İçeriğe geç

Geceyarısı Şarkıları Kitap Alıntıları – Ahmet Altan

Ahmet Altan kitaplarından Geceyarısı Şarkıları kitap alıntıları sizlerle…

Geceyarısı Şarkıları Kitap Alıntıları

Macbeth kral olmak için kralını öldürüyor, Othello kıskandığı için Desdamona’yı boğuyor, Brütüs özgürlük için Sezar’ı hançerliyor, Romeo aşkı için vuruluyor, Hamlet intikam için cinayetler planlıyordu.
Shakespeare biçim biçim cinayetleri anlatarak hayatı çözmeye çalışıyordu. Macbeth, kralı öldürdükten sonra kanlı ellerine bakarak haykırıyordu:
Koca Poseidon’un bütün denizleri
Yıkayabilir mi bu elleri? Yıkayamaz
Ellerim kana boyar denizleri.

Tarih, ‘denizleri kana boyayan’ ellerle yazılıyor, komutanlar her seferinde aynı yazılı emri veriyordu:
-Öldürün!

İki yürekten biri soğuk biri sıcaktır, sıcak olan yüreği çöpe atarlar, soğuk olan yürek pırlanta değerindedir.
Vulnera omnez, ultima nekat.
Hepsi yaralar, sonuncusu öldürür.
Acının yolu ise Mors alfabesi gibidir. Uzun bir çizgi, acı; küçük bir nokta, mutluluk; uzun bir çizgi, acı; küçük bir nokta, mutluluk; uzun bir çizgi, acı; küçük bir nokta, mutluluk. Acılar sarsıcı ve uzun, mutluluklar çıldırtıcı, ama kısadır. Her uzun acı, kısa bir mutlulukla ödüllendirilir. Her kısa mutluluk uzun bir acıyla cezalandırılır.
Hayat seçimlerle dolu ve Pascal ‘ın dediği gibi ‘her seçim bir kaybediştir, ‘ bir şeyi seçer, bir başka şeyi kaybedersiniz.
Ya da hiçbir şeyi seçemez ve her şeyi kaybedersiniz.
Bu da bir seçim
Biliyor musunuz, Tanrı erkeklere ‘yaşanan
günü’, kadınlara ise geçmişle geleceği armağan etti.
Siz yaşanan anla pek ilgilenmezsiniz, geçmişin hesaplaşması ya da geleceğin endişesi vardır sizde. Onun için size ‘o an’ hiç yetmez. Siz geniş bir zamana yayıldığınız için huzursuz, erkekler daracık bir zamana sıkıştıkları için anlayışsız olurlar.
Cehennemin yoruyor beni. Bir boşluktan eriyip gitmeyi özlüyorum artık. O boşluğu hiçbir şey doldurmasın. Ne aşk istiyorum, ne dostluk, ne para, ne de şöhret. Yalnız bile olmak istemiyorum, bir boşluğa akmayı istiyorum yalnızca. Aklımda hep o tuhaf cümle: Siz gidin, ben sonra gelirim. Herkesten geri kalmak, kervandan kopmak istiyorum.
Kim günahı tanımayan bir masuma âşık olmak ister?
Yanıldığımız sürece âşığız biz.
Başka başka kadınları seviyoruz, başka başka acıları yaşıyoruz, elmacık kemiklerimizin altına saklanan o tuhaf kederden başka bir benzerliğimiz yok, ama ikimiz de aynı şarkıyı ezbere biliyoruz. Ben yalnızlığımla birlikteyken yalnız değilim.
Bir masuma kim aşık olur.
Biz günahkarları seveceğiz.
İki yürekten biri soğuk biri sıcaktır, sucak olan yüreği çöpe atarlar, soğuk olan yürek pırlanta değerindedir.
Eylül’de aşk, eylülde acı, eylülde yalnızlık zordur, eylülde her şey zordur, ben eylülü onun için severim.
Huzursuzluklarınız ve huzursuzluğunuza duyduğunuz merak, aşkı doğurur.
Mutluluk daha sıradan olanlara mı nasip acaba, yoksa daha sıradan olanlar mutsuzluğa daha kolay mı dayanıyor.
Sevildiğini öğrenirseniz, bu kez de yeteri kadar sevilip sevilmediğinize takılırdı aklınız. Ah, biliyorum, hiçbir kadın yeterince sevilmez. Sarah Bernard, boşuna “Aşk oburluktan ölür. “ demiyor.
Cehennemim yoruyor beni. Bir boşlukta eriyip gitmeyi özlüyorum artık. O boşluğu hiçbir şey doldurmasın. Ne aşk istiyorum, ne dostluk, ne para, ne şöhret. Yalnız bile olmak istemiyorum Bir boşluğa akmayı istiyorum yalnızca. Aklımda hep o tuhaf cümle: Siz gidin, ben sonra gelirim. Herkesten geri kalmak, kervandan kopmak istiyorum..
Hepsi yaralar, sonuncusu öldürür.
Tanrıyı ve insanları deneme, diyen Nietzche’ye aldanmayıp herşeyi ve herkesi bu kadar çok deneyden geçirdiğimiz için mi Tanrıyı ve insanları kaybediyoruz?
Cehennem benim, diyorum ben.Alev alev yanan da benim,yakan da ben.
Bu yalanlar özünde hep aynı şeyi söyler. Senin yaptıkların beni yaralamaz,ben güçlüyüm. Bu,çeşitli cümlelerle söylenir. Bugün buluşmazsak ben üzülmem,beni terk edersen ben üzülmem,başkasıyla olursan ben üzülmem.
Suç kendi suçunsa çekici.
Günah kendi günahınsa güzel.
Ve unuttukça birşeyler eksilir sizden.
Hayat seçimlerle dolu ve Pascal’ın dediği gibi ‘her seçim bir kaybediştir’ bir şeyi seçer, bir başka şeyi kaybedersiniz. Ya da hiçbir şeyi seçmez ve her şeyi kaybedersiniz.
Biliyor musunuz, Tanrı erkeklere ‘yaşanan günü’, kadınlara ise geçmişle geleceği armağan etti.
Siz yaşanan anla pek ilgilenmezsiniz, geçmişin hesaplaşması ya da geleceğin endişesi vardır sizde. Onun için size ‘o an’ hiç yetmez. Siz geniş bir zamana yayıldığınız için huzursuz, erkekler daracık bir zamana sıkıştıkları için anlayışsız olurlar.
Zweig gibileri ise ne o ana sığarlar, ne de geleceğin kancalarına takılırlar.
Eylülde aşk, eylülde acı, eylülde yalnızlık zordur,
eylülde her şey zordur, ben eylülü onun için severim.
Aşkı ve ölümü ben hep bu ayda beklerim.
Nasıl da mahsun nasıl da tehditkardır.
Ben eylülde bütün aşklardan ve kadınlardan korkarım.
Bitenin, başlayana dokunduğu yerdir eylül Onun için yanık yanık tütsü kokar, onun için değdiği yeri kanatır.
Eylülde aşk, eylülde acı, eylülde yalnızlık zordur, eylülde her şey zordur, ben eylülü onun için severim.
Çıldırın artık.
Tutkuların kafeslerini açın.
İğde çiçeği kokuyor her yan, sardunyalar ateş topları gibi, deniz bulutlarla sevişerek uyanıyor.
Paris Helena’yı böyle bir sabah vakti kaçırdı. Otello, Desdemona’yı öldürmeye böyle bir sabahta karar verdi.
Çıldırmanın vaktidir, tutkularınızı koştuğunuz kanatlı arabanızla yola çıkın.
İstediğinize doğru gidin.
İstediğinizi alacaksanız çılgınlığınızla alacaksınız, akıl size yalnızca istemediklerinizi verecek, iğde kokularının, sardunyaların, Paris’in, Helena’nın Otello’nun aşkına çıldırın.
Zırhlarımız, korkularımız, savunmalarımız, hesaplarımız bizi hep birşeyi seçmemeye götürüyor, aklımız öbürünü kaybetmemeliyiz diyor
Ve en akıllı, en güçlü, en zırhlı, en hesaplı olduğumuz zamanda, her şeyi kaybediyoruz; en çok istediğimiz bizden en uzağa düşüyor.
Güçlü olmak isteğinin aslında nasıl bir korkaklık olduğunu fark edememek kaç aşka mal oluyordur insana.
Vulnera omnez, ultima nekat.
Hepsi yaralar, sonuncusu öldürür.
Bir hayat hiçbir şeydir, ama hiçbir şey bir hayat değildir.
Bir hayatın hiçbir şey olduğuna inanıyor, mutlu aşk olmadığına iman ediyor, şarkı söyler gibi öldürüp şarkı söyler gibi acı çektiriyorduk.
Benim annem kaç kere ölür
Ben kaç kere aşık olurum
Kaç kere kendi savaşlarımda kendimi parçalarım
Benim uykularım nerelere kaçar yarabbim Neden terk eder o uykular beni.
Bitenin, başlayana dokunduğu yerdir eylül Onun için yanık yanık tütsü kokar, onun için değdiği yeri kanatır.
Beni bu eylül öldürecek.
Bir aşk kadar zehirli, bir orospu kadar güzel Zina yatakları kadar yakıcı, terk edilişler kadar hüzünlü.
Ben ırkımı ve dinimi artık kitaplardan ve yazarlardan seçiyorum.
Ve hep aynı şeyi soruyorum, kendime kavuşabilmek için ne kadar soyunmalıyım?
Olduğum her şeyi olmaktan vazgeçiyorum Ve işte kendimden soyunuyorum.
İnsan sevdiğine mi bağlanır, yoksa kendini sevene mi?
Sevmek mi daha bağımlı kılar insanı, sevilmek mi?
Ya mutluluk hangisinde bulunur, sevmekte mi sevilmekte mi?
Acının yolu ise Mors alfabesi gibidir uzun bir çizgi, acı; küçük bir nokta, mutluluk; uzun bir çizgi, acı; küçük bir nokta, mutluluk; uzun bir çizgi, acı; küçük bir nokta, mutluluk. Acılar sarsıcı ve uzun, mutluluklar çıldırtıcı ve kısadır. Her uzun acı, kısa bir mutlulukla ödüllendirilir. Her kısa mutluluk, uzun bir acıyla cezalandırılır. Sıkıntıya ve sıkılmaya yer yoktur. Acıyı seçenler hiç sıkılmazlar, ama acılarla mutlulukların git gelin de çalkalanıp dururlar, acı çizgilerinde mutluluk noktalarını bekler, mutluluk noktalarında şimdi bitecek diye endişelenirler.
Sıkıntı, dümdüz, hiç kesintisiz uzayıp giden bir çizgidir. Bazı insanlar sıkıntın uzun ve kesintisiz çizgisini seçerler. Sürprizsiz, tehlikesiz, acısız bir çizgi. Ne büyük patlamalar, ne korkunç çöküşler, ne belalı acılar, ne rengarenk mutluluklar. Rahat ve tekdüzedir sıkıntının yolu. Eğlenceli hikayeler isteyen hanımefendiler Genellikle bu çizgiyi seçenlerin arasından çıkar.
İnsanlarla yaralanırım ben.
Ve ben yazılarımla kanarım.
Kadınların zehirli bir şal gibi sarındıkları keder yaralar beni, usulca kapadıkları gözlerinden kirpiklerine sızan hüzünle yaralanırım.
Fransızların o muhteşem heykeltıraş Rodin’e bir heykeli nasıl yaptığını sorduklarında tek bir cümle ile cevap vermişti.
– Taşın fazlasını atıyorum, geriye heykel kalıyor.
Yürürüm çünkü ölümdür yürünülmeyen
yürürüm yürüyüşümdür yeryüzünün halleri.
Yaralarımı tek tek yeniden kanatmalıyım.
Annemin mezarından başka yerlerde de ağlamalıyım.
Öfkeye, isyana, acıya bırakmalıyım kendimi.
Ve aşka.
Aşktan ve kendimden kaçmamalıyım.
Yeniden yürümeliyim şiirlerle.
Düşüncelerimi inkar edeceğime ırkımı inkar ederim.
Yaşlandım ben artık kadınlardan bile korkmuyorum, eskiden beni acıtan sözler şimdi yalnızca gülümsetiyor beni, zalim bir bilgelik çoktan derinleştirdi alnımın çizgilerini, sabahları yorgun ve anlayışlı bakıyorum günışığına, fırtınalı kıskançlıklar ölü bir deniz gibi çoktan çekildi yamacımdan, yaralarımı öyle bir sardım ki artık yaralanmıyorum, ayrılıklar gelip çattığında yalnızca gözlerimi kısıp bakıyorum, ruhum kendi kederiyle çoktan kapandı çılgın okşayışlara, bir kiraz ağacı gibi erken rüzgarlarla döktüm ben çiçeklerimi.
Anna Karenina, Peçorin’e sevmeyi öğretmeli.
Ve, ten bu hüzünden kurtulmalı.
Kendimizle ve korkularımızla o kadar doluyuz ki, hiçbir duyguyu, hiçbir insanı, hiçbir nesneyi olduğu gibi bütün gerçekliğiyle göremiyoruz, her şey kendimizle ve korkularımızla oluşturduğumuz prizmalardan kırılarak ulaşıyor bize, her şeyi olduğundan başka bir biçimde ve olduğundan başka bir yerde görüyoruz, belki de bu yüzden aradığımız şeyleri aramamız gereken yerlerden başka yerlerde arıyoruz. Mutlulukla aramıza, korkularımızı ve kendimizi sokuyoruz.
Kendi ölümünü bile birçok şeyi bilebilir.
Tanrıyı ve insanları deneme, diyen Nietzsche’ye aldanmayıp her şeyi bu kadar çok deneyden geçirdiğimiz için mi Tanrı ve insanları kaybediyoruz?
Ölümün manasızlaştığı yerde aşk da ölüyor.
Ben ölümden değil, şiirsiz bir ölümden kurtulmak için aşık oluyorum.
Bazan, ölmeyi beceren ve ölümden zamanı aşan bir şair yaratabilen biri de bulunmalıdır.
Aşk oburluktan ölür
Sevildiğinizi öğrenseniz, bu kez de ‘yeteri kadar sevilmediğinize’ takılırdı aklınız. Ah, biliyorum, hiç bir kadın ‘yeterince’ sevilmez. Sarah Bernard, boşuna Aşk oburluktan ölür, demiyor.
Kendimizi bu kadar savunmasak, bu kadar akıllı olmasak, rahatın peşinde bu kadar koşmasak ve bu kadar çok korkmasak, yaralarımız, pişmanlıklarımız ve acılarımız daha mı az olurdu acaba?
Yaşadığımız her gün kendimize biraz daha tutsak oluruz,yaşanan her gün hayatımıza bağlanan zincirlere bir halka daha ekler ve biz yaşadığımız her gün o zincirlerden kurtulmakta biraz daha zorlanırız
Hiç tanımadığım çocuklar ölüyor bu topraklarda, her gün, her gece ölüyorlar, gençlerin yaşlılardan daha çok öldüğü yerde bir felaket var demektir.
Kaybetmenin acısını yaşamadan,kazanmanın lekesiz sevincini yaşamaya izin vermiyor Tanrı
Hem düzenine sadık,değişimlerden çekinen,yeniliklerden korkan,yerleşikligin içinde kıpırtısız durmak isteyen bir huzur isteği,hem de her yeniliğe göz süzen,kendi kendini tazelemeye yatkın bir değişim merakı aynı ruhta yan yana yatardı
Bir insanda sevdiğimiz ne varsa, onun sevmediğimiz yanlarından beslenir.

Tümüyle sevilecek yanları olan birini sevemez miyiz, yoksa sevebilmemiz için mutlaka sevmediğimiz yanları mı olmalı, insanların sevmediğimiz ya da sevmediğimizi söylediğimiz ya da sevmediğimizi sandığımız yanları mı çekiyor bizi?

Bizi seven biri bizi değiştirmek istediğinde, kötü olduğunu söylediği yanlarımızı bizden ayıklamak için çaba gösterdiğinde, aslında bize duyduğu sevgiden mi kurtulmaya çalışıyor, tümüyle onun sevebileceği biri olduğumuzda bizi sevmeyecek mi?

Bizim kafamızda yaptığımız insanlar, kendilerinden çok bize benzerler.
Başkalarının yaptığı ahlakı kendi ahlakınız, başkalarının yaptığı kuralları kendi kurallarınız sanıyorsunuz, başkalarının suç dediğini suç, başkalarının günah dediğini günah kabul ediyorsunuz.

Ve içiniz eriyor bir günah işlemek için.

Kendilerine âşık oluyorlar ama âşık oldukları kendilerinden başka birisi olsun istiyorlar.

Kadınlar kendilerine benzeyen bir erkek, toplumlar kendilerine benzeyen bir lider arıyorlar.

Kadınlara benzeyen bir erkek olacak ama erkeklerin özelliklerini de taşıyacak.

Toplumlara benzeyen bir lider olacak ama liderlerin özelliklerini de taşıyacak. Aradıkları yarı canavar yarı insan bir yaratık.

Ayrıca bunu istediklerini de sürekli inkâr edecekler ve onlara inanmış gibi yapacaksınız.

Kendilerini mahvedecek olanı sevmeye pek yatkındırlar.
Kendi anılarımızdan başka sığınacak yer pek kalmıyor.
Aynı yıl Dostoyevski’yi keşfettim. Delikanlı’yı okudum önce, sonra Karamazov Kardeşler’i. Kitaplarımın sayfalarını sustalımla açardım. Daha o zamandan belliydi ruhumun ikiye çatlayacağı. Bir yanım bıçak ışıltılarında dolaşırdı, bir yanım kitap sayfalarında.
Hep iyileri övüp hep kötülerin peşinden gitmelerini ise imkânı yok kavrayamazdınız.
Aşk, kendimizin sandığımız bir sesin ve kokunun aslında bize ait olmadığını, bir başkasının sesi ve kokusu olduğunu anladığımız zaman bitiyor.

Yanıldığımız sürece âşığız biz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir