İçeriğe geç

Geleceğin Felsefesi Kitap Alıntıları – Ludwig Feuerbach

Ludwig Feuerbach kitaplarından Geleceğin Felsefesi kitap alıntıları sizlerle…

Geleceğin Felsefesi Kitap Alıntıları

Madem ki din yürektedir, yüreğimiz yoksa Dinimiz de yoktur.
Kamutanrıcılık [panteizm] teolojinin (ya da tanrıcılığın) zorunlu neticesidir, tutarlı teolojidir; ateizm ise kamutanrıcılık ın zorunlu neticesidir, tutarlı kamutanrıcılık tır.
Tanrı’yı doğuran; insanın çektiği sefalettir, yoksulluktur.
.
Batıl ile ittifak içinde bir melek olmaktansa, hakikatle ittifak yapan şeytan olmayı tercih ederim.

.
İnsan, yalnızca sosyal bir hayvan değil, aynı zamanda kendisini yalnızca toplum içinde tecrit edebilen bir hayvandır.

Kısacası, insan kendi düşünce ve duygularını tanrının düşünce ve duyguları, kendi özünü, kendi görüş açısını tanrının özü ve görüş açısı haline getirir. Ancak spekülatif teolojo bunu tersine çevirir. Genel teolojide tanrı bu yüzden kendisiyle bir çelişki içindedir; çünkü onun insani olmayan, insanüstü bir öz olması gerekie. Ama tüm belirlenimlerine göre aslında insani bir özdür.
Düşüncelerin ifade edilmesi, öğretmek anlamına gelir; ama öğretmek kanıtlamaktır.
Demek ki kanıtlama, düşüncelerimi benimlik biçimine sokmama yarayan, başkasına da bu biçimi kendi düşüncesi olarak gösteren bir araçtır yalnızca.
Her sistem, aklın sadece dışavurumu, imgesidir, bu nedenle akıl için yalnızca bir nesnedir; bu nesne aklı, yeniyi düşünen özde üremeye devam eden, canlı bir güç olarak kendinden ayırır ve bir nesne olarak eleştiriye karşı çıkar.
Türün tek bir bireyde, sanatın tek bir sanatçıda, felsefenin tek bir felsefede mutlak olarak tahakkuk etmesi mümkün müdür?
Hakikat, kendi için düşünmede kendi için bilmede değildir. Hakikat yalnızca insan yaşamının ve özünün bütünlüğüdür.
Fenomenoloji’nin başlangıcında, genel olan söz ile her zaman tekil olan şey arasındaki çelişki çıkar karşımıza, ve sırf söze dayanan düşünce de bu çelişkiyi aşamaz.
Sevgi de kafamızın dışında bir nesnenin varoluşuna ilişkin hakiki ontolojik bir kanıttır.
Varlığı sana sevinç, var olmayışı da keder veren şey vardır sadece.
Sevgi, nesnel olduğu gibi öznel olarak da varlık’ın ölçütüdür; hakikatin ve gerçekliğin ölçütüdür. Sevginin olmadığı yerde hakikat da yoktur. Sadece bir şey seven kişi bir şeydir; hiçbir şey olmamakla hiçbir şey sevmemek özdeştir. Kişi kendini ne kadar geliştirirse o kadar çok sever, ne kadar çok severse o kadar gelişir.
İnsan her neye ilgi duyuyorsa,yeteneklerini de o konuda geliştirir.İşte tam olarak bu nedenle ortaçağın mistikleriyle skolastikleri doğa bilimleri alanında son derece yeteneksiz ve beceriksizdiler,çünkü doğaya ilgi duymuyorlardı.
Sevgi tutkudur ve varoluşun simgesi de sadece tutkudur, ister gerçek ister olanaklı olsun sadece tutkunun nesnesidir var olan.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hegelci felsefeyi terketmeyen bir kimse, teolojiyi de terket­miyor demektir.
Felsefeler ya doğadan bir zeka ya da zekadan bir doğa yaratma amacını gütmelidir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ben buradayım, Sen orada; biz birbirimizin dışındayız; bu nedenle birbirimize zarar vermeden ikimiz de var olabiliriz; yeterli yer vardır.
İnsanlar şeyleri oldukları gibi değil, önce kendilerine göründükleri gibi görürler; şeylerde kendilerini değil, onların hayallerini görürler. Kendi özlerini onlara mal ederler, nesneyi nesne tasarımından ayırt etmezler.
Fikirler yalnızca insanların birbiriyle konuşmasından, iletişiminden doğar. İnsan tek başına değil, ancak başkasıyla birlikte kavrayışa, genel olarak akla ulaşır. Hem manevi hem de maddi üreme için iki kişiye gerek vardır. İnsan topluluğu hakikatin ve genelliğin ilk ilkesi, ilk ölçütüdür. Benim dışımda başka şeylerin varoluşu hakkında edindiğim kanaat, dışımdaki başka bir insanın varoluşu hakkında edindiğim kanaat vasıtasıyla dolayımlanır. Tek başıma gördüğüm bir şeyden kuşku duyarım; kuşkuya yer bırakmayansa ancak başkasının da gördüğü şeydir.
Bizler yalnız taşları ve ağaçları, eti ve kemiği değil, hisseden bir özün ellerine ya da dudaklarına dokunarak, duyguları da hissederiz. Bizler yalnız suyun şırıltısını ve yaprakların hışırtısını değil, sevginin, bilgeliğin duygulu sesini de işitiriz; yalnız yüzeylere ve renkli hayallere değil, insanların bakışlarına da bakarız. Demek ki yalnız dışsal-olan, yalnız et, yalnız şey değil, aynı zamanda içsel-olan, Tin, Ben de duyuların nesnesidir.
Sevgi, nesnel olduğu gibi öznel olarak da varlık’ın ölçütüdür; hakikatin ve gerçekliğin ölçütüdür. Sevginin olmadığı yerde hakikat da yoktur. Sadece bir şey seven kişi bir şeydir; hiçbir şey olmamakla hiçbir şey sevmemek özdeştir. Kişi kendini ne kadar geliştirirse o kadar çok sever, ne kadar çok severse o kadar gelişir.
Eski felsefe, düşünülmeyen şey var olmaz derken, yeni felsefe, sevilmeyen, sevilemeyen şey var olmaz, der.
Varlığı sana sevinç, var olmayışı da keder veren şey vardır sadece.
Oysa insan kendi dışında hiçbir şey bulmadığı zaman her şeyi kendi içinde arar ve bulur, gerçek dünyanın yerine, içinde her şeyin gerçek dünyadaki gibi, ama soyut, tasarımsal bir tarzda olduğu hayali, anlakalır (intelligibel) dünyayı geçirir.
Varlık’ta yalnız benim değil, başkalarının da, özellikle nesnenin de payı vardır.
Ben’i kendi içinde sanan, kendine benzeten herkes yine de Ben’i kendi içinde bulamaz, diyen Fichte
Tanrı maddeyi yaratmıştır. Ama nasıl, niçin, neden? Bu konuda tanrıcılık herhangi bir yanıt vermez. Ona göre madde açıklanması mümkün olmayan bir varoluştur.
Hem geçmiş hem de gelecekteki olası yaşam süremiz, ki bunu istediğimiz kadar uzatsak bile, imgelemde de bize olağanüstü kısa gelir. Bu nedenle, tasarımımızdan kaybolan bu kısalığı ölümden sonraki uçsuz bucaksız, sonsuz bir yaşamla tamamlamak için kendimizi bu tür bir imgelemin momentlerine girmiş hissederiz. Peki, gerçeklikte yalnızca bir gün, yalnızca bir saat ne kadar sürmektedir? Bu fark nereden geliyor? Şuradan: Tasarımdaki zaman, boş zamandır, yani hesabımızın başlangıç ve bitiş noktası arasında hiçbir şey yoktur; oysa gerçek yaşam süresi, şimdi ile sonra arasında yığın yığın her çeşit güçlüğün yer aldığı orta yerdeki dolu zamandır.
İnsanın tanrı hakkındaki tasarımının bireyin kendi türü hakkındaki tasarımı olduğu, tüm realitelerin ya da yetkinliklerin simgesi olarak tanrının, insanlar arasında paylaştırılmış, tarih boyunca kendini gerçekleştirmiş türe ait özelliklerin sınırlı bireyin yararı için yoğun şekilde bir araya getirilmiş simgesinden başka bir şey olmadığı gerçeğinin açık bir örneğini görürüz.
Sadece acı çekebilen var olmaya hak kazanır. Acılara gark olmuş bir varlık tanrısal bir varlıktır. Acı çekmeyen bir varlık, varlığı olmayan bir varlıktır. Acı çekmeyen bir varlık, duyusallığı, maddesi olmayan bir varlıktan başka bir şey değildir.
Sınırın, zamanın, mahrumiyetin olmadığı yerde, nitelik, enerji, tin, canlılık, sevgi de yoktur.
Hıristiyan tektanrıcılığı, sanatsal ve bilimsel eğitim için gerekli ilkeyi kendinde barındırmamaktadır. Sanatla bilimin kaynağı, sadece çoktanrıcılık, putataparlıktır. Yunanlılar plastik sanatlardaki yetkinliğe, kesinkes ve hiç duraksamadan yalnızca insan figürünü en yüce figür olarak, tanrı figürü olarak gördükleri için ulaşmışlardır.
Sanat, bu dünyadaki yaşamın gerçek yaşam, sonlunun sonsuz olduğu duygusunu, en yüce, tanrısal öz olarak belirli, gerçek bir öz için duyulan heyecanı kendine çıkış noktası alır.
Burada köle olmak zorundasın, aksi takdirde gökyüzü (cennet) gereksizdir.
Kilisenin başı papa benim gibi, kral da bizler gibi bir insandır. O halde kayıtsız şartsız aklına eseni yapamaz; devletin ve toplumun üstünde değildir.
Devlet bir realitedir ama aynı zamanda dinsel inancın fiili çürütülüşüdür. Dindar kişi dara düştüğünde bugün bile sadece insandan medet umar.
Devlet tüm realitelerin simgesidir, insanın yazgısıdır. Devlette biri diğerini temsil eder, tamamlar, benim yapamadığımı, bilirim ki başkası yapabilir. Ben yalnız kendimi düşünmem, doğadaki güçlerin tesadüfüne bırakmam; başkaları beni düşünür, genel bir sistem çevremi kuşatır, bir bütünün parçasıyımdır. [Gerçek] devlet, sınırsız, sonsuz, hakiki, mükemmel, tanrısal insandır. Devlet her şeyden önce insandır. Devlet, kendisi hakkında kendi karar veren, kendisi için davranan, mutlak insandır.
Dinsel anlamda tanrı, dünyevi monarşinin babası, koruyucusu, hamisi, bekçisi, savunucusu, naibi ve efendisidir. Bu yüzden insanın insana ihtiyacı yoktur, kendinden ya da başkalarından alması gereken şeyleri doğrudan doğruya tanrıdan alır. İnsanlara değil, tanrıya güvenir, insanlara değil, tanrıya şükreder. Bu nedenle insanlar arasındaki bağ sadece rastlantısaldır. Devleti öznel açıdan yorumlarsak, o zaman insanların, sadece tanrıya inanmadıkları için, bilinçsiz, iradesiz, fiili şekilde dinsel inançlarını yadsıdıkları için biraraya geldikleri ortaya çıkar. Devletlerin kuruluşunun nedeni, tanrıya inanç değil tanrıdan kuşku duyulmasıdır. İnsanın tanrıya inancından çok insana olan inancı bize devletin kökenini öznel olarak açıklar.
Artık gökyüzünde bir efendi ve yeryüzünde bir efendi diye ikiye ayrılmamış, bölünmemiş bir ruhla gerçekliğe sarılan insanlar, tezat içinde yaşayan insanlardan farklıdır.
İnsani Ben’i duygusuz bürokrasinin boyunduruğundan açık havaya çeken ilkbahar güneşinin sıcaklığı, kertenkelelerle kör yılansıların da sığınaklarından dışarı çıkmasına neden olur.
Bizler, soru soran ve sorabilen bir Ben’i nasıl kabul ediyoruz?
Ben Başkasıdır,
Felsefe realiteye sonda ulaşmaz, tersine işe realiteyle başlar.
Doğa sadece fantastik özgürlüğe karşı direnir, ama rasyonel özgürlüğe muhalefet etmez.
Doğaya dönüş, selametin biricik kaynağıdır.
Yaşamda, ölümde, benim için önemli olan nedir? Benim var olmam ya da olmamam kimsenin umurunda değil. Ve öldükten sonra artık ne acı duyarım, ne de bilincim yerindedir. Olmayış burada mutlak ilgisizlik ve duygusuzluk durumu diye tasarlanmakta, bağımsız hale getirilmektedir.
Hiçlik, tek sözcükle hiçliktir; bu yüzden düşünme için de hiçbir anlamı yoktur; bu konuda başka şeyler söylemek gereksiz; hiçlik kendi kendini çürütür. Sadece hayal gücü hiçliği bir ad haline, ama yalnızca hayali, cansız bir öze dönüştürerek bir ad haline getirir.
Hiçlik tümüyle boşluk mudur? Peki, boşluk nedir? Hiçbir şeyin bulunmadığı, ama bir şeyin olması gerektiği ya da olabileceği yer boştur: Demek ki, boşluk bir kapasitenin ifadesidir. O zaman hiçlik, deyim yerindeyse, kapasitesi en geniş varlık değil midir?
Hiçliği düşünen hiçbir şey düşünmüyor demektir. Hiçlik düşünmenin reddidir; sadece bir şey haline getirerek düşünülebilir. Demek ki, düşünülen anda düşünülmemektedir.
Felsefe tahrik etmeli, düşünmeyi teşvik etmelidir, yoksa anlağımızı, can sıkıcı etkileri olan ağızdan çıkmış ya da yazılı bir söz içine hapsetmemelidir.
Platon, anlayışsız bir kişi için yok sayılır, bir anlam taşımaz; düşüncelerini sözleriyle birleştiremeyenler için boş bir kağıt parçasıdır.
Yalnız sevgi, takdir, hürmet, kısacası derin ve güçlü duygu bireyi tür haline getirir; birinin güzelliği ve hatırşinaslığı karşısında duygulanarak, güzelliğin, sevginin, iyiliğin ta kendisi demez miyiz kendisine?
İnsanın hayvanlarla ilişkisi sadece despotça bir ilişki midir? Terk edilmiş ve toplum dışına itilmiş kişiler, soydaşlarının iyilikbilmezliğini, entrikalarını ve ihanetlerini hayvanların sadakatiyle telafi etmiyor mu? Kırık bir kalp için hayvanın barıştıran sağaltıcı bir gücü yok mudur?
Gerçi çiçek yaprağı yadsır; ama çiçek yapraksız bir dalda açmış olsaydı, o zaman bitki mükemmel mi olacaktı?
Doğa, insanları hayvanların efendisi yapmıştır elbette, ama onları zaptetmek için insanlara sadece el değil, hayvanlara hayran olmaları için göz ve kulak da vermiştir. Hayvanların, ellerinden acımasızca alınan bağımsızlıklarını, merhametli kulaklar ve gözler tekrar geri vermektedir kendilerine, zanaatın bencilliğince hayvanlara vurulan bağları, sanat sevgisi çözmektedir.
İnsan neyi adlandırır ve ifade ederse, hep kendi özünü dışavurur. Bu nedenle dil, insanlığın eğitim düzeyinin ne kadar yüksek ya da düşük olduğunun ölçütüdür.
Homo sum, hu man; nihil a me alienum puto
( insanım ben, insana ait hiç bir şey bana yabanci değildir)
İnsan sadece düşünme yetisine sahip olması nedeniyle hayvandan ayrılmaz. Onu hayvandan ayıran,daha çok özüdür.Ancak düşünmeyen bir kişi de insan olamaz. Bunun nedeni düşünme’nin insani özün zorunlu bir sonucu ve onun özgülüğü olmasıdır.
İnsandan farklı olarak filozof olmayı isteme; sadece düşünebilen bir insan olarak kal; bir düşünür olarak,yani gerçek insani özün bütünlüğünden zorla çıkarılmış ve kendi için yalıtlanmış bir yeti içinde düşünme; kendini,okyanusun yaşam ve serinlik veren dalgalarına terkedilmiş biri gibi,canlı ve gerçek bir öz olarak düşün;soyutlamanın boşluğunda değil tekil bir monad,mutlak bir hükümdar,tarafsız,dünya dışı bir tanrı olarak değil,varoluş içinde,üyesi olduğun dünya üzerinde düşün.Düşüncelerini ancak o zaman varlıkla düşünmenin birlikleri diye sayabilirsin.
Aklın ölçütü sadece insandır.
Tek başıma gördüğüm bir şey kesin değildir kuşkuludur;kuşkuya yer bırakmayan ancak başkasının da aynı şeyi görmesidir.
Varlık, ozne olmak, kendi için olmak demektir. Benim bir özne ya da sadece nesne, kendim için bir öz ya da baska bir oz ıçin sadece bir öz yani sadece bir düşünce olup olmamam gerçekten de önemsiz değildir. Sadece bir imgelenmenin nesnesi olduğum yerde ben elbette artık kendim değilimdir.
Duyular,diyor Descartes,hakiki realiteyi,özü, kesin bilgiyi vermezler; gerçeği sadece duyulardan arındırılmış anlık verir.Anlıkla duyular arasındaki bu ayrılık nereden kaynaklanır? Sadece teolojiden.
Peki, gerçeklikte yalnızca bir gün, yalnızca bir saat ne kadar sürmektedir! Bu fark nereden geliyor? Şuradan: imgelemdeki zaman, boş zamandı, yani hesabımızın başlangıç ve bitiş noktası arasında aslında hiçbir şey yoktur; oysa gerçek yaşam süresi, şimdi ile sonra arasında her çeşit güçlüğün yer aldığı orta yerdeki dolu zamandır.
Tek bir kişi için kesinlikle olasılık dışı ve imkansız olan, iki kişi için mümkündür.
Doğa bilim gökyüzündeki yıldızları, balıklarla kelebeklerin gövdesinde bulunan yumurtaları, birbirlerinden ayırt etmek için böceklerin kanatlarındaki noktacıkları saymış, ipek böceğinin kafasında 288, gövdesinde 1647, mide ve bağırsaklarında 2186 kas bulunduğunu kesin bir şekilde ve anatomik olarak kanıtlamıştır.
Hegel düşünen kafaları, Schelling düşünmeyen kafaları yanıltır. Hegel akılsızlıği akla, Schelling ise aklı akılsızlığa çevirir.
Zamanı olmayan gelişme,gelişmesi olmayan gelişme demektir.
Soyutlamak dendiğinde,doğanın özünü doğanın dışına,insanın özünü insanların dışına,düşünmenin özünü düşünme ediminin dışına koymak akla gelir.
Metafizik,içrek psikolojidir.Niteliği,duyumsamayı kendi için diye görmek nasıl bir keyfilik,nasıl bir zorbalıktır;sanki duyumsama olmadan nitelik,nitelik olmadan duyumsama mümkünmüş gibi.
Boş düşünmek zırvalamaktır,kuruntudur,ama gerçek düşünme değildir. Eğer hiçliği düşünmenin bir anlamı olsaydı -ki bir anlamı gerçekten vardır,o da bir düşünme olmamasıdır- o zaman hiçliğin nesnel bir anlama sahip olduğu sonucunun çıkarılması gerekirdi: Böylece bir şey bilmemek,bilmek anlamına gelmektedir ve bilgisiz biri hakkında,onun bildiği bir hiçtir,dediğim zaman şöyle bir yanıt alabilirimö : Bak,yine de onun bilgili olduğunu kabul ediyorsun; onun bildiği bir hiçtir,demek ki o bilgisiz değildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir