İçeriğe geç

Gen Kitap Alıntıları – Sıddhartha Mukherjee

Sıddhartha Mukherjee kitaplarından Gen kitap alıntıları sizlerle…

Gen Kitap Alıntıları

1990’da İnsan Genom Projesi üzerine bir yazı yazan solucan genetikçisi John Sulston, kendi talimatlarını okumayı öğrenmiş zeki bir organizmanın felsefi açıdan ilginçliğine değinmişti. Fakat daha da derin ve ilginç olanı, zeki organizmanın kendi talimatlarını kendisi yazmaya başlayınca ortaya çıkar.
Genomlar ve epigenomlar benzerlikleri, mirasları, anıları ve tarihleri kuşaktan kuşağa aktarmak içindir. Genlerin baştan karılması, anıların silinmesi ve mutasyonlar bu kuvvetleri dengeler. Böylece her kuşakta farklılıklar, varyasyonlar, canavarlıklar, dehalar yeni baştan ortaya çıkar; her kuşakta yeni başlangıçların şafakları söker.
Sanki kadim bir ahlak öyküsündeki gibi, sonsuz gençlik veren iksirin korkunç bir de bedeli vardır. Ölümlülüğü ve yaşlılığı geri alan gen, bedeni kötücül ölümsüzlüğe, sürekli büyümeye ve hiç yaşlanmamaya da sürükleyebilir, ki bunlar da kanserin alametifarikalarıdır.
Genler ağın ipliklerini oluşturur; ağa yapışan çer çöpse her ağı bir bireye dönüştürür. Bu çılgın düzende müthiş bir hassasiyet vardır. Genler içinde bulundukları çevrelere programlanmış tepkiler gösterirler- yoksa korunan bir biçim olmazdı. Fakat aynı zamanda şansın kendine özgü kaprislerinin yapışması için de bir pay bırakırlar. Bu etkileşime yazgı diyoruz; kendimizin buna verdiği tepkilere de seçim . Konuşma yetisine sahip iki ayaklı ve dik yürüyen bir organizma, işte bu şekilde bir plan dahilinde, ama aynı zamanda planın dışına çıkmak üzere inşa edilir. Böyle bir organizmanın tek bir eşsiz varyantına birey deriz.
Genomu bu kadar olağanüstü güzel kılan şeylerden biri, gerçek dünyanın genomun üstüne yapışabilmesidir.
İlginç bir nokta olarak, D4DR belli bir kişilik veya mizaca sebep olmaz; uyarım veya heyecan arayan bir mizaca doğru bir eğilime sebep olur- dürtüselliğin birinci türevi. Uyarımın nasıl olacağı bağlamdan bağlama değişir. Keşfetme heyecanı, tutkulu olma, yaratıcı olma gibi en aranan özelliklerden bazılarını ortaya çıkarabileceği gibi kişiyi fevrilik, bağımlılık, şiddet ve depresyon gibi sarmallara da sokabilir.
Bir kitapta ne yazdığını, içinde geçen tüm kelimeleri harflerine ayırıp harflerin miktarlarına bakarak çözemezsiniz. Kelimelerde olduğu gibi DNA’da da anlam dizilimde gizlidir. DNA’yı içindeki bazlara ayırdığınızda dört harfli bir alfabe çorbası elde edersiniz.
Ressam Cèzanne bir keresinde bir arkadaşına büyük ressam Monet için, Monet alt tarafı tek bir gözdür. demişti, ama Yarabbim, o nasıl bir göz. DNA da alt tarafı bir kimyasaldır. Ama Yarabbim, o nasıl bir kimyasal.
Gen, protein, işlev ve yazgı bir zincire diziliydi: DNA’nın tek bir bazındaki tek bir kimyasal değişiklik, insanın yazgısında köklü bir değişikliği kodlamak için yeterliydi.
İnsan bir gücü keşfetmişse ona mutlaka başvurur. diye yazdı Bateson endişeli bir dille.
İnsanın bütün hayatını doldurmaya küçücük bir fikir nasıl da yetiyor. diye yazmıştı filozof Ludwig Wittgenstein.
Varsayalım ki diyordu Paley, kırlarda gezintiye çıkmış biri yerde bir kol saati görüyor. Alıp içini açtığında, dişli çarklardan ve yaylardan oluşan ve saatin kaç olduğunu söyleyebilen son derece incelikli ve karmaşık bir sistemle karşılaşıyor. Mantığımız bize böyle bir cihazın ancak bir saatçi tarafından yapılmış olabileceğini söyler, öyle değil mi? Aynı mantığın doğal dünyada da geçerli olması gerekir, diyordu Paley. Organizmaların ve insan organlarının incelikli ve karmaşık yapıları da -örneğin kafanın dönüşünü sağlayan o kemikler, kalça eklemi oyuğundaki o lifler- ancak tek bir gerçeğe işaret ediyor olabilirdi: Tüm organizmalar olağanüstü usta tasarımcı, bir ilahi saatçi, yani Tanrı tarafından yaratılmış olmalıydı.
İnsan genomunu anlama ve manipüle etme kapasitemiz, kafamızdaki insan mefhumunu da değiştirecektir.
İnsan bir gücü keşfetmişse ona mutlaka başvurur, diye yazdı Bateson endişeli bir dille. Kalıtım bilimi yakında muazzam bir güç sunacak. Ve ülkenin birinde, belki de çok uzak olmayan bir gelecekte, o güç bir ulusun bileşimini kontrol etmek için kullanılacak. Bunun o ulus için ve genel olarak insanlık için iyi mi yoksa kötü mü sonuçlanacağı ayrı bir soru. Bateson genin asrını herkesten önce görmüştü.
“Aklı başında hiçbir biyolog tamamen genlerimizin ürünü olduğumuzu düşünmez fakat genler resme bir kez girdikten sonra artık kendimize dair algımız da bir daha eskisi gibi olamaz.”
Tarih tekerrür eder, çünkü genom tekerrür eder .Ve genom tekerrür eder ,çünkü tarih tekerrür eder. İnsanlık tarihine yön veren dürtülerimiz ,hırslarımız ,hayallerimiz ve arzularımız ,kısmen de olsa genomumuzda kodlanmıştır. Buna karşılık insanlık tarihi de bu dürtüleri ,hırsları ,hayalleri ve arzuları taşıyan genomları seçmiştir. Türümüze özgü bazı en muhteşem nitelikleri ,bu kendini besleyen döngüye borçludur.
Belki bu sorgulayıcılık özelliği bile 21000 genimizin arasında bir yerlerde mevcuttur. Belki bu sorgulayıcılığın mümkün kıldığı umursama ve şefkat de insan genomunda silinmez biçimde kodlanmıştır.
Soruyu biliyorsan yarısını biliyorsun demektir.
– Herb Boyer
Atomu parçalamayı bırakabilirsiniz , Ay’a gitmeyi bırakabilirsiniz , aerosol kullanmayı bırakabilirsiniz Fakat yeni bir yaşam biçimi geri alamazsınız.
– Erwin Chargaff
”Gen ,ağın ipliklerini oluşturur ; ağa yapışan çer çöp her ağı bir bireye dönüştürür. Bu çılgın düzende müthiş bir hassasiyet vardır. Genler içinde bulundukları çevrelere programlanmış tepkiler gösterirler-yoksa korunan bir biçim olmazdı. Fakat aynı zamanda şansın kendine özgü kaprislerin yapışması içinde bir pay bırakırlar .Bu etkileşime ”yazgı ” diyoruz ; kendimizin buna verdiği tepkilere de ” seçim ” .Konuşma yetisine sahip iki ayaklı ve dik yürüyen bir organizma ,işte bu şekilde bir plan dahilinde ,ama aynı zamanda planın dışına çıkmak üzere inşa edilir. Böyle organizmanın tek bir eşsiz varyantına ”birey ” diyoruz.
”Irk ,etnik köken ve ulusalcılık konularındaki modern çalışmaların altında ,kolektif kimliğin siyasi mücadeleden ve uzlaşıdan çıktığı anlayışı yatar. ”
-Paul Brodwin
Bir insanı yokluğun içinden çıkarabilirsiniz ama yokluğu o insanın içinden çıkaramazsınız.
ırkla ilgili ciyak ciyak tartışmalarımıza başlarken de insanlardaki genomik varyasyonun ne kadar düşük olduğunu kendimize hatırlatsak iyi olur.
İnsan ile kahvaltılık gevrek arasındaki fark yalnızca gen sayılarından değil, gen ağlarının karmaşıklığından da kaynaklanır. Önemli olan neye sahip olduğunuz değil, onunla ne yaptığınızdır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Nazi ıslahçıları insan genetik biliminin topraklarını öyle bir yakıp yıkmıştı ki bu disiplin sonraki dönemlerde bilimsel geçerlilik ve ciddiyetin sınırları dışına atılmıştı.
Gen ,organizma yapma tarifinin tek bir satırıdır. İnsan genomu ise insan yapma sanatıdır.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Önemli olan neye sahip olduğun değil, onunla ne yaptığındır.
Her hücre ne ‘olacağını’ biliyordu ,çünkü genler ona neye dönüşeceğini (ve nerede ve ne zaman dönüşeceğini ) söylüyordu.
”Günah mı dönüştürür kurtçuğu kozaya ,kozayı kelebeğe , kelebeği de toza ? diye sormuştu Alman din adamı Max Müller 1885’te .Bir asır sonra biyolojiden cevap geldi :Bunları yapan şey günah değil ,genlerin imecesidir.
Başlangıçta bir basitlik vardı.
-Richard Dawkins
“Teknoloji tarihi hep aynı büyük gerçeği göstermiyor mu? İlkesel olarak mümkün olan şey önünde sonunda gerçeğe dönüşür.”
Mükemmellik diye bir şey yoktur,yalnızca canlının çevresine uymak için amansız ölesiye mücadelesi vardır. Evrim lokomotifinin motoru da işte budur.
Gen ,protein, işlev ve yazgı bir zincire diziliydi : DNA’nın tek bir bazındaki tek bir kimyasal değişiklik ,insanın yazgısında köklü bir değişikliği kodlamak için yeterliydi.
Sahte bilim, totaliter rejimlere destek verir. Totaliter rejimler de sahte bilim üretir.
Gerçek hayattan uzak durmak için akademik hayat ı seçtiyseniz, biyolojiye yönelmeyin. Bu alan, hayata daha da çok yaklaşmak isteyen erkek ve kadınlar içindir.

-Hermann Muller

Doğada geçerli olan yasalar her şeyi kuşatıcıydı ve her yerde aynıydı. Newton’ın elmasını daldan kafasına düşüren kuvvet , gezegenleri yörüngelerinde döndüren kuvvetle aynıydı.
İnsanın bütün hayatını doldurmaya küçücük bir fikir nasıl da yetiyor.
-Ludwig Wittgenstein
Koca ağaçların küçücük filizlerin büyümüş hali olması gibi, insanda spermdeki o küçücük insanın büyümüş haliydi .Doğada üremek diye bir şey yoktur, yalnızca sürdürmek vardır.
-Jan Swammerdam
Gelecekte ortaya çıkacak insanlar, yaşayan insanların içlerinde olduklarından ,Adem büyük günahını işlediği anda hepimiz onun bedeninde fiziksel olarak var olmalıydık.
Anne ve baba iki bağımsız kenar ,çocuk da üçüncü kenardı – yani anne ve babanın iki kenarının biyolojik hipotenüsü. Ve tıpkı üçgenin üçüncü kenarının matematiksel bir formülle diğer iki kenardan çıkması gibi , çocuk da anne ve babanın bireysel katkılarından çıkıyordu: Babadan doğa sını ,anneden gıda sını alıyordu.
-Pisagor
Genler kimyasal mesajları kodlayarak proteinleri inşa ederler ;o proteinler de organizmanın biçimini ve işlevini belirler .
-En küçük parçayı anlamadan bütüne hakim olamazsınız.
-Parçaların toplamında, parçalar vardır yalnızca .
Atom maddenin ,bayt(bit) sayısal bilginin ,gense kalıtsal veya biyolojik bilginin yapıtaşıdır.
Sonuçta insanlar genler için bir vasıta veya geçittir en fazlasından. Bizi yarış atı gibi ölümüne sürer, bir kuşaktan bir sonrakine at değiştirirler. Bu doğruymuş ,şu yanlışmış ,genlerin umurunda değildir. Biz mutluymuşuz, mutsuzmuşuz, bunları da önemsemezler. Biz onlar için amaca götüren birer vasıtayız. Tek düşündükleri, işlerine neyin daha fazla yarayacağıdır.
-Haruki Murakami ,1Q84
Gen, organizma yapma tarifinin tek bir satırıdır. İnsan genomu ise insan yapma tarifidir.
Ressam Cézanne bir keresinde bir arkadaşına büyük ressam Monet için, “Monet alt tarafı tek bir gözdür,” demişti, “ama Yarabbim, o nasıl bir göz.”
DNA da alt tarafı bir kimyasaldır. Ama Yarabbim, o nasıl bir kimyasal!
20. yüzyılın ortalarında, gen -veya varlığının inkarı- çok güçlü bir siyasi ve kültürel araca dönüşmüş, tarihteki en tehlikeli fikirlerden biri olup çıkmıştı.
Arendt, Nazi dönemine hakim olan “kötülüğün sıradanlaşması” olgusundan bahseder. Fakat o döneme hakim olan bir diğer olgu da insaların kötülüğe bu kadar kolay kanmasıydı.

İnsanlar şüpheciliği askıya almıştı.

Mendel’in bezelyeler üzerine ilk deneylerini gerçekleştirmesi ile mahkemenin Carrie Buck’ı zorla kısırlaştırması arasında geçen süre yalnızca 62 yıl olmuştu. O kısa sürede gen, bir bezelye deneyindeki soyut bir kavramdan, güçlü bir sosyal kontrol aracına dönüşmüştü.
Her genetik hastalık organizmanın genomu ile çevresi arasındaki bir uyumsuzluğun sonucudur.
Her insan kuşağı varyantlar ve mutantlar üretecektir; bu bizim biyolojimizin ayrılmaz bir parçasıdır.
Havayı temizleyin! Gökyüzünü temizleyin! Rüzgârı yıkayın! Taştan taşı alın, koldan deriyi alın, kemik- ten kası alın ve yıkayın hepsini. Taşı yıkayın, kemiği yıkayın, beyni yıkayın, ruhu yıkayın, yıkayın, hepsini yıkayın!
Evrim çevreye kusursuz uyum sağlamış organizmalar ortaya çıkarabilir, ama bunu kasıtlı olarak yapamaz. Richard Dawkins’in meşhur benzetmesiyle, evrim yalnızca bir “kör saatçi dir. Ama aynı zamanda unutkandır da. Yegâne itici gücü hayatta kalma ve seçilimdir; yegâne hafızası mutasyondur.
Eşcinselin asıl düşmanı sapkınlığı değil,kendisine yardım edebileceğinden bihaber oluşu ve tedaviye burun kıvırmasına neden olan psikolojik mazoşizmidir.
1520’lerde İsveçli-Alman simyacı Paracelsus, spermdeki mini-insan teorisinden hareketle, insan sperminin at pisliğiyle ısıtılıp normal hamilelik süresi olan kırk hafta boyunca çamura gömülürse insana dönüşeceğini iddia etti. Fakat bazı canavarsı özelliklere sahip olacağı konusunda da uyardı. Normal gebe kalma da bu mini-insanın, diğer adıyla homunkulus un, babanın sperminden annenin rahmine nakliydi. Mini-insan annenin rahminde genişleyerek cenin boyutlarına ulaşıyordu. Kod yoktu; yalnızca minyatürleştirme vardı.

Preformasyon adı verilen bu fikrin en ilginç yanı, homunkulusların içinde de homunkuluslar olmasıydı. Homunkulus olgunlaştıktan sonra kendi yavrularını meydana getirdiğinden, kendi içinde de biçimi önceden belirli mini-homunkuluslar olmalıydı. Rusların matruşka oyuncakları gibi, insanın içinden insan çıkıyordu – ta ilk insan Âdem’den başlayan ve geleceğe doğru gittikçe giden upuzun bir insan zinciri.

Cinsel kimliğin eğitimle, telkinle , zorlamayla, sosyal performansla veya kültürel müdahalelerle tamamen veya kısmen sekillendirilebilecegi veya programlanabilecegi yönündeki bazı çevrelerde hâlâ hâkim olan varsayım, elde edilen vakalar ile ebedî istirahatgâhına defnedilebeilir.

Her ne kadar kısıtlı durumlarda toplumsal cinsiyetin bir kaç özelliği kültürel, sosyal ve hormonal programlamayla bastan öğrenilebilir olsa da, cinsiyetin ve cinsel kimliği şekillendirme konusunda genlerin diğer tüm faktörlerden çok daha etkili olduğu artık açıktır.

Gerçek hayattan uzak durmak için akademik hayat ı seçtiyseniz,biyolojiye yönelmeyin.Bu alan,hayata daha da çok yaklaşmak isteyen erkek ve kadınlar içindir.~Hermann Muller
Hücre biyologları bakar,genetikçiler sayar,biyokimyacılar temizler, demişti Arthur Kornberg bir keresinde.
Tevazu bir erdemdir diye yazacaktı sonradan, ama insan onsuz daha ileri gider.
İnsanın bütün hayatını doldurmaya küçücük bir fikir nasıl da yetiyor diye yazmıştı filazof Ludwig Wittgenstein.Mendel’in hayatı da ilk başta küçücük fikirlerle dolu gibi duruyordu.Tohumu ek,tozla,çiçek açsın,kopar,ayıkla,say,baştan başla.Süreç insanı bezdirecek kadar tekdüzeydi.Fakat Mendel küçük fikirlerin büyük ilkelere gebe olabileceğinin farkındaydı.
Genlerin insanın kimliğini,mizacını veya cinsel yönelimini nasıl değiştirdiğini anlamak başkadır,genleri değiştirerek kimliği,mizacı veya cinsel yönelimi değiştirmek bambaşka.Birinci konu,psikoloji departmanındaki profesörleri ve komşu nörobilim departmanındaki meslektaşlarını ilgilendirir.İkincisi ise hepimizi.
Şair Wallace Stevens dildeki derin yapısal gizemi kastederek şöyle diyor:Parçaların toplamında ,parçalar vardır yalnızca. Bir cümlenin anlamını çözmek için her kelimenin anlamını bilmeniz gerekir,ama cümle tek tek kelimelerin anlamlarından daha fazla anlam taşır.Bu durum genler için de geçerlidir.
Kimi bilim insanlarının iddiasına göre mitokondri, kadim bir bakteridir. Çok uzun zaman önce tek hücreli bir organizmayı istila etmiş, sonra da organizmayla simbiyotik bir ortaklık kurarak mitokondri halini almıştır. Bakteri enerji sağlar ama kendi beslenmesi, metabolizması ve savunması için hücrenin içindeki rahat ortamını kullanır. Mitokondrinin içindeki genler bu kadim ortaklıktan kalmadır. Gerçekten de insan mitokondrilerindeki genler, insan genlerinden ziyade bakteri genlerini andırır.
Sevinçten deliye dönmek.Gündelik dildeki anlamı ne kadar masum.Çok neşeli olduğunuzu ifade eder.Ama aklı başındalıkla ilgili bir sınıra dayandığınızı belirten bir uyarı gibidir aynı zamnada.Deliye dönmenin bir sonraki adımı,gerçekten delirmektir.
Tanrı olmak istiyordu yeni bir ırk yaratmak.
-Joseph Mengele üzerine bir Auschwitz mahkumu
Üvey anne babaları tarafından her ikisine de Jim adı verilen iki erkek ikiz kardeş, doğduktan 37 gün sonra ayrılmışlar ve Kuzey Ohio’daki bir sanayi bölgesinde birbirlerine 130 km mesafede bü yümüşlerdi. Her ikisi de okul hayatlarında zorlanmıştı. Her ikisi de Chevrolet’ye biniyordu, zincirleme Salem sigarası içiyorlardı. Her ikisi de sporu, bilhassa çarpışan araba yarışlarını seviyor ama beyzboldan nefret ediyorlardı. Her iki Jim’in de karısının adı Linda’ydı. Her ikisinin de köpeği vardı ve ikisinin de adı Toy’du . Birinin oğlunun adı James Allan’dı; diğerinin oğlunun adı da James Alan’dı. Her iki Jim de vazektomi ameliyatı olmuştu ve her ikisinin de hafif yüksek tansiyonu vardı. Her ikisi de yaklaşık aynı dönemde aşırı kilolanmış ve yaklaşık aynı yaşta normal kilolarına dönmüş lerdi. Her ikisi de yaklaşık yarım gün süren ve ilacın tesir etmediği migren ağrılarından şikâyetçiydi.
Parçaların toplamında parçalar vardır yalnızca.
“Görmek” demişti şair Paul Valery “gördüğün şeyin adını unutmaktır”
Mükemmellik diye bir şey yoktur, yalnızca canlının çevresine uymak için amansız, ölesiye mücadelesi vardır. Evrim lokomotifinin motoru da işte budur.
Malthus’un ifadesiyle kıtlıklar, salgın hastalıklar, veba ve benzer belalar çığ gibi büyüyerek binleri, onbinleri kırıp geçiriyor ve nüfus ile dünyanın besini arasında yine denge kuruluyordu. Bu doğal seçilim den sağ kurtulanlar, zalim döngüyü baştan başlatıyor, Sisifos bir felaketten diğerine sürükleniyordu.
Bizi insan yapan şey genlerdir, diye mantık yürütmüştü Garrod, değişik yapan şey mutasyonlardır.
Ses ve ışık diyordu Doppler, evrensel doğa yasalarına göre davranır -bu yasalar sıradan gözlemcilere çok ters gelseler bile. Gerçekten de dikkatli bakınca, dünyanın tüm kaotik ve karmaşık olgularının son derece düzenli doğa yasalarının sonuçları olduğu bir bir ortaya çıkıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir