Mahmud Derviş kitaplarından Gazze İçin Sessizlik kitap alıntıları sizlerle…
Gazze İçin Sessizlik Kitap Alıntıları
Ey vatanım
Sana giden yolu bildiğim, ama seni bilmediğim vatanım
Bir gün ona gitsek veya bir düşümüzde görsek belki birbirimizi tanımayız, çünkü Gazze ateşten doğmuştur, biz ise kaybettiğimiz topraklar için ağlamadan ve beklemeden doğduk. Hakikaten Gazze’nin kendine has şartları ve kendine has yıkıcı bir ruhu vardır.
Direnişleri, birbirine kenetlenmiş ve ne istediğini bilen bir halkın direnişidir.
İşgal altında olan bir insanın tek değeri ihtilal ve direnişe ne kadar muktedir olabildiğidir. İnsanlar orada bir tek konuda birbiriyle yarışır. Gazze bu asil ve acımasız değere sahip çıkıp kendini tamamen ona adamıştır. O değeri iyi biliyor, çünkü onu kitaplardan öğrenmedi, alelacele düzenlenen derslerde öğrenmedi, çığırtkan propaganda megafonlarından öğrenmedi, marşlardan öğrenmedi.
Bilgisi tecrübeye dayanıyor. Sadece tecrübeye ve gösterişten ve imaj yaratma kaygısından uzak eylemlere.
Gazze silahlarıyla, yıkıcı ruhuyla, kaynaklarıyla böbürlenmez. Acı etini takdim eder, hür iradesiyle çalışır, kanını döker.
Gazze belagat ve süslü laf nedir bilmez. Gazze’nin gırtlağı yok Teninin gözenekleri konuşuyor damarla, kanla ve ateşlerle. O yüzden düşman ondan ölümünü isteyecek kadar nefret eder, ama bir de ölüm kadar ondan korkar.
Şehrim şimdi bavullarımda olsaydı giderdim. Beni gören, bana düşmanca yaklaşıp beni öldürdü, çünkü şehrim o kadar güzel ki. Henüz doğmamış bir sevgiliye benziyor şehrim. Akşamlar hep usul usul turuncuya boyanır orada.
Filistin uzak nehirlerin kıyısında uyur. Su ile yıkanmıyor, yeni gelen kan ile yıkanıyor. Yeniden doğacak mı? Evet, böyle olması gerek. Mutlaka yeniden doğacak.
İşte o bekleyiş, içinde bir ukde olur kalır. Kendinle barış içinde olman ulaşılması çok zor bir durum haline gelir. Soruyu muallakta bırakıyorsun. Senin dilin şiirlerdir. Şiir dili kendine bu ölümcül soruyu sormanın yerine geçerek onu ortadan kaldırıyor. Şiir hem anlatır hem anlatmaz. Şiir gerçeği söyler ama duyurmaz.
Katliamda öldürülen insanlarımızı nasıl hakkıyla anacağımızı biliriz biz. Filistin’deki Arap halk, evlatlarının intikamını nasıl alacağını çok iyi öğrenmişti artık:
Vatanın tozuna toprağına dişleri ve tırnaklarıyla sarılarak ve işgalcilerin yüzüne haykırarak.
İsrail’in sivil Arap halkına karşı işlediği suçlar, ki Kefr Kasım katliamı bunun en çarpıcı misalidir, temiz bir Siyonizm anlayışının kirli ve çirkin uygulaması değil, aksine kirli ve çirkin Siyonizmin iyi uygulamasıdır.
Siyonizm kendisi için doğru bulduğu bir şeyi, başkaları için gayri meşru ve hatalı olarak görür.
Belki de siyonist teröristlerin varoluş felsefesi şudur:
Savaşıyorum, öyleyse varım.
Bu felsefeyi sürekli uygulamak, sürekli yeniden kanıtlamak zorundalar. Begin’in dediği gibi, içinde bastırılmış bir intikam öfkesi taşıyan İsrailli Siyonistin varlığını sürekli yenilemesi gerek. Bunun da tek yolu, sürekli savaş halinde olmak.
Hapiste vatanın için şarkılar söylersin Sevgiline mektup yazarsın Demokrasi hakkında makaleler okursun Ya Özgürlük Ya Ölüm adlı romanı okursun Kendin ise ne özgürleşiyorsun ne de ölüyorsun.
Her şeyi istila etmekle yetinmediler. Aynı zamanda vatanına ait olma duygunu da istila ediyorlar ki, yarattıkları gerçek hep seninle vatanın arasında olsun, vatanın sana hep bir yük, hep bir kelepçe, hep bir elem olsun diye. Ama sen bu kelepçesiz özgürlüğü bulamazsın, o yükü taşımadan duramazsın, bu acıyı hissetmeden mutlu olamazsın. Vatan hafızanda ve vücudunun hücrelerindedir ve her hareketinle daha da çok iç içe girip birbirlerine örülüyorlar.
Salla başını al maaşını, hayır, bu kadar kolay değil. Karşı çıkmadan başını sallamakla, ismini koyamadığın toprağından elini çekmiş olursun. Ayaklarının altındaki yeri çekivermişler, o da şimdi cildinin altında gizli. Sana eziyet ettiler, sen ise eziyetin sebeplerine doyamadın, ona deli bir aşk ile bağlandın. Ne yaşadığın ülkeden gelen tehditler aidiyetini silebildi, ne de dışarıdan gelen vaatler sana bir güvence oldu.
Evet demiyorsun. Günlerin biriktirerek büyüttüğü şaşkınlığın, gitgide ayak bağlarının zangırtısı ile barıştırıyor seni. Hapishanede özgürlüğüne kavuşuyorsun. Sorunun cevabı kavgadır. Kavga ediyorsun. Eğer kavga ediyorsan, oraya aitsin demektir. Vatan demek kavga demek. Hak, özgürlük, aidiyet, vatanına layık olma, sadece kavga ile ilan edilir.
Ağlama ve acı çekme kimsenin tekelinde değil. Kim daha çok acı çekti diye bir hesap yapıp yarışa girilmez.
İsrailin kendi halkına sürekli olarak soykırımı hatırlatması çok çirkin bir suistimaldir. Çünkü halkı soykırım anılarıyla kışkırtmanın siyasi hedefi, intikam duygusunu onların içine aşılamaktır Ama asıl katillerinden değil, başka bir suçsuzdan Filistin halkından. Utanma nedir bilmeyen Siyonistler, altı milyon Yahudinin -doğru sayı buysa eğer-ölümünün onlara bir vatan bağışladığını düşünüyorlar.
Siyonistlerin de, Yahudilerin de soykırımı ve ölenlerin kanını, milli siyasetlerinde pazarlık unsuru olarak kullandıklarını söylemek pek sert bir yaklaşım değildir. Nazilerin öldürdüğü insanlara karşılık, edindikleri olanak ve araçları başka bir halkı öldürmek için kullandıklarını söylemekle, İsraillilere bir haksızlık etmiş olmuyoruz.
Ey vatanım. Sana giden yolu bildiğim, ama seni bilmediğim vatanım. Yirmi beş senedir resmi Arapça cümlelerle sana doğru ilerliyorum, ama hem o cümlelere hem de sana yabancı kaldım.
Dükkânlar açtık, okul ve kilise bina ettik. Burada buluşan partilerle birlikte çok konuda tartışmalarımız olacak. Tarlaları süreceğiz, ekip biçeceğiz. O hayalimizdeki Yahudi köyü yaşayacak. Kim derdi ki o köy buradadır. Hem kovduk onları hem de onların varisi olduk. Geldik, ateşe verip yaktık, yıktık, insanları sürgün ettik.
Bunları bir Arap yazmadı. Yirmi sene önce İsrailli bir yazarın kaleme aldığı nadir satırlardır bunlar. Vatan mefhumunun gerçeğini en doğru şekilde veriyor. İsrail’in vatanı böyle oluşmuştur. Ne hakla, ne tarihle, ne de baskıdan kaçmak zoruyla. Sırf zulümle: Sürgün ettik ve varisleri olduk. Yaktık, yıktık, sürgün ettik.
— Dünyayı neden uyandırdın?
— Bu benim sesim değil? Bu vücudumun yere düşmesinin sesiydi.
— Niye sessiz ölmüyorsun?
— Çünkü sessiz ölüm alçak bir hayat demektir.
— Çığlık gibi ölüm nasıl olur?
— Bir dava için olanı.
Buna ne savaş denir, ne de mücadele; bu bir kıyımdan başka bir şey değil. Şimdi Filistinlileri vatanlarını sattı diye suçlayanlar, o zaman orada kalmayı ihanet, savaşı eğlence, göçü de gezinti sayıyorlardı.
Selam olsun sana
Ey ecdadımın toprağı
Sende hayat güzeldir
Şarkı söylemek de
Vatan nedir?
Öyle cevabını verip başka bir şeye geçilecek bir soru değil bu. Sadece vatan değil, hayatın ve davandır. Ondan önce ve ondan sonra o senin kişiliğindir.
Medeniyet ve kültür konusunda yarışanlar çoğu zaman katillerin ta kendileri oluyor Katiller.
içinde bomba olan bir portakaldır Gazze, çocukluğunu yaşamayan çocuklardır, ihtiyarlığını yaşamayan ihtiyarlardır, arzuları olmayan kadınlardır Gazze.
İşgal altında olan bir insanın tek değeri ihtilal ve direnişe ne kadar muktedir olabildiğidir. İnsanlar orada bir tek konuda birbiriyle yarışır. Gazze bu asil ve acımasız değere sahip çıkıp kendini tamamen ona adamıştır. O değeri iyi biliyor, çünkü onu kitaplardan öğrenmedi, alelacele düzenlenen derslerde öğrenmedi, çığırtkan propaganda megafonlarından öğrenmedi, marşlardan öğrenmedi.
Bilgisi tecrübeye dayanıyor. Sadece tecrübeye ve gösterişten ve imaj yaratma kaygısından uzak eylemlere.
Gazze silahlarıyla, yıkıcı ruhuyla, kaynaklarıyla böbürlenmez. Acı etini takdim eder, hür iradesiyle çalışır, kanını döker.
Gazze belagat ve süslü laf nedir bilmez. Gazze’nin gırtlağı yok Teninin gözenekleri konuşuyor damarla, kanla ve ateşlerle. O yüzden düşman ondan ölümünü isteyecek kadar nefret eder, ama bir de ölüm kadar ondan korkar.
Onu denizde, çölde veya kanda boğmak için can atar.
Bundan dolayı akrabaları ve dostları onu imrenerek ve hattâ korku duyacak kadar seviyorlar. Çünkü Gazze gaddar bir derstir herkese, hem düşmanlarına, hem de dostlarına parlak bir ibret örneğidir.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Orada zaman, çocukları ihtiyar yapmıyor, düşmanla karşı karşıya geldiği andan itibaren, onları adam yapıyor.
Keşke suskunluğun demirden olaydı da bir ses bir tıngırtı çıkaraydı.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Vatan bir gölgenin ağaca ait olması değildir. Bir ok ucunun sadağı olması gibi bir şey değildir. Vatan bir hısımlık, bir kan bağı değil. Vatan bir din değil, bir ilah değil. Vatan bu gurbette oluşumdur. Kudüs’te kendini gurbette hissetmendir. Kudüs’te seni paramparça eden bu gurbet duygusudur vatan.
Kudüs uzak çadırların, uzak sermayenin, uzak şehitlerin başkentidir.
Filistin uzak nehirlerin kıyısında uyur. Su ile yıkanmıyor, yeni gelen kan ile yıkanıyor. Yeniden doğacak mı? Evet, böyle olması gerek. Mutlaka yeniden doğacak.
Ölüm bizi pişiriyor mu? Evet, böyle olması da gerek. Mutluluk da bizi pişirmek, olgunlaştırmak zorunda. Direniş başlayacak. Direniş başlayacak. Her şey bitti. Direniş başladı.
Beni bekleme, kimseyi bekleme. Düşünceyi bekle, düşünürü değil. Şiiri bekle, şairi değil. Düşünür hataya düşer, şair yalan söyler ve devrimci yorulur.
Beni hapsedenlere minnettarım, beni hürriyetle aynı hücreye sokup buluşturdukları için.
Askeri üniformaların cebine soktular Filistin’i. Ama Filistin, öyle ya da böyle vatanın kalacaktır Harita, katliam, toprak veya düşünce ile. Vatanındır. Hançerle de olsa onlara ait olduğuna inandıramazlar seni.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Bu senin vatanın. İşgalcilere vereceğin tek bir cevabın var:
Bu vatana daha çok sevgi.
Çünkü senin hareketsiz kalman ikinizin arasındaki ilişkide düşmanının eline geçen bir koz olur.
Hapishane güzel. Hep bir şey beklersin. Küçücük gereksinimlerin ve isteklerin seni içerde meşgul eder. Her gün bir saatliğine çıkarırlar seni; gökyüzünü gördüğünde hayata karşı duyduğun ve sarsılmış olan dostluğun, yeniden tazelenir. Azıcık gök mavisi, kalbine işte böyle mutluluk veriyordu.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Kabaran bir çarpıntı oluyor şehir
Uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor
Bir insan, çocukluğunu yok etmeye kalktığında intihar ediyor demektir.
-Bir daha ne zaman buluşacağız?
-Hep yaptığın gibi, yüreğimin içine sığmayıp da dışarı çıkıp karşımda oturduğun zaman. Senden ricam fazla karşıma çıkmaman, çünkü hüzün ve saflık zaten hiç eksik olmuyor bende.
İnsanlar, taşıdığı inanılmaz yük hafiflesin diye toprağını satması için teşvik ediyorlardı; ama babam, Taşların arasında ölsem de satmam, diyordu. Bir de, En pis iş bile ayıp değil, pis bir vicdan ayıptır, derdi.
Menahim Begin şöyle demişti: Deyr Yasin zaferi olmasaydı, İsrail devleti gibi bir şey olmazdı. Deyr Yasin’de yaptıkları katliamın gayesini hiç saklamamışlardı; Deyr Yasin olayından sonra her yerde, ciplerine taktıkları hoparlörlerden ilan edip duruyorlardı: Ya buradan gidersiniz ya da Deyr Yasin’dekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelecektir. Ondan sonra işgal ettikleri bütün köylerde sakinleri meydanlarda toplayıp saatlerce güneşin kavurucu sıcaklığı altında bekletiyorlardı. Sonra aralarından en yakışıklı genci seçerek herkesin gözü önünde, seçimlerini iyi düşünsünler, katliamın haberi, henüz işgal edilmeyen köylere de yayılsın ve besledikleri ezeli nefret dinsin diye öldürüyorlardı.
Sanki hacca gitmiş gibiydim. Fakat Kâbe’mi bulamıyordum.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Kutsal toprak ile benim aramdaki ilişkinin kesiştiği noktada yanan ateşin etkisiyle olmayacak gerçekleri reddetme gücünü buluyordum.
Kim bilir? Belki de şu çakıl taşları kalbimin taş olmuş halidir. Değilse de belki alışmışımdır kaybolmama sebep olan kayıp şeyleri aramaya. Başkaldırımın kanıtı arayışa çıkmamın ta kendisidir. Kayıplara karışmaya karşı koymamdır. Bu arayışın başka bir anlamı ise: Kaybettiğimi bulamadıkça ben de kayıbım demektir.
Senden her şeyi çalan, sana hiçbir şey vermez. Verseler de, bu seni aşağılamak içindir.
Sana mutluluğa fazla güvenmemeni tavsiye ettiler, çünkü onun ihaneti çok ağır oluyormuş.
Katliamda öldürülen insanlarımızı nasıl hakkıyla anacağımızı biliriz biz. Filistin’deki Arap halk, evlatlarının intikamını nasıl alacağını çok iyi öğrenmişti artık: Vatanın tozuna toprağına dişleri ve tırnaklarıyla sarılarak ve işgalcilerin yüzüne haykırarak.
Siyonizmin köklü geleneği ve temiz kaynağıdır, şiddeti ve cinayeti helal yapan. Cabutinsky, Viyana’daki Yahudi öğrencilerin danışmanıyla yapılan konuşmada kendine ve doğruluğa sadık bir şekilde açık açık söylemektedir:
— Her şeyi ortadan kaldırabilirsin: Kippalarımızı, kemerlerimizi, renklerimizi, içmek ve şarkı söylemekteki taşkınlığımızı Ama kılıcımızı asla ortadan kaldıramazsın. Ona sahip çıkmanız lazım, çünkü kılıçla savaşmak bir Alman icadı değil, aksine en eski ecdadımızdan bize intikal eden mirastır. Bize kılıç ve Tevrat gökten indi.
— Siyonizm kendisi için doğru bulduğu bir şeyi, başkaları için gayri meşru ve hatalı olarak görür.
Bunu söyleyen, Muşiya Semilanski’dir. Aynı kişi Filistin’de Yahudi milliyetçiliğinin askeri geleneklerin üstüne inşa edildiğini, insanlıktan tamamen uzak bir kaba kuvvetle uygulandığını söylemektedir.
Siyonist hedeflerine yarayacak her cinayet ve gaddarlık hemen meşruiyet kazanır ve hattâ kanun statüsüne erişir. Yehuşa bin Nûn’un yaydığı aşırı ırkçı terör o kadar geniş boyutlara vardı ki, eğitim uzmanları öğretilerinin okullarda yasaklanmasını talep ettiler, çünkü gençlerin ruhunu o kadar büyük bir nefretle dolduruyormuş ki, gençler İsrail toplumunda Araplarla ilişkilerinde değişen şartlara ayak uyduramayıp Araplarla barış içinde yaşamaktan aciz kalıyorlarmış. İsrail dünyanın neresinde olursa olsun, Yahudilere zulüm saydığı her şeye karşı olağanüstü hassastır. Nedense kendisi aynı eylemleri Araplara karşı uyguladığında, bunlar meşru ve insani davranışlar oluveriyor. Yahudilere karşı yapıldığında gaddarlık sayılanlar, temiz silahlarıyla Araplara karşı uygulandığı zaman birdenbire Yahudilerin milli vazifesine dönüşüyor.
Belki de siyonist teröristlerin varoluş felsefesi şudur: Savaşıyorum, öyleyse varım. Bu felsefeyi sürekli uygulamak, sürekli yeniden kanıtlamak zorundalar. Begin’in dediği gibi, içinde bastırılmış bir intikam öfkesi taşıyan İsrailli Siyonistin varlığını sürekli yenilemesi gerek. Bunun da tek yolu, sürekli savaş halinde olmak.
Senelerdir içinde taşıyordun şimdi sel gibi boşalan bu gözyaşlarını. Ah annem! Ben hâlâ küçücük bir çocuğum. Dertlerini alıp koşarak onun yanına gitmek istiyorsun. Hepsini ağlayarak kucağına bırakmak istiyorsun.
Fırsat buldukça halkını kötülüyorlar, alakasız durumlarda bile. Kötülüyorlar ama aynı anda halkının bıraktığı eserlerden faydalanıyorlar.
Hak güçle birleşmedikçe, onun boş bir hayalden başka bir şey olmadığını bir daha anlamış oluyorsun. Güç ise en akıl almaz hayalleri bile gerçeğe dönüştürebilir.
Ama ben burada varım, varlığımı reddeden bu devlet var olmadan önce de vardım.
Yürürken caddelerin isimlerini teker teker okumak bir saplantıya dönüştü. Gerçekten de isimleri sildiler. Selahattin Şlomo oldu. Derin derin düşünüyorsun
— Mütenebbi ismini niye koruyorlar, acaba?
İlk kez dikkatle caddenin isim levhasına bakıyorsun. Meğer İbranice telaffuzuyla el- mevt neki diye okunuyor. Bu tabiri yeniden Arapçaya çevirince ne anlama geldiğini öğrenip anlıyorum, neden bu levhayı kaldırmadıklarını: Ölüm temizler, yani zannettiğim gibi ünlü Arap şairi el Mütenebbi’nin ismini taşımıyor.
Babam bana sürgünde intihar veya umutsuzluk nedir hiç öğretmedi. Filistinliliğimden vazgeçmemi de öğretmedi bana. Bir av olarak yaşamaya mahkûm olmama rağmen beni büyüttü, bana hayatı öğretti.
Kumsal ile deniz arasında bana seni seviyorum, dedi.
Arzu ile azap arasında ben ona seni seviyorum, dedim.
Onu başka, kendim yakıştırdığım bir isimle çağırıyordum, çünkü öyle daha güzeldi. Onu öptüm, öptüm. Öpücük ile öpücük arasında hasretle bekliyordum.
Her şeyi istila etmekle yetinmediler. Aynı zamanda vatanına ait olma duygunu da istila ediyorlar ki, yarattıkları gerçek hep seninle vatanın arasında olsun, vatanın sana hep bir yük, hep bir kelepçe, hep bir elem olsun diye. Ama sen bu kelepçesiz özgürlüğü bulamazsın, o yükü taşımadan duramazsın, bu acıyı hissetmeden mutlu olamazsın. Vatan hafızanda ve vücudunun hücrelerindedir ve her hareketinle daha da çok iç içe girip birbirlerine örülüyorlar.
Vatan demek kavga demek. Hak, özgürlük, aidiyet, vatanına layık olma, sadece kavga ile ilan edilir.
Sadece toprağına ve işine el koymadılar, aynı zamanda zihnini, iç dünyanı, senin vatanınla arandaki bağı da o kadar zapt ettiler ki, kendine vatanın ne demek olduğunu sorar oldun.
Vatan nedir? Belleğine sahip çıkmak, onu korumaktır.
Nazilerin elinde yaşadıkları faciadan sonra ise şiarları şöyle oldu: Unutmayacağız ve merhamet etmeyeceğiz. Her yıl, kaybettikleri insanları anarlar. O an İsrail’de hayat tamamen durur. Yeni nesil unutmasın diye özel müzeleri, özel eğitimleri ve özel programları vardır. Lezirya İlun’un İsrailliler adlı kitabında bunun için özel bir bölüm ayrılmıştır. Orada şöyle der: Soykırımı sürekli canlı tutmak, Siyonizmin en eski savlarından bir tanesidir. Bu sava göre, Yahudiler vatansız kalırlarsa dünyanın en iğrenç varlıkları ve vahşi hayvanların yemi olacaklardır. İlun kitabında, İsrail’in siyasetinde soykırımı bir şantaj olarak suistimal ettiğini itiraf etmektedir. İsrail, vatandaşlarına, dünyaya yabancı ve herkes tarafından yalnız bırakıldıkları hissini vermek için sürekli onları Nazi soykırımı anılarına boğma çabasındadır. Bu duygu, İsraillilerin zihniyeti ve ruh halinin temel unsurudur. Böylece soykırım anıları siyasi emellere atfedilmiş oldu. İsrailliye sürekli olarak, yok edilme tehdidi altında olduğu fikri dayatılıyor. İsrail toprağına dönmek, orada varlıklarını sonsuza dek sürdürmek, tarihi ve siyasi olmak üzere Siyonizmin Filistin üzerindeki hak iddiasının yegâne güvencesi oluverdi.
İsrailliler hayaletlerle dolu bir evde yaşamaktadırlar. Ama bu toprakların kendi vatanları olduğunu kanıtlama çabası içerisine düştüklerinden ve o vatana ait olmaya engel olan her şeyi reddettiklerinden, onu, vatanlarını elde etmek için başvurdukları korkunç yöntemler vicdanlarını rahatsız etmemektedir.
Bir ananın vatanı çocuğudur, bir çocuğun vatanı da anası.
Çocukluğun her şeyden çok daha yakın sana hâlâ
Merhaba güneşin diyarından sürgündeki pencereme dönen serçe! Ey serçe, bildir bana, ailem ve ecdadım nasıl?
— Bir daha ne zaman buluşacağız?
— Hep yaptığın gibi, yüreğimin içine sığmayıp da dışarı çıkıp karşımda oturduğun zaman.
İlkokul son sınıf öğrencisiydim ilk şiirimi büyük bir insan topluluğunun önünde okuduğumda. Askeri yönetim İsrail’in kuruluşunu kutlamak için bir şenlik düzenlemişti. Hükümete inat, zaferlerine, zulümlerine, istismarlarına karşı bin bir söz söyledim. Şenlikten sorumlu köy muhtarı neredeyse aklını yitirecekti: Bu çocuğun, kendi evini ve ailesinin evini yıktığı yetmiyor, şimdi de bizim evimizi yıkmak istiyor. Bunlar neden misafirliklerini bilmiyorlar? Bugünlerde de duyabildiğimiz bu tür laflar ediyordu. Bir gün sonra, Duf adlı asker valisi beni yanına çağırdı. Beni azarlayıp bir güzelce dövdü ama ağlamadım.
Menahim Begin şöyle demişti: Deyr Yasin zaferi olmasaydı, İsrail devleti gibi bir şey olmazdı. Deyr Yasin’de yaptıkları katliamın gayesini hiç saklamamışlardı; Deyr Yasin olayından sonra her yerde, ciplerine taktıkları hoparlörlerden ilan edip duruyorlardı: Ya buradan gidersiniz ya da Deyr Yasin’dekilerin başına gelenler sizin de başına gelecektir. Ondan sonra işgal ettikleri bütün köylerde sakinleri meydanlarda toplayıp saatlerce güneşin kavurucu sıcaklığı altında bekletiyorlardı. Sonra aralarından en yakışıklı genci seçerek herkesin gözü önünde, seçimlerini iyi düşünsünler, katliamın haberi, henüz işgal edilmeyen köylere de yayılsın ve besledikleri ezeli nefret dinsin diye öldürüyorlardı.
Arapları Filistin toprağından temizlemek olağanüstü şartların getirdiği geçici bir uygulama değil, Siyonistlerin İsrail devletini kurmak için harpten önce, harp sırasında ve harpten sonra uyguladıkları sabit bir stratejiydi ve bu stratejiyi silah zoruyla gerçekleştirdiler. Yehuşa bin Nun’un Terör günü, rabbin günü gibi fetvaları uygulayıp, daha önce işledikleri suçları örnek aldılar.
Toprağı ne bu kadar acımasız kılar göçten başka?
Ölüm tadılacak en güzel şeydir.
Hangi durum daha acıdır? Başka bir ülkede mi, kendi ülkende mi sığınmacı olmak? İsrail gerçeğinin senin içinde yarattığı kahır duygusu işte bu soruyu sordurtuyordu sana.