İçeriğe geç

Gecikmeli Teslimiyet Kitap Alıntıları – M. Barış Muslu

M. Barış Muslu kitaplarından Gecikmeli Teslimiyet kitap alıntıları sizlerle…

Gecikmeli Teslimiyet Kitap Alıntıları

Bir şeyi hatırlaman için orada duygunun olması lazım. Hatta bununla ilgili öğrenme uzmanları hep derler ki vermek istediğiniz bilgiye duygu katın, daha kolay öğrenilir.
Saç dökülmeleri senden büyük bir kişinin kaybıyla yaşanan travmayla ilgili oluyor.
Mutlu olmanın tek yolu geçmişle duygusal olarak barışmaktır.
Akciğerde birden fazla nodül varsa bu durum kişinin kendi ölüm korkusuyla geliyor.
En çok travma yaşayan insanlar da hep çok iddialı, çok kontrollü, çok mükemmeliyetçi, kendinden çok aşırı beklentisi olan kişiler oluyor. Başarı odaklı, mükemmeliyetçi kişi bunun bedelini travma yaşayarak ödüyor.. Rahat adama ise zaten çok da bir şey olmuyor. Çünkü kasmıyor, Özetle rekabet ettiğin her şey alana müdahale yaratabilir
Travma günlerinde, zor günlerimizde sakin kalabilmek, her zamankinden daha çok farkında ve dengede kalabilmek her şeyden önemli.
İnsülin direnci, Çok ilginç, insülin direncini başlatan travmalardan biri de ne kadar önemsiz görünürse görünsün iğrenmedir.
Büyük ayrılık travmaları gerçekten de bir gecede saçlarınızı bembeyaz yapabilir.
Hangi inanca sahip olursanız olun, inancın insanı travmalar karşısında çok daha rahat kıldığını düşünüyorum. B u açıdan bakınca inançlı biri çok daha şanslı.
Bir şeyi öğrenmek istediğimizde içine biraz duygu kattığımızda onu uzun vadeli hafızaya atabiliyoruz
Beynimiz yaşanan her ne ise onun ne olduğunu, tehdit ölçeğindeki yerini duyguya bakarak anlıyor.
Hem geçmiş hem gelecek hem de şu an, hepsi bir arada yaşanıyor ve aslında her birimiz her an travmalarımızla beraber yaşıyoruz.
Beyinde zaman kavramı yok. Geçmiş yok, gelecek yok. Hepsi aynı anda var. Oldu bitti geçti demeyi bilmiyor beynimiz.
Bilinçaltının en önemli özelliği şudur: bilinçaltı her şeyi fiziksel görür.
Beynimizle kontrol edemediğimiz bir işlev varsa, o bilinçaltı tarafından kontrol ediliyordur.
Bilinçaltı dediğimiz şey, uyuduğumuz zaman da, biz farkına varmasak da hayatı, canlılığı devam ettiren ve bizi ertesi gün canlı kaldıran yapı. Uyurken farkında değiliz, yaşadığımızı kontrol edemiyoruz ama alttaki beyin her şeyi yapıyor.
Kendi beynimizi ikna edebilirsek mutlu da oluruz, sağlıklı da oluruz, daha uzun da yaşarız.
Şu işgüzar, işini bazen robota bağlamış gibi davranan beynimize şöyle dememiz gerekiyor: Gölge etme başka ihsan istemem1
Beyin bizi kötü olay karşısındaki travmadan, tehlikeden koruyor.
Biz insanlar beyin hasar gördüğü için hastalanmıyoruz. Bilakis beyin bizi korumaya, ne pahasına olursa olsun hayatta tutmaya çalıştığı için hastalanıyoruz.
Beynimiz mükemmel değildir.
Mükemmel demek hatasız demektir.
Kötü olayların olmasını engelleyemesek de bize etkilerini engelleyebiliriz!
İstediğimiz kadar hayatta yol alalım, kendimizi geliştirelim, her şeyi en doğru biçimde yapmaya çalışalım, kötü olayların olmasını engelleyemezsin. Olacak olur! Evet, hayat bir gül bahçesi değil, elbette kötü olaylar da olur. Ama bu elimizi kolumuzu tamamen bağlamak zorunda değil.
Aslında hepimiz birbirimize bağlıyız.
Bazen çok istemek de bir sorun, biliyorsunuz değil mi? Bazı şeylerin olmamasında, bazen sorunun kendisi çok istemek, aşırı yüksek bir çabaya girmek olabiliyor.
Bir insanı kaybetmekten korkmanın kendisi de bir travma sebebi olabilir.
Geçmişe mazi denir belki ama bizi biz yapan da o mazidir Bugün de mutlu olmanın tek yolu iste o geçmişle duygusal olarak barışmaktır.
Travmalar en çok kadınları vuruyor. Bunun nedeni bana sorarsanız ayıp, namus gibi kavramlarla toplum küçük küçük en çok onları yaralıyor. Sonra bu minik yaralar yani travmalar kilo sorunlarından cilt hastalıklarına, rahim sorunlarına, erken âdetten kesilmeden miyoma, polikistik over’e en çok kadınlara zarar veriyor. Farkında olmasak da yargılarla, kalıplaşmış inançlarla kadınlarımızı hasta ediyoruz bir anlamda. Kadınlara değersizlik, suçluluk yaşatmada birinci sırayı alıyoruzdur muhtemelen. Bu yüzden hemcinslerime mesajım var: kadınlarımız hasta olursa hepimiz hasta oluruz! Bunu unutmayın olur mu
En çok travma yaşayan insanlar hep çok iddialı, çok kontrollü, çok mükemmeliyetçi, kendinden çok aşırı beklentisi olan kişiler oluyor. Başarı odaklı, mükemmeliyetçi kişi bunun bedelini travma yaşayarak ödüyor. Rahat adama ise zaten çok da bir şey olmuyor. Çünkü kasmıyor.
Travma demek kontrolü kaybetme duygusu demekti
Yani hasta olmak bir anlamda iyileşmek demek.
Ben gerekeni yapıyorum ve teslim oluyorum dediğin anda duyguların çok yükselmiyor.
Demek ki tüm mesele duyguları alarm seviyesini çıkarmamakta.
Duygunun önemli olduğu ile ilgili bir örnek vereyim: Bir şeyi öğrenmek istediğimiz de içine biraz duygu kattığımızda onu uzun vadeli hafızaya atabiliyoruz.
Peki travmaya ya da olaya teslim olduğunuzda ne oluyor? Hemen söyleyeyim, korku gidiyor! Bir anlamda beyninde artık savaştığın rakibe bir önem vermiyorsun. Savaştığın şey tehlikelisi olduğu için savaşıyorsun zaten. Ama artık savaşmayacağım dediğinde bir anlamda savaşı bitirmiş oluyorsun.
Görmek istemediğimiz bir şeye maruz kalmak ya da bizde şiddetli üzüntü yaratan bir şey, özleyeceğimiz, çok sevdiğimiz bir şeyi son kez görmek, bazen de çok sert bir korku, gözle alakalı bir çok sıkıntı yaratabiliyor. Bunun travması da görsel ayrılık oluyor.
Sorunu fiziksel düzlemde çözmeye çalışmak sinek var diye araziyi ilaçlamaya benziyor. Oysa bataklığı kurutmak kesin çözüm!
İstediğimiz kadar hayatta yol alalım, kendimizi geliştirelim, her şeyi en doğru biçimde yapmaya çalışalım, kötü olayların olmasını engelleyemezsin. Olacak olur.!
Beynimiz, bir çare bulamadığımız, elimizden hiçbir şey gelmediğini düşündüğü zaman yaşadığımız travmaları çok daha fazla ciddiye alıyor. Kişi saniyelik de olsa kendini o an çaresiz hissediyorsa, beyin bu durumu ciddiye alıyor. Eğer bu duruma özellikle yalnız yakalanmışsak, paylaşacak kimse olmayışı durumun şiddetini artırıyor.
Hani Nietszche’nin çok ünlü bir sözü vardır. Dillere pelesenk, kollara dövme olmuş bir sözdür bu. Beni öldürmeyen şey güçlendirir der.
Geçmişe mazi denir belki ama bizi biz yapan da o mazidir
Bugün de mutlu olmanın tek yolu işte o geçmişle duygusal olarak barışmaktır
Kadınlarımız hasta olursa hepimiz hasta oluruz
Kurtulamadığımız şey ne olabilir, bazen bir insandır. Bazen bir söz. İçimizden söylemek istediğimiz ama bir türlü dile getiremediğimiz orada sanki ağzımızın içinde takılıp kalmış gibi duran bir söz
Kendi beynimizi ikna edebilirsek mutlu da oluruz, sağlıklı da oluruz, daha uzun da yaşarız.
Hayat bir gül bahçesi değil, elbette kötü olaylar da olur.
Affettiği, teslim olduğun her şeyin artık senin üzerinde etkisi kalmamaya başlıyor
Çünkü bazen bizi öldüren şey düşmanla savaşmak oluyor. Teslim olanı kimse öldürmez
Teslim olanı kimse öldürmez biliyorsunuz.
Şunu da eklemeden geçmeyeyim: hangi inanca sahip olursanız olun, inancın insanın travmalar karşısında çok daha rahat kıldığını düşünüyorum.
Seni öldürmeyen, sakin kalabildiysen seni aşılar. Tecrübe kazanırsın. Ama aşırı mücadele etmeye çalışıp, savaş açıp yoldan çıkarsan da travma sahibi olursun, hastalanırsın.
Beni öldürmeyen şey güçlendirir.
Bir şeyden kurtulmayı ne kadar şiddetle istersek aslında onu o kadar tetiklemiş oluyoruz! Savaştığımız şeyi büyütüyoruz, güçlendiriyoruz.
Ben gerekeni yaptım, bundan sonra her şey kabulümdür dediğin an her şeyin değiştiği milat bir anlamda.
Olacak olur! Evet hayat Gül bahçesi değil, elbette kötü olaylar da olur . Ama bu elimizi kolumuzu tamamen bağlamak zorunda değil.
Bir ayrılık travması yaşandığında, beynin komutuyla beden sevilen insandan ayrıldığın bölgeyi bir anlamda hissizleştirmeye çalışıyor. Amaç, oradan kopup giden şeyin acısını yaşamamak. Çünkü artık o sevilen kişi oraya dokunamayacak. Oradan bir şey kopup gitti. Çok sevdiğin bir şeyi kaybettin. Yani bedenimiz ayrılığı, kopup gitmeyi hangi bölgeyle özdeşleştirdiyse orada bir hissizlik oluşabiliyor. Saç dökülmesi de bunun bir örneği. Biyolojik anlamda ise o bölgede bir hücre azalması oluyor. Güçsüzlük oluyor. Etkilenen bölgeye göre sonuç bazen ürtiker, bazen egzama, vitiligo, dermatit, sedef ya da siğil, bazal hücre karsinomu gibi şeyler de olabiliyor.
Hani Nietzsche’nin çok ünlü bir sözü vardır. Dillere pelesenk, kollara dövme olmuş bir sözdür bu. “Beni öldürmeyen şey güçlendirir “ der. Ben bu cümleyi şöyle revize etmek isterim: “Seni öldürmeyen, sakin kalabildiysen seni aşılar.” Tecrübe kazanırsın. Ama aşırı mücadele etmeye çalışıp, savaş açıp yoldan çıkarsan da travma sahibi olursun, hastalanırsın.
Bir de şu detayı anlatayım: Evet bir soruna sebep olan ana travmayı bulmak elbette en önemli şey. En kilit hareket. Ama bazı durumlarda, bazı sorunlarda travmanın çevresindeki duyguları boşaltmakta mucizeler yaratıyor. Diyelim ki bir ana travma var, etrafında ise o travmanın yarattığı sorunlarla tetiklenen korku, kurtulma isteği, değersizlik, hayal kırıklığı, öfke yığını. Bir merkez bir de merkezin etrafında yığın halinde kümelenmiş duygular. Merkezde mercimek kadar bir travma ama onun etrafında portakal kadar duygu. Bazen merkezi çözmeden her şey düzelmeyebilir ama bazen de o duygu yığını çözüldüğünde, merkezde küçükse sorun tamamen çözülebiliyor.
Zaten biliyor musunuz en çok travma yaşayan insanlar da hep çok iddialı, çok kontrollü, çok mükemmeliyetçi, kendinden çok aşırı beklentisi olan kişiler oluyor. Başarı odaklı, mükemmeliyetçi kişi bunun bedelini travma yaşayarak ödüyor.
Duygularımız nasıl da yönetiyor hayatımızı değil mi?
Geçmişe mazi denir belki ama bizi biz yapan da o mazidir.
Beynimiz travma anında en alarm haline geçiyor. Tek bir amacı var :bizi hayatta tutmak.
Neyi kafaya takarsak o sorunla ilgili bir düğmenin takılı kalmasına, tekrar tekrar sorunu tetiklemesine neden oluruz. Bu yüzden savaşma barış diyorum. Konu ister hastalıklar ister tekrar tekrar karşımıza çıkan yaşam senaryoları olsun!
İnsan beyni barıştığın şeyi artık tehdit kategorisinden çıkarıyor.
En çok travma yaşayan insanlar da hep çok iddialı, çok kontrollü, çok mükemmeliyetçi, kendinden çok aşırı beklentisi olan kişiler oluyor.
Ben gerekeni yaptım, bundan sonra her şey kabulümdür dediğin an her şeyin değiştiği milat bir anlamda.
Kadın güzel olursa alfa erkeği yani en güçlü erkeği kendine çekiyor; erkek başarılı olursa, güçlü olursa dişiye ben çocuklarımıza bakarım, onları besleyecek gücüm var garantisi veriyor.
Bir şeyi öğrenmek istediğimizde içine biraz duygu kattığımızda onu uzun vadeli hafızaya atabiliyoruz.
Beyinde zaman kavramı yok. Geçmiş yok, gelecek yok. Hepsi aynı anda var. Oldu bitti, geçti demeyi bilmiyor beynimiz.
Beyin bir yırtıcıyla karşılaşma ile birkaç yöneticiye sunum yapma arasındaki farkı bilmiyor! Aynı tehdit algısını yaratıyor, bedene de bunu yaşatıyor.
Beynimizin en temel yazılımı savaşmak ve kaçmak üzerine kuruludur.
Burada araya bir sosyal mesaj da sıkıştırayım. Binlerce danışan öyküsünden çıkardığım genel sonuç şu: travmalar en çok kadınları vuruyor. Bunun nedeni bana sorarsanız ayıp, namus gibi kavramlarla toplum küçük küçük en çok onları yaralıyor. Sonra bu minik yaralar yani travmalar kilo sorunlarından cilt hastalıklarına, rahim sorunlarına, erken adetten kesilmeden miyoma, polikistik over’ e en çok kadınlara zarar veriyor. Farkında olmasak da yargılarla, kalıplaşmış inançlarla kadınlarımızı hasta ediyoruz bir anlamda. Kadınlara değersizlik, suçluluk yaşatmada birinci sırayı alıyoruzdur muhtemelen. Bu yüzden hemcinslerime mesajım var: Kadınlarımız hasta olursa hepimiz hasta oluruz! Bunu unutmayın olur mu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir