vücuduna bir yararı olmayacağını, stadyumu doldurup taşıran top delisi bu onbinlerce kişi hiç bilmez, anlamaz olur muydu? Yoksa şu kamburun, şu çolağın, şu topalın, şu veremlinin, bir haftalık gündeliğini bir maç biletine veren şu işçinin, şu öksürüklünün burda işi neydi? Spor için mi, kuvvetlenmek için mi doluyorlardı stadyum denilen bu hastaneye? Gerçekte onlar boşalıp rahatlamayı gereksiniyorlardı. Ama kime, kimlere sövmeleri gerektiğini bilmediklerinden, bilseler de onlara sövmeleri olanaksız olduğundan, şu zavallılar umarsızlık içinde birbirlerine, hakeme, karşı takım oyuncularına sövüp bağırıp rahatlıyorlardı.

Halkta birikmiş ve çıkış yolu bulamayan coşkuların, böylece tehlikesizce boşalmasıysa, yönetmenlerin, politikacıların işine geliyordu.

Bu adam, dünyada yalnız bir kişiye kazık atabilir ancak; o da kendine
Asrımızın hastalığı can sıkıntısı
Derler ki bizim insanımızın ısınması için sıcaklıktan çok, ateşi gözüyle görmesi gerekir. Doyması için de öyle… önce gördükleriyle gözü doymalıdır. İnançları da öyle; ancak gördüklerine inanır. Kadın konusunda da hiç başka türlü değil. Kadın mı? Onu etiyle buduyla, gerdanı göbeğiyle ortada görmelidir. Ondan, çiroz gibi kadından hoşlanmaz. Ne kadarcık yeri var ki görülecek, gözü doysun…
Mutluluğunun, elinden kaçırdıktan sonra farkında olur yada elinden kaçırdığı herşeyi mutluluğu sanırdı.
İnsan kötü bir malı fazla para verip satın alsa, sonra da çok pahalı aldığını anlaşa, kazıklanmayı hiç kimse kendine yediremediği için, o malın kötülüğünü katiyen kabul etmez…
Canım bu kadınlar da hiç anlaşılır yaratık değillerdi… “Gel” deyince gidiyor, sonra da “git” diye kovuyordu.
Kocanın iyisi, aşıkların en beceriksizidir.
Yani Sait, aptal görünen açıkgözlerdendi.
Demek şimdiki kızlar mektupla da gebe kalıyorlar. Televizyon gibi bişey bu.
bizim seyircinin huyudur, yenilene , dövülene acır ve yenene, dövene kızar. Çünkü dayak atanı hep haksız, dayak yiyeni de hep haklı sanır.
Bu maçların, insanlara boşalmaları, kızgınlıklarını kusmaları, söyleyemediklerini söylemeleri için yardımı, yararı oluyordu.
Derler ki, bizim insanımızın ısınması için sıcaklıktan çok, ateşi gözüyle görmesi gerekir. Doyması için de öyle Önce gördükleriyle gözü doymalıdır. İnançları da öyle ; ancak gördüklerine inanır Kadın konusunda da hiç başka türlü değil. Kadın mı? Onu etiyle buduyla, gerdanı, göbeğiyle ortada görmelidir. Ondan çiroz gibi kadından hoşlanmaz. Ne kadarcık yeri var ki görülecek, gözü doysun
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Oysa onun özlediği Aysel yada şu bu değil, tepkisel olmayan, kendisiyle didişmeyen herhangibir kadındı.
Elin İngiliz gavuru, Türk’ün huyundan ne anlasın? Her ulusun kendine özgü huyu, suyu var Değil mi ya? Biz, dereyi görmeden paçayı sıvamayız. Yumurta kapıya gelmeden çalışmayız. Ama bir de dereyi gördük mü, Allah Allah, koma gitsin
“ Psikastenik, yani zayıf iradeli bazı insanlar, hastalıktan kurtulmak, tedavi olmak istemezler. Çünkü, hastalığı, iyileşmekten üstün tutarlar. Bu hastaların hastalıklarını uzatmaları bir çeşit hastalığa sığınma ve bilinçdışı olarak, bir güçsüzlük duygusuna karşı kendi kendini cezalandırma duygusudur, buna gereksinirler. Gizli korkuları iradelerine üstün gelir.”
“ Dinamik ruh hekimliğine, yani psikanaliz ekollerine göre, bu hastalık bilinçdışı saplanmalara ve erken yaşlardaki bazı çatışmalara bağlı komplekslere bağlanmakla birlikte, buna paralel olarak şartlı refleks mekanizmalarının etkisinde görülebilir.”
Gönül sana tapalı
Kapın bana kapalı
Şaşırmışım yolumu
Bu sevgiye tapalı
Geceme güneş olsan
Kalbimi görmüş olsan
Unuturdum cihanı
Bana bir gün eş olsam
Çünkü, bir insan bir işi yapmazsa, o işin lafını yapar Öyle dii mi abicim?.. Bak, mesela moruklamış adamlar vardır, boyuna zamparalıklarını anlatırlar. Neden? Yapamıyorlar, yapamayınca da lafını yapıyorlar
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kerkenez Sevim heyecanını yatıştırıp tekrar radyonun başına geçtiği zaman bu öpüşten başı dönen Sait de, Tozkoparan’ın durmadan gol atması için dua ediyordu. “Amman bir gol daha Allahım, ne olursun, bir gol daha ”
Âdettir oğlum Biz de büyüklerimizden böyle görmüşüz Bir eve kız istemeye gidildi miydi, görücü kadın bir yolunu bulup ayakyolunu görecek ki, evin kızının hanımlığını, hamaratlığını anlasın Ayakyolu temiz paksa, artık evin öbür yanları da temizdir. Ayakyolu temiz olan evin kızını, hiç korkma, hemen al Yook, ayakyolu kirliyse, artık başka hiçbişeye bakmadan, ağzını da açmadan, dön gel Bu eski Istanbul göreneğidir oğlum
Aklı başında bir kadın sevdiği erkekle evlenmez Çünkü mutlu olamaz.
Çorap fabrikasının işçisi Sevim, çok ileri gittiğini anladı. Ne de olsa sevindiğini bu kadar belli etmemesi, biraz nazlanıp kırıtması, işi ağırdan alması gerekirdi. Onun için,

Teklifinizi esas olarak kabul ediyorum, dedi, yalnız bana yarın sabaha kadar düşünmek için müsaade edin. Aklınıza kötü bişey gelmesin. Bu akşam bir üniversiteli oğlanla randevumuz vardı. Ne zamandır bana askıntı olup duruyordu, ama son zamanlarda beni atlatmaya başladı. Kendisine kaç kere, “Beni atlayıp durma, artık beklemeye tahammülüm yok, acele edelim,” dedim. Ama o yine beni sallıyor.

Küçük yanlışlıkların yada tesadüflerin insan hayatında oynadığı büyük değişiklik, bu anda, .
Ah oğlum, kız kısmı fırından ekmek alır gibi istenmez ki Önce siz kendi aranızda anlaşın, karar verin, ondan sonra istemesi kolay
Nasıl bir herif? diye sordu.

Tam aradığımız gibi anne, ölçüye uygun Ismarlama gibi. Sipariş versek böylesi bulunmaz. Komisyoncu bile bundan iyisini bulamazdı.

Kendilerini açıkgöz göstermek isteyenlerin, gerçekte çok budala olduklarını bilir, böylelerinden hiç korkmazdı. Onun korktukları, kendilerini enayi gibi gösterip de, alttan kazık atan hinoğluhinlerdi. Böyleleri, kadına hiç açık vermez ve kadının olmuş bir armut gibi kollarının arasına düşmesini bekler.
Çünkü, bu kadın milletine hiç yüzvermeye gelmez ; biraz yumuşak davransam, “Benim bıyıklarım” diye yutturmaya kalkacak.
Bir kızı, anası babası sıkmazsa, başkası sıkar
“Kendi başına çok gelmiştir de bilir bizim zavallı seyircimiz yenilmenin acısını ”
Bu maçların insanlara boşalmaları, kızgınlıklarını kusmaları, söyleyemediklerini söylemeleri için yardımı, yararı oluyordu. Yoksa yirmiiki delikanlının bir şişik meşini, karşılıklı iki delikten geçirmek ya geçirmemek için çekişmelerinin ne kendi vücutlarına ne de o yirmiiki delikanlının vücuduna bir yararı olacağını, stadyumu doldurup taşıran top delisi bu onbinlerce kişi hiç bilmez, anlamaz olur muydu? Yoksa şu kamburun, şu çolağın, şu topalın, şu veremlinin, bir haftalık gündeliğini bir maç biletine veren şu işçinin, şu öksürüklünün burda işi neydi? Spor için mi, kuvvetlenmek için mi doluyorlardı stadyum denilen bu hastaneye? Gerçekte, onlar boşalıp rahatlamayı gereksiniyorlardı. Ama kime, kimlere sövmeleri gerektiğini bilmediklerinden, bilseler de onlara sövmeleri olanaksız olduğundan, şu zavallılar umarsızlık içinde birbirlerine, hakeme, karşı takım oyuncularına sövüp, bağırıp rahatlıyorlardı. Halkta birikmiş ve çıkış yolu bulamayan coşkuların böylece tehlikesizce boşalmasıysa, yönetmenlerin, politikacıların işine geliyordu.
“Futbol takımı bir saate benzer. Saatin çarklarından biri kendi başına hoplayıp zıplamaya başlarsa, o saat delirmiş demektir.”
Derler ki bizim insanımızın ısınması için sıcaklıktan çok, ateşi gözüyle görmesi gerekir. Doyması için de öyle Önce gördükleriyle gözü doymalıdır. İnançları da öyle; ancak gördüklerine inanır. Kadın konusunda da hiç başka türlü değil. Kadın mı? Onu etiyle buduyla, gerdanı göbeğiyle ortada görmelidir. Ondan, çiroz gibi kadından hoşlanmaz. Ne kadarcık yeri var ki görülecek, gözü doysun
Basın bir futbolcuyla ilgilenmeye başladı mı, isterse onu yıldız yapar isterse bir yıldız oyuncuyu da madara ederdi.
Genellikle edebiyat eleştirmenlerinde, hiçkimsenin daha tanımadığı bir edebiyat değeri keşfedip bunu dünyaya tanıtmak merakı vardır. Kimilerinin edebiyatçı olamamalarından ileri gelir ve keşfedip ünlendirdikleri edebiyatçının kişiliğinde kendilerini doyurmuş olurlar; keşfedip yücelttikleri edebiyatçıyla birlikte kendileri de yücelmiş olurlar.
Elin İngiliz gavuru, Türk’ün huyundan ne anlasın? Her ulusun kendine özgü huyu, suyu var. Değil mi ya! Biz dereyi görmeden paçayı sıvamayız. Yumurta kapıya gelmeden çalışmayız. Ama bir de dereyi gördük mü, Allah Allah, koma gitsin
Matematik demek Öyle bişey ki bu Hani nasıl dünya öküzün boynuzunda duruyor derlerse, işte matematik de öyle. Bütün bilimler matematiğin şeyinde durur Matematik bütün bilimlerin esasıdır, temelidir.
– Bu spor yazarlığı öyle bişey ki abicim, bu işte tutunabilmek için ya spor yapmayacaksın yada yapsan bile beceremeyeceksin. Çünkü bir insan bir işi yapamazsa, o işin lafını yapar. Öyle dii mi abicim? Bak, mesela moruklamış adamlar vardır, boyuna zamparalıklarını anlatırlar. Neden? Yapamıyorlar, yapamayınca da lafını yapıyorlar. Bizimki de işte öyle
İnsan kötü bir malı fazla para verip satın alsa, sonra da çok pahalı aldığını anlasa, kazıklanmayı hiçkimse kendine yediremediği için, o malın kötülüğünü katiyyen kabul etmez
Çocuklar, bir davranışları, bir sözleri büyüklerin hoşuna gider de onları güldürürlerse şımarırlar, aynı şeyleri tekrarlarlar.
Bu mirasyediler herhangi bişeye tutkuyla bağlandılar mı, onun uğrunda kesenin ağzını açarlardı.
– Tekniğin ne kadar ilerlediğinin farkında değil misiniz? Şimdi herşey suni Suni deri, suni kösele, suni ipek
Demek şimdiki kızlar mektupla da gebe kalıyorlar. Televizyon gibi bişey bu.
İnsanın istediği yerinden şişmanlaması elinde mi?
Onun başlangıcıyla benim sonum, birbirine çok benziyor.
Yarı kurulanmış yarı ıslak, yarıdan çok az giyimli, çok çıplak, Saiiit! diye yapmacık bir coşkuyla bağırarak
Hâkim olamadığın için mahkûmsun
Bir insan bir işi yapmazsa, o işin lafını yapar.
Ne de olsa kafası kendine göre bir mantıkla çalışıyordu.
“Mutluluğunun elinden kaçırdıktan sonra farkında olur ya da elinden kaçırdığı her şeyi mutluluğu sanırdı.”
“Tedavi edilmesi gereken bir ruh hastasıydı.”
“Ben öksürmeden sesimin yankısı nasıl öksürebilir?”
Bu spor yazarlığı öyle bişey ki abicim, bu işte tutunabilmek için ya spor yapamayacaksın, ya da yapsan bile beceremeyeceksin Çünkü, bir insan bir işi yapmazsa, o işin lafını yapar Öyle dii mi abicim? Bak, mesela moruklamiş adamlar vardır, boyuna zamparalıklarını anlatırlar. Neden? Yapamıyorlar, yapamayınca da lafını yapıyorlar Bizimki de işte öyle
bir futbol takımının başarısı, yani maçlarda zaferi, lig şampiyonu olması, yabancı takımlarla maçları kazanması için, ne futbolcu; ne antrenör önemliydi; bunlardan çok daha önemli üç şey gerekiyordu. Kurnaz bir idareci, iktidardaki partinin çok ileri gelenlerinden birini kulübe başkan yapmak, bir de zenginleri kulübün delisi haline getirmek Bu üçü bir araya geldi mi, futbolcunun da, antrenörün de en iyileri bulunur ve takım başarıdan başarıya koşardı.
Sait gizbilim verilerine göre yaptığı hesaplar sonucunda, evlenirse ilerde başına neler geleceğini anladığı için, hiç bir kıza evlenme önermiyordu.
– Eğer kazanırsak?
Kerkenez, söz veriyordu. Ondan sonra maçta Duvar Ahmet’i kim tutabilir, kim durdurabilir ki Yeter ki maçtan önce Kerkenez Sevim, Tozkoparan takımının belkemiği Duvar Ahmet’e moral versin Tozkoparan kalesini, vatan kalesi gibi savunuyor, gerekirse göz şişirip, kafa patlatarak, tekme atıp yaralayarak takımını sahadan yenmiş olarak çıkarmayı başarıyordu.
bizim seyircinin huyudur, yenilene , dövülene acır ve yenene, dövene kızar. Çünkü dayak atanı hep haksız, dayak yiyeni de hep haklı sanır.
– Ne var yine? dedi. Ne zaman şu problem üstünde çalışsam, tam çözümleyeceğim zaman ille birisi gelir, araya girer. İşte yine kafam karıştı!
Spor için mi, kuvvetlenmek için mi doluyorlardı stadyum denilen bu hastaneye? Gerçekte onlar boşalıp rahatlamayı gereksiniyorlardı. Ama kime, kimlere sövmeleri gerektiğini bilmediklerinden, bilseler de onlara sövmeleri olanaksız olduğundan, şu zavallılar umarsızlık içinde birbirlerine, hakeme, karşı takım oyuncularına sövüp bağırıp rahatlıyorlardı.
Bu maçların, insanlara boşalmaları, kızgınlıklarını kusmaları, söyleyemediklerini söylemeleri için yardımı, yararı oluyordu. Yoksa, yirmiiki delikanlının bir şişik meşini, karşılıklı iki delikten geçirmek ya geçirmemek için çekişmelerinin ne kendi vücutlarına ne de o yirmiiki delikanlının vücuduna bir yararı olmayacağını, stadyumu doldurup taşıran top delisi bu onbinlerce kişi hiç bilmez, anlamaz olur muydu?
İnsan, toplumsal bir yaratıktı, kendisinden başka bir insana gereksiniyordu.
Sen kendini yere atıp bağırarak yuvarlandın mı, bizim seyircinin huyudur, yenilene, dövülene acır ve yenene, dövene kızar. Çünkü, dayak atanı hep haksız, dayak yiyeni de hep haklı sanır. Neden?
Sait de sordu:
Neden?
Çünkü kendisi de hayatında hep yenilmiştir, hep dayak yemiştir.
Çünkü, bir insan bir işi yapmazsa, o işin lafını yapar
İnsan, toplumsal bir yaratıktı, kendisinden başka bir insana gereksiniyordu.
Sait Sarıoğlu, kendisinin de ummadığı çok şairane bir laf etti:
-Sizin sevdiğiniz herşeyi ben de severim.
Büyük maçın çok ilgi göreceği anlaşıldığından, yetkililer, bilet karaborsasının önleneceğini bildirmişler, her zaman olduğu gibi bu bildiri, bilet karaborsasını büsbütün alevlendirmişti. Bilet satışa çıkmadığı halde, karaborsada biletlerin yüz, hatta ikiyüz liraya kadar alıcı bulması, ilgilileri ve yetkilileri çok şaşırtmıştı.
– Yani futbolculuk meslek değil mi? Şuradan sokağa çık da, önüne gelene sor bakalım, Duvar Ahmet kimmiş

– Ben onu demek istemedim

– Bin kişiye sorsan Duvar Ahmet kim diye, sana bi tamam hayatımı anlatır, belki içlerinden bitek bilmeyen çıkar. Bir de hükümetten birini sor bakalım, bin kişiden bir kişi bakanlardan birinin adını bilecek mi?

“Elin ingiliz gavuru, Türk’ün huyundan ne anlasın? Her ulusun kendine özgü huyu, suyu var Değil mi ya?.. Biz dereyi görmeden paçayı sıvamayız. Yumurta kapıya gelmeden çalışmayız. Ama bir de dereyi gördük mü, Allah Allah, koma gitsin..”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir