Steven Rose kitaplarından Genlerimizden İbaret Değiliz kitap alıntıları sizlerle…
Genlerimizden İbaret Değiliz Kitap Alıntıları
Sosyobiyoloji, insanın davranış dağarcığının tüm yönleriyle adaptasyonun bir sonucu olduğunu, ya da en azından geçmişte böyle olduğunu ileri sürerek, şeylerin mevcut durumunu meşrulaştırmaya zemin hazırlar. Buna göre biz, doğal seçilimin milyon yıllık ürünleriyiz. Doğanın bilgece içimize işlediği toplumsal düzenlemelere bütün kibrimizle meydan mı okuyalım? Girişimci, yabancı düşmanı veya bölgeciysek bunun bir nedeni var. Bu özellikler kör talihin eseri değil; belki daha en başında bile uyumsuz özelliklerdi. İşte bu biyolojik Pangloss’çuluk, biyolojik determinizmin kaçınılmazlık argümanı bakımından en mantıklı sonuç olmamakla birlikte, meşrulaştırma sürecinde önemli rol oynadı. Dahası, özgeciliğin bile üreme bencilliğinin seçiliminin bir sonucu olduğunu vurgulayarak, genel anlamda bireylerin davranışlarındaki bencilliği de destekledi. E. O. Wilson, toplum için en faydalı olanın kendisi için en faydalı olanı yapan bireyler olduğunu, bunun tek şartının da başkalarına zarar vermemek olduğunu savunan Amerikan yeni muhafazakar özgürlükçülüğünün temsilcisidir.
Laing, -en azından onun 1960’lardaki ve 1970’lerin başın daki hali- şizofreninin temelde aileden kaynaklanan bir bozuk luk olduğunu söyler; ona göre şizofreni, hasta bir kişinin değil hasta bir ailenin üyeleri arasındaki etkileşimlerin yol açtığı bir sonuçtur. Modern toplumun çekirdek aile yaşam tarzı nedeniyle bir arada bulunmak zorunda kalan ailede, her zaman eleştirilen bir çocuk vardır ve bu çocuğa hep hata yaptığı, asla anne-babasının talep ve beklentilerini karşılayamayacağı söylenir. Böylece çocuk, kendini, Laing’in (Gregory Bateson’ dan ilhamla) çifte açmaz olarak adlandırdığı bir durumun içinde bulur: Çocuk, ne yaparsa yapsın kusurludur. Bu koşullar altında çocuğun kendi hayal dünyasına çekilmesi, dayanılmaz varoluş baskısına verebileceği en makul yanıttır. Bu nedenle şizofreni, kişilerin karşılaştıkları kısıtlamalara verdikleri akılcı, şartlara uygun bir tepkidir.
Bir şizofrenin hastaneye yatırılarak veya ilaçla tedavi edilmesi, hastalıktan kurtuluş olarak değil yaşanılan baskının bir diğer yönü olarak görülmelidir.
Tıbbileştirme ideolojisi sadece bilimsel ortodoksi ve ilaç şirketleri tarafından onaylanmış maddeleri kabul eder. Tıbbi açıdan kabul görenler; depresyon için lityum, şizofreni için dopamin azaltıcı ya da multiplskleroz gibi organik hastalıklar için üretilen ilaçlardır. Öte yandan, popüler kültür veya diplomasız kişiler -grip için C vitamini, şizofreni için glütensiz beslenme gibi- kendi sihirli mermi çözümlerini sundukları ya da şehir yaşamındaki depresyon vakalarının boya ve benzindeki kurşun nedeniyle arttığını ileri sürdükleri zaman bilim ortodoksisi yaygarayı koparır;
uzmanların kendi yöntem ve kuramları, aleyhlerine dönmektedir.
Oysa popüler sihirli mermi tedavileri, kuramsal olarak, ilaç endüstrisinin tedavilerinden daha sorunlu değil (daha sorunsuz da değil). Esin kaynakları bakımından indirgemecilere benziyorlar. Belki de bu insanları, egemen ideolojilerin popüler kültürü içinde bir kırılma, Hıristiyanlığın işçi sınıfı ya da Siyahlar arasında benimsenmiş şekli gibi görebiliriz. Bu dini ideolojiler gibi onlar da, ister bir rahip ister ilaç endüstrisi tarafından temsil edilsin, hakim ortodoksiye karşı geliştirilen ve baskıcı inançlardan ve eleştirel muhalefetten meydana gelen çelişkili bir karışımdır.
Okulda çabuk sıkılma veya yerinde duramama gibi davranışlar sergileyen çocuklar ya hiperaktivite ya da minimal beyin disfonksiyonu sorunu yaşıyordu. Yine, kusurlu beyin, toplumsal örgütlenmelerle bireylerin kabul edilemez etkileşimlerinin de nedeni olarak görülüyordu. Bunun siyasi sonucu şu oldu: Toplumsal yapı asla sorgulanamadığı için değiştirilmesi de düşünülemezdi; bireyin bu yapıya uyum sağlayacak şekilde değişmesi ya da kusurlu biyolojik yapısının sonuçlarına katlanması ve tecrit edilmesi gerekirdi.
Bu inanç açısından kötü haber ise, eğitimde son seksen yıl da yaşanan muazzam eşitliğin aynı oranda bir toplumsal eşitlikle sonuçlanmamış olmasıdır. 1900 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde 17 yaşındaki nüfusun yalnızca yüzde 6,3’ü lise mezunuyken, günümüzde bu oran yüzde 75’e çıkmış fakat servet ve toplumsal iktidar dağılımındaki eşitsizlik süregelmiştir. Aslında kültürel indirgemecilik, halk eğitiminin bu sınıfsal yapıyı ortadan kaldırmadaki büyük başarısızlığı sebebiyle doğru dan eleştiriye uğramaktadır. Arthur Jensen’ın 1969 #8242; da Harvard Educational Review’da IQ üzerine yazdığı ve biyolojik determinizmin yeniden yükselişinin işareti olan makalenin anafikrini açılış cümlesi ortaya koyar: Yardımcı eğitimler denenmiş ve başarısız olmuştur. Yardımcı eğitimlerin denenip denenmediği, başarısız olup olmadığı bir yana, şunu söyleyebiliriz: Batı dünyasında herkes Kant’ın Arı Usun Eleştirisi yapıtını okuyup anlayabilseydi, buna bağlı olarak işsizlerin sayısı azalmayacak, sadece işsiz kalmış olan bu insanlar daha eğitimli olacaktı.
Bakteri bulunan bir tabağa bir damla şekerli çözelti koyarsanız, bakteriler aktif şekilde ve en uygun yoğunluğun olduğu bölgeye ulaşana kadar şekere doğru ilerler, böylece düşük şekerli ortamı da yüksek şekerli bir ortam haline getirirler. Sonra şeker molekülleri üzerinde çalışıp bu molekülleri farklı bileşenlere ayırırlar; bazılarını emerek, bazılarını da çevreye salarak, çoğunlukla da daha asidik bir ortam yaratarak çevrelerini değiştirirler. Bu olduğunda, bakteriler asiditesi yüksek ortamdan kaçarak asiditesi düşük ortama geçerler. Bu küçük çaplı örnekte; bir organizmanın tercih edilen bir çevre belirlemesi , bu çevre üzerinde çalışarak onu değiştirmesi, sonra da bu çevreye bir alternatif seçmesi durumunu görüyoruz.
Statükocu savunmanın ilk şekli daima ideolojik olmuştur; insanlar, ne kadar eşitsizlik barındırırsa barındırsın, mevcut toplumsal düzenin kaçınılmaz ve doğru olduğuna inandıklarında onu asla sorgulamazlar.
Biyolojik deterministlere göre bizler özgür değiliz çünkü yaşamlarımız, belirli davranışlar veya bu davranışlara yatkınlığa neden olan genler gibi görece az sayıdaki içsel nedenle sınırlandırılmış durumdadır. Fakat bu bakış açısı, insan biyolojisi ile diğer organizmaların biyolojileri arasındaki farkın özünü gözden kaçırmaktadır. Beynimiz, ellerimiz ve dilimiz bizi dış dünyanın pek çok başat özelliğinden bağımsız kılmıştır. Biyolojimiz, bizi, kendi ruhsal ve maddi çevresini durmaksızın yeniden yaratan ve yaşamı kesişen nedensel yolların olağanüstü çeşitliliğinin sonucu olan varlıklar haline dönüştürmüştür. İşte bu nedenle bizi özgür kılan, biyolojimizdir.
‘Siyahların eşit ücret ve toplumsal statü talepleri gayrimeşrudur, diyorlardı, çünkü Siyahlar iyi kazandıran işler için biyolojik olarak yetersizdir. Kadınların eşitlik talepleri temelsizdir çünkü erkek egemenliği evrimsel süreç içinde genlerimize yerleşmiştir. Ailelerin okuma yazma bilmeyen çocuklarının eğitimi için okulların yeniden yapılandırılmasına ilişkin talepleri karşılanamaz çünkü bu çocukların beyninde işlev bozukluğu vardır.’ Her hak talebi için bu talebin meşruiyetini çürüten ve kılıfına uydurulmuş bir biyolojik açıklama vardı.
Biyolojik determinizm, insan yaşamını, neden-sonuç ilişkisini gen-insan-insanlık şeklinde kurarak açıklayan indirgemeci bir açıklamadır. Hatta açıklamadan da fazlasıdır; bu, bildiğimiz siyasettir.
Biyolojik determinist fikirler, toplumumuzdaki eşitsizlikleri koruma ve insan doğasını istenen kalıba sokma girişiminin; bu fikirlerin yanlışlarını ve siyasi içeriğini gün ışığına çıkarmak da eşitsizlikleri ortadan kaldırma ve toplumumuzu dönüştürme mücadelesinin bir parçasıdır.
‘İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar; ama kendi keyiflerine göre değil, kendi seçtikleri koşullar içinde değil, zaten mevcut olan koşullar içinde yaparlar.’ Zaten mevcut olan biyolojik, tarihsel, teknolojik, kültürel ve toplumsal koşullar içinde
Esasında siyahlarla beyazlar arasındaki genetik farklılıklara ilişkin kanıtların hiçbiri, genetik ile toplumsal olanı ayırma zahmetine girmez.
Deterministlerin kalıtsallığın ispatına atfettikleri büyük önem kalıtsallığın değişmezlik anlamına geldiği yönündeki hatalı inançlarının bir sonucu.
Organizmaların sadece ve sadece genler tarafından belirlendiği düşüncesi gibi, genetik kapasite düşüncesi de yanlıştır.
Psikometri, her şeyden önce, kişilerle ilgilendiği yönündeki tüm iddialarına rağmen, gerçekte ve büyük oranda insanları birbiriyle kıyaslamakla ve genele uyacak şekilde değiştirmeye çalışmakla uğraşan bir konformist toplum aracıdır.
“Biyolojik deterministlerin iddiası, IQ’nun kalıtsallığının yüzde 80 civarında olduğudur.”
“Bugün bir çok psikolog ırklar veya etnik gruplar arasındaki IQ farklarının genetik temelli açıklanamayacağını kabul ediyor. İnsan ırk ve popülasyonlarının gen havuzuları bakımından olduğu kadar kültürel çevre ve deneyim anlamında da farklılaştığı apaçık bir olgu. Bu nedenle gruplar arasındaki ortalama katsayı farklılıklarına genetik nedenler atfetmenin hiçbir anlamı yok; bilhassa da IQ testindeki türden sorulara cevap verebilmenin büyük oranda kişinin geçmiş deneyimlerine bağlı olduğu ortadayken ”
“Zihinsel yaşı biyolojik yaşından büyük bir çocuk “parlak” ve iletiydi; zihinsel yaşı biyolojik yaşından küçük olan ise “alık ve geriydi.”
“ 3 yaşındaki ortalama bir çocuğun ayları saymasını bekleyemeyiz ama 10 yaşındaki normal bir çocuğun bunu yapabilmesini bekleriz. Şu halde, ayları satamayan 10 yaşındaki çocuk ihtimal ki pek zeki değildir.”
“Eğik Pisa Kulesi’nden yarım kilo kurşun ve yarım kilo tüy bırakıldığında, ilk yere düşen kurşun olacaktır çünkü hava basınca ve sürtünme kuvveti gibi sebepler tüyün hızına daha fazla keser. Ama Galilei ve Newton’ un denklemlerin de yarım kilo kurşun ve yarım kilo tüt aynı anda yere düşer çünkü hareket kanununun kuramsal denklemlerin de soyut yarım kilo kurşun ile soyut yarım kilo tüy, eşdeğer ve değişmez kütlelerdir.
“ Kopernik ve Galilei gibi astronomlar gök cisimlerinin dünya merkezli hareket modelini güneş merkezli dünya modeliyle değiştirdiğinde bu sadece kozmolojinın konusu değildi; Kilise içinde bir tehdit ve tanrının yeryüzündeki gölgesi olan Kilise merkezli dünya düzenine de bir karşı çıkıştı.”
“Türler aklın alamayacağı şekilde ortaya çıkmamışlardı; geçmişteki daha “basit” ya da “ilkel” biçimlerden türemişler di. Evrimsel bir bakış açısıyla yaşamın kökenine bakıldığında, içinde temel kimyasal reaksiyonların meydana geldiği o ilk sıcak kimyasal karışım hayal edilebilirdi. Canlı türleri işte bu prebiyotik karışımdan meydana gelmişti.”
“Zamanın ibresi değiştirilemez biçimde ileriyi işaret ediyordu; geriye sarma yoktu. Hem dünya hem de dünya üzerindeki yaşam anlayışı dönüşüm geçirmişti.”
“Agassiz ayrıca, Siyah Bebeklerin kafataslarındaki sutürlerin beyaz bebeklerdekine oranla daha erken kapanması nedeniyle siyah çocuklara fazla bir şey öğretmenin imkansız olduğunu çünkü beyinlerinin kısıtlı kafatası kapasitelerinin dışında gelişemeyeceğini de söylemişti.”
“ öte yandan, belli ki siyasi tutkular Harvard profesörlerinin doğa kanunlarına İlişki söylediklerine hükmedebiliyordu zira saygın profesör Agassiz şöyle diyordu:
Bir zencinin beyni ana rahmindeki yedi aylık beyaz bir bebeğin tam gelişmemiş beynine eşdeğerdir.”
“Tüm organizmalar öldüklerinde sonraki nesillere biraz farklı bir çevre bırakır; özellikle insanlar çevrelerini öylesine sürekli ve ciddi dönüştürür ki her nesil açıklanmayı bekleyen bir dizi yeni sorunlar ve yeni seçimlerle karşı karşıya bırakılır.”
“İnsan hayatı ve davranışları, bireyi meydana getiren hücrelerdeki biyokimyasal özelliklerin kaçınılmaz sonucudur ve bu özellikler bireyin genlerindeki bileşenlerce belirlenmiştir. Sonuç olarak genden bireye ve bireyden tüm bireylerin davranışları toplamına dek uzanan bir belirleyiciler zinciri, insan davranışlarına dolayısıyla tüm topluma hakimdir. Böylece deterministler, insan doğasını genlerin belirlediğini öne sürmüş olurlar.”
Şiddet olayları hastalıklı beyinlerin ürünüydü, tedavisi de buna göre olmalıydı.
Sınıflar arası mücadelede biyolojik determinizm bir silahsa,o halde üniversiteler birer silah fabrikasıdır;öğretim ve araştırma görevlileri de bu fabrikaların mühendisleri,tasarımcıları ve üretim elemanlarıdır.
Tahayyül edilebilecek en iyi dünyada yaşamıyor olabiliriz ama mümkün olan en iyi dünyada yaşamaktayız.
Kadınların eşitlik talepleri temelsizdir çünkü erkek egemenliği evrimsel süreç içinde nesilden nesile aktarılarak genlerimize yerleşmiştir
Bir ırkta %100 tek bir biçimde ve başka ırklarda %100 farklı biçimde olduğu bilinen tek bir gen bile yoktur
Kalıtsal kelimesi ile değiştirilemez olanın kastedilmesi sonucu yaşanan karışıklık, genlere ve gelişme dair yaygın yanlış anlamaların bir sonucudur.
Psikometri, her şeyden önce, kişilerle ilgilendiği yönündeki tüm iddialarına rağmen, gerçekte ve büyük oranda insanları birbirleriyle kıyaslamakla ve genele uyacak şekilde değiştirmeye çalışmakla uğraşan bir konformist toplum aracıdır.
.. norm un gücü, bir kere yerleştikten sonra, bu çizgisel skala üzerinde bir yere konumlandırılan kişileri yargılamak için kullanılmasından gelir. Normdan sapmalar endişe ile karşılanır.
Psikolojideki yaklaşım, büyük ölçüde, insanların anketlere verdikleri yanıtlara, birtakım basit işlerdeki performanslarına ve bir dizi ayrıntılı istatistiksel işleme bel bağlayan psikometri yöntemi aracılığıyla gerçekleştirilir. İnsanın eylemleri, kafasındaki kara kutuda nesneleştirilmiş, somut ve tekil parçalara indirgenir.
.. doğuştan gelen ile değişmez olan ın bir tutulması, doğal olanın yapay olana hükmettiğini ima eder. Oysa insan türünün tarihi, doğaya karşı kazanılan toplumsal zaferlerin, yerinden oynatılan dağların, birleştirilen denizlerin, kökü kurutulan hastalıkların, hatta insanlık uğruna değiştirilen türlerin tarihidir. Tüm bunların doğanın kanunlarına uygun olarak yapıldığını söylemek birtakım kısıtlamaları olan maddi bir dünyada yaşadığımızı söylemekten öteye gitmez.
Siyasi ideolojiler, insanları ekonomik ve toplumsal eşitsizliğin nedenleri, ahlakı ve geleceği konusunda ayrıştırılabilir ancak kimse böyle bir eşitsizliğin varlığını reddedemez.
Yeni doğan bir bebekle ilgili ilk soru hâlâ şudur: Kız mı, Erkek mi? Bu soru, kültürümüzün insanlar arasında yarattığı önemli ayrımların başlangıç noktasını işaret eder.
Acı, hastalık ve ölüm hiçbir zaman son bulmayacaktır ama daha adil ve sağlıklı bir toplumda biyolojimiz de, her şeye rağmen, farklı ve daha sağlıklı olacaktır.
Eğer iddia edildiği gibi IQ testleri doğuştan gelen zekayı ölçüyor olsaydı, zeki olarak doğmaktansa zengin olarak doğmak çok daha iyi olurdu.
Her hak talebi için bu hak talebinin meşruiyetini çürüten ve kılıfına uydurulmuş bir biyolojik açıklama vardı
Biyolojik determinizm, toplumsal siyasi ve kültürel yaşamdaki liderlik rolünün tıpkı penis, testis, sakal gibi erkeklere özgü olduğunu savunur. Kadınların geleneksel olarak erkeklere ayrılmış olan alanlara girmelerine şiddetle karşı çıkılır. Bu amaçla mecliste yapılacak basit bir izin oylaması istenen sonucu vermezse biyoloji devreye girer. Örneğin kadınlar,banka müdürü veya siyasetçi olmamalıdır ve Amerikalı bir doktor bunun nedenini şöyle açıklar:
Bir bankaya yatırım yaptığınızda, banka müdiresinin kredinizle ilgili kararları hormon değerlerinin arttığı o belli dönemde vermesini istemezdiniz veya farz edelim ki Beyaz Saray’da menopoza girmiş bir kadın başkanımız var ve Rusya ile Küba’nın yakınlaştığı bir dönemde, aslında yanlış bir karar olan Domuzlar Körfezi Harekâtı için o kararı verecek
Madem ki her türlü mülkiyet hırsızlıktır, o halde hırsızlık da mülkiyetin yeniden bölüşümünün adil bir biçimidir
İyi toplum; ya ideolojinin etkisi altına almak istediği eşitsizlik ve rekabet gibi insan doğasının temel özellikleriyle uyumlu bir toplumdur ya da ütopya olarak kalacaktır çünkü insan doğası, fiziksel doğanın gerçeklerine dayandırılmayan keyfi bir iyi kavramı ile mutlak zıtlık içindedir.
Bir beyazın beyninin siyahın beyninden daha iyi geliştiğine nasıl inandılarsa, erkeğin de nitelik olarak kadından üstün olduğuna öyle inandılar.
İnsan bazen kaderinin efendisidir;
Suç, sevgili Brütüs, yıldızlarda değil,
Suç bizdedir; kul olduğumuz için
ABD ordusunun I. Dünya savaşı sırasındaki IQ testi programı Güney ve Doğu Avrupa’dan gelen göçmenlerin düşük puan aldığını açıkladığında bu sonucun alplilerin ve Akdenizlilerin genetik olarak kuzeylilerden aşağı olduğunu gösterdiği söylenmişti.
ABD yüksek mahkemesi tarafından 1927 yılında anayasaya uygunluğu açıkça ilan edilen kısırlaştırma kanunları, biyolojik determinizmin temel iddiasını, yani dejenere niteliklerin genlere aktarıldığını kanuni bir gerçeklik olarak tespit etmiş bulunuyordu .
Amerikan Bağımsızlık bildirgesi yazarları insanoğlu eşit yaratıldı derken kelimenin tam anlamıyla bir oğuldan bahsediyorlardı çünkü yeni cumhuriyetteki bu haklardan kadınlar yararlanamıyordu.
Televizyon, gazete ve dergiler , üniversiteleri, uzmanlık bilgisinin ve ‘bilgiye dayalı görüş’ün kaynağı olarak kabul eder. Böylelikle üniversiteler biyolojik determinizm ideolojisi yaratma, yayma meşrulaştırma işlevi görür. Sınıflar arası mücadelede biyolojik determinizm bir silahsa, o halde üniversiteler birer silah fabrikasıdır; öğretim ve araştırma görevlileri de bu fabrikaların mühendisleri, tasarımcıları ve üretim elemanlarıdır.
Her hak talebi için bu hak talebinin meşrutiyetini çürüten ve kılığına uydurulmuş bir biyolojik açıklama vardı. Biyolojik determinizm kurbanı suçlamanın etkili ve kolay yolu. Şu halde bir yandan mağdurların taleplerine cevap verme olasılığı azdır, diğer yandan mağduriyet bilinci yükselirken biyolojik determinizm daha fazla gündemde olmasına ve çeşitlenmesine şaşırmayalım.
(biyolojik deterministler) siyahların eşit ücret ve toplumsal statü talepleri gayrimeşrudur, diyorlardı, çünkü siyahlar iyi kazandıran ve yüksek soyutlama gerektiren işler için biyolojik olarak yetersizdir. Kadınların eşitlik talepleri temelsizdir çünkü erkek egemenliği evrimsel süreç içerisinde nesilden nesile aktararak genlerimize yerleşmiştir
Toplumsal reçetesini birebir doğadan alan yeni sağ , bu görüşe bir siyasi meşrulaştırma aracı olarak sıkı sıkıya bağlanmıştır çünkü eşitsizliklerin nedeni biyolojiyse, o halde bunlar kaçınılmaz ve değişmezdir.
Çok sayıda türde olduğu gibi,toplumsal ve cinsel gruplaşmalar;tek eşlilikten çok eşliliğe;kayda değer bir hakimiyetin olmadığı gruplardan hiyerarşik düzenin olduğu gruplara;erkeğin yönettiği gruplardan kadının yönettiği gruplara;eşey ayrılığının dikkat çektiği gruplardan daha az olduğu gruplara kadar farklı türlerde olabilmektedir.
Bu farklı türler arasından sadece ataerkinin ve insandaki cinsel ilişkilerin belli biçimlerinin doğallığını destekleyenleri seçmek hem insan dışı hayvanların hem de insanların toplumsal biyolojisini tehlikeye atmaktadır.Popüler etolojik hesaplarla seçilmiş olan bu hikâyelerin hepsi tek bir yönü işaret ediyorsa,insan kendine şu soruyu sormalı: Böyle seçmece bir anlatım hangi çıkara hizmet ediyor?
Cinsiyetçilik ile ırkçılığın yan yana getirilmesi,19. yüzyıldaki biyolojik determinist düşüncenin belirgin bir özelliğidir.Charles Darwin şöyle der: Kadınların başarılı oldukları zihinsel özelliklerin en azından bir kısmı,alt ırkların karakteristik özellikleridir.
Fransız kraniyolog F. Pruner için, Zenciler,çocuklarını,ailelerini ve klübelerini sevme konusunda kadınlara benzerler,( )genel olarak kadın,erkek için neyse, siyah adam da beyaz adam için odur;sevgi dolu ve zevk veren bir varlık.
Biyolojik deterministler için,toplumsal cinsiyet,aslında,biyolojik ve cinsel ayrımları işaret eder.Biyolojinin belirlediği şey,basit bir işbölümü değildir;aynı zamanda işlevsel olan bu işbölümüne karşı geldiğimizde kendimizi de tehlikeye atmış oluruz.Toplumlar;baskın,üretici erkeklere ve bağımlı,anaç ve yeniden-üretici kadınlara ihtiyaç duyar.
Farelerde, dişilerin cinsel istek,progesteron ve östrojen seviyeleri arasında daha dolaysız bir ilişki vardır;böylece östrojen enjeksiyonu,dişi farelerin vücudunun arka kısmını cinsel davet amacıyla kaldırdıkları bir pozisyon almalarına neden olur.Ancak bir laboratuvarın yavan ortamında dahi bir dişinin hormon enjeksiyonuna tepkisi,geçmiş deneyimlerine bağlıdır ve hormon seviyeleriyle cinsel aktivite arasındaki ilişki,daha karmaşık olan gerçek hayat la laboratuvar ortamına göre çok daha dolaylıdır.İnsanlardaki durum ise kesinlikle çok daha karmaşık.Hormon seviyesi,cinsel çekicilikle ya da karşı cinse duyulan cinsel istekle kolayca veya doğrudan doğruya ilişkilendirilemez.
Bir ihtimal,ondan sağlayanlarca korunan,tarihsel bir toplumsal örgütlenme biçimi ve insan biyolojisinin bir sonucu olduğu için.Tıpkı,her türlü toplumsal yapının, ihtimal dahilindeki bir dizi örgütlenme biçiminden yalnızca biri ve insan biyolojisinin sonucu olması gibi. Bazıları,ataerkinin genlerimizle belirlenen kadın ve erkek arasındaki sabit biyolojik farklılıkların kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ileri sürer.
Biyolojik determinizm,toplumsal siyasi ve kültürel yaşamdaki liderlik rolünün tıpkı penis,testis,sakal gibi erkeklere özgü olduğunu savunur.Kadınların geleneksel olarak erkeklere ayrılmış olan alanlara girmelerine şiddetle karşı çıkılır.Bu amaçla mecliste yapılacak basit bir izin oylaması istenen sonucu vermezse biyoloji devreye girer.Örneğin kadınlar,banka müdürü veya siyasetçi olmamalıdır ve Amerikalı bir doktor bunun nedenini şöyle açıklar:
Bir bankaya yatırım yaptığınızda,banka müdiresinin kredinizle ilgili kararları hormon değerlerinin arttığı o belli dönemde vermesini istemezdiniz.Veya farz edelim ki Beyaz Saray’da menopoza girmiş bir kadın başkanımız var ve Rusya ile Küba’nın yakınlaştığı bir dönemde, aslında yanlış bir karar olan Domuzlar Körfezi Harekâtı için o kararı verecek
Burt,1909 gibi erken bir tarihte bile,Oxford şehrindeki okullu çocuklardan oluşan iki küçük gruba üstünkörü uygulanan birtakım testler yapmıştı.Bir okuldaki çocuklar,Oxford’lu hocaların, Kraliyet Derneği üyelerinin,vs. oğullarından oluşuyordu; diğer okuldaki çocuklar ise sıradan kasabalıların oğullarıydı.Burt,birinci sınıf çocukların testlerde daha başarılı olduğunu,bunun da zekânın kalıtsal olduğunu ispatladığını iddia ediyordu.Bu bilimsel olarak ifade edilen ve 1909 yılında British Journal of Psychology dergisinde yayımlanan sonuç,Burt’ün bundan altı yıl önce Oxford’da lisans öğrencisi iken defterinde yazdığı şu nottan da çıkarılabilirdi:
Yoksulluk,kronik yoksulluk sorunu:toplumsal hasar zor yoluyla kontrol altına alınmadan veya diğerlerinin türlerini yaymaları engellenmeden sorunun çözümü için pek az ümit vardır.
(Biyolojik deterministlere göre) Devletin toplumsal programı,toplumsal durumu doğal olmayan bir eşitliğe yönlendirmek olamaz çünkü bu,nasıl yapılırsa yapılsın, yapay lığından ötürü olanaksızdır;bunun yerine devlet,bireylerin doğuştan gelen özelliklerinin onları yatkın kıldığı konumlara ulaşabilmeleri için gerekli olan hareketliliği destekleyecek zemini sağlamalıdır.Fırsat eşitliğini destekleyen kanunlar teşvik edilmelidir;fakat belli bir sanayi dalındaki iş kontenjanının sözgelimi yüzde 10’unu Siyahlara ayırma güvencesi veren yapay kotalar yanlıştır çünkü bunlar doğal eşitsizlik düzeyini aşağı çekme girişimi sayılır.
Fakat Bağımsızlık Bildirgesi’nin yazarları insanoğlu eşit yaratıldı derken,kelimenin tam anlamıyla bir ”oğul ”dan bahsediyorlardı çünkü yeni cumhuriyetteki bu haklardan kadınlar yararlanamıyordu.Yine insanoğlu derken ”tüm insanlar ”ı da kastetmiyorlardı çünkü Siyahların köleleştirilmesi Amerikan ve Fransız devrimlerinden sonra da devam etti.Devrimci burjuvazinin bildirilerinde temel aldığı ve evrensel aşkın terimlere karşın,kurulmakta olan toplumlar çok daha kısıtlıydı.Gereksinilen şey tüm insanların eşitliği değil,eskinin imtiyazlıları olan asillere ilaveten tüccarların,üreticilerin,avukatların ve vergi toplayanların eşitliğiydi.İhtiyaç duyulan özgürlükler;yatırım yapma,mal ve emek alıp satma,ticaret ve iş konularında feodal kısıtlamaların engellemesiyle karşılaşmaksızın herhangi bir zamanda herhangi bir yerde dükkan açabilme ve kadınlara,üreme işçileri olarak sahip olabilme özgürlükleriydi.Tüm insanların mutluluğu arama özgürlüğü ise gereksiz görülüyordu.Orwell’in ”Hayvan Çiftliği ”nde olduğu gibi;herkes eşitti,bazıları daha da eşitti.
Siyahların eşit ücret ve toplumsal statü talepleri gayrimeşrudur,diyorlardı,çünkü Siyahlar iyi kazandıran ve yüksek soyutlama gerektiren işler için biyolojik olarak yetersizdir.Kadınların eşitlik talepleri temelsizdir çünkü erkek egemenliği evrimsel süreç içinde nesilden nesle aktarılarak genlerimize yerleşmiştir.Ailelerin okuma yazma bilmeyen çocuklarının eğitimi için okulların yeniden yapılandırılmasına ilişkin telepleri karşılanamaz çünkü bu çocukların beyninde işlev bozukluğu vardır.Siyahların mal sahiplerine ve tüccarlara karşı giriştikleri şiddet,mülksüz olmanın verdiği güçsüzlüğün değil beyin lezyonunun bir sonucudur.Her hak talebi için bu hak talebinin meşruiyetini çürüten ve kılıfına uydurulmuş bir biyolojik açıklama vardı.
Toplumsal olaylar bireylerin davranışlarının doğrudan bir sonucudur,bireysel davranışlar da doğuştan gelen fiziksel özelliklerin doğrudan bir sonucudur.Biyolojik determinizm,insan yaşamını,neden sonuç ilişkisini gen gt; insan gt; insanlık şeklinde kurarak açıklayan indirgemeci bir açıklamadır.Hatta açıklamadan da fazlasıdır;bu bildiğimiz siyasettir.Çünkü statü,zenginlik ve güç eşitsizlikleri barındıran toplumsal düzenler biyolojik yapımızın doğrudan bir sonucuysa,o halde,birtakım devasa genetik mühendisliği projeleri hariç,hiçbir uygulama toplumsal yapıda veya bu yapıdaki birey ve grupların konumlarında kayda değer bir değişiklik yapamaz.Biz doğal ız,demek ki değişemeyiz.Mücadele edebilir,yasalar çıkarabilir,hatta devrimler yapabiliriz ancak hepsi boş yere sarf edilen çabalardır.Arka planında biyolojik insan davranışı kuralları olan bireyler ve gruplar arası doğal farklılıklar,toplumu düzenleme amaçlı cahilce çabalarımızı eninde sonunda başarısızlığa uğratacaktır.
IQ ölçümünün babası Alfred Binet,IQ sonucunu çocuğun yeteneklerinin sabit bir ölçümü olarak gören vahşi kötümserliğe karşı çıkmış ve bunun,çocuğun hiç değişmeyeceğini varsaymak anlamına geldiği gibi yerinde bir tespit yapmıştır.
Zekâ kavramını ele alalım.Eski kuşakta karmaşık,uzun bir çarpma veya bölme işlemi yapma yetisini,ancak okula gitme şansı yakalayan bir çocuk elde edebilirdi.Çoğu çocuk bu noktaya hiç gelemez,şu veya bu sebepten işlem yapma yeteneğinden yoksun yetişirdi.Bugünse,sadece temel bir eğitimle bile böyle bir hesap gücü,hatta fazlası hesap makinesi kullanmayı becerebilen beş yaşındaki bir çocuk için mümkündür.Yani bir kuşağın zekasının ve yaratıcılığının ürünleri,sonraki kuşakların hizmetine sunulur ve insanlığın başarı ufku böyle genişler.Bugün bir okul çocuğunun zekası terimin tüm makul anlamlarıyla, Viktorya dönemindeki yaşıtından,hatta feodal bir bey veya Yunanlı bir köle sahibinden farklı ve birçok bakımdan daha ileridir.Zekanın ölçümü bile tarihsel olarak tesadüfi bir durumdur.
Biyoloji,insanlık durumuyla gerçekten de ilişkilidir fakat bu ilişkinin biçimi ve düzeyi,biyolojik determinizmin iddia ettiği kadar belirgin değildir.Genellikle biyolojik determinizme karşı ileri sürülen antitez,biyolojinin doğumla bittiği ve o andan itibaren kültürün devreye girdiğidir.Bu antitez de karşı olduğumuz bir tür kültürel determinizm doğurur çünkü kültürel deterministler de toplumda,bir açıdan indirgemeci de olan dar(ve biricik) nedensellik ilişkileri tanımlar.Oysa insanlık ne biyolojisinden ayrı düşünülebilir ne de tamamen ona bağlıdır.
Egemen sınıfın düşünceleri her çağın egemen düşünceleri olmuştur.Yani,bir toplumdaki egemen maddi güç,aynı zamanda o toplumun egemen düşünsel gücüdür.Maddi üretim araçlarını elinde tutan sınıf,bunun sonucunda zihinsel üretim araçlarını da kontrol eder.Böylece zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri,genellikle,maddi üretim araçlarını elinde tutan sınıfa bağımlıdır.
Biyolojik determinizm(biyolojizm),sanayileşmiş modern kapitalist toplumlarda rastlanan statü, zenginlik ve güç eşitsizliklerinin açıklamasında ve insan davranışlarının temel özelliklerini toplumların doğal nitelikleri olarak tanımlamada etkin bir yol olmuştur.Toplumsal reçetesini birebir doğadan alan Yeni Sağ,bu görüşe bir siyasi meşrulaştırma aracı olarak sıkı sıkıya bağlanmıştır çünkü eşitsizliklerin belirleyici biyolojiyse,o halde bunlar kaçınılmaz ve değişmezdir.Dahası liberallerin,reform yanlılarının ve devrimcilerin bu eşitsizlikleri toplumsal araçlarla giderme girişimleri ‘doğaya karşı gelmek’ demektir.Britanya Ulusal Cephesi’ne göre ırkçılık bencil genler imizin bir ürünüdür.
Biyoloji,başka bir deyişle kalıtım,her zaman kaçınılmazlığı ifade etmek amacıyla kullanılır:Biyolojik olan her şeyi doğa vermiş,bilim de kanıtlamıştır.Biyoloji değişmezdir,bu nedenle üzerinde tartışılamaz.İngiltere Sosyal Hizmetler Bakanı Patrick Jenkin,1980 yılındaki bir televizyon röportajında,çalışan annelerden bahsederken bu anlayışın bir örneğini sergiler:
Açıkçası,annelerin babalarla aynı çalışma haklarına sahip olduklarını düşünmüyorum.Tanrı çalışma konusunda eşit haklara sahip olmamızı isteseydi,kadın ve erkeği yaratmazdı.Bunlar biyolojik gerçekler;bir çocuğun annesine ihtiyacı vardır.
Tanrı’nın ve bilimin çifte meşrulaştırma amacıyla kullanılması,Yeni Sağ ideolojisinin tuhaf ama alışılagelmiş bir özelliğidir.Yeni Sağ,insan doğasına ilişkin güçlü otorite kaynaklarını doğrudan kullanmayı sever.