Robert Jordan kitaplarından Geceyarısı Kuleleri kitap alıntıları sizlerle…
Geceyarısı Kuleleri Kitap Alıntıları
Üyeleri yetke için kendi aralarında didişen bir ülke asla diğer ülkeler için bir tehdit oluşturmaz.
Bir adamın üniformasına duyduğu saygıyı, böyle bir günde alnını kol yenine silip silmediğine bakarak anlayabilirdiniz.
Küçük şeyler önemliydi. Saniyeler küçük şeylerdi ve onları üst üste eklerseniz, bir insanın hayatı oluyorlardı.
Hayatta bilinmesi gereken numaralardan biri, küçük ayrıntılara dikkat etmekti.
Çünkü, bir işin düzgün yapılacağından emin olmanın tek yolu, kendinizin yapmasıydı.
Gerçek hayat genellikle insanı hayal kırıklığına uğratır, ama en azından gerçek dünyada şeref bulduğunuzda, onun bir hayalden daha fazlası olduğunu bilirsiniz.
Değişim geldiğinde bağırıp çağırabilir, her şeyi aynı kalmaya zorlayabilirsiniz. Ama genelde, sonunda ezilirsiniz. Bununla beraber, değişimlere yön verebilirseniz, değişim size hizmet eder.
Işığın olduğu yerde gölge de vardır.
Hayat, yazı tura atmak kadar kolay değildir. Ya bir yüz ya da diğeri olmaz.
Bu, vitraylı bir cam pencereyi usta bir marangozun yaptığı dolapla karşılaştırmak olurdu. Her ikisi de zanaatın kusursuz örnekleriydi ve birini diğerine göre tartmak zordu. Ama pencere kesinlikle parlıyordu.
Tersine, bir insanın gücü ne kadar mutlak olursa, onu sorgulamak o kadar gerekli hale gelir.
Bazen geceleyin, kendimi gündüz olduğundan daha uyanık hissediyorum.
Kararlı bir yürek on tartışmaya bedeldir.
Genellikle, sadakatini en zor kazandığın kişi, kazandıktan sonra en değerlisi olur.
Yankesicisiz bir şehir, eh, yabani otları olmayan bir tarlaya benzer. Yabanotu yoksa, çiftçiye neden ihtiyaç duyasın?
Bazen evlat, yardımımıza gerek yoktur. Ne kadar içtenlikle sunulursa sunulsun ya da o yardım ne kadar acil görünürse görünsün.’
Kimse zor yolda hiç tökezlemeden yürüyemez. Düşmen seni yıkmadı. Önemli olan bu.
Başka herkes yaşamak için savaşıyordu.. onlar ölmek için savaşıyordu.
Saygı talep edilen değil, kazanılan bir şeydir.
Genellikle, bir şeyi yasaklamak onun yapılmasını sağlamanın en iyi yolu olurdu.
Ama öngörülebilir olmanın en iyi tarafı, sizin beklenmedik şeyler yapmanıza izin vermesiydi.
Ancak bir aptal kendinden daha yaşlı ve daha bilge olanların tavsiyelerine kulak asmazdı. Ama ancak bir aptal bütün tavsiyeleri uygulardı.
Zamanın çoğunda bir generalin en önemli işlevi karar vermek değil, adamlarına birinin karar vereceğini hatırlatmaktır.
Boş eller, boş zihinler yaratırdı.
Görev sahibi olmak, gurur sahibi olmaktı; tıpkı bir yükü taşımanın güç kazanmak anlamına geldiği gibi.
Nefret. Hâlâ yaşadığının kanıtı, geriye kalan bir duygu. Tek duygu. Ondan başka duyguya yer yoktu.
Bunlar insanoğlunun en karanlık günleri. Umudun zayıf olduğu, ölümün hüküm sürdüğü günler. Ama ışığın en ihtişamlı olduğu zamanlar, en karanlık gecelerdir. Gündüz, parlak bir ateş bile zayıf görünür. Ama tüm diğer ışıklar söndüğünde, aynı ateş insanlara rehberlik eder.
Onlara örnek ol. Güç talep et, ama önce kendin güçlü olduğunu sergile.
Sizin nasıl biri olduğunuzu bildiklerini sanmalarına izin verirseniz, bu beklentileri kullanabilirdiniz.
Ölüme gitmek onu üzmüyordu, ama kadının onun için korktuğunu bilmek işte bu canını yakıyordu. Hem de çok.
Korku önlemesin çabalamanı, çünkü korkudur seni hayatta tutan.
Işığın en ihtişamlı olduğu zamanlar, en karanlık gecelerdir.
“Bir erkek bir güdüden, bir hedeften daha fazlasıdır. Hiçbir kadın bir erkekte bunu istemez. Bana öyle geliyor ki, adanmışlıklarını itiraf eden erkeklerden çok, kendilerini geliştirmek için çaba gösteren erkekler bir yere varırlar. Hem kadınlar konusunda, hem de hayatta.”
Kampta sağlıklı bir dinginlik vardı. Sessizlik değil. Sessizlikten nefret ederdi. Kimin ona sessizce yaklaşmaya çalıştığını merak etmesine sebep olurdu. Hayır, bu dinginlikti. Usul usul horlayan adamlar, çıtırdayan ateşler, şarkı söyleyenler, nöbetçiler geçerken çıtırdayan otlar. Hayatlarının tadını çıkaran adamların huzurlu sesleri.
Yarın dünyanın hükümdarlarıyla görüşeceğim. Ondan sonra Shayol Ghul’e gideceğim ve Karanlık Varlık’ın zindanının kalan mühürlerini kıracağım. İyi günler.
Eh, oğlan dramatik olmayı kesinlikle öğrenmişti.
Eh, oğlan dramatik olmayı kesinlikle öğrenmişti.
Perrin Çekirge’ye döndü. Başlayacağını söylemiştin. Son Av geliyor demiştin.
Bir seçim yapılması gerekiyor, Genç Boğa. Bir yol Son Av’a gidiyor.
Ya diğeri? diye sordu Perrin. Çekirge hemen yanıt vermedi. Ejderdağı’na döndü.
Diğer yol Son Av’a gitmiyor.
Evet, ama nereye gidiyor?
Hiçliğe.
Bir seçim yapılması gerekiyor, Genç Boğa. Bir yol Son Av’a gidiyor.
Ya diğeri? diye sordu Perrin. Çekirge hemen yanıt vermedi. Ejderdağı’na döndü.
Diğer yol Son Av’a gitmiyor.
Evet, ama nereye gidiyor?
Hiçliğe.
“Ben al’Lan Mandragoran,” diye bağırdı. “Yedi Kulenin Efendisi, İlk Ateşler Duvarı’nın Savunucusu, Bin Göl Kılıcının Taşıyıcısı! Eskiden bana Aan’allein derlerdi, ama bu unvanı reddediyorum, çünkü artık yalnız değilim. Kork benden, Gölge! Benden kork ve beni tanı. Benim olanı almak için geldim. Ülkesiz kral olabilirim. Ama yine de bir kralım!”
Demek geldi, diye düşündü Egwene. sükunet çöktü. Yok edici fırtınadan önceki kısa huzur anı.
“Güç verecek cesaret,” diye fısıldadı Noal öne çıkarak. Alevi titreyen fenerini havaya kaldırdı. “Kör edecek ateş. Baş döndürecek müzik. Bağlayacak demir.”
“Ve Matrim Cauthon,” diye ekledi Mat. “Şansımızı eşitlemek için.”
Kapıdan geçti.
“Ve Matrim Cauthon,” diye ekledi Mat. “Şansımızı eşitlemek için.”
Kapıdan geçti.
“Aptal,” dedi Egwene, örgüleri hazırlayarak. “Elbette Muhafızım olmanı istiyorum. Hep istedim.”
“Yemin et.”
“Yemin ederim. Seni Muhafızım ve kocam olarak istediğime yemin ederim.” Egwene elini onun alnına koydu ve örgüyü üzerine yerleştirdi. “Seni seviyorum.”
“Yemin et.”
“Yemin ederim. Seni Muhafızım ve kocam olarak istediğime yemin ederim.” Egwene elini onun alnına koydu ve örgüyü üzerine yerleştirdi. “Seni seviyorum.”
“Değişim geldiğinde bağırıp çağırabilir, her şeyi aynı kalmaya zorlayabilirsiniz. Ama genelde, sonunda ezilirsiniz. Bununla beraber, değişimlere yön verebilirseniz, değişim size hizmet eder. Tıpkı Güç’ün bize, ancak biz ona teslim olduğumuzda hizmet etmesi gibi.”
Kalın kafalı aptalın teki olma, diye düşündü Ituralde, Bir adamın bilge olduğunu gözlerine bakarak anlayamazsın.
Ama anlayabiliyordu.
Ama anlayabiliyordu.
Yaşadıkları bunca şeyden sonra kaçacaklar mıydı? Yoeli şehri savunurken öldükten sonra? Rajabi bir Draghkar tarafından öldürüldükten sonra? Ankaer ve Rossin duvarların içindeki çatışmalarda öldükten sonra? Onca kan döküldükten sonra, sonunda yardım geliyordu ve onun da yetersiz olduğu ortaya çıkıyordu, öyle mi?
Ituralde kahkahalar atmaya başladı. “Şimdi? Ejder şimdi mi yardım gönderiyor?” Sallandı, sonra oturdu ve alev alev yanan göğe baktı. Kahkahalarını durduramıyordu. Kısa süre sonra yanaklarından gözyaşları süzülmeye başladı.
Evet, orada güneş ışığı vardı.
Evet, orada güneş ışığı vardı.
Perrin Aybara ayağa kalkmıştı ve kaşlarını çatarak onları izliyordu. “Maighdin’i tanıyor musun?”
“Maighdin mi?” diye sordu Galad. Morgase’in üzerinde basit bir elbise vardı ve mücevher yoktu. Hizmetkar kılığında saklanmaya mı çalışıyordu? “Aybara, bu Morgase Trakand, Diyarın Savunucusu, Halkının Koruyucusu, Trakand Evi’nin Yüksek Makamı. O senin kraliçen!”
“Maighdin mi?” diye sordu Galad. Morgase’in üzerinde basit bir elbise vardı ve mücevher yoktu. Hizmetkar kılığında saklanmaya mı çalışıyordu? “Aybara, bu Morgase Trakand, Diyarın Savunucusu, Halkının Koruyucusu, Trakand Evi’nin Yüksek Makamı. O senin kraliçen!”
“Balta yalnızca öldürür,” dedi Perrin. “Ama çekiç yaratabilir de, öldürebilir de. Fark bu işte.”
Aniden bu mantıklı geldi. Bu yüzden baltayı atmak zorunda kalmıştı. Öldürmemeyi seçebilirdi. Bunu yapmaya zorlanmayı kabul etmeyecekti.
Aniden bu mantıklı geldi. Bu yüzden baltayı atmak zorunda kalmıştı. Öldürmemeyi seçebilirdi. Bunu yapmaya zorlanmayı kabul etmeyecekti.
“Bir gün mü?” dedi Iralin, Min’le birlikte ambarda dikilerek. “Şehrin istikrara kavuşması için? Bu kadar kısa zamanda mümkün değil, yapamayız. Yapabilir miyiz?”
“Sanırım Rand sizi şaşırtacaktır, Lord Iralin,” dedi Min, merdiveni tutup tırmanmaya başlayarak. “Beni her gün şaşırtıyor.”
“Sanırım Rand sizi şaşırtacaktır, Lord Iralin,” dedi Min, merdiveni tutup tırmanmaya başlayarak. “Beni her gün şaşırtıyor.”
“Aes Sedai olmak, sakin olmaktır,” diye yanıt verdi Nynaeve.
“Aes Sedai olmak, sen ne olmaya karar verdiysen o olmaktır,” dedi Rand, kesik kolunu arkasından çıkarmadan. “Moiraine insanları önemsiyordu. Sakin olmasına rağmen, onda bunu görebiliyordun. Tanıdığım en iyi Aes Sedailer, diğerlerinin bir Aes Sedainin davranması gerektiği gibi davranmadığından şikayet ettikleri.”
“Aes Sedai olmak, sen ne olmaya karar verdiysen o olmaktır,” dedi Rand, kesik kolunu arkasından çıkarmadan. “Moiraine insanları önemsiyordu. Sakin olmasına rağmen, onda bunu görebiliyordun. Tanıdığım en iyi Aes Sedailer, diğerlerinin bir Aes Sedainin davranması gerektiği gibi davranmadığından şikayet ettikleri.”
“Tutkun senin bir parçan,” dedi Rand. “Asla itiraf etmediysem de, onlar gibi olmaya çalıştım. Soğuk. Her zaman kontrollü. Bu beni neredeyse yok edecekti. Bu, bazıları için güç demek olabilir, ama tek güç çeşidi değil. Belki sen kendini biraz daha fazla kontrol etmeyi öğrenebilirsin, ama ben seni olduğun gibi seviyorum. Bu seni hakiki kılıyor. Senin, yüzünde bir maske, başkalarının duygularına hiç aldırmayan, ‘kusursuz’ bir Aes Sedai olmanı istemem.”
Bir başkasının düğümlediği bir sicimi alıp düğümü açmak kadar keyifli pek az şey vardır, dedi Bair. Bununla birlikte,sicim iyi malzemeden yapılmamışsa, ne kadar uğraşırsan uğraş çözemezsin. Sen bize iyi malzeme verdin, Egwene al’Vere.
Yeniden Doğan Ejder orada, babasına sarılırken, ağlamaya başladı
Genellikle çevremde ne tür insanlar olduğunu düşünerek, dedi Mat, daha fazla küfretmediğime şaşmak gerek. Git artık,Joline.Majesteleri Kraliçe resmiyet kumkuması Elayne’e kahrolası bir mektup yazmam gerekiyor.
Joline burnunu çekti. Ona da küfredecek misin?
Elbette edeceğim, diye mırıldandı Mat,Thom’un çadırına girmek üzere dönerek.
Aksi halde, gerçekten de benden geldiğini nasıl bilecek?
Joline burnunu çekti. Ona da küfredecek misin?
Elbette edeceğim, diye mırıldandı Mat,Thom’un çadırına girmek üzere dönerek.
Aksi halde, gerçekten de benden geldiğini nasıl bilecek?
Ve benim yüzüm endişeli değil, Gareth Bryne. Ben bir Aes Sedai’yim. Kendimi ve çevremi kontrol etmek benim mizacım.
Evet, dedi Bryne. Ama, Aes Sedailerin çevresinde ne kadar çok zaman geçirirsem, bundan o kadar kuşku duyuyorum. Gerçekten duygularını mı kontrol ediyorlar? Yoksa o duygular hiç değişmiyor mu? İnsan her zaman endişeliyse, her zaman aynı görünür.
Evet, dedi Bryne. Ama, Aes Sedailerin çevresinde ne kadar çok zaman geçirirsem, bundan o kadar kuşku duyuyorum. Gerçekten duygularını mı kontrol ediyorlar? Yoksa o duygular hiç değişmiyor mu? İnsan her zaman endişeliyse, her zaman aynı görünür.
Sonunda rüzgar bir başka kıtaya rastladı, burası sessizdi, tıpkı celladın baltası düşmeden önce nefesini tutan bir adam gibi.
Bir yanlışlık dalgası üzerinden geçti, havayı çarpıttı, Desen’in kendisi dalgalandı. Şerçığlık deniyordu buna; yaratımın acıyla haykırdığı bir an.
Al’Thor yine gülümsedi.
Ondan daha azını beklemezdim.Tuhaf,ama onu yine görmenin canımı yakacağını hissediyorum.Halbuki, gerçekten iyileşmiş bir yaraydı.Sanırım acısını hala hatırlıyorum.
Ondan daha azını beklemezdim.Tuhaf,ama onu yine görmenin canımı yakacağını hissediyorum.Halbuki, gerçekten iyileşmiş bir yaraydı.Sanırım acısını hala hatırlıyorum.
Malenarin Sınırboyluydu, tıpkı babası gibi,tıpkı yanındaki oğlu gibi. Görevlerini biliyorlardı. Görev sizden alınana kadar savaşırdınız.
Hepsi o kadardı.
Hepsi o kadardı.
Bunlar insanoğlunun en karanlık günleri.Umudun zayıf olduğu,ölümün hüküm sürdüğü günler.Ama ışığın en ihtişamlı olduğu zamanlar,en karanlık gecelerdir. Gündüz, parlak bir ateş bile zayıf görünür. Ama tüm diğer ışıklar söndüğünde, aynı ateş insanlara rehberlik eder.
Gelenekler, sırf gelenek oldukları için korunamazdı. Bir amacı ya da hedefi olmayan güç, güç değildi.
Ülkesiz kral olabilirim. Ama yine de bir kralım!
“Asillerle bir alıp veremediğim yok,” dedi Mat ceketini düzelterek. “Yalnızca, onlardan biri olmak istemiyorum.”
“O zaman neden?”
Mat bir an oturup düşündü. Nedendi? Sonunda ayağına baktı, ardından çizmesini giydi. “Botlar yüzünden.”
“Botlar mı?” Setalle’nin kafası karışmış gibiydi.
“Botlar,” dedi Mat başını sallayarak, bağcıklarını bağlarken. “Hepsi botlar yüzünden.”
“Ama ”
“Anlarsın,” dedi Mat, bağcıkları çekip sıkıştırarak, “bir sürü adam ne tür bot giydiği konusunda endişelenmek zorunda değil. İnsanların en fakirleri onlar. Onlardan birine, ‘Bugün hangi botlarını giyeceksin, Mop?’ diye sorsan, kolay yanıt verirler. ‘Eh, Mat. Yalnızca bir çift botum var, bu yüzden o botları giyeceğim herhalde.”’ Mat duraksadı. “Sana böyle söylemezlerdi sanırım, Setalle, çünkü sen ben değilsin. Sana Mat demezlerdi, anlarsın.”
“Anlıyorum,” dedi Setalle, eğlendiğini açık eden bir sesle.
“Her neyse, birazcık parası olanlar için, hangi botları giyeceği sorusu daha zor olabilir. Anlarsın, sıradan insanlar, benim gibi insanlar ” Setalle’yi süzdü. “Ki ben sıradan bir adamım, hatırlatırım.”
“Elbette öylesin.”
“Kesinlikle öyleyim,” dedi Mat, bağcıklarını bağlamayı bitirip doğrularak. “Sıradan bir adamın üç çift botu olabilir. Üçüncü en iyi botlar; nahoş bir iş görürken onları giyersin. Birkaç adım sonra birkaç yerden vurabilirler, birkaç yerden delinmiş olabilirler, ama ayağına geçirmek için iyidir. Tarlada ya da ahırda onları kirletmekten korkmazsın.”
“Tamam,” dedi Setalle.
“Sonra bir de, ikinci en iyi botların vardır,” dedi Mat. “Onlar gündelik botlarındır. Komşuna yemeğe giderken onları giyersin. Ya da benim durumumda, savaşa giderken giyersin. İyi botlardır, ayağını korur ve onları giyerken görünmekten korkmazsın.”
“Ya en iyi botların?” diye sordu Setalle.
“Onları da balolara ya da önemli kişilerle yemeğe giderken mi giyiyorsun?”
“Balolar mı? Önemli kişiler mi? Kanlı küller, kadın. Ben seni hancı sanıyordum.”
Setalle hafifçe kızardı.
“Biz balolara falan gitmeyiz,” dedi Mat. “Ama gitmek zorunda kalsak, sanırım ikinci en iyi botlarımızı giyerdik. Komşumuz Hembrew Hanım’ı ziyarete giderken giyecek kadar iyiyse, bizimle dans edecek kadar aptal olan bir kadının ayaklarına basmak için de iyi olması lazım.”
“O zaman en iyi botlar ne için?” “Yürümek,” dedi Mat. “Uzun mesafe yürümek için kullanacağın botların değerini her çiftçi bilir.”
Setalle düşündü. “Tamam. Ama bunun asil olmakla ne ilgisi var?”
“Çok ilgisi var,” dedi Mat. “Anlamıyor musun? Sıradan biriysen, botlarını ne zaman kullanacağını çok iyi bilirsin. Üç çift botu takip edebilirsin. Üç çift botun varken hayat kolaydır. Ama asiller Talmanes, evinde kırk çift botu olduğunu iddia ediyor. Kırk çift, hayal edebiliyor musun?”
Setalle eğlenerek gülümsedi. “Kırk çift,” diye tekrarladı Mat, başını iki yana sallayarak. “Kırk kahrolası çift. Hepsi aynı tür bot da değil. Her kıyafet için ayrı ayakkabılar var; bir de kıyafetlerinin yarısına uyacak, farklı tarzlarda bir düzine ayakkabı. Krallar için ayakkabılar var, yüksek lordlar için ayakkabılar, normal insanlar için ayakkabılar. Kış için, yaz için, yağmurlugünler için, kurugünler için ayrı ayrı ayakkabılar var. Yalnızca banyoda yürürken giydiğin ayakkabılar var. Lopin, gece tuvalete çıkarken kullanacak ayakkabılarım olmadığı için şikayet ederdi!”
“Anlıyorum Demek botları, karmaşık siyasi ve sosyal durumlarda önderlik rolünü üstlenen aristokratların sırtına yüklenen sorumluluk ve karar verme yükümlüğünü temsil eden bir metafor olarak kullanıyorsun.”
“Metafor ” Mat kaşlarını çattı. “Kanlı küller, kadın. Bu hiçbir şeyin metaforu değil! Bu yalnızca botlar hakkında.”
“O zaman neden?”
Mat bir an oturup düşündü. Nedendi? Sonunda ayağına baktı, ardından çizmesini giydi. “Botlar yüzünden.”
“Botlar mı?” Setalle’nin kafası karışmış gibiydi.
“Botlar,” dedi Mat başını sallayarak, bağcıklarını bağlarken. “Hepsi botlar yüzünden.”
“Ama ”
“Anlarsın,” dedi Mat, bağcıkları çekip sıkıştırarak, “bir sürü adam ne tür bot giydiği konusunda endişelenmek zorunda değil. İnsanların en fakirleri onlar. Onlardan birine, ‘Bugün hangi botlarını giyeceksin, Mop?’ diye sorsan, kolay yanıt verirler. ‘Eh, Mat. Yalnızca bir çift botum var, bu yüzden o botları giyeceğim herhalde.”’ Mat duraksadı. “Sana böyle söylemezlerdi sanırım, Setalle, çünkü sen ben değilsin. Sana Mat demezlerdi, anlarsın.”
“Anlıyorum,” dedi Setalle, eğlendiğini açık eden bir sesle.
“Her neyse, birazcık parası olanlar için, hangi botları giyeceği sorusu daha zor olabilir. Anlarsın, sıradan insanlar, benim gibi insanlar ” Setalle’yi süzdü. “Ki ben sıradan bir adamım, hatırlatırım.”
“Elbette öylesin.”
“Kesinlikle öyleyim,” dedi Mat, bağcıklarını bağlamayı bitirip doğrularak. “Sıradan bir adamın üç çift botu olabilir. Üçüncü en iyi botlar; nahoş bir iş görürken onları giyersin. Birkaç adım sonra birkaç yerden vurabilirler, birkaç yerden delinmiş olabilirler, ama ayağına geçirmek için iyidir. Tarlada ya da ahırda onları kirletmekten korkmazsın.”
“Tamam,” dedi Setalle.
“Sonra bir de, ikinci en iyi botların vardır,” dedi Mat. “Onlar gündelik botlarındır. Komşuna yemeğe giderken onları giyersin. Ya da benim durumumda, savaşa giderken giyersin. İyi botlardır, ayağını korur ve onları giyerken görünmekten korkmazsın.”
“Ya en iyi botların?” diye sordu Setalle.
“Onları da balolara ya da önemli kişilerle yemeğe giderken mi giyiyorsun?”
“Balolar mı? Önemli kişiler mi? Kanlı küller, kadın. Ben seni hancı sanıyordum.”
Setalle hafifçe kızardı.
“Biz balolara falan gitmeyiz,” dedi Mat. “Ama gitmek zorunda kalsak, sanırım ikinci en iyi botlarımızı giyerdik. Komşumuz Hembrew Hanım’ı ziyarete giderken giyecek kadar iyiyse, bizimle dans edecek kadar aptal olan bir kadının ayaklarına basmak için de iyi olması lazım.”
“O zaman en iyi botlar ne için?” “Yürümek,” dedi Mat. “Uzun mesafe yürümek için kullanacağın botların değerini her çiftçi bilir.”
Setalle düşündü. “Tamam. Ama bunun asil olmakla ne ilgisi var?”
“Çok ilgisi var,” dedi Mat. “Anlamıyor musun? Sıradan biriysen, botlarını ne zaman kullanacağını çok iyi bilirsin. Üç çift botu takip edebilirsin. Üç çift botun varken hayat kolaydır. Ama asiller Talmanes, evinde kırk çift botu olduğunu iddia ediyor. Kırk çift, hayal edebiliyor musun?”
Setalle eğlenerek gülümsedi. “Kırk çift,” diye tekrarladı Mat, başını iki yana sallayarak. “Kırk kahrolası çift. Hepsi aynı tür bot da değil. Her kıyafet için ayrı ayakkabılar var; bir de kıyafetlerinin yarısına uyacak, farklı tarzlarda bir düzine ayakkabı. Krallar için ayakkabılar var, yüksek lordlar için ayakkabılar, normal insanlar için ayakkabılar. Kış için, yaz için, yağmurlugünler için, kurugünler için ayrı ayrı ayakkabılar var. Yalnızca banyoda yürürken giydiğin ayakkabılar var. Lopin, gece tuvalete çıkarken kullanacak ayakkabılarım olmadığı için şikayet ederdi!”
“Anlıyorum Demek botları, karmaşık siyasi ve sosyal durumlarda önderlik rolünü üstlenen aristokratların sırtına yüklenen sorumluluk ve karar verme yükümlüğünü temsil eden bir metafor olarak kullanıyorsun.”
“Metafor ” Mat kaşlarını çattı. “Kanlı küller, kadın. Bu hiçbir şeyin metaforu değil! Bu yalnızca botlar hakkında.”
Genellikle çevremde ne tür insanlar olduğunu düşünerek .. daha fazla küfretmediğime şaşmak gerek.
“Ben al’Lan Mandragoran,” diye bağırdı. “Yedi Kulenin Efendisi, İlk Ateşler Duvarı’nın Savunucusu, Bin Göl Kılıcının Taşıyıcısı! Eskiden bana Aan’allein derlerdi, ama bu unvanı reddediyorum, çünkü artık yalnız değilim. Kork benden, Gölge! Benden kork ve beni tanı. Benim olanı almak için geldim. Ülkesiz kral olabilirim. Ama yine de bir kralım!”
Kılıcını kaldırarak kükredi. Arkasında bir tezahürat yükseldi. Nynaeve’e son bir güçlü aşk duygusu yolladıktan sonra Mandarb’ı dörtnala kaldırdı.
Ordusu da peşinden kalktı, her adam atlıydı: Kandorlular, Arafelliler, Shienarlılar, Saldaealılar. Ama çoğu Malkierliydi. Lan, eski ulusundan, eli hala silah tutan her adamı topladığını bilse şaşırmazdı.
Naralar atarak, kılıçlarını sallayarak, kargılarını doğrultarak at sürdüler. Nal sesleri gökgürültüsü, naraları kırılan dalgalar gibiydi ve gururları alev alev güneşten de güçlüydü. On iki bin kişiydiler. Ve en az yüz elli bin kişilik bir orduya saldırıyorlardı.
Bugün şerefle hatırlanacak, diye düşündü Lan, dörtnala giderken. Altın Turna’nın Son Saldırısı. Malkierlilerin düşüşü.
Son gelmişti. Onu kılıçlarını kaldırarak karşılayacaklardı.
Kılıcını kaldırarak kükredi. Arkasında bir tezahürat yükseldi. Nynaeve’e son bir güçlü aşk duygusu yolladıktan sonra Mandarb’ı dörtnala kaldırdı.
Ordusu da peşinden kalktı, her adam atlıydı: Kandorlular, Arafelliler, Shienarlılar, Saldaealılar. Ama çoğu Malkierliydi. Lan, eski ulusundan, eli hala silah tutan her adamı topladığını bilse şaşırmazdı.
Naralar atarak, kılıçlarını sallayarak, kargılarını doğrultarak at sürdüler. Nal sesleri gökgürültüsü, naraları kırılan dalgalar gibiydi ve gururları alev alev güneşten de güçlüydü. On iki bin kişiydiler. Ve en az yüz elli bin kişilik bir orduya saldırıyorlardı.
Bugün şerefle hatırlanacak, diye düşündü Lan, dörtnala giderken. Altın Turna’nın Son Saldırısı. Malkierlilerin düşüşü.
Son gelmişti. Onu kılıçlarını kaldırarak karşılayacaklardı.
“Mat,” diye seslendi Noal, omzunun üzerinden bakarak.
Mat Thom’a devam etmesini işaret etti, ama duraksayarak arkasına baktı.
“Bir Malkierliyle karşılaşırsan,” dedi Noal, “ona söyle, Jain Uzakgezgini temiz öldü.”
“Söylerim, Jain,” dedi Mat. “Işık seni sarsın.
Mat Thom’a devam etmesini işaret etti, ama duraksayarak arkasına baktı.
“Bir Malkierliyle karşılaşırsan,” dedi Noal, “ona söyle, Jain Uzakgezgini temiz öldü.”
“Söylerim, Jain,” dedi Mat. “Işık seni sarsın.
“Sanırım oyum. Ama Min, gözden kaçırdığın bir şey var: Şimdi ben o olabilirim, ama aynı zamanda o da her zaman bendi. Ben her zaman oydum. Sırf hatırladığım için değişmeyeceğim, ben aynıydım. Ben benim. Ben her zaman bendim.”
“Lews Therin deliydi.”
“En sonda,” dedi Rand. “Ve evet, hatalar yaptı. Ben de hatalar yaptım. Kibirli ve çaresiz davrandım. Ama bu sefer bir fark var. Büyük bir fark.”
“Ne farkı?”
Rand gülümsedi. “Bu sefer daha iyi yetiştirildim.”
“Lews Therin deliydi.”
“En sonda,” dedi Rand. “Ve evet, hatalar yaptı. Ben de hatalar yaptım. Kibirli ve çaresiz davrandım. Ama bu sefer bir fark var. Büyük bir fark.”
“Ne farkı?”
Rand gülümsedi. “Bu sefer daha iyi yetiştirildim.”
“Ya sen, Mat?” dedi Perrin. “Sana yardımcı olmak için yapabileceğim bir şey var mı? Çadırlar arasında Yolculuk yapabilmeni sağlamak gibi?”
“Hayır. Ben iyiyim.”
“Kendini nasıl koruyacaksın?”
“Zekamla.”
“Ondan biraz bulmayı planlıyorsun, o zaman?” dedi Perrin. “Zamanı gelmişti.”
“Hayır. Ben iyiyim.”
“Kendini nasıl koruyacaksın?”
“Zekamla.”
“Ondan biraz bulmayı planlıyorsun, o zaman?” dedi Perrin. “Zamanı gelmişti.”
“Biliyor musun, Mat,” dedi Perrin, “muhtemelen karın sana görgü kurallarını öğretmişlerdir diye düşünüyordur.”
“Ah, öğrettiler zaten,” dedi Mat, “ama ben hiç öğrenmedim.”
“Ah, öğrettiler zaten,” dedi Mat, “ama ben hiç öğrenmedim.”
Perrin erzak arabalarını kontrol etmek üzere o tarafa doğru yürümeye başladı, ama kafasının arkasına küçük bir şey çarptı.
Yerinde kalakaldı, döndü ve arkasındaki ormanı taradı. Sağında her şey kahverengi ve ölüydü; solunda, ağaçlar seyreliyordu. Hiç kimseyi göremedi.
Kendimi çok mu fazla zorluyorum? diye merak etti kafasını ovalayarak. Yürümeye devam etti. Hayal görmeye
Kafasının arkasına bir şey daha çarptı. Perrin hızla döndü ve çimenlerin arasına bir şeyin düştüğünü gördü. Kaşlarını çatarak çömeldi ve nesneyi aldı. Bir meşe palamudu. Bir başkası alnına çarptı. Ormandan gelmişti.
Perrin homurdandı ve ağaçların arasına girdi. Kamptaki küçük çocuklardan biri olabilir miydi? İleride büyük bir meşe ağacı vardı; gövdesi birinin arkasına saklanmasına izin verecek kadar kalın ve genişti. Yaklaşırken duraksadı. Bu bir tür tuzak olabilir miydi? Elini çekicine koydu ve yavaşça ilerledi. Rüzgar ondan ağaca doğru esiyordu ve oradan gelen bir koku alamıyor
Aniden gövdenin arkasından kahverengi bir çuval tutan bir el fırladı.
“Porsuk yakaladım,” dedi tanıdık bir ses. “Köy çayırına bırakmak ister misin?”
Perrin donakaldı, sonra kahkahalarla gülmeye başladı. Ağacın arkasına dolandı ve yüksek yakalı, altın süslemeli kırmızı ceket ve güzel kahverengi bir pantolon giymiş birini buldu; ağacın açıktaki köklerine oturmuştu ve ayaklarının arasındaki çuval kıvranıyordu. Mat uzun bir kurutulmuş et parçasını aylak aylak kemirmekteydi ve başında geniş siperlikli bir şapka vardı. Tepesinde bıçağa benzeyen geniş bir baş bulunan siyah bir mızrağı yanına, ağaca dayamıştı. Bu kadar güzel giysileri nereden bulmuştu? Bir zamanlar Rand bu tür kıyafetler giydiği için yakınmıyor muydu?
“Mat?” diye sordu Perrin. Şaşkınlıktan neredeyse dili tutulmuştu. “Burada ne işin var?”
“Porsuk yakalıyorum,” dedi Mat çuvalı sallayarak. “Zor iştir, bilirsin, özellikle de dar zamanda.”
Yerinde kalakaldı, döndü ve arkasındaki ormanı taradı. Sağında her şey kahverengi ve ölüydü; solunda, ağaçlar seyreliyordu. Hiç kimseyi göremedi.
Kendimi çok mu fazla zorluyorum? diye merak etti kafasını ovalayarak. Yürümeye devam etti. Hayal görmeye
Kafasının arkasına bir şey daha çarptı. Perrin hızla döndü ve çimenlerin arasına bir şeyin düştüğünü gördü. Kaşlarını çatarak çömeldi ve nesneyi aldı. Bir meşe palamudu. Bir başkası alnına çarptı. Ormandan gelmişti.
Perrin homurdandı ve ağaçların arasına girdi. Kamptaki küçük çocuklardan biri olabilir miydi? İleride büyük bir meşe ağacı vardı; gövdesi birinin arkasına saklanmasına izin verecek kadar kalın ve genişti. Yaklaşırken duraksadı. Bu bir tür tuzak olabilir miydi? Elini çekicine koydu ve yavaşça ilerledi. Rüzgar ondan ağaca doğru esiyordu ve oradan gelen bir koku alamıyor
Aniden gövdenin arkasından kahverengi bir çuval tutan bir el fırladı.
“Porsuk yakaladım,” dedi tanıdık bir ses. “Köy çayırına bırakmak ister misin?”
Perrin donakaldı, sonra kahkahalarla gülmeye başladı. Ağacın arkasına dolandı ve yüksek yakalı, altın süslemeli kırmızı ceket ve güzel kahverengi bir pantolon giymiş birini buldu; ağacın açıktaki köklerine oturmuştu ve ayaklarının arasındaki çuval kıvranıyordu. Mat uzun bir kurutulmuş et parçasını aylak aylak kemirmekteydi ve başında geniş siperlikli bir şapka vardı. Tepesinde bıçağa benzeyen geniş bir baş bulunan siyah bir mızrağı yanına, ağaca dayamıştı. Bu kadar güzel giysileri nereden bulmuştu? Bir zamanlar Rand bu tür kıyafetler giydiği için yakınmıyor muydu?
“Mat?” diye sordu Perrin. Şaşkınlıktan neredeyse dili tutulmuştu. “Burada ne işin var?”
“Porsuk yakalıyorum,” dedi Mat çuvalı sallayarak. “Zor iştir, bilirsin, özellikle de dar zamanda.”
“Devam etmem gerektiğini biliyorum,” dedi Rand, “ama yaptığım şeyleri bilmek canımı yakıyor, Min. Kendimi çeliğe dönüştürerek, bütün bu duygulardan yalıttım. Kendi kendime yeniden aldırış etme, yeniden gülme izni vererek, kendimi başarısızlıklarıma da açmak zorunda kaldım.”
“Rand, çevrende güneş ışığı görüyorum.”
Rand ona baktı, sonra bakışlarını gökyüzüne kaldırdı.
“O güneş ışığı değil,” diye fısıldadı Min. “Bu bir görü. Güneş ışığının sıcaklığı karşısında gerileyen karanlık bulutlar görüyorum. Seni görüyorum, elinde parlak beyaz bir kılıç tutuyorsun ve yüzsüz bir karanlığın elindeki siyah kılıçla çarpıştırıyorsun. Yine yeşeren, meyve veren ağaçlar görüyorum. Sağlıklı, dolgun ekinlerle kaplı bir tarla görüyorum.” Duraksadı. “İki Nehir’i görüyorum, Rand. Orada, kapısına Ejder Dişi kakması yapılmış bir han görüyorum. Ejder Dişi artık karanlığın ve nefretin simgesi değil. Zafer ve umudun simgesi.”
“Rand, çevrende güneş ışığı görüyorum.”
Rand ona baktı, sonra bakışlarını gökyüzüne kaldırdı.
“O güneş ışığı değil,” diye fısıldadı Min. “Bu bir görü. Güneş ışığının sıcaklığı karşısında gerileyen karanlık bulutlar görüyorum. Seni görüyorum, elinde parlak beyaz bir kılıç tutuyorsun ve yüzsüz bir karanlığın elindeki siyah kılıçla çarpıştırıyorsun. Yine yeşeren, meyve veren ağaçlar görüyorum. Sağlıklı, dolgun ekinlerle kaplı bir tarla görüyorum.” Duraksadı. “İki Nehir’i görüyorum, Rand. Orada, kapısına Ejder Dişi kakması yapılmış bir han görüyorum. Ejder Dişi artık karanlığın ve nefretin simgesi değil. Zafer ve umudun simgesi.”
“Söyledikleri şeylerin yarısını yapmadım,” diye homurdandı, “ve diğer yarısı da benim suçum değildi.
“Amyrlin’e bir şey söylemenizi istiyorum,” dedi Mat. “Eğer Egwene’se, bu kolay olacak. Ama değilse de söyleyin ona. Beyaz Kule’de bana ait bir şey var ve artık onu geri alma zamanım geliyor. İstediğimden değil, ama bugünlerde benim ne istediğim fark etmiyor gibi. Bu yüzden, ben de kahrolası Kule’ye geleceğim ve geri çevrilmek istemiyorum.” Gülümsedi. “Tam olarak bu sözcüklerle söyleyin.”
Teslyn hafifçe güldü. “İleteceğim,
Teslyn hafifçe güldü. “İleteceğim,