İçeriğe geç

Göbekli Tepe Muhafızı Kitap Alıntıları – Yonca Eldener

Yonca Eldener kitaplarından Göbekli Tepe Muhafızı kitap alıntıları sizlerle…

Göbekli Tepe Muhafızı Kitap Alıntıları

Sümerler kaderin gökte yazılı olduğuna inanırdı,bizse kaderin kendi elimizde olduğuna inanırız. Benim kararım kendime,senin kararın sana
Göbeklitepe kendi gücünün farkına varan insanoğlunun doğanın parçası olmaktan çıkıp ona hükmetmeye giden yolu açtığı yerdir.
.
.
.
.
Tarih Sümer’de başlar’ ın yerini -şimdilik- Tarih Göbekli Tepe’de başlar. almıştır .
Göbekli Tepe’de insanoğlu ilk defa kendi üstünlüğünü fark etmişti. Aynı zamanda da iyiyi kötüden ayırt edebilme iradesi olduğunu
Sabiilerin ünlü Sin Mabedi’nin giriş kapısında Süryanice İnsanlar ölümlü tanrılar, tanrılar ölümsüz insanlardır. yazılıymış. Bu Hz İdris’in öğretisidir.
İnançları hepsi insanı kurtuluşa erdirecek, onu özgürleştirecek bir gelecek ümidi beslemekle ilişkiliydi. Ancak insan evrenin parçası ve hizmetkarı olduğunu hele de evrensel hakikatin ortak mirasçısı olduğunu unutmamalıydı.
Tek bildiği yazılı tarihin, toplumu düzenlemek için gerekenle, iktidarı ele geçirmek için yapılanların mücadelesi, yıkılışı ve yeniden yazılışından ibaret olduğuydu.
Kendilerini “Nuh’un Torunları” olarak tanımlayan Tanrı’dan korkanlar, sinagogda ibadet etselerde sünnet gibi bazı Yahudi ibadetlerine uymuyorlardı.
Tarihini bilmeyen kendini ,tarih bilmeyen de insanlığı anlayamaz Kâmil
İnançların hepsi insanı kurtuluşa erdirecek, onu özgürleştirecek bir gelecek ümidi beslemekle ilişkiliydi. Ancak insan evrenin parçası ve hizmetkârı olduğunu, hele de evrensel hakikatin ortak mirasçısı olduğunu unutmamalıydı
Hazreti İdris, Kur’an’da iki yerde geçiyor ama hakkında hiçbir bilgi yok. Bildiğimiz kadarıyla İdris insanlara bilim ve terziliği öğreten peygamberdi. Dünyada ilk mabedi kurup içinde ibadet eden oydu. Yetmiş iki dil konuşuyordu. İlk yazı yazan peygamber de oydu. Harran’da Ulu Cami’nin altında olduğu düşünülen Sabiilerin ünlü Sin Mabedi’nin giriş kapısında Süryanice ‘İnsanlar ölümlü tanrılar, tanrılar ölümsüz insanlardır,’ yazılıymış. Bu Hazreti İdris’in öğretisidir
Burası tarıma geçilen ilk merkezlerden biri. Ve dünyada buğdayın ilk evcilleştirildiği yer.”
Annem tarihten bahsederken hep açık kapı bırakırdı. Bildiğimiz kadarını düşünebildiğimizi ve acınacak derecede sınırlı bilgimiz olduğunu söylerdi.
Tarihini bilmeyen kendini,tarihi bilmeyen de insanlığı anlayamaz
Mevlana boşuna, ‘Sen istediğin kadar zengin anlat, karşındaki kabı kadar alacaktır,’ dememiş.
İnsanın annesi parmak izi gibi ona özel ve tekti
Gücü elde etmekten daha zoru, onu kontrol edebilmektir
Annesi, İncil’in Süryanice tercümesinde, Tanrıdan Korkanlar için kullanılan sözcüğün Hanif anlamına geldiğini okumuştu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsanın annesi parmak izi gibi ona özel ve tekti
Tarihini bilmeyen kendini, tarihi bilmeyen de insanlığı anlayamaz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Buradaki hayatim benim yolculugumdu. Seninkininse tum kalbimle ardina kadar acik olmasini diliyorum oglum
İnsanın annesi,parmak izi gibi ona özel ve tekti.
Gücü elde etmekten daha zoru onu kontrol edebilmektir.
Göbekli Tepeyi inşa edenler bin yıl sonra tapınakları gömmüşler. Bunun için taş ve toprakla doldurdukları alan neredeyse üç futbol sahası büyüklüğünde. Daha çanak çömlek bile icat edilmemiş, tarım yok, metal yok, evcil hayvan yok. Buna rağmen bunca zahmetle yapılan tapınakların üzerini kapamak için de bir o kadar uğraşmışlar. Onları gelecek nesillere saklamak istemiş gibiler. Eski insanların kendilerinden bir parçayı paylaşmak için bu düzeyde çaba sarf etmesi beni düşündürüyor. Bizler başkasıyla neyimizi paylaşıyoruz ki?
Gitmek için ayağa kalktığında, kendini dinlediği zamanlarda çektiği acı dalgalarını dizginleyecek dalgakıranın, yoluna devam etmek olduğunu düşünüyordu.
Hukuk yazılıydı ve akla dayanıyordu. Ancak vicdanını kaybeden akıl, benliğinden kopuyor, kendiyle sözleşme yapmaya çalışan tüccara dönüyordu. Hayat ise her verişten bir alış bekleyen bir çeteleye
Lider; saygıdır, hürmettir, mürşittir ama iş yolcudadır. Sen yola bile çıkmaz, oturduğun yerde talimat beklersen Halil’in kucağına düşersin. Hem akıllı olacaksın, hem vicdanlı. Mevlana boşuna, Sen istediğin kadar zengin anlat, karşındaki kabı kadar alacaktır , dememiş.
Burası devasa dikilitaşlarla çevrelenmiş tapınaklarıyla bundan yaklaşık 12.000 yıl önce insanlığın yerleşik hayata bile geçmeden önce kurduğu ilk din merkeziydi.Ve Mısır piramitleri den tam 7000 yıl daha eskiydi.
Tarihini bilmeyen kendini, tarihi bilmeyen de insanlığı anlayamaz.
İnsanın annesi parmak izi gibi ona özel ve tekti.
“Burası tarıma geçilen ilk merkezlerden biri. Ve dünyada buğdayın ilk evcilleştirildiği yer.”
Annem tarihten bahsederken hep açık kapı bırakırdı. Bildiğimiz kadarını düşünebildiğimizi ve acınacak derecede sınırlı bilgimiz olduğunu söylerdi.
Mevlana boşuna, ‘Sen istediğin kadar zengin anlat, karşındaki kabı kadar alacaktır,’ dememiş.
İnsanın annesi parmak izi gibi ona özel ve tekti.
Hacda üç şeytan taşlarız. İlkin firavunluk makamını taşlarız; o despotluktur, egodur. Hüküm ancak Allah’ındır. İkinci olarak Karun makamını taşlarız; o servete, zenginliğe tapmaktır. Mülk ancak Allah’ındır. Ve üçüncü olarak Belam makamını taşlarız; o dini istismardır. Bu üçünden en kötüsü de iktidara tapmaktır. Serveti de onun için istersin. Lakin gücü başkasının üstünden arayan güçsüzleşir. Zenginliğin yükü ağırdır, hesabı daha zor verilir. İnsan feragat etmeyi öğrenmeli. Ama önce tövbe edeceksin. Tövbe ise önce niyet, sonra pişmanlık ister.
Hayatta kalmak için doğayla mücadele etmemiz gerekiyordu, ancak mücadele ettiğimiz şey de hayat damarımızdı. Bu, büyürken kendi kişiliğimizi kazanmak adına anne ve babamızla çatışmamıza benziyor. En derinden bağlı olduğumuz parçamız oldukları halde onları aşmadan büyümüyoruz. Nerede duracağımızı bilemezsek de hepimiz zarar görüyoruz.
Mülkiyet çıktığından beri bir olmaktan uzaklaştık. Artık sen ve ben var.
Doğru. İrademizi doğru kullanabileceğimiz söylenemez. Hele de paylaşma hırsı gözümüzü kör etmişken!
Annem tarihten bahsederken hep açık kapı bırakırdı. Bildiğimiz kadarını düşünebildiğimizi ve acınacak derecede sınırlı bilgimiz olduğunu söylerdi.
Zan altında kalan biri yaralı kaplan kadar tehlikeli olabilir.
Semboller anlamaya değil, keşfetmeye giden yolun anahtarıydı. Yazı ise tarihseldi.
Eski insanların kendilerinden bir parçayı paylaşmak için bu düzeyde çaba sarf etmesi beni düşündürüyor. Bizler başkasıyla neyimizi paylaşıyoruz ki?
Mevlana boşuna, “Sen istediğin kadar zengin anlat, karşındaki kabı kadar alacaktır,“ dememiş.
İnsan ekmek yediği toprağa ihanet ederse, önce kazandım sanır. Parayı gören, toprağını satıp İstanbul’a koşar. Oysa bilmezler ki kendilerini satıyorlar, hafızalarını siliyorlar. Pişman olacaklar ama çok geç olacak.
Birlik olacağımıza iftiralarla boğuşuyoruz. Bize yakışır mı bu?
Ada elinde tuttuğu 2800 yıllık Mısır şiirine bakarak, “hiçbir şey değişmiyor,“ dedi kendi kendine.
Ada, adalet ve güvenliğin kanunlar tarafından korunamadığını icra avukatlığı yaparken yaşadığı tecrübelerinden çok iyi biliyordu.
Kendi kuralları, töreleri ve düşünüşü vardı Urfa’nın ve Urfalının.
Güneşin altında hiçbir şey yeni değil.
Yazı okumak kişinin aynada kendi yansımasını görmesinden ibaretmiş. Ve bir dili çözmek, kelimelerin kendi dilimizdeki karşılığını öğrenmek için değil, insanın kendini keşfetmesi içinmiş.
Gençken yazının insan oğlunun kendini anlatmak için yarattığı en büyük araç olduğunu düşünürdüm. Şimdi ise bir yazıyı gerçekten anlayabilecek tek kişinin onu yazan olduğunu düşünüyorum.
Ne altımızdaki hasır, kilim, ne yedigimiz bir parça dilim, kahretti. Bizi ölüm mahvetti…
Tarihini bilmeyen kendini,tarihi bilmeyen de insanlığı anlayamaz.
Yaralarımızı sarmak zor olsa da,
Zaman her şeyin ilacı
Yazı okumak kişinin aynada kendi yansımasını görmesinden ibaretmiş.
Tarihini bilmeyen kendini, tarihi bilmeyen de insanlığı anlayamaz.
MÖ 2000’lere ait Mari tabletleri olunduğunda . Kutsal kitaplar dışında İbrahim ve Yakubun adlarının geçtiği ilk ve tek kaynaklar bu tabletler olmuş, Hz. Ibrahimin’in ve ailesinin Harran civarında bulundukları şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlanmıştır.
Yaralarımızı sarmak zor olsa da zaman her şeyin ilacı galiba,
Mevlana boşuna, Sen istediğin kadar zengin anlat , karşındaki kabı kadar alacaktır, dememiş.
Sümerler kaderin gökte yazılı olduğuna inanırdı. Bizse kaderin kendi elimizde olduğuna inanırız. Ve Tanrı ‘ya yaptıklarımızın hesabını veririz . Benim kararım kendime , senin kararın sana
Hayatta kalmak için doğayla mücadele etmemiz gerekiyordu, ancak mücadele ettiğimiz şey de hayat damarımızdı. Bu, büyürken kendi kişiliğimizi kazanmak adına anne babamızla çatışmamıza benziyor. En derinden bağlı olduğumuz parçamız oldukları halde onları aşmadan büyümüyoruz.
Buzul çağında hayatta kalmayı başarıp Afrika’dan yollara düşen öyle bir canlı olacaktı ki, Tanrı onu kendi suretinde yaratacak, ona ruhundan üfleyecek, melekler ona secde edecekti. O zaman omurgası üstünde dikilirken, zekasıyla kendindeki hayvansal sıfatlar üzerinde irade oluşturacak, diliyle, eliyle, aklıyla ve kalbiyle başarabileceklerinin gücüyle Hindistan’a kadar yayılacaktı. Ve Fırat ile Dicle arasındaki kader tayin eden Bereketli Hilal in topraklarında, büyük bir kültürel gelişimi ateşleyecekti.
Göbekli Tepe’de insanoğlu diğer varlıklardan üstün olduğunu fark etmiş, iradesi üzerinde dikilmişti. Ancak parçası olduğu evrene hükmetmeye kadir olduğunu anladığında bile, iradesini yaradılıştan içinde olan inancın hizmetine sunmaktan uzaklaşabileceğinden korkmuştu. Bu yüzden de tapınaklarını, onları anlamak isteyenler için binlerce yıl korumak üzere gömmüştü.
İnsan, doğa keskin kılıcıyla ölümcül darbesini tek kerede indirmediğinde, bedenini kemiren kurtların açtığı yaraların onu içten içe bitiren kanser hücresi gibi sinsice çalıştığını anlamazdı.
Lakin gücü başkasının üstünden arayan güçsüzleşir.
Tek bildiği yazılı tarihin, toplumu düzenlemek için gerekenle, iktidarı ele geçirmek için yapılanların mücadelesi, yıkılışı ve yeniden yazılışından ibaret olduğuydu.
Annesi ise aklın ve merakın yükünü taşımanın zor olduğunu biliyor, ancak yine de bunu, umursamazlığın ve cehaletin tatlı rahatlığına tercih edenlerden olduklarını anlatmak istiyordu.
İnsanın annesi parmak izi gibi ona özel ve tekti.
İnsanın annesi parmak izi gibi ona özel ve tekti.
Gençken yazının insanoğlunun kendini anlatmak için yarattığı en büyük araç olduğunu düşünürdüm. Şimdiyse bir yazıyı gerçekten anlayabilecek tek kişinin onu yazan olduğunu düşünüyorum.
Ada ekledi. Adem’in yasak meyve ağacı bu olsa gerek. Mülkiyet çıktığından beri bir olmaktan uzaklaştık. Artık sen ve ben var.
Tevrat’a göre Adem’in oğullarından Kayin çiftçiydi, Habil ise çoban. Kayin, Tanrı’ya toprağından, Habil de hayvanlarından sunmuştu. Tanrı, çoban Habil’in hediyesini kabul edince çiftçi Kayin kıskançlıktan deliye dönüp kardeşini öldürmüştü. Tanrı bundan sonra onu oradan oraya sürdü. Kayin çobanı öldürdü ama huzurunu feda etti. Bazıları Kayin’in çocukları olunca bir şehir kurduğunu, burasının Urfa olduğunu söyler. Belki de doğrudur.
Ada, Belki insanı cennet bahçesinden kovduran yılan, tarım devriyle başlayan evrenden kopuşumuz anlamına geliyordur. Toprağa bağlandıkça ondan koptuk, deyip devam etti. Bu çok büyük bir ikilem. Hayatta kalmak için doğayla mücadele etmemiz gerekiyordu, ancak mücadele ettiğimiz şey de hayat damarımızdı. Bu, büyürken kendi kişiliğimizi kazanmak adına anne babamızla çatışmamıza benziyor. En derinden bağlı olduğumuz parçamız oldukları halde onları aşmadan büyümüyoruz. Nerede duracağımızı bilmezsek de hepimiz zarar görüyoruz. Oysaki tapınaklardaki dikilitaşların hatırlattığı irademiz hep içimizde.
Bu işe yıllarımı verdim ancak şimdi düşünüyorum da, o yazıtları tam olarak anlamamız aslında mümkün değilmiş. Dilbilim, art arda kelime dizilerini incelemekten çok öte bir şey. Birbirimizle olan ilişkimizin, inançlarımızın, zihin haritamızın, değer sistemimizin, kısacası bize dair olan her şeyin ipucu dilde saklı. Bugünün penceresinden bakarak Karyalıların yaşamlarını, inançlarını, değerlerini bilmeden dillerini çözebileceğimizi sandık. Oysaki harfler özünden kopuk değerlendirildiğinde şekilden ibaret kalır ve sadece varsayımları besler. Gençken yazının insanoğlunun kendini anlatmak için yarattığı en büyük araç olduğunu düşünürdüm. Şimdiyse bir yazıyı gerçekten anlayabilecek tek kişinin onu yazan olduğunu düşünüyorum. Bir yazıtı okuyan herkes, onu kendince anlıyorsa, o zaman harflerin sembollerden ne farkı kalıyor? Yazı okumak kişinin aynada kendi yansımasını görmesinden ibaretmiş. Ve bir dili çözmek, kelimelerin kendi dilimizdeki karşılığını öğrenmek için değil, insanın kendini keşfetmesi içinmiş. İşte bunu anladım Kamil.
Fıtratı zihnimizde değil doğamızda ararsak bulabileceğiz.
Dostların birbirine bir gecede sırtını döndüğü ve ihanet ettiği ilk defa görülen bir şey değildir. İnsanların ortak bağlarını değil farklarını düşünmeye başladığı dönemler hep acı vermiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir