Aziz Nesin kitaplarından Geriye Kalan kitap alıntıları sizlerle…
Geriye Kalan Kitap Alıntıları
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı.
Vatan, millet, namus gibi kutsal kavramların, anlamlarıyla değil yalnız sözleriyle, milleti en duyarlı yerinden avlamak isteğiyle, keselerine ve çıkarlarına köle yapmak isteyen ve bize kökü dışarda diyenlerin kökü kurusun, topunuzun köküne kibrit suyu!
-İntihardan vazgeçtim-
İntihar için evden çıktığım bir sabah, bir arkadaş elime bir kitap tutuşturdu.Kitabı bitirdikten sonra intihardan vazgeçtim. Bütün bezginlere, kederli ve küskünlere Geriye Kalan isimli mizahı hikâyeler kitabını tavsiye ederim. Hayatımı kurtaran kitabını yazarına,dizerine, basanına, satanına açık teşekkürlerimi bildiririm.
— Baba, dedi, duyuyorsun işte, şu adam ipe sapa gelmez sözler söylüyor da ne diye onun saçmalarını alkışlıyorsunuz?
Yaşlı köylü, kırçıl sakalını sıvazlayıp, kırışık yüzünde ışıltılı bir çizgi kalmış gözleriyle karşısındakileri süzerek şöyle dedi:
— Destinin yenisi suyu serin tutar. Bizim destideki suyun gayri içilecesi durumu kalamadı. Toprağı hep bir toprak da olsa, destiyi yenilemek gerekir. Yenilerini alkışlamamız bundan.
Vatan, millet, namus gibi kutsal kavramların, anlamlarıyla değil, yalnız sözleriyle milleti, en duyarlı yerinden avlamak isteğiyle, keselerine ve çıkarlarına köle yapmak isteyen ve bize kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun, topunuzun köküne kibrit suyu!
Teşbihte hata olmaz, nasıl şeytan camiye girmezse, polis de kütüphaneye girmez düşüncesiyle, bütün günlerimi İstanbul kütüphanelerinde okumakla geçiriyordum.
İnsanın, zamanın kendinden yana işlediğini görmesi ne güzel şey!..
“Öğrenmeye ve akıllanmaya karşı dirençliler. Camiye girmeyen şeytan gibi, kütüphaneye girmiyorlar.”
Vatan, millet, namus gibi kutsal kavramların, anlamlarıyla değil yalnız sözleriyle, milleti en duyarlı yerinden avlamak isteğiyle, keselerine ve çıkarlarına köle yapmak isteyen ve bize kökü dışarda diyenlerin kökü kurusun, topunuzun köküne kibrit suyu!
Recep Peker, başbakanlığı sırasında bir yurt gezisindeyken yolu bir kimsesiz çocuklar okuluna düşmüştü. Başbakanı görmek için köylüler de okula gelmişti. Düzenlenen törende öğrencilerden biri kendisine önceden öğretildiği üzere, okula yardım sağlamak için, kimsesiz çocukların unutulduğunu söyledi.
Recep Peker hemen,
– Bu memlekette kimsesiz yoktur, dedi, vatan ananızdır, biz de babanızız
Arkada duran köylülerden biri yanındaki köylüye Recep Peker’i göstererek,
– Demek, anamızı ağlatan adam buymuş! dedi.
CHP, o dönemde üniversite gençlik örgütlerini kendi buyruğunda kullanıyor, polis de bir bölüm halkı iktidarın isteği doğrultusunda ilericiler üstüne kışkırtıyordu. Daha yayımlanır yayımlanmaz Zincirli Hürriyet’e karşı gösteriler, toplanmalar, protestolar başlamıştı. Hükümetin isteğiyle polisten destek gören bitakim zorbalar, Zincirli Hürriyet’i gazete satıcılarından toplayıp alanlarda gösteriyle yakmıştı. Ertesi günkü gazeteler, bu gürültülü gösteri haberlerini veriyordu.
Zincirli Hürriyet’e, yayımladığımız öteki gazete ve dergilere olduğu gibi, saldırılmasının gerçek nedeni, o günkü baskıcı CHP iktidarının sol düşünceye ve muhalefete hiç dayanıksız oluşuydu. Gerçek neden bu olduğu halde, saldırıların bahanesi olarak benim beş yazımdan birini
gösteriyorlardı. “Ey Türk Faşisti!” başlıklı bu küçük yazımı, cezaevi koğuşunda, Atatürk’ün nutkundaki Gençliğe Sesleniş bölümünden, aklımda kalanlara göre, esinlenerek yazmıştım. O yıllarda CHP, örgütlerinin kışkırtmalarıyla basımevlerini yıktırıyor, baskı makinelerini kırdırtıyor, gazete dağıtıcılarına muhalefet gazetelerini dağıttırmıyor, gazete satıcılarına sattırmıyor, gazetelerimizi zorla toplatıp alanlarda yaktırtıyor, sol dergi ve gazetelerin satışlarını zorbalıkla önlüyordu. Özel basımevi sahipleri, polis baskısıyla, sol gazete ve dergileri basmamaya zorlanıyordu. Tan Gazetesi, Yeni Dünya Gazetesi, vb. yıktırılmış, basim makineleri kırdırılmıştı. Nâzım Hikmet bu faşist baskıyı, 6 Aralık 1945’te Tan ve Yeni Dünya gazeteleriyle iki kitabevinin yıktırılması olayı üzerine, aynı gün 6 Aralık 1945 adlı şiirinde dile getirmişti:
Onlar ümidin düşmanıdır,
sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
-çürüyen diş, dökülen et bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Atatürk’ün kurduğu CHP’nin buyruğuyla gazeteler yıktırılıyor, basım makineleri kırdırılıyordu. Bu kışkırtmayı CHP örgütlüyordu. Ayaklanan saldırganlar, CHP’nin sağladığı demir çubuklar, sopalarla donatılmıştı. Çok açığa çıkan bu örgütlü kışkırtıcılığın hiçbir gizlenecek yanı kalmamıştı. İşte bütün bu durumları “Ey Türk Faşisti!” başlıklı kısa yazıda belirtmeye çalışmıştım.
Bahane olarak ileri sürülen “Ey Türk Faşisti!” başlıklı yazının yarattığı tepkiler sonunda, korku, baskı ve yılgı yüzünden hiçbir basımevi Zincirli Hürriyet’i Istanbul’da basmadı. Yanlış anımsamıyorsam, Aybar, Zincirli Hürriyet’i bir süre daha (sanırım bir sayı) sıkıyönetim bölgesinin dışındaki İzmir’de yayımlamıştı.
Zincirli Hürriyet’teki, sözünü ettiğim öteki yazım “Adalet Bakanına Açık Mektup” başlıklıydı. Bu iki yazımı Geriye Kalan adlı kitabıma aktarıyorum.
Feneryolu, 17 Temmuz 1975, Perşembe
Ey Türk Faşisti!
Birinci vazifen Türk matbaalarını yıkmak, makinelerini isırmak, demirleri dişleyip duvarlara saldırmaktır. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli, gazeteleri çamurlara serip üzerlerinde ağzın köpürünceye kadar tepinmektir. Bu temel, partinin hazinesidir.
Bigün nümayiş yapmak için emir alırsan, bütün polisleri yanı başında bulacaksın.
Meydanlarda kitaplarını yaktığın namuslu insanlar, bütün dünyada eşi benzeri görülmemiş biçimde işkenceye uğratılabilir. Emniyet Müdürlüğümüzde dövülebilirler. Demir Ahmet 1 tarafından sövülebilirler. Bütün malları mülkleri zapt edilmiş, matbaalari yıkılmış, gazeteleri kapatılmış, evleri başlarına indirilmiş, çoluk çocukları dağıtılmış, evleri işgal, kendileri perişan edilmiş olabilir.
Bütün bu şartlardan daha elim olmak üzere, Amerika’dan borç dahi alınabilir. Hatta bu borç alınan paralar ziyafetlerde yenilebilir.
Ey Faşist yumurcakları! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi bütün bu yapılanları kâfi görmeden vazifen matbaaları yıkmak, makineleri kırmak, namuslu yurtseverleri parçalamaktır. Muhtaç olduğun kazma, balta, sopa, demir çubuklar, Halk Partisinin ambarlarında mevcuttur.
“Zincirli Hürriyet”,5 Şubat 1948
Ahmet Demir, CHP’nin tek parti iktidarından kalma Istanbul Emniyet Müdürüydü. Baskıcı ve zorba iktidarın kıyıcı polisiydi. Sonraları yüz kızartıcı bir suçun sanığı olarak adı gazete haberlerine düştü.
Bence dünyaya insanlara medeniyete en büyük hizmet uyku denilen baş belasını yeryüzünden kaldırmaktır. Zaten insan ömrü ne ki onun da üçte biri uykuda rüyada geçiyor.
Düş ben gibi bir aşka sadakat neymiş gör.
Sizler, kendi kendinizi öylesine yıkıp devirmişsiniz ki, sizi top mermisi bile böyle deviremezdi. Devrilip yan yatıp çamura batmışsınız.
Recep Peker, başbakanlığı sırasında bir yurt gezisindeyken yolu bir kimsesiz çocuklar okuluna düşmüştü. Başbakanı görmek için köylüler de okula gelmişti. Düzenlenen törende öğrencilerden biri kendisine önceden öğretildiği üzere, okula yardım sağlamak için, kimsesiz çocukların unutulduğunu söyledi.
Recep Peker hemen,
– Bu memlekette kimsesiz yoktur, dedi, vatan ananızdır, biz de babanızız
Arkada duran köylülerden biri yanındaki köylüye Recep Peker’i göstererek,
– Demek, anamızı ağlatan adam buymuş! dedi.
Bizim ne yasama dokunulmazlığımız, hatta sayenizde ne de yasal dokunulmazlığımız var. Bütün gayretlerinize rağmen, millet, kökü çürük olanları da, köksüz olanları da biliyor.
Vatan, millet, namus gibi kutsal kavramların, anlamlarıyla değil, yalnız sözleriyle milleti, en duyarlı yerinden avlamak isteğiyle, keselerine ve çıkarlarına köle yapmak isteyen ve bize kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun, topunuzun köküne kibrit suyu!
Neden bizim kökümüz dışarda? Biz hürriyetin yüzüne çul mu örttük? Biz, cebimizde firar pasaportları ve sahte nüfus kâğıtları mı taşıyoruz? Cüzdanlarımızda yabancı bankaların hesap defterleri mi var?
Ellerim mutludur Cemil Sait Barlas, sana oy vermediler. Neden kökümüz dışarda? Tapuları karımızın üzerine yapılmış apartmanlarımız mı var? Biz bu millete, uşaklarımızla, dalkavuklarımızla, metreslerimizle mi bağlıyız? Biz bu vatana, apartmanlarımızın oturduğu toprak parçasıyla mı bağlıyız?
Ellerim mutlu Cemil Sait Barlas, sana oy vermediler. Biz, örneğini çok gördüğümüz, hergün kulağımıza bir haberi uçurulan, dayak, yağma, talan, ölüm, zindan ve sürgün pahasına da olsa, milletin çıkarına olan gerçekleri söyleyeceğiz. Bunun için mi kökümüz dışarda?
Şu kalemi tutan elim, yeryüzünde hiçbişey yapmamış olsa bile, seçimde sana oy vermediği için en kutsal görevini yapmış sayılır.
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
–çürüyen diş, dökülen et –,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Nazım Hikmet
O yıllarda CHP, örgütlerinin kışkırtmalarıyla basımevlerini yıktırıyor, baskı makinelerini kırdırtıyor, gazete dağıtıcılarına muhalefet gazetelerini dağıttırmıyor, gazete satıcılarına sattırmıyor, gazetelerimizi zorla toplatıp alanlarda yaktırtıyor, sol dergi ve gazetelerin satışlarını zorbalıkla önlüyordu. Özel basımevi sahipleri, polis baskısıyla, sol gazete ve dergileri basmamaya zorlanıyordu. Tan Gazetesi, Yeni Dünya Gazetesi, vb. yıktırılmış, basım makineleri kırdırılmıştı.
Bence dünyaya, insanlara, medeniyete en büyük hizmet, uyku denilen baş belasını yeryüzünden kaldırmaktır. Zaten şu insan ömrü ne ki Onun da üçte biri uykuda, rüyada geçiyor. Pek uykuya vaktim yok ama, yine de arasıra uyumak felaketinden kurtulamıyorum.
Nasıl şeytan camiye girmezse, polis de kütüphaneye girmez düşüncesiyle, bütün günlerimi Istanbul kütüphanelerinde okumakla geçiriyordum.
Aziz Nesin
Bir küçük, bir güdük kalem ki, şeflerin, diktatörlerin, yardakçı ve yaltakçıların, bütün bu kör nişancıların hıncına, gayzına, gazabına hedef oldu.
Bigün bir sinir hastalıkları uzmanına bir hasta gelir.
– Doktor, der, hastayım, hayattan zevk alamıyorum. Açlar aklıma geliyor, yemek yiyemiyorum. Çıplaklar hatırıma geliyor, onlarla birlikte üşüyorum. Her cinayette kendimi suçlu buluyorum. Her katil bıçağının kabzasını sanki benim ellerim tutmuştur. Her atılan kurşun benim kalbime saplanıyor. Bütün bu toplumun suçları benim omuzlarıma yüklenmiş. Artık gülmesini unuttum.
Bütün bu toplumun suçları benim omuzlarıma yüklenmiş. Artık gülmesini unuttum.
Vatan, millet, namus gibi kutsal kavramların, anlamlarıyla değil yalnız sözleriyle, milleti en duyarlı yerinden avlamak isteğiyle, keselerine ve çıkarlarına köle yapmak isteyen ve bize kökü dışarda diyenlerin kökü kurusun, topunuzun köküne kibrit suyu!
Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Nazım Hikmet
Hayat kırkından sonra başlar derler.
Öğrenmeye ve akıllanmaya karşı dirençliler. Camiye girmeyen şeytan gibi, kütüphaneye girmiyorlar.
Her zaman gazete kapatılmaz, kimileyin de işte böyle gazeteci kapatılır. Eksik olmasınlar, ne denli çok çalışıp ne denli yorulduğumuzu gören ve bizleri ilgiyle adım adım, soluk soluk izleyen büyüklerimiz, ancak kapama yoluyla bizi bisüre dinlendirdiler.
Kahveye ne zaman gitsem, iktidar koltuğu gibi. Hep aynı iskemlelerde aynı suratları görürüm.
Sansür istiyoruz! Cezaevlerinde çürümek istemiyoruz!
Deli ile devletli bildiğini işler.
Bu memlekette kimsesiz yoktur. Vatan ananız biz ise babanızız!
Kimse kimseyi dinlemiyor. Herkes kendi bildiğini okuyordu.
Millet verdiğiniz afyonlara karşı bağışıklık kazandı. Yutmuyorlar artık!
Bütün bu şartlardan daha elim olmak üzere, Amerika’dan borç dahi alınabilir. Hatta bu borç alınan paralar ziyafetlerde yenilebilir.
Meydanlarda, kitaplarını yaktığın, namuslu insanlar, bütün dünyada eşi benzeri gÖrülmemiş biçimde işkenceye uğratılabilirler. Emniyet müdürlüğümüzde dövülebilirler. Demir ahmet tarafından sövülebilirler. Bütün malları mülkleri zaptedilmiş, matbaaları yakılmış, gazeteleri kapatılmış, evleri başlarına indirilmiş, çoluk çocukları dağıtılmış, evleri işgal, kendileri perişan edilmiş olabilirler.
Ey Türk faşisti! Birinci vazifen Türk matbaalarını yıkmak, makineleri ısırmak, demirleri dişleyip duvarlara saldırmaktır. mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli, gazeteleri çamurlara serip, üzerlerinde ağzın köpürünceye kadar tepinmektir. bu temel partinin hazinesidir.
Nazım Hikmet bu baskıları 6.45 şiirinde çok net bir şekilde anlatıyordu.
CHP o dönem halkı kısıtlamaya devam ediyordu. O dönemde CHP sol düşüncesine ve ilericilere örgüt gibi davranıyordu. Gazetelerimizi zorla toplatıp yaktırıyordu.
Yazı yazmamı istemeyen cezaevi müdürü değil, o dönemin CHP iktidarıydı.
Bu denetimler sırasında sadece helada yazı yazabiliyordum.
Eğer yazmazsam benim çocuklarım aç kalır.
Sonra kurulmuş ama iftar sofrasından ziyade çilingir sofrasına benziyordu.
Düş ben gibi bir aşka o zaman sadakatsizliği sen de gör!
İster istemez yazmaya devam ediyordum.
Mekteplerde dayak kalktı şimdi sadece polislerde var.
Nutku kim verir? Bakanlar verir
İnsanlara, dünyaya medeniye en büyük hizmet uyku denen belayı ortadan kaldırmaktır!
3 sabahtır peynir almam söyleniyordu. Fakat onu alabilecek param yoktu.
Hayat kırkından sonra başlar derler.
Su dünyada ne münasebetsiz insanlar var!
Biz de gideriz. Bir daha semtine uğrayanın!
Gözün kör olsun talih!
Ay, deniz, müzik bira ohh. Bir de yanimda sevgilim olsa Garson bir bira daha!
Nasıl şeytan camiye girmezse poliste kütüphaneye girmez düşüncesiyle burada rahat çalışıyordum.
Nihayet Aziz Nesin Kadıköy’de bir şaraphaneye girerken yakalanmıştır. Firari Rıhtım tarafında ele geçirilmiştir.
İnsaf çeyrek din olsa yine de böyle yazı yazılmaz.
Artık gülmesini unuttum.
Larousse’un içinde gazeteden kesilmiş, sakallı bir adam resmi.
-Kim bu sakallı herif? diye sormuşlar.
Evi aranan adam,
-Şekspir demiş.
-Yani gavur mu bu herif?
-İngilizdir efendim.
-Demek, yabancılarla da ilişkin var? Çabuk söyle bu İngilizin adresini !
Arkadaş, Şekspir’in adresini söylemiş
Cildi açıp bakmışlar, Fransızca yazılı. Kafa kafaya verip okumuşlar : Larousse
Ortaokuldaki öğrendikleri Fransızca bilgileriyle anlamını çözmeye çaluşmışlar: Fransızcada La, la’dır, la mezon, la port gibi. Rousse da bildiğimiz Rus’un Fransızcası. Hmmm, demek bu La Rus, Rus kitabı.
Komiser Rüştü, yıllarca işkence ettiği öğrencilerden birinin ellerinde, hem de O’na dualar ederek canverdi.
Esaslı deliller arasında Niçe’nin Zerdüşt dedi ki adlı bir kitabı da vardır. Oysa bu kitap komünist düşünceleri içermez. Tam tersine antikominist ilkeleri kapsar. Bu eşyayı alanlar, kitapta Niçe’nin bıyıklı resmini görmüşler, O’nu Stalin’e benzeterek iddialarına en esaslı delil olarak müsadere etmişlerdir.
Nazım Hikmet bu faşist baskıyı, 1945 de Tan ve Yeni Dünya gazeteleriyle iki kitabevi’nin yıktırılması olayı üzerine, aynı gün Düşman adlı şiirinde dile getirmişti.
Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim, akar suyun,
meyve çağında ağacın,
Serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
-çürüyen diş, dökülen et –
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler.
( ..)
-Nazım Hikmet 6 Aralık 1945
Mademki Beethoven sağır, mademki ben de sağırım; mademki Beethoven müzisyen, o halde ben de müzisyen olmalıyım diye mantık yürütüyordu. Bu keskin mantık karşısında akan sular durdu ve duran sular akmaya başladı.
Teşbihte hata olmaz, nasıl şeytan camiye girmezse, polis de kütüphaneye girmez düşüncesiyle, bütün günlerimi İstanbul kütüphanelerinde okumakla geçiriyordum.
Şeddesiz eşekler, şeddeli eşeklere kayıtsız şartsız itaate mecburdurlar. Kurttan korkmayan ölmüş eşeklerin vay haline.