İçeriğe geç

Gecenin Ruhu Kitap Alıntıları – Gülçin Özbek Kuyumcu

Gülçin Özbek Kuyumcu kitaplarından Gecenin Ruhu kitap alıntıları sizlerle…

Gecenin Ruhu Kitap Alıntıları

“Gözlerim, her yanından ateşler çıkan eve takılı kalmış hâlde, sesimi bile çıkarmadan ağlıyorum. O gün öğreniyorum ağlamanın gerçek anlamını.”
Bakışlarında gördüklerimi, dokunuşunun anlattıklarını, birleşen ellerimizin, ısınan kalplerimizin konuştuklarını hissedildiği gibi aktaracak bir dil yoktu bu dünyada. İşte, tam da bu yüzden fazlasıyla acizdi kelimeler, öyle olsundu zaten. Benim sessizlikle haykırdıklarımı, o kalbiyle duyuyordu.
Kâbuslarını yıldızlara mı anlatırsın sadece?
Sanırım öyle?
Neden?
Seslensinler istemiyorum. Dile gelmeleri beni korkutuyor. Sessizlikle anlatılanları duyanlar bilsin sadece, onlar dinlesin.
Kısacık bir zaman önce kara kışta kurudu sandığım duygularım, her anında tomurcuklanıyordu. Rengârenk çiçeklerin bahara uyanışı gibi canlanıyordu içim
Benimdi, Sare. Kalbimde tamamlanan boşluktu, ruhumun yitik parçasıydı. Gözlerindeki aşka dünyaları feda edebileceğim kadındı.
Bu siyah beyaz sokaklarda senin için yüzyıl bekledim.. sonra sen geldin, fısıldayarak..
Hiçbir şey değişmiyordu gitmekle.
İnsan kendinden gidemiyordu ki neye yarardı mesafeler?
Çaresizliğimle yüzleştiğim her saniye, ömrümden telafisi olmayan yılları aldı götürdü yanında.
Hiçbir şey değişmiyordu gitmekle.
İnsan kendinden gidemiyordu ki neye yarardı mesafeler?
Mucize diye bir şey yok, sadece biz olduğunda inanmak istiyoruz belki ama siz birçoklarına teselli oldunuz, hayatlarını değiştirmelerine yardım ettiniz. Hayatım boyunca elimden geldiğince yapacağım, hepsine koşacağım . Ama öğrendim ki mucizeler oluyormuş, dünyanın en büyük kötülüğü bile kadere direnemiyormuş.
Bir yerde okumuştum uzun zaman önce. Aşk için Beyinde gerçekleşen kimyasal bir tepkimedir, gibi bir açıklama getirmişti bilim adamının biri. Kim bilir, belki öyleydi ve belki tam da bu yüzden Asıl olan sevmek! denirdi. İlk görüşte aşk, ilk aşk, yıldırım aşkı, platonik aşk Onlarca farklı şekilde anılıyordu aşkın adı. Onlarca farklı şekilde ve birden fazla kişiye aşık olabilirdi insan hayat boyu ama sevmek tekti. Sevmenin ilki ya da sonu yoktu. Tarifi basit ama değeri büyüktü, derindi.
“Kızım. Gel babacığım, bir konuşalım neden olmayacağını. Beni dinle, sonra abinin yanına gidersin.”
“O benim abim değil. Alkan o!”
“Allah aşkına çıldırtma beni! Ne demek abim değil?”
“Değil işte!” Akif baba sabır dilenir halde bize bakarken , uzanıp elimi tuttu Sare. Başımı çevirdiğimde bana bakışı daha o an işledi içime ve sonra benim için her şeyi değiştirecek kelimeyi söyledi :
“Çünkü Alkan benim!”
Gelmeyeceksin sandım. Sana bir şey oldu sandım!
Nefessiz kalmış, dakikaları saymıştım. Kaybedersem korkusuyla geceyi sessiz çığlıklarımla doldurmuş, günü tükenene dek kendimi yorarak geçirmiştim ama bu kucaklamaya kadar ne yaptıysam avunamamıştım.
Bir eli belimde, diğer eliyle yüzümü okşadı yavaşça. Parmakları yumuşacık tutuşuyla çenemi kavradı. Gözlerimin altında biriktiğinden habersiz olduğum ıslaklığa dokundu. Ağlama Sare! Beni senden uzak tutacak, sana gelmemin önünde duracak güç yok dünya üzerinde.
Korktum, diyebildim gözlerine baktığımda. Sana zarar vermelerinden çok korktum. Yaralanırsan diye
Korkma. Ellerinde iyileşirim ben de. Dudaklarının kıvrılışı kalbimi kanatlandırırken devamında söylediklerine odaklanamadım bile. Kan gördüğünde çenen düşer, başımı şişirirken sararsın yaralarımı.
Alkan
Onu beklediğim geceler gökyüzü daha karanlıktı sanki. Ay bulutların ardına çekilmiş, yıldızlar parlamaya çekinir gibi sönük ve daha uzaktı. Sessiz uçsuz bucaksız bu gökyüzü eskiden huzur verirdi bana, oysa şimdi içimi sıkıyordu. Yalnızlığım kalbimi üşütüyordu. Yıldızların ışığını gözlerinde taşıyarak yine ansızın gelip içimdeki karanlıklara dolsaydı, varlığı solmaya yüz tutan umutlarıma ışık olsaydı
Gecenin Ruhu karanlığa hapsolmuş, kaybolmuştu onun yokluğunda.
Bir sonbahar gözlü daha.. Hem yakın hem en uzak
Nereye gidersen git, benden gidemezsin artık .
Ne korkular ne kafesler ne de gitmeler var artık Kâh çağlayan, yükseklerden dökülen şelaleler gibi ; kâh kıvrılıp süzülen dingin nehirler gibi su olup ona aktı varlığımı. Şaçlarıma sakladı yine yüzünü
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ne korkular ne kafesler ne de gitmeler var artık
Kâbuslarını yıldızlara mı anlatırsın sadece? . Sanırım öyle. Neden? Seslensinler istemiyorum. Dile gelmeleri beni korkutuyor. Sessizlikte anlatılanları duyunlar bilirsin sadece, onlar dinlesin. Anlaşılmak istemiyorum ki! Kelimeler nasıl yeter ömrümce taşıyacaklarımı, bir çırpıda döküvermeye Gözlerimin önündeydi hepsi ve buna rağmen ben bile anlayamıyordum. Gerçek olduğunu kavrayamıyrdum. Müdahale edemiyordum . Kelimeleri küçümseme ! Her bir sözcüğün içinde barındırdıklarını, senin ruhundan kopanlar doldurur
Biliyorum ama her uyandığında, elimden bir şey gelmeyeceği hâlde, ‘ Acaba değiştirebilir miydim ?’ diye düşümeden duramıyorum. Asıl acıtan , kendime yaptığım işkence . Düşünme! Kabullen! Ne geçmişi değiştirebilisin ne de kaderin önüne geçebilirsin.Uyanıkken de kambur gibi sırtında taşıma onları . Gördüklerini oldukları yerde bırak . Amacına ulaşana kadar her anımı onlara yaşamayı seçtim. Vakti geldiğinde bırakacağım.
Gerçek olmadığını bilmek, canını acıtmasına engel olmuyor, değil mi ?
Olmuyor . Şu an değilse bile bir zamanlar gerçekti.
Gördüklerinle yaşanlar her zaman aynı olmaz, sen şekillendiriyorsun .
Benim kaçışım yalnızca özgürlüğe olacak .Hayatımın iplerini söküp kendi elime alabildiğimde ve ortaya yaşamımın koyulduğu bu pis oyun bittiğinde . Bir gün..
Hem sevgi ne büyük bir mucizeydi ki ışığıyla kalbi sarıyor, duyguları kuşatıyor, insanı böylesine değiştirebiliyordu.
Ama öğrendim ki mucizeler oluyormuş, dünyanın en büyük kötülüğü bile kadere direnemiyormuş.
Kocaman yüreğinin dokunuşlarıyla, varlığını dâhi bilmediğim yaralarımı iyileştirdi.
Gözlerine yerleşen hüzündendi belki bu hâli, bilemiyorum ama Alkan’a baktığımda, sanki hayatım boyunca yanımdaymış ya da gözlerimi açtığım günden beri tanıyormuşum gibi hissettim. Öyle bir tanıdıklık, öyle bir sevgi ki olmasa eksik kalacakmışım gibi Yalnızca bir adamı sevmek gibi değil, o adam olduğu için sevmek gibi Öyle olmasa bile, güzelliği dünyalara bedel gibi İçimde bir yerlerde, küçük bir kız çocuğuna “ ‘Alkan benim!” ’ diye çığlıklar arttırır, var olmayan anları yaşanmışçasına hafızama işler gibi…
Kurduğum çocukluk hayallerimin, üzerime yıkıldığı dünyamdın sen.
Gecenin ruhu karanlığa hapsolmuş, kaybolmuştu onun yokluğunda.
Benimdi, Sare. Kalbimde tamamlanan boşluktu, ruhumun yitik parçasıydı. Gözlerindeki aşka dünyaları feda edebileceğim kadındı.
“‘Benimsin”’ değersizlikten ya da ilkel bir sahiplenmeden bambaşka bir anlam kazanmıştı artık. Değer veren ve seven bir sevgilinin dudaklarından döküldüğünde, hissettirdiği bir olmaktı, birlikte ve biz olmaktı. Yalnızca bedenlerle sınırlı değildi. İki yarımdan bir bütün olmak da değildi. Kalpleri, ruhları ve bedenleri bütün iki kişinin sevgi ve aşkla bir olması, birbirinin olmasıydı.
Kısacık bir zaman önce kara kışta kurudu sandığım duygularım, her anında tomurcuklanıyordu. Rengârenk çiçeklerin bahara uyanışı gibi canlanıyordu içim.
Avucumun altındaki kalbinin çırpınışları benimdi ve söyledikleri, aklımdaki tüm soruların cevabıydı. Tüm korkularımı unutturan ilaçtı. Gözlerindeki bakış, teslimiyetimin anahtarıydı.
Çaresizliğimle yüzleştiğim her saniye, ömrümden telafisi olmayan yılları aldı götürdü yanında. Çocuk olmayı çok uzun zaman önce unutmuştum. Genç olmanın tatlı heyecanlarını yaşayamayan bedenim yirmi, ruhum ise bin yaşındaydı. Belki çok daha fazla Ama acıdan da hayal kırıklıklarından da ölünmüyordu. En azından bedenen
Her filmin, her kitabın türlü belalardan hasarsız sıyrılan kahramanları oluyordu. Ya kurtulamayanlar… Kahraman sorunsuz evine döndüğünde mutlu oluyorduk ama arkalarında kalanlar Oysa asıl hikâye tam da onlarla başlıyordu, göremiyorduk. O arkada kalanlardandım ben de tüm hayatım boyunca. Bir adamın, hırsları uğruna gözünü kırpmadan yok ettiği hayatların tam ortasındaydım. Sahip olduğum her şeyden mahrum kalandım. Hayal ettiği kavuşmaları yaşaması mümkün olmayan ama yine de dilemekten vazgeçmeyendim.
Benim hikâyemin hiçbir bölümünde kavuşanlar ya da mutlu sonlar yoktu. Bugüne kadar…
Şimdi bambaşka bir tarafındaydım yaşananların. Yine de ne bildiğim sona hazırlayabiliyordum kendimi ne de mutlu sondan emin olabiliyordum. Korkuyordum. Ödüm kopuyordu çünkü bir tek kaybetmeye alışamıyordu insan. Her şeyin tekerrürden ibaret olduğunu bilse de bunu konduramıyordu ve tüm bildiklerine rağmen en zoru, beklemekti.
Ne isteyeceğimi bilecek kadar bile tanımıyorum kendimi, Alkan. Kanatlarım olduğunu bile öğrenemeden, özgürlüğe uçmamın imkânsız olduğu kafeslere kapatıldım ben. Bildiğim, tanıdığım her şey, unutmayı seçmediğim takdirde en büyük düşmanımdı. Yıllarca boğularak sustuklarımı haykırmak kolay mı? Kendinle giriştiğin savaştan bir galip çıkar mı?
Ben o gün onun oldum, o bunu bilmese de. Başka kimsenin olamayacağımı ve kimsenin benim olamayacağını, o kelime ağzından çıktığı an kabullendi kalbim. Asla benim istediğim gibi olmayacağını bilmek önemsizdi.
Aklım fikrim Sare’nin söylediği tek kelimeye çalışır oldu. Tüm düzenim onun üzerine kuruldu. O, parlak ışıklarıyla göz alarak dönen yıldız; ben onun yörüngesinde dönen, savrulan bir garip uydu oldum. Yasaksa da kimselere duyurmadan gizli severdim. Gözümden sakınır, içimde yaşatırdım.
Ama olmadı. İzin vermediler.
Rüzgârıyla üşütse de bir gülümsemesiyle güneş açtırır, içimi ısıtırdı. Ağladığında yağmurlar yağar, her bir damlası benim kalbimde sel olup akardı.
Belki hastane bahçesinde gözlerini ilk gördüğüm an, belki de çocukluk pijamalarımın içinde bile kaybolduğu an… Ben daha farkına varmadan, aklım onu koruyup saklamaya karar vermişti. Ne hissettiğimin, bütün bu davranışlarımın nedenini bilip bilmememin önemi yoktu. Bir şekilde hayatımda yeri vardı artık ve bir de kaybetme korkusu.…
Avuntusuz kalmış yaralarım sızladı.
Kâbuslarını yıldızlara mı anlatırsın sadece? dedi yanıma otururken.
Sanırım öyle.
Neden?
Seslensinler istemiyorum. Dile gelmeleri beni korkutuyor. Sessizlikle anlatılanları duyanlar bilsin sadece, onlar dinlesin.
Ben anılarda kaybolurken o da başını gökyüzündeki sonsuzluğa kaldırdı. Bir süre öylece izledi benimle birlikte. İyi dinleyicilerdir. Duyarlar belki ama anlamazlar.
Sonra gözleri, karanlıkta ışıldayan bir çift yıldız gibi beni buldu. Anlatmak istedim. Kendi karabasanlarını her an yanında taşıyan birine, ona
Anlaşılmak istemiyorum ki! Kelimeler nasıl yeter ömrümce taşıyacaklarımı, bir çırpıda döküvermeye Gözlerimin önündeydi hepsi ve buna rağmen ben bile anlayamıyordum. Gerçek olduğunu kavrayamıyordum. Müdahale edemiyordum.
Kelimeleri küçümseme! Her bir sözcüğün içinde barındırdıklarını, senin ruhundan kopanlar doldurur.
Gelmeyeceksin sandım. Sana bir şey oldu sandım!
Nefessiz kalmış, dakikaları saymıştım. Kaybedersem korkusuyla geceyi sessiz çığlıklarımla doldurmuş, günü tükenene dek kendimi yorarak geçirmiştim ama bu kucaklamaya kadar ne yaptıysam avunamamıştım.
Bir eli belimde, diğer eliyle yüzümü okşadı yavaşça. Parmakları yumuşacık tutuşuyla çenemi kavradı. Gözlerimin altında biriktiğinden habersiz olduğum ıslaklığa dokundu. Ağlama Sare! Beni senden uzak tutacak, sana gelmemin önünde duracak güç yok dünya üzerinde.
Korktum, diyebildim gözlerine baktığımda. Sana zarar vermelerinden çok korktum. Yaralanırsan diye
Korkma. Ellerinde iyileşirim ben de. Dudaklarının kıvrılışı kalbimi kanatlandırırken devamında söylediklerine odaklanamadım bile. Kan gördüğünde çenen düşer, başımı şişirirken sararsın yaralarımı.
Öyle bir geldin ki, Sare
Kâh çağlayan, yükseklerden dökülen şelaleler gibi; kâh süzülen dingin nehirler gibi su olup ona aktı varlığım. Saçlarıma sakladı yine yüzünü.
Nereye gidersen git, benden gidemezsin artık, dedi içine derin bir nefes çekerken.
Fırtınalardan çıkış yolunu bulana kadar sığındığım liman sendin. Kızsan, kırılsan bile kolların bana her daim açıktı. Sessizliğinde destekledin, tökezleyip düştüğüm her seferde kendime ve istersem sana tutunarak kalkacağıma inanmamı sağladın.
Kelimeleri küçümseme! Her bir sözcüğün içinde barındırdıklarını, senin ruhundan kopanlar doldurur.
“Kabuslarını yıldızlara mı anlatırsın sadece? dedi yanıma otururken.

Sanırım öyle.

Neden?

“Seslensinler istemiyorum. Dile gelmeleri beni korkutuyor. Sessizlikle anlatılanları duyanlar bilsin sadece, onlar dinlesin.”

Benimsin değersizlikten ya da ilkel bir sahiplenmeden bambaşka bir anlam kazanmıştı artık. Değer veren ve seven bir sevgilinin dudaklarından döküldüğünde, hissettirdiği bir olmaktı, birlikte ve biz olmaktı. Yalnızca bedenlerle sınırlı değildi. İki yarımdan bir bütün olmak da değildi. Kalpleri, ruhları ve bedenleri bütün iki kişinin sevgi ve aşkla bir olması, birbirinin olmasıydı.”
“Gecenin ruhu karanlığa hapsolmuş, kaybolmuştu onun yokluğunda.”
Geldiği günden, gidişinin endişesini yaşamamıştım kimsenin.
Ben kalbimi söktüm attım o gün. Babam acısını içine gömdü, kalbini tüm yetişebildiklerine açtı.
Ben kimselere sevginin zerresini bile veremedim. Babam, içindeki sevgiyi gözünün gördükleriyle büyüttü.
Benim bir tek babam kaldı o gün. Babam, binlerce evlatla can katmaya çalıştı kendine ama ne yaralarını sarabildi ne de yaşadıklarımızı hatırlamadan geçirdiği tek bir günü oldu. Benim gibi
Akif Baba ayrı bitti, ben apayrı bittim. Bittik.
O gün ben büyüdüm, Akif Babam değişti.
Hepimizin hikâyesi, ruhunu kaybetmiş canavarların elleriyle yazılmıştı. Olanlara direnmek için de hiç şansımız yoktu çünkü bizler tanrı değil, biçare ölümlülerdik.
“Benim kaçışım yalnızca özgürlüğe olacak. Hayatımın iplerini söküp kendi elime alabildiğimde ve ortaya yaşamımın koyulduğu bu pis oyun bittiğinde. Bir gün ”
“ kelimeleri küçümseme! Her bir sözcüğün içinde barındırdıklarını, senin ruhundan kopanlar doldurur.”
“ kabuslarını yıldızlara mı anlatırsın sadece?”dedi yanıma otururken.
“Sanırım öyle.”
“Neden?”
“ seslensinler istemiyorum. Dile gelmeleri beni korkutuyor. Sessizlikle anlatılanları duyanlar bilsin sadece, onlar dinlesin.”
“Hiçbir şey değişmiyordu gitmekle. İnsan kendinden gidemiyordu ki neye yarardı mesafeler?”
“ hayat herkese farklı bir rol yazıyor ve senden her ne olursa olsun yaşamanı, kusurlu da olsa Yazılanı oynamanı bekliyordu. Kaderi değiştirebileceğini düşündüğün her dönemeçte önüne birden fazla seçenek sunuyor, seçimi senin yapacağını düşündürüyor, inanmanı sağlıyordu ama aslında tüm yollar dönüp dolaşıp aynı yere getiriyordu. Tıpkı tek çıkışı olan bir labirent gibi.
Bencil isteklerle kaçırılmış, alıkonulmuş ve farklı şekillerde de olsa yeraltı dünyasının karanlığına hapsedilmiştik hepimiz. Her şey sona erdiğinde sağ kalanların hayatlarıysa acı içinde ve yarım kalmıştı. Ne yasımız diniyordu ne de baharı aramaktan vazgeçebiliyorduk.
Hiçbir şey değişmiyordu gitmekle. İnsan kendinden gidemiyordu ki neye yarardı mesafeler?
Yanlızlığım kalbimi üşütüyordu.
Olmazdı zaten ama ”
Asla da olmayacak. Benden başka kimse bu kadar yakın olmayacak, dedi ve hemen sonra dudakları dudaklarınmı örttü. O ana kadar tekleyerek atan kalbim, Alkan’ın göğsünü dövecek kadar hızla atmaya başlamıştı. Soğuktan titreyen vücuduma inat, dudaklarım alev almış gibiydi.
İşimi bitirmiş doğrulurken kulağımda Alkan’ın, o sesini duydum.
Bir dakika, sadece bir dakika arkamı dönemeyecek miyim ben?
Başımı çevirince yüz yüze geldik, “Ne oldu ki? Gidiyor muyuz? dedim.
Gidiyoruz Sare ama önce birlikte bir işimiz var.
Bunca acıya ne diye dayanırdı ki kalbim? Duruverseydi ya! Büyüdükçe güçlendiğimi, dayanıklılık kazandığımı sanırken kendimi kandırmışım yalnızca. Oysa ne kırılgan, ne zayıfmışım! Yendiğimi düşündüğüm her şey, hep oldukları yerde duruyormuş. Yüzeyin hemen altında tetiklenmeyi bekleyen bombalar misali, büyük vuruşu yapacakları anı kolluyormuş.
İyi günlerde kullan.
Ve ihtiyacın olduğunda dün geceyi ha-tırlamaya çalış. Sen istediğinde biz konuşabiliyoruz. Bağırsam bile konuş, Sare.
Bir de o gereksizi ara ve söylediklerimde ciddi olduğumu hatırlat. Babamın telefonunu lüzumsuz çağrılarıyla doldurmaya devam ederse onunla düşündüğümden daha çabuk görüşeceğiz. Son olarak, telefona dair tek bir kelime duymak istemiyorum.
Hiçbir şey değişmiyordu gitmekle. İnsan kendinden gidemiyordu ki neye yarardı mesafeler ?
Çaresizliğimle yüzleştiğim her saniye, ömrümden telafisi olmayan yılları aldı götürdü yanında. Çocuk olmayı çok uzun zaman önce unutmuştum. Genç olmanın tatlı heyecanlarını yaşayamayan bedenim yirmi, ruhum ise bin yaşındaydı. Belki çok daha fazla Ama acıdan da hayal kırıklıklarından da ölünmüyordu. En azından bedenen
Gözlerim, her yanından ateşler çıkan eve takılı kalmış hâlde, sesimi bile çıkarmadan ağlıyorum. O gün öğreniyorum ağlamanın gerçek anlamını. Ondan öncekiler ya şımarıklıktan ya yetinmeyi bilmemekten ya da mutluluktan ama biliyorum artık, her gün canım böyle çok acıyacak.
Hiçbir şey değişmiyordu gitmekle. İnsan kendinden gidemiyordu ki neye yarardı mesafeler?
Bir yerde okumuştum uzun zaman önce. Aşk için Beyinde gerçekleşen kimyasal bir tepkimedir, gibi bir açıklama getirmişti bilim adamının biri. Kim bilir, belki öyleydi ve belki tam da bu yüzden Aslolan sevmek! denirdi. İlk görüşte aşk, ilk aşk, yıldırım aşkı, platonik aşk Onlarca farklı şekilde anılıyordu aşkın adı. Onlarca farklı şekilde ve birden fazla kişiye aşık olabilirdi insan hayat boyu ama sevmek tekti. Sevmenin ilki ya da sonu yoktu. Tarifi basit ama değeri büyüktü, derindi.
Ne yaşaman gerekiyorsa onu yaşıyordun.
Ne kadar yol gittiğinin bir önemi yoktu. Kaderi şaşırtamazdın.
Aslında tüm yollar donup dolaşıp aynı yere getiriyordu.
Hayat herkese farklı bir rol yazıyor ve senden her ne olursa olsun yasamanı, kusurlu da olsa yazılanı oynamanı bekliyordu.
Bu siyah beyaz sokaklarda senin için yüzyıl bekledim.. sonra sen geldin, fısıldayarak..
“Kızım. Gel babacığım, bir konuşalım neden olmayacağını. Beni dinle, sonra abinin yanına gidersin.”
“O benim abim değil. Alkan o!”
“Allah aşkına çıldırtma beni! Ne demek abim değil?”
“Değil işte!” Akif baba sabır dilenir halde bize bakarken , uzanıp elimi tuttu Sare. Başımı çevirdiğimde bana bakışı daha o an işledi içime ve sonra benim için her şeyi değiştirecek kelimeyi söyledi:
“Çünkü Alkan benim!”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir