Halil Cibran kitaplarından Gece ile Sabah Arasında kitap alıntıları sizlerle…
Gece ile Sabah Arasında Kitap Alıntıları
Biz hüznün çocuklarıyız,
Siz neşenin.
Biz hüznün çocuklarıyız,
Ve hüzün kötü kalpler bölgesinde yaşamayan
Bir tanrının gölgesidir.
Benim ruhumun tekerleği bir yöne dönerken, ötekilerin zıt yöne dönen tekerleklerini eziyor diye uzaklaştım insanlardan.
İnanmak iyi bir şeydir, ama bu inançları uygulamaya koymak bir güç denemesidir. Denizlerin gürlemesi gibi konuşan ama yaşamları kokuşmuş bataklıklar gibi sığ ve durgun olan bir sürü insan var. Başlarını dağların doruklarına kaldıran ama ruhları mağaraların karanlıklarında uyuşuk duran bir sürü insan var.
İkiyüzlülük her zaman var olacak, tırnakları boyalı ve cilalı olsa bile; aldatma asla değişmeyecek dokunuşu yumuşak ve narin olsa bile yalan asla gerçeğe dönüşmeyecek ona ipek elbiseler giydirip saraylarda oturtsanız bile açgözlülük memnuniyete dönüşmeyecek suç da erdeme. Öğretilere, gelenekleri ve tarihe olan ebediye kölelik yine kölelik olarak kalacak, yüzünü boyayıp sesini değiştirse de kölelik bütün korkunç formlarıyla kölelik olarak kalacak o kendisine özgürlük dese bile.
Hayatın yazdığını besteleyen, bestelediğine söz yazan bir şairim.
Siz dünyevi eğlencenin çocuklarısınız.
Boşluğun ellerine bırakırsınız kalplerinizi,
Çünkü boşluğa dokunuş pürüzsüz ve davetkardır.
Siz cehalet evinde oturursunuz,
Çünkü onun evinde,
Ruhlarınızı gösteren ayna yoktur.
İnanmak iyi bir şeydir, ama bu inançları uygulamaya koymak bir güç denemesidir.
İnsanlar hayat’ın tutsağıdır. Ve bu yüzden tutsaklıktır, onların günlerini sefalet, umutsuzluk ve çöküntüyle, gecelerini de gözyaşı ve bunalımla dolduran.
Konuşabilirsen, konuş kalbim.
Biz hüznün çocuklarıyız.
Burada yaşıyorum ve varlığımın derinliklerinde açlık ve susuzluk var.
Denizlerin gürlemesi gibi konuşan, ama yaşamları kokuşmuş bataklıklar gibi sığ ve durgun bir sürü insan var.
Burada yaşıyorum ve varlığımın derinliklerinde açlık ve susuzluk var.
Denizlerin gürlemesi gibi konuşan, ama yaşamları kokuşmuş bataklıklar gibi sığ ve durgun bir sürü insan var.
“İkiyüzlülük her zaman var olacak, tırnakları boyalı ve cilalı olsa bile; aldatma asla değişmeyecek, dokunuşu yumuşak ve narin olsa bile; yalan asla gerçeğe dönüşmeyecek, ona ipek elbiseler giydirip saraylarda oturtsanız bile; açgözlülük memnuniyete dönüşmeyecek; suç da erdeme. Öğretilere, geleneklere ve tarihe olan ebedi kölelik yine kölelik olarak kalacak, yüzünü boyayıp sesini değiştirse de. Kölelik bütün korkunç formlarıyla kölelik olarak kalacak, o kendisine özgürlük dese bile.”
Denizlerin gürlemesi gibi konuşan, ama yaşamları kokuşmuş bataklıklar gibi sığ ve durgun bir sürü insan var.
Burada yaşıyorum ve varlığımın derinliklerinde açlık ve susuzluk var.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Öğretilere, geleneklere ve tarihe olan ebedi kölelik yine kölelik olarak kalacak, yüzünü boyayıp sesini degiştirse de. Kölelik bütün korkunç formlarıyla kölelik olarak kalacak, o kendisine özgürlük dese bile
Siz cehalet evinde oturursunuz,
Çünkü onun evinde,
Ruhlarınızı gösteren ayna yoktur!
“Sevgilim:
“Yine gece yarısı oldu ve dökülen gözyaşlarımdan başka bir tesellim, savaşın kanlı pençeleri arasından bana döneceğine olan umudumdan başka beni rahatlatacak hiçbir şey yok. Ayrılırken söylediklerini asla unutmam: “ Her erkeğin bir gün geri getirilmesi gereken gözyaşı emaneti vardır.”
İnsanlar, ruhsal ve teolojik meselelerde Peder Samaan’a yol göstericileri gözüyle bakıyorlardı, çünkü affedebilir ve ölümcül günahlar konusunda bir otorite ve derin bir bilgi kaynağı, cennet, cehennem ve Araf’ın sırları konusunda uzmandı...
Çocuklar sefil olarak büyüyor, suçlu olarak yaşıyor, horlanmış ve reddedilmiş mevcudiyetsizler olarak ölüyorlardı.
Onun pek çok ismi, ama tek gerçeği vardır. Pek çok görüntüsü vardır, ama tek elementten oluşur. Aslında o, her kuşağın varislerine miras bıraktığı ebedi bir hastalıktır.
Tapınakları ve sunakları ziyaret ettim, saraylara girdim, tahtların önünde oturdum. Ustalara kölelik eden çıraklar, patronuna kölelik eden ustalar, askerlere kölelik eden patronlar, valilere kölelik yapan askerler, krallara kölelik eden valiler, rahibe kölelik eden krallar ve ideallerine kölelik eden rahipler gördüm. İdol; şeytan tarafından yapılan ve kafatasından bir tepenin üzerine dikilen topraktan başka nedir ki
İnsanlar hayatın esirleridir; günlerini sefalet ve dertli dolduran, gecelerine gözyaşı ve acı yağdıran işte bu esarettir..
“Bu ulus diğer bütün uluslar gibidir. İnsanlar da aynı kumaştandır ve dış görünüşleri haricinde bir farkları yoktur, zaten bunun da bir önemi yoktur.”
“ Kendilerini satan ve aynı parayla kendilerinden maddi ve manevi olarak daha alçak olanı satın alan insanların yüzünü görmemek için yalnızlığı sectim.
Dudaklarında binlerce gülümsemeyle, övünerek konuşurken, kalplerinin derinliklerinde tek bir amaç olan kadınlarla karşılaşmamak için yalnızlığı sectim.”
“Yo kardeşim, ben yalnızlığı dini nedenlerle değil, sırf insanlardan ve onların yasalarından, öğretilerinden ve geleneklerinden, fikirlerinden, feryatlarından ve ağıtlarından kaçmak için istedim.”
“İnanmak iyi bir şeydir, ama bu inançları uygulamaya koymak bir güç denemesidir. Denizlerin gürlemesi gibi konuşan, ama yaşamları kokuşmuş bataklıklar gibi sığ ve durgun olan bir sürü insan var. Başlarını dağların doruklarına kaldıran, ama ruhları mağaraların karanlıklarında uyuşuk duran bir sürü insan var.”
Çocuklar sefil olarak büyüyor suçlu olarak yaşıyor, horlanmış ve reddedilmiş mevcudiyetsizler olarak ölüyorlardı.
İnsanlar hayatın esirleridir; günlerini sefalet ve dertle dolduran, gecelerine de gözyaşı ve acı yağdıran işte bu esarettir.
“Zayıfın dilini korkuyla hareket ettiren, hislerinin tersini söylettiren, çarpıtılmış esareti gördüm.”
Sessiz ol kalbim, Şafak sökene kadar,
Çünkü sabahı sabırla bekleyen
Şüphesiz kavuşur ona,
Ve ışığı seven, sevilir ışık tarafından.
Bir adamın hayatını nefret ettiği karısına bağlayan ve kadının bedenini nefret edilen bir kocanın yatağına yerleştiren, böylece her iki yaşamı da ruhen öldüren dilsiz esareti gördüm.
Yalnızlığı seçtim, çünkü insanların uygarlık dediği- insanoğlunun daimi sefaleti üzerinde yükselen o simetrik canavar- müthiş ve korkunç oluşumdan nefret ediyorum.
Yalnızlığı seçtim, çünkü kalbimle bedelini tam olarak ödemediğim sürece insanoğlundan asla insaniyet görmedim.
Kalk kalbim, Şafak’la yürü, çünkü gece geçti..
Sessiz ol kalbim çünkü boşluk seni duyamaz.
Yüzünde kaybolmuş sonra da tanıdık birine rastlamış birinin ifadesi vardı
Bir gencin geçmiş yaşantısı arasında nasıl bir bağlantı olabilirdi?
Eğer bu hayatta Aşk seni bana geri getirmezse, o zaman kesinlikle sonraki hayatta bizi birleştirecek.
Eğer görev uluslar arsındaki barışı yok ediyor ve vatansrverlik insan hayatının sükunetini bozuyorsa, o zaman, ‘O göreve de, o vatanseverliğe de selam olsun,’ diyelim.
Benim insanlığı küçümseyişim senin kendine olan nefretinden büyük değil
Benim adım özgürlük, dedi, bu korkunç ceset gölgesi.
çocukların neredeler? diye sordum.
Gözünde yaşlarla ve zayıf bir sesle, iç çekerek, Biri çarmıha gerildi, öteki delirerek öldü, üçüncüsü henüz doğmadı, dedi.
Tanrı diye adlandırdıkları idollerinin ayakları altında delikanlıları ve genç kızları kurban eden Peygamber dediklerinin resminin önünde tütsü yakan, kanun dediklerinin önünde diz çöküp tapınan, vatanseverlik için savaşan ve ölen Eşitlik dedikleri şey için öldüren insanlar gördüm. Onun pek çok ismi, ama tek gerçeği vardır Aslında o, her kuşağın varislerine miras buraktığı ebedi bir hastalıktır.
Genç kızlar kısıtlama ve pasiflik giysileri giyiyorlar, evli kadınlar gözlerinde yaşlarla itaat ve yasal rıza yataklarına çekiliyorlardı.
Umarım fırtınadan korkmayıp onu sevmeyi öğretirsin kendine
Öğretilere, geleneklere ve tarihe olan ebedi kölelik yine kölelik olarak kalacak, yüzünü boyayıp sesini değiştirse de. Kölelik bütün korkunç formlarıyla kölelik olarak kalacak, o kendisine özgürlük dese bile.
Başlarını dağların doruklarına kaldıran, ama ruhları mağraların karanlıklarında uyuşuk duran bir sürü insan var.
Biz hüznün çocuklarıyız..
Şafak söküyor. Konuşabilirsen, konuş kalbim. İşte sabahın geçidi..
Sessiz ol kalbim, şafak sökene kadar..
Tekrar buluşana kadar, elveda sevgilim..
Biz hüznün çocuklarıyız..
Ben insanları, onların mizaçları benimkiyle çeliştiği , onların rüyaları benimkilerle örtüşmediği için terk ettim..
..Tanrı’ya ibadet , yalnız olmayı gerektirmez.
İnsanlar hayatın esirleridir; günlerini sefalet ve dertle dolduran gecelerine de gözyaşı ve acı yağdıran işte bu esarettir.
Gece yarısı geçmiş yılların hayaletleri ve unutulmuş uygarlıkların ruhları mağaranın çatlaklarından girip beni ziyarete gelirler
Ben gözlerimi onlara dikerim, onlar bana bakakalırlar; onlarla konuşurum, gülümseyerek cevap verirler bana.
Sonra onları yakalamaya çalışırım, ama parmaklarımın arasından süzülüp gölün üzerindeki sis gibi yok olurlar.
Doğru olduğunu gerçekten bildiğim şey, içimin ağladığıdır. Burada yaşıyorum ve varlığımın derinliklerinde açlık ve susuzluk var.
O anda Ölüler Şehri’ne gitmek için
Düşüncelerimin yelkenlisinden ayrıldım,
Sırlarını düşünerek oturdum mezarlar arasında.
Nedeni ortadan kaldırdıktan sonraki sonuca razı olur muydunuz?
Ben savaş nedir bilmiyorum ama toprakları zapt ettikten sonra saldırganlaşıp denizi de zapt etmeyi aklına koyan insanı biliyorum.
Biz ağlarız, sefil göçebelerin
Ve sıkıntılı dulların halinden anlarız;
Ama siz sevinirsiniz,
Ve göz alıcı altınlara bakıp gülümsersiniz.
Biz ağlarız, çünkü yoksulların iniltilerini,
Mazlum zayıfların kederlerini dinleriz;
Ama siz gülersiniz, çünkü şarap kadehlerinin
Mutlu sesinden başka bir şey duymazsınız.
Siz dünyevi eğlencenin çocuklarısınız.
Boşluğun ellerine bırakırsınız kalplerinizi,
Çünkü boşluğa dokunuş pürüzsüz ve davetkardır.
Siz cehalet evinde oturursunuz,
Çünkü onun evinde,
Ruhlarınızı gösteren ayna yoktur.
Bu dünyada yabancıyım; evreni baştan başa gezdim, başımı dinlendireceğim bir yer bulamadım; ne karşılaştığım insanları tanıyorum, ne de kafamın içindekileri dinleyecek birini.
Hayat yolunun uzağındaki bir tarlada,
Ruhumun ıssız ağacının gölgesinde oturmak için,
Pis kokulu şehirden ayrıldım.
Rezil asırları izlemekten yorulup taşlaşmış insanların geçit törenini izlemekten bıkınca, geçmişin kendisini suçluluk izinde gizlemeye çalıştığı, geleceğin ruhununsa uzun süre dinlenmeye çekildiği Hayatın Gölgesi Vadisi’nde yalnız başıma yürüdüm.
Orada, zehirli bir engerek gibi sürünen ve bir suçlunun rüyaları gibi eğilip bükülen Kan ve Gözyaşı Irmağı’nın kıyısında, kölelerin hayaletlerinin korku dolu fısıltılarını dinledim ve hiçliğe diktim gözlerimi.
Gece yarısı olup da ruhlar gizli yerlerinden çıkınca, solgun bir hayaletin aya bakarak diz çöktüğünü gördüm. Ona doğru yaklaşıp, Adın ne? diye sordum.
– Benim adım Özgürlük, dedi, bu korkunç ceset gölgesi.
Çocukların neredeler? diye sordum. Gözünde yaşlarla ve zayıf bir sesle, iç çekerek,
– Biri çarmıha gerildi, öteki delirerek öldü, üçüncüsü henüz doğmadı, dedi.
Topallayarak uzaklaştı, bir şeyler daha diyordu, ama gözlerimdeki buğu ve kalbimin çığlıkları görmeme ve duymama engel oluyordu.
Bir ulusu başka bir ulusun kanun ve kurallarına itaat etmeye razı eden yamuk esareti gördüm, yamukluk her gün artıyordu.
Erdeme hiç bakmadan hükümdarların oğullarına kraliyet tacı giydiren ebedi esareti gördüm.
Suçluların masum oğullarını sonsuza dek utanç ve kara lekeyle damgalayan kara esareti gördüm.
Esaret dikkatle incelenince, süreklilik ve bulaşıcılığın kötü etkilerine sahip olduğu görülür.
İnsanı, sesin boş ekosuna ve bir bedenin acınası gölgesine dönüştürerek ruhu ve kalbi boğan sağır esareti gördüm.
İnsanın boynunu zalimin egemenliği altına sokan, güçlü bedenleri ve zayıf zihinleri, güçlerinin enstrümanları olarak kullanmaları için hırsın çocuklarına teslim eden topal esareti gördüm.
Bebeklerin ruhlarıyla beraber engin gökyüzünden, yoksulluğun cehalet ile yaşadığı ve aşağılamanın kederle beraber oturduğu sefalet evine inen çirkin esareti gördüm. Çocuklar sefil olarak büyüyor, suçlu olarak yaşıyor, horlanmış ve reddedilmiş mevcudiyetsizler olarak ölüyorlardı.
İnsanlar hayatın esirleridir; günlerini sefalet ve dertle dolduran, gecelerine de gözyaşı ve acı yağdıran işte bu esarettir.
İnsanın, hayatın huzurlu tarafına yerleşerek günün parlak ışığının ve gecenin huzurlu sessizliğinin tadını çıkaracağı zaman gelecek mi? O rüya gerçeğe dönüşecek mi? Dünya insan etiyle kaplanıp, insan kanıyla sırılsıklam olduktan sonra bu gerçekleşebilecek mi?
Ruhun içindeki bir farkındalıktı bu, bunu bilen biri kelimelere dökemez, bilmeyen biri de var olmanın zorlu ve güzelim gizemini asla düşünemez.