İçeriğe geç

Gezinti Kitap Alıntıları – Robert Walser

Robert Walser kitaplarından Gezinti kitap alıntıları sizlerle…

Gezinti Kitap Alıntıları

Tüm gücünüzü toplayın ve en fazlasını başarmak, en zoruna katlanmak ve en sertine dayanmak için zorlayın kendinizi.
Müziğe aşıktır..
” hiç kimsenin yakını ve hiçbir yerin yerlisi olmayan bir çocuğun aklına, dünyanın sonuna varıncaya kadar durmadan yürümek geldi. ”
Ölümün içinden geçerek hayatın ortasına yürüdüm. Yaşamayı becerebilmek için önce ölmem gerekti.
Göründüğü kadarıyla, görünüşlerine dair değersiz, aslına bakılırsa düpedüz zavallı düşüncelerin ötesine asla geçemeyen sayısız kadın var ve bunlar eziyet gören köleler oldukları için, şu acınılası sorunun kırbacı karşısında tir tir titriyorlar: Nasıl görünüyorum? ya da Nasıl bir izlenim bırakıyorum? diye düşünmekten neşelenemiyorlar.
Gök gürlemesine yakalanmış ve yıldırım çarpmış gibi, kalır olduğu yerde ve selam verir. Tüm varlığı sarsılır, konuşmak ister ama ağzından tek bir kelime çıkmaz ve daima uysal bir hizmetkarı olmuş dili, onu bu kez hizmetlerinden yoksun bırakır. Çocukluğunun hisleriyle karışmış, sınırsız bir acı çöker üzerine. Aşıktır!
O halde niçin bu çiçekler? Kendi mutsuzluğumun üzerine bırakmak için mi topluyorum çiçekleri?
Hevesli okurlar, deyim yerindeyse usulca zevk alan küçük bir halktır. Okur, kimsenin yoluna çıkmadan ya da kimseye bir fenalık yapmadan kendi yüksek, derin, uzun süreli tatminini yaşar. Harikulade bir şey değil midir bu? Bence öyledir!
Çocuklar gökseldirler, çünkü daima bir tür gökte yaşarlar. Yaş alıp büyüdükleri zaman, gökleri solar ve böylece çocuksuluktan, yetişkinlerin o kuru, hesapçı varlıklarının ve can sıkıcı görüşlerinin içine düşerler. ”
Küçük ayrıntı­lar çoğu zaman insanların hayatında büyük bir rol oyna­maz mı? Ben oynadığını söylemek isterim!
Dışımızdaki hayat biz tüm insanların omuzlarında bir yük değil mi, sözgelimi mutlaka sizin omuzlarınızda da olduğu gibi, Sayın Dok­tor? Ve hayatın baskısına ve yüküne mümkün olabildiği kadar güzellikle, uysallıkla, iyi niyetle katlanmaktan da­ha iyi ve akıllıca bir iş yapabilir miyiz?
Kırklı yaşlarda artık mümkün olmayan bazı şeyler, yirmi yaşında mümkündür.
Göründüğü kadarıyla, görü­nüşlerine dair değersiz, aslına bakılırsa düpedüz zavallı düşüncelerin ötesine asla geçemeyen sayısız kadın var ve bunlar eziyet gören köleler oldukları için, şu acınılası so­runun kırbacı karşısında tir tir titriyorlar: Nasıl görünü­yorum? ya da Nasıl bir izlenim bırakıyorum? diye dü­şünmekten neşelenemiyorlar.
Memnuniyetsiz, huysuz ve kötü kalpli ne kadınlarla tanıştım!
Çekici ve oyalayı­cı bir okumanın iyi tarafı, bize birbirini rahat bırakma­yan, kötü, kavgacı insanlar olduğumuzu bir süreliğine unutturmasıdır.
Şu garip soru kafamı meşgul ediyor: Neden dünyaya geldim sanki? Hatırlaya­bildiğim kadarıyla, bir canlı olmak konusunda, asla açık seçik bir istek ifade etmiş değildim ama benim henüz doğmamış şahsi fikrimi biraz olsun umursayan kimse çıkmadı.
Keskin düşüncelerden büsbütün uzak dururum; fikirler bana hepten uzaktır ve bu nedenle de iyi bir vatandaşım, çün­kü iyi bir vatandaş fazla düşünmez. İyi bir vatandaş ye­meğini yer, hepsi bu!
Beni rahat bırakın, lütfen.
Ama genellikle ben de böyle sevimli, aşırı bakımlı, ay ışığı gibi güzel, narin bitkileri andıran kızların aşığı ve hayranıyımdır. Çekici bir taze, bana aklına esen her emri verebilir, ona gözüm kapalı itaat ederim. Ah, güzellik ne kadar güzel ve cazibe ne caziptir!
Ben artık kendim değil, bir başkasıydım ve tam da bu neden­le, asıl şimdi kendim olmuştum.
Kırlar ve insanlar, sesler ve renkler, yüzler ve suret­ler, bulutlar ve gün ışığı, sanki soyut çizimler gibi döner etrafında ve insan kendine sormak zorunda kalır: ‘Nere­deyim ben?’
Ma­kamınızı kötüye kullandığınızı suratınıza söyleme cüretini gös­teriyorum, zira size haddinizi bildirmenin ne büyük zorluklara ve sıkıntılara yol açacağını pek iyi biliyorsunuz; ama size gös­terilen lütuf ve iyiliğe rağmen, saldırılara fazlasıyla açıksınız; çünkü ne kadar sallantılı bir zeminde durduğunuzu kuşkusuz hissediyorsunuz. Güvene ihanet ediyorsunuz, sözünüzde dur­muyorsunuz, sizinle iş yapanların değer ve saygınlığına hiç dü­şünmeden zarar veriyorsunuz, cömertlik gösterdiğinizi öne sürerken acımasızca sömürüyorsunuz, hizmete vefasızlık ve gönüllü hizmetkara iftira ediyorsunuz, fazlasıyla kararsız ve güvenilmezsiniz,
Bazen pişmanlık, hüzün ve yas ziyaretime geliyorlardı.
Birbirine yabancı iki insanın arada sırada birbirleriyle rahat ve zararsız bir konuşma içine girmeleri, deyim yerindeyse güzel ve iyi bir şey gibi gelir bana; zaten bizim için bir bilmece olan bu başıboş, tuhaf gezegenin sakinleri de, en nihayetinde bunun için bir ağza, bir dile ve dilsel bir yeteneğe sahiplerdir, ki bu sonuncusu özellikle güzel ve tuhaftır.
Çocuklar gökseldirler, çünkü daima bir tür gökte yaşarlar. Yaş alıp büyüdükleri zaman, gökleri solar ve böylece çocuksu­luktan, yetişkinlerin o kuru, hesapçı varlıklarının ve can sıkıcı görüşlerinin içine düşerler.
Olduğundan fazla görünmek isteyen şu sefil ihtirasın canı cehenneme! Yer­yüzüne savaş tehdidini, ölümü, sefaleti, nefreti ve yaraları yayan ve var olan her şeye lanet olasıca bir kötülük ve çirkinlik maskesi geçiren hakiki bir felaket bu.
Gözleriniz parlıyor; en iğrencinden bezdirici gündelik kaygılar size gülmeyi yasak ettiği için ve belki de uzun zamandır türlü türlü uğursuz ve keder­li düşünce ensenizi karartıp genellikle keyfinizi kaçırdığı için, muhtemelen yıllardan beri ilk defa gülüşü andıran bir iz var şu an dudaklarınızda.
Hisleri­mi çevremdeki insanların gözlerinden saklamayı seve­rim, ancak bu uğurda telaşlı bir çaba göstermem; böylesi bir gayreti büyük bir hata ve muazzam bir aptallık ola­rak görürüm.
” gönül vermek haksızlık değildir. ”
” izin verin de, size bir tavsiyede bulunayım: Dickens okuyun. ”
En kötü kitap bile, eline asla bir kitap almayan genel bir umursamazlık kadar kötü değildir.
Kitap bizi büyüler, tutsak eder, avucuna alır, yani üzerimizde güç uygular ve bizler bu tür bir zorunlu hakimiyeti zevkle kabulleniriz, çünkü bu keyifli bir iştir.
Neden dünyaya geldim sanki? Hatırlayabildiğim kadarıyla, bir canlı olmak konusunda, asla açık seçik bir istek ifade etmiş değildim ama benim henüz doğmamış şahsi fikrimi biraz olsun umursayan kimse çıkmadı.
Fikirlere tamamen uzak dururum, ve kafamı hiçbir koşul altında patlatmam, bu işi baştaki devlet adamlarına bırakırım. Huzurumu bozmadığım için, kafamı yormaya gerek duymadığım için, fikirler benden tamamen uzak olduğu için ve gereğinden fazla düşünerek ödümü patlatmadığım için de iyi bir vatandaşım zaten. Keskin düşünmekten korkarım. Keskin düşünürsem, gözlerim kararır, dehşete düşerim.
Yine güzel bir günde öyle kendi yolunda yürürken kafası düştü. Böyle durup dururken düşebildiğine göre, boynuna yeterince sağlam oturmamış olmalıydı herhalde. Binggeli, artık bir kafası olmadığını fark etmedi; birisi ona sesleninceye kadar kafasız bir halde yürümeye devam etti: Kafanız yok, Herr Binggeli. Ama Herr Binggeli adamın dediğini duyamadı, çünkü kafası düşmüş olduğu için, artık kulakları da yoktu. Herr Binggeli şimdi artık hiç
ama hiçbir şey hissetmez olmuştu; hiçbir koku, tat almıyor, hiçbir şey işitmiyor, görmüyor ve hiçbir şeyin farkına varmıyordu.
” umutsuz bir umuttur bu. Yani biricik çaresi çaresizliktir. ”
Kısa bir dinlenme arası. İşlerini bilen yazarlar bu arayı olabildiğince sakin geçirirler. Zaman zaman kalemlerini azıcık bir kenara bırakırlar. Aralıksız yazmak, toprağı kazmak gibi yorar insanı.
Her an ölüyordu ve yine de ölmeyi başaramıyordu.
Ne düzenbaz bir dünyada yaşamaya başlıyoruz ya da çoktan başladık bile
Zaman zaman sisler ve binlerce bocalama ve kararsızlık içinde yolumu kaybettiğim oldu tabii ve çoğunlukla sefil bir halde terk edilmiş hissettim kendimi. Ama mücadele etmenin güzel olduğunu düşünüyorum.
Görünüş çoğu zaman aldatır
Kafamı pek fazla yormam, bu işi başka insanlara bırakırım. Kafa yoran kişiden nefret edilir, çok düşünen insan huzursuz bir insan olarak görülür.
Edep, başkalarına ancak kendimize davrandığımız kadar katı davranmaya ve başkalarını da tıpkı kendimiz gibi ılımlı ve yumuşak yargılamaya dikkat göstermemizi emreder.
aslına bakılırsa ne kadar budalaca ve sakarca olursa olsun, her resim büyüler beni; çünkü her resim, öncelikle gayret ve çalışkanlığı, sonra da Hollanda’yı hatırlatır. Müziğin özünü ve varlığını seven kişi için her müzik, hatta en kısır olanı bile, güzel değil midir? Ne kadar kötü ve nahoş olursa olsun, neredeyse her her insan, bir insan canlısına cana yakın gelmez mi?
Bizim anladığımız ve sevdiğimiz şey de, bizi anlar ve sever.
“Gezinti” diye cevap verdim, “kendimi canlı tutmak ve yaşayan dünyayla aramdaki bağı korumak için mutlaka yapmam gereken bir şey; onun sağladığı doyum olmadan tek bir harf bile yazamaz ve nazım ya da nesir, en ufak bir şiir bile ortaya çıkaramazdım. Gezinmesem ölürdüm ve tutkuyla sevdiğim mesleğim yok olurdu. Gezinmesem ve bilgi toplamasam, yeni bir haber de veremez ve hakiki bir uzun hikaye şöyle dursun, kısacık bir makale bile yazamazdım. Gezinmesem hiç gözlem ve hatta inceleme yapamazdım. Sizin gibi akıllı ve aydın bir insan bunu hemen anlayabilir ve anlayacaktır. Güzel ve uzun bir gezintide, aklıma kullanabileceğim, yararlı binlerce düşünce gelir. Eve kapanmış olsam, sefil bir halde çürür ve kururdum.
Okumak yararlı olduğu kadar çekicidir de.
_
Hayat bir gül ve ben göğsümü gu­rurla kabartmak ve bu gülü koparabileceğime kendimi inandırmak istiyorum. Yeryüzü gümbürdeyerek ayakla­rımın önüne kapanıyor. Gökyüzü azıcık mahcup mavili­ğini parça parça gösteriyor. Bu alameti iyiye yormak isti­yorum. Dünya; Seninle mücadele etmek istiyorum. He­nüz çıktım bir yaşantının içinden ve şimdi de daha geniş, daha uzak yaşantılara doğru seyahat ediyorum, at sürüyorum, yol alıyorum ve yürüyorum. Canlı hayat, canlı tecrübe, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz! Güzel olan bu: Bir şeylere dayanmalı insan, bir şeylere katlanmalı. Sı­kıntıya neşeyle, güçle katlanınca hayat bir oyun kadar kolaylaşıyor. O halde haydi, yılmaz bir usta yüzücü gibi atılalım dalgalara! Bana öyle geliyor ki, daha şimdi bir şeylerin üstesinden geldim ve artık sağlam adımlarla ve kararlı bakışlarla yürüyebilirim ileriye.
Hayat bir gül ve ben göğsümü gu­rurla kabartmak ve bu gülü koparabileceğime kendimi inandırmak istiyorum. Yeryüzü gümbürdeyerek ayakla­rımın önüne kapanıyor. Gökyüzü azıcık mahcup mavili­ğini parça parça gösteriyor. Bu alameti iyiye yormak isti­yorum. Dünya; Seninle mücadele etmek istiyorum. He­nüz çıktım bir yaşantının içinden ve şimdi de daha geniş, daha uzak yaşantılara doğru seyahat ediyorum, at sürüyorum, yol alıyorum ve yürüyorum. Canlı hayat, canlı tecrübe, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz! Güzel olan bu: Bir şeylere dayanmalı insan, bir şeylere katlanmalı. Sı­kıntıya neşeyle, güçle katlanınca hayat bir oyun kadar kolaylaşıyor. O halde haydi, yılmaz bir usta yüzücü gibi atılalım dalgalara! Bana öyle geliyor ki, daha şimdi bir şeylerin üstesinden geldim ve artık sağlam adımlarla ve kararlı bakışlarla yürüyebilirim ileriye.
Yabani bir at olmak ve dörtnala neşeli diyarlara doğru koşturmak için yanıp tutuşuyorum.
Fikirler, hatırlanmak, ifade kazanmak isterler; canlı bir düşünce, er ya da geç, yaşayan bir gerçekliğe dönüşmek, vücut bulmak ister.
Seni taşıyan, yükselten, haya­tın içinde bulunan hayal kırıklıklarıyla dostça barışmanı sağlayan bir düşünceye, görüşe, bakışa sahip değilsen, hayat nasıl da yorar insanı.
Beklemenin ve sabretmenin onun için kendine has bir çekiciliği ve heybeti vardı ve katlanmak zorunda olduğu yokluklar gözüne neredeyse güzel görünüyordu. Bazen kim olduğunu ve ne olduğunu unutuyordu. Dostluğu ve cesareti sayesinde övgüler topluyordu. Konuşkandı ve onunla aynı vazifeyi paylaşan insanların kaba dilini konuşuyordu. Günün birinde yeniden barışa, özgürlüğe ve öğrenimine dönebildiğini görmek en yakıcı arzusuydu.
Yoldaşları, yeryüzünün mağaralarda yaşayan ilk sakinleri gibi, siperlere girmiş, karılarını ve çocuklarını düşünürlerken üniversiteli, sevgilisini görmek için şiddetli bir özlem duyan aşık misali çalışma odasını düşünüyor, ama eskiden olduğu gibi, kararlı ve sakin bir filozof olma­yı da sürdürüyordu, pipo içiyor ve iskambil oynuyordu.
Nasıl bir şekle gireceği, kendini ne yönde geliştire­ceği ve başına neler geleceği konusunda kafası pek açık değildi. Kendini geliştirmek, yarım yamalak ya da dermansız bir şey olmaktansa hiçbir şey olmamayı yeğle­mek konusunda sağlam bir iradeye sahip insanlardan biriydi; kısacası, arayan insanlardan biriydi.
Görünüşü, bir işçininki gibi basit, bakımsız ve silik­ti. Dışarıdan görülebilen hiçbir özelliği yoktu. Yürüyüşü büyük bir yumuşaklık ama aynı zamanda da güçlü bir inatçılık sergiliyordu. Duruşu hem mütevazı, hem de gururluydu. Her türlü gösterişten uzak hali ve tavırları bir canlılık ve kararlılığı ele veriyordu, ancak kendisi de, onu gezinirken gören başkaları da, yürürken uyuduğunu sanırlardı. Yollardaki sıradan insanlar çoğu kez selam verirlerdi ona, küçük çocuklar da. Arada sırada miskinleşir­di. Gözlerinden huzurlu bir ruh ve canlı bir hayal gücü­nün ateşi fışkırırdı. Gülmeyi seviyordu; ama yüz hatları ve davranışları genellikle ciddiydi.
Geçmişte de zaman zaman ondan uzaklaştığım olmuştu; ama her seferinde ona döndüğümü hatırlıyorum, sanki güzel ve mutluluk vaat eden bir yıldızın çekimine kapılmış gibi.
Sevgili, muhterem Hanımefendi, bu genç, yoksul ve belki de tümüyle yararsız hayatımda, ilk kez bir kadına yazma küstahlığında bulunuyorum ve yazabilmiş olduğum için başlı başı­na bir mutluluk duyduğum hitabı kaleme almaya karar vere­cek cüreti göstermem, büyük çaba, gayret ve cesaret pahası­na mümkün oldu.
Şu veya bu tarihte dünyaya geldim, şurda veya bur­da yetiştirildim, düzenli olarak okula gittim, şu veya bu­yum ve adımda falanca veya filanca ve fazla düşünmem. Cinsiyet bakımından bir erkeğim, devlet bakımından iyi bir vatandaşım ve toplumdaki yerim bakımından da iyi bir ailenin çocuğuyum. Beşeri cemiyetin titiz, sessiz, na­zik bir üyesiyim, deyim yerindeyse iyi bir vatandaşım, bir bardak biramı akıllı uslu içmeyi severim ve fazla düşünmem. İyi yemeklere düşkün olduğum bilinir ve aynı şekilde fikirlerden uzak durduğum da bellidir. Keskin düşüncelerden büsbütün uzak dururum; fikirler bana hepten uzaktır ve bu nedenle de iyi bir vatandaşım, çün­kü iyi bir vatandaş fazla düşünmez. İyi bir vatandaş ye­meğini yer, hepsi bu!
Gece oluncaya kadar dur durak bilmeden yürüdü çocuk ama geceyle ilgilenmedi. Gündüzle de ilgilenme­di, geceyle de, nesnelerle de ilgilenmedi, insanlarla da, güneş de, ay da ve yıldızlar da onun ilgisini çekmedi.
Fazla dikkate almadığı kadınları, çok defalar yete­nekleriyle eğlendirmiştir. Ancak günün birinde, göz kamaştıran, aydınlık bir öğle vakti, kibar bir yürüyüş sıra­sında, hışırdayan eteğini zarafetle kaldırarak heybetli bir merdivenden çıkmakta olan genç güzel bir hanımla kar­şılaşır. Gök gürlemesine yakalanmış ve yıldırım çarpmış gibi, kalır olduğu yerde ve selam verir. Tüm varlığı sarsı­lır, konuşmak ister ama ağzından tek bir kelime çıkmaz ve daima uysal bir hizmetkarı olmuş dili, onu bu kez hizmetlerinden yoksun bırakır. Çocukluğunun hisleriyle karışmış, sınırsız bir acı çöker üzerine. Aşıktır! Toprak, hava, dünya kucaklar onu. Ansızın her şey ona kaygısız ve güleryüzlü görünür. Kendini kadına hissettirir ama o sadece küçümseyen, garip bir bakış yöneltir adama. Ka­dının çalılıklar, kapılar ardında gözden kaybolmasını iz­ler. Uzun süre sabırla bekler; ancak kadın, ortadan kay­bolmuştur. Bitkin bir halde yürüyüp uzaklaşır.
Ben de böyle sevimli, aşırı bakımlı, ay ışığı gibi güzel, narin bitkileri andıran kızların aşığı ve hayranıyımdır. Çekici bir taze, bana aklına esen her emri verebilir, ona gözüm kapalı itaat ederim. Ah, güzellik ne kadar güzel ve cazibe ne caziptir!
Edep, baş­kalarına ancak kendimize davrandığımız kadar katı dav­ranmaya ve başkalarını da tıpkı kendimiz gibi ılımlı ve yumuşak yargılamaya dikkat göstermemizi emreder; ki bu sonuncusunu, bilindiği gibi her zaman içgüdüsel bir biçimde yerine getiririz.
Herhangi bir şeyi düzeltmenin imkansız olduğunu görmek ve belki de aşırı ateşli ve şiddetli saldırımın, acı ve utanç verici bir hezimete dönüştüğünü kabullenmek zo­runda kaldığım için, birliklerimi bu talihsiz çarpışmadan çektim, zayıf düşmüştüm ve oradan utanç içinde kaçtım.
Uygulamanız, Herr Dünn, bir bütün olarak bakıldığında, hayal gücünden yoksun ve eseriniz bir zeka eksikliğini kanıtlıyor. Bu ta­kım elbiseye bir zavallılik, bir dar kafalılık, bir budalalık, bir sıradanlık, bir gülünçlük ve bir korkaklık sinmiş. Bunu yapan kişi, kesinlikle yaratıcı ruhlar arasında sayılamaz. Yetenek denilen şeyin bu topyekûn yokluğu esef verici.
Aziz ve muhterem bayım, gereksiz yere sinirlenmeyin!
Güçlükle şunlar çıktı ağzımdan: Sinirlenmek ve umutsuzluğa kapılmak için haddinden fazla neden var burada. Nafile tesellilerinizi kendinize saklayın ve beni yatıştırmaya çalışmaktan da vazgeçin lütfen; çünkü ku­sursuz bir takım elbise dikmek adına yaptığınız şey son derece can sıkıcı. İçime doğan zayıf ya da güçlü tüm kor­kular doğru çıktı ve en kötü beklentilerim gerçekleşti. Kusursuz bir beden ve kesim garantisi vermeye nasıl cü­ret edersiniz ve cılız bir dürüstlük ve asgari ölçüde bir içtenlik ve dikkatle bile, büyük bir talihsizliğe kurban gittiğimi derhal kabul etmeniz gerekirken beni mesleği­nizin ustası olduğunuza temin edecek cesareti nereden buluyorsunuz? Değerli ve seçkin şirketiniz tarafından şahsıma teslim edilmesi gereken kusursuz takım, tam anlamıyla berbat olmuş!
Her an ölüyordu ve yine de ölmeyi başaramıyordu. Onun çiçeklerle bezen­miş bir mezarı yoktu. Yolundan çekildim ve kendi ken­dime mırıldandım: Hoşça kal ve hiç değilse iyi bak ken­dine, dostum.”
Resim gibi göz alıcı ve sevimli bir evin önünde, gü­zel yolun hemen dibinde, banka oturmuş bir kadın gördüm ve görür görmez, onunla konuşmak için cesaretimi toplayarak olabildiğince kibar ve nazik ifadelerle şunları söyledim:
Sizi görünce benim, yani tamamıyla yabancısı olduğunuz bu insanın dilinin ucuna kadar geliveren şu sa­bırsız ve kesinlikle küstahça soruyu bağışlayın; ama siz eskiden bir tiyatro oyuncusu değil miydiniz acaba? Zira tam anlamıyla bir zamanlar şımartılmış, yüceltilmiş bü­yük bir oyuncu ve sahne sanatçısı gibi görünüyorsunuz. Şüphesiz şaşırtıcı ölçüde gözü pek, pervasız bu hitabımı ve sorgumu, yerden göğe kadar haklı olarak hayretle kar­şılıyorsunuz; ama öylesine güzel bir yüzünüz, öylesine zarif, çekici ve eklemek zorundayım ki, ilginç bir görü­nümünüz, öyle güzel, asil, hoş bir endamınız var ki, göz­leriniz bana ve genel olarak dünyaya öylesine dosdoğru, haşmetli ve huzurla bakıyor ki, size terbiyeli ve övgü dolu bir şeyler söylemeden önünüzden geçip gitmek elimden gelmedi; her ne kadar bu uçarılığımın ceza ve
kınamayı gerektirdiğinden endişe etsem de, beni ayıpla­mayacağınızı umuyorum. Sizi görür görmez, eskiden bir oyuncu olduğunuz fikrine kapıldım ve bugün burada, bu sade ama güzel yolun kenarında, sahibesi gibi görün­düğünüz şu sevimli, küçük dükkanın önünde oturduğu­nuzu düşündüm kendi kendime. Belki de bugüne kadar hiç kimse size burada, böyle damdan düşer gibi hitap etmemiştir. Sıcakkanlı, dahası nazik görünümünüz, se­vimli, güzel çehreniz, sükunetiniz, zarif endamınız ve -belirtmeme izin verirseniz eğer- ilerlemiş yaşınızdaki bu asil ve canlı havanız, sizinle böyle yol ortasında samimi bir sohbet başlatmak için cesaret verdi bana. Ayrıca özgürlüğü ve ferahlığıyla beni mutlu eden bu güzel günde, tanımadığım bir hanımefendinin karşısında, belki haddi­mi biraz aşmama neden olan bir neşe ateşledi içimde. Gülümsüyorsunuz! O halde kullandığım bu teklifsiz dil sizi kesinlikle kızdırmadı. Birbirine yabancı iki insanın arada sırada birbirleriyle rahat ve zararsız bir konuşma içine girmeleri, deyim yerindeyse güzel ve iyi bir şey gibi gelir bana; zaten bizim için bir bilmece olan bu başıboş, tuhaf gezegenin sakinleri de, en nihayetinde bunun için bir ağza, bir dile ve dilsel bir yeteneğe sahiplerdir, ki bu sonuncusu özellikle güzel ve tuhaftır. Her halükarda görür görmez size kanım ısındı; ancak önce sizden hürmet­le af dilemem gerek ve üzerimde en içten saygı hislerini uyandırdığınızdan emin olmanızı rica ediyorum. Sizi görünce çok mutlu olduğumu samimiyetle itiraf etmem, bana kızmanıza neden olabilir mi?
Çocuklar gökseldirler, çünkü daima bir tür gökte yaşarlar. Yaş alıp büyüdükleri zaman, gökleri solar ve böylece çocuksu­luktan, yetişkinlerin o kuru, hesapçı varlıklarının ve can sıkıcı görüşlerinin içine düşerler.
Bir erkek sevinçleri ve keyifleriyle gurur duymaz. Ruhunun derinliklerinde onu gururlu ve mutlu kılan, cesaretle üs­tesinden geldiği zorluklar ve sabırla katlandığı acılardır sadece. Ancak bu konuda söz sarf etmekten hoşlanmam. Hangi dürüst erkek hayatta hiç çaresiz kalmamıştır ve hangi insan geçip giden yıllar içinde umutlarının, planlarının, düşlerinin yıkılmadan kaldığını görebilmiştir? Özlemleri, cüretkar arzuları, mutlulukla ilgili tatlı ve yüce düşünceleri hiçbir zorunlu kesintiye uğramadan gerçek­leşmiş bir gönül nerede görülmüştür?
Hisleri­mi çevremdeki insanların gözlerinden saklamayı seve­rim, ancak bu uğurda telaşlı bir çaba göstermem; böylesi bir gayreti büyük bir hata ve muazzam bir aptallık ola­rak görürüm.
Her seferinde yepyeni şeylerin zevkini ve tadını çıkarmak için duyulan sürekli ihtiyaç, bir bütün olarak bakıldığında, küçüklüğe, içsel hayatın yokluğuna, tabiattan yabancılaşmaya ve ortalama veya yetersiz bir kavrayış yeteneğine ilişkin bir özellik gibi geliyor bana. Huysuzluk etmesinler diye durmadan yeni ve değişik bir şeyler gösterilmesi gerekenler, küçük çocuklardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir