İçeriğe geç

Gaspıralı İsmail Kitap Alıntıları – Necip Hablemitoğlu

Necip Hablemitoğlu kitaplarından Gaspıralı İsmail kitap alıntıları sizlerle…

Gaspıralı İsmail Kitap Alıntıları

Bazı düşünceler vardır ki o bize yasaktır. Onları bizden sonra gelecek nesillere bırakalım, biz manevi birliği yapalım, dilleri birleştirelim. Siyasi birliği başkaları düşünsün.
– İsmail GASPIRALI
Gaspıralı İsmail Bey’in umdelerinden (ilkelerinden) birisi de Türk kadınlarına hürriyet ve erkeklerle eşitliği temin etmek lüzumudur. Bu umdesini ısrarla ve devamla tahakkuk ettirmek ister. Onun nazarında milletin anaları, milletin birinci terbiyecileridir, kadınlar hayatı anlamayacak olursa, çocuklarını hayata elverişli olarak yetiştiremezler. İsmail Bey, Arap ve Çinlilerden Türklere geçmiş çok kötü bir adet olan, “Erkek-Kadın eşitsizliği” dolayısıyla Türklerde hasıl olan geri zihniyeti ve taassubu söküp atabilmek için oldukça mücadele etti. Yeni usulle öğrenim yapan okullara Türk kızlarının girmelerini sağladı.
Hâkim bir milletin; mahkum düşmesi, mahkum bir milletin yok olması, mektepsizlikten ileri gelir. İsmail Gaspıralı
Ey aziz kardeşler! Satmak kolay, almak güçtür; gitmek kolay, dönmek güçtür. Yıkılmak, düşmek kolay, kalkmak güçtür. İsmail Gaspıralı
Türklerin lisanca birleşmesi bütün Turan’ın birleşmesi demektir. Ömer Seyfettin
Milliyet fikrini kaybeden halklar diğerlerinin avı olacaktır.
Milletin yarısı, kadınlar eder, onlar hayat ve faaliyetten uzak kalırlarsa milletin hayat ve faaliyeti de yarım kalır.
Milletteki fikri uyandırmalı, zihniyeti değiştirmeli. Millet, fikri uyanmadıkça terakki edemez ve zihniyeti değişmedikçe medenileşmek ve yükselmek yoluna giremez. İsmail Gaspıralı
zincirler koparılsın,görün nasıl sağlam ve hoş bir yiğit çıkacak
İsmail Bey, Ziya Gökalp’in de tanımladığı gibi Türk milletinden, Garp medeniyetinden, İslam ümmetinden tarifine çok uyuyordu.
Milletin anaları, milletin birinci terbiyecileridir, kadınlar hayatı anlayamayacak olurlarsa, çocuklarını hayata elverişli olarak yetiştiremezler. Milletin yarısı, kadınlar eder,
onlar hayat ve faaliyetten uzak kalırlarsa milletin hayat ve faaliyeti de yarım kalır.
Kısaca Parçala Yut şeklinde sembolize edilebilen bu siyaset neticesinde, Türk Milletinden yüzlerce halk (!) türetildi. Türk milleti; Kazak, Azeri, Türkmen, Başkırt, Tatar, Kırgız, Tacik, Yakut, Özbek, Karakalpak vs adlarını taşıyan halklara (!) dönüştürüldüler.
Usulücedit hareketi sayesinde İsmail Bey, Türk kadınını, Türk milletinin Batı medeniyetine erişebilme mücadelesine sokmuş oluyordu. Nitekim, İsmail Bey’in fedakarca çalışmaları sonucu olarak Müslüman kadın, cemiyette, okul ve üniversitelerde görünmeye başlamış ve 1897 nüfus sayımı zamanında Rusya’nın Türk kadınları arasındaki okur yazar oranının, Rus kadınları arasındaki okur yazar oranını geçtiği anlaşılmıştır.
Milletin, terakkisi ve istikbali için her şeyden evvel fikir lazımdır.
Kadınlar hayatı anlayamayacak olurlarsa, çocuklarını hayata elverişli olarak yetiştiremezler.
Ne yapmalı? İşi nereden tutmalı? Sönmüş kalpleri nasıl alevlendirmeli? Basireti kapamış perdeleri nasıl atmalı? Gaflet sahrasında serpilip kalmış koca bir milleti ayağa nasıl kaldırmalı?
Bir Güneş ti beklenen Turan’ın ufuklarında.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Gaspıralı İsmail Bey’in Türklük için bu ilk atılışını şöyle anlatıyor: Çocukluğunda Türkler’e yardım için evinden kaçmış, Volga üzerinde bir sandala binerek İstanbul yollarına çıkmıştı. Küçücük genç ruhunun Türk’e yardım için bu atılışını bütün ömründe en son nefesine kadar devam etti. Türk tarihinin duvarında İsmail Gaspirinski’nin kurtarmaya giden bu genç şekli ebedi kalacaktır. Yarının Turan şairleri milli beyitlerinde bu yolculuğu övünerek hatırlayacaklar; ressamlarımız, mekteplerde okuyan çocuklanmız için, baba ocaklarında gözlerini açan yavrularımız için onun resmini yapacaklar, yarınki genç analar çocuklarına bu yolculuğun hikayesini ilahi kudsî sesleri ile anlatacaklardır.
Rus Çarları ve hükümetleri, Rusya Türkleri’ni sık sık tekrarladıkları topyekûn sürgü ve katliamlarla ortadan kaldıramayacaklarını anladıklarında, taktik değiştirerek Türkler’e karşı daha sinsi bir siyaset, takip etmeye başlamışlardı. Kısaca Parçala Yut şeklinde sembolize edilebilen bu siyaset neticesi, Türk Milletinden yüzlerce halk (!) türetildi. Türk milleti; Kazak, Azeri, Türkmen, Başkırt, Tatar, Kırgız, Tacik, Yakut, Özbek, Karakalpak vs adlarını taşıyan halklara (!) dönüştürüldüler. Çarlar ve hükümetleri bu kadarla da yetinmediler. Halk halk ayırdıkları Türk Milletinin boylarını; kendi mahalli lehçe ve edebiyatlarını işlemelerini ve geliştirmelerini önleyecek bütün tedbirleri aldılar. Mahalli dil ve edebiyatı geliştirmek (!) maksadı ile hareket ederek, en küçük Türk lehçelerine dahi vakıf olan hususi misyonerler yetiştirerek Türk diline; Rusça kelime ve dil kurallarım bunların yardımı ile sokmak istediler. Bu misyonerlerden en meşhuru muhakkak ki İlminski’dir. Aynı zamanda Kazan İlahiyat Fakültesi’nin müdürlük görevini de yapmış olan İlminski’nin; Rus maarifinin, Rusya Türkleri üzerinde takip edeceği kültür politikasının esaslarını ortaya koyuşu onun bu sahada geniş bilgi ve tecrübesiyle tam yetkili olduğunu gösterir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Türk lehçelerinden en işlenmişi ve zengini olan Kazan lehçesinden, mahalli edebiyatları olmadığının yanı sıra hiçbir edebi ürünü dahi bulunmayan Başkırt ve Kırgız lehçelerini ayırmak yolunda çok mücadele etmişlerdir. İlminski’nin ve diğer Rus misyonerlerinin propagandasına kapılanlar da olmuştur. Bunlardan bir Kazak milleti yaratmaya çalışan İbrahim Altunsarın {Ibıray Altınsarin: Kazak eğitimci, dilbilimci, yazar. Çağdaş Kazak edebiyatının kurucusu olarak tanınır. Yazılı Kazak Edebiyatının Kiril alfabesi ile yazılmış ilk örneklerini yazmıştır. Kazak Türkçesinin ilk edebi eseri olan “Qazaq Qrestomatyası onun eseridir. Yazdığı gramer kitabıyla da Kazak Türkçesine ait ilk gramer çalışmasını yapmıştır. Arap alfabesi ile yazılmış Kazakça eseri ve Rusça yazılmış eserleri de vardır. Rus klasiklerini Kazakça´ya çevirmiştir} Başkırt milleti yaratmaya çalışan Dr. Kulayef, v.s. hep İlminski’nin sinsi politikasında maşa olmaktan öteye gidememişlerdir. {Mstislav Qulayıf (Мстислав Александрович Кулаев) Mstislav Aleksandrovich Kulaev (Mukhametkhan Sakhipgareevich) (Başkurt Mөkhәmmәtkhan Sәhipgәrәy uly Shulaev, 1873-1958) – devlet adamı ve halk figürü, Başkurt ulusal hareketinin üyesi, Başkurt Hükümeti başkanı, Başkurt dili araştırmacısı, filolog ve doktor} İlminski ve diğer Rus misyonerlerinin yanı sıra maşa olarak kullandıkları Türkler’in de çalışmaları sonucu Bolşevik ihtilalinden sonra Başkırt Türkleri; hep bu propagandanın sonucu ayrılık çıkarmışlar, Kazan Türkleri ile birleşik bir cumhuriyet kurmaktan kaçınmışlardır.
İsmail Bey, Paris’te 1874 yılının sonlarına kadar kalmıştır. Paris’te iken yapmış olduğu Avrupa Medeniyeti ne ilişkin tetkiklerini Avrupa Medeniyetine Bir Nazar-ı Muvazene adlı eserinde görmekteyiz. 29 sahifelik bir hacimde olmasına rağmen anlam ve fikir yönünden son derece kıymeti haiz olan bu eser İstanbul’da basılmıştır. Gaspıralı İsmail Bey’in, o zamanlar Paris’te bulunan Genç OsmanlIlarla tanıştığına dair, elde kati malumat yoktur. 1874 yılında İstanbul’a gelen Gaspıralı İsmail Bey, Türkçe ve Rusça’dan başka Fransızca’yı da biliyordu. Bunun yanında Rusya’nın siyasal ve ekonomik durumu olduğu gibi Avrupa medeniyetinin de iç yüzüne vakıf olan İsmail Bey, İstanbul’da bir sene kadar, mütercim olarak devlet dairesinde vazife gören amcası Halil Efendi’nin yanında kaldı. Bu bir sene içinde subay veya memur olabilmek için başvurmadığı yer kalmadı. Bir aralık kendisine Harp okulunda Rusça öğretmenliği verecek oldularsa da sonradan bu vaat sürüncemede bırakıldı. Hatta devrin Sadrazamı Mahmut Nedim Paşa, İsmail Bey’in bu teklifini Rus sefiri İgnatief’ten danışma gafletini dahi göstermiştir. Böylece İsmail Bey’in bütün çırpınmaları sonuç vermedi. Bu arada İstanbul’da hemen hemen bütün devlet dairelerini dolaşan İsmail Bey, idare mekanizmasının bütün eksikliklerini, kusurlarını görmüş, Osmanlı haricî ve dahilî siyasetini yakından müşahede etmiştir. Memleketin sanayi ve ticaretinin kimlerin tekelinde bulunduğunu, Osmanlı devletinin kimler tarafından idare edildiğini görmüş, bu bilgi ve tecrübeleri ile 1875 yılının kışında Kırım’a dönmüştür. Gaspıralı İsmail Bey’in ilk muharrirliği İstanbul’da başlar. Moskova ve Petersburg’un bazı gazetelerine İstanbul’dan yazdığı Şarkkâri renklerle süslenen yarı hakiki, yarı hayali mektuplar o gazetelerde basılıp çıkar 1875 senesinden 1878 senesine kadar geçen üç yıl zarfında Gaspıralı İsmail Bey, muayyen bir işle meşgul olmadan, Türk kültür ve tarihini incelemiş, Rusya Türkleri’nin sosyal tabakaları arasına girerek milli hayata ilişkin tetkiklerde bulunmuştur. İsmail Bey, İlmî araştırma ve tetkiklerle geçen bu yıllardaki faaliyet ve gayelerini Gündoğdu hikayesinde açıklamıştır. 1877 yılında Dereköy’de evlenen İsmail Bey’in bu evliliği eşinin fikri seviyesinin kendisini anlayacak durumda olmaması yüzünden ömürlü olmamış; ancak, iki sene devam etmiştir. 1878 yılında Bahçesaray Belediye Reisliğine seçilen Gaspıralı İsmail Bey, iyi niyetle çalışmak istemişse de birçok teşebbüsleri diğer belediye idare üyeleri tarafından baltalanmıştır. İşbaşına gelirken programında olduğu üzere, şehir sokaklarına fener koydurmak, hastahane açmak, cahil Türkler için okuma yazma kursları açmak gibi tasarıları, belediye kasasından para eksilir düşüncesi ile diğer belediye idare üyeleri tarafından reddedilmiştir. Buna rağmen Gaspıralı İsmail Bey, tasarılarını her fırsatta gerçekleştirmekten de geri kalmamıştır. İsmail Bey; Türk okullarının onarımmı yapmak, öğretmenlerinin ücretlerini ödemek ve zeki fakir çocukların yüksek okullarda okumalarını sağlamak için Kırım’ın bütün şehir kasaba ve köylerinde Cemiyet-i Hayriye ler kurdurdu. Bunların gelirleri hamiyetli Türkler tarafından bağış yolu ile sağlandı. Gaspıralı İsmail Bey’in bu hayırlı teşebbüsü, Rusya Türkleri arasında ilk milli uyanışı doğurdu. Rusya’nın her tarafında kurulan Cemiyeti Hayriyeler ile Rusya Türkleri, birbirleri ile yardımlaşmanın faydalarını gördüler. Cemiyet-i Hayriyelerin vazifeleri arasında; sürgün edilen Türkler’e yiyecek, giyecek ve barınak yardımı, sürgünde ölen Türkler’i İslamiyet’in icaplarına göre defnetmek, milli gazete ve dergileri dağıtmak, Türk büyüklerini misafir etmek ve konferanslar tertip etmek gibi önemli işler de yer alıyordu. İsmail Bey, 1879 yılında bir gazete çıkarmak için Çar hükümetine bir istidada bulundu. Çar hükümeti bu müracaatı hiçbir sebep göstermeksizin geri çevirdi. Bu sonucu daha evvel tahmin etmiş olan İsmail Bey yılmadı ve 1881 yılında Şubat sonlarında Genç Molla adı altında ve daha sonra kitap olarak basılan Rusya Müslümanları adlı makalelerini Tavrida gazetesinde tefrika halinde bastırdı. {Tavrida Guberniyası, Rus İmparatorluğu’nun guberniyalarından biriydi. Guberniya, günümüz Ukrayna’nın güneyini ve Kırım Yarımadası’nı kapsamaktaydı. Guberniyanın merkezi Bahçesaray idi.} 1881 yılı, İsmail Bey’in en verimli çalışma yıllarından biri olmuştur. Gaspıralı İsmail Bey, bu sene içinde çeşitli isimler altında hemen her ay çıkan 12 adet risale yayınlamıştır. Tonguç, Kamer, Yıldız, Güneş, Mirat-ı Cedit, Şafak vs. adları altında yayınlanan bu risaleler, kapasiteleri itibariyle aylık dergilerden başka bir şey değildi. 12 adedi bulan bu risalelerden Tonguç /İlk Çocuk/ adlı ilki 8 Mayıs 1881 yılında yayımlanmış bulunuyordu. Bunlardan İkincisi; Şafak Tiflis’te, geriye kalanlar da anlaşılan Bahçesaray’da basılmıştır. Bu risalelerde bütün Türk-İslam dünyasının kültürel canlanma gerekliliğini öğütleyen Gaspıralı, bunları başlıca olarak Kırım dışında yaşayan Müslümanlar arasında dağıtmakta idi. Gaspıralı İsmail Bey, bu risalelerde umumi olarak, Dil meselesine çok önem vermiştir. Genel olarak bu risalelerde; Türk dilinin zenginliğine, yayılma istidadına, bu dile yabancı kelimeler karıştırmanın lüzumsuzluğuna ve zararlılığın, Türk lehçeleri arasındaki farkların azlığına, hasılı umumi bir Türk dilinin varlığına dair esaslara değinen İsmail Bey, bu risalelerin ilki olan Tonguç un önsözünde Türk dilinin işlenebilirle ve birleştirebilme yeteneğinden bahsetmektedir. 1882 yılında Gaspıralı İsmail Bey, Kazan’ın en belli başlı ailelerinden biri olan Akçura’lardan Zühre Hanım’la evlendi. Zühre Hanım, İsmail Bey’in ilk eşine nispetle çok kültürlü, fedakar ve merhametli oluşu gibi üstün meziyetlere sahiptir. Bu bakımdan İsmail Bey’in, başarılarında Zühre Hanım’ın payı büyük olmuştur. İsmail Bey’in Zühre Hanım’la evlenmesi hayatının en mesut bir vakası olmuştur. Bu evlenme ile meşhur Kazanlı Türkçü Yusuf Akçura, İsmail Bey’e akraba olarak yakınlaşmak fırsatını bulmuş, İsmail Bey’in yanında fikirlerini olgunlaştırmıştır.
Necip Hablemitoğlu bu eserinde bir döneme ışık tutan öncü şahsiyetlerden ‘Gaspıralı İsmail’i irdeleyerek önümüze bir ufuk açıyor. Eser bize ‘Tercüman’ gazetesinin ışığı. Usulü Cedit hareketinin öncüsü Gaspıralı İsmail’in hayranlık uyandıran mücadelesini öğrenerek kendi bilincimize sahip çıkmamız için bir kapı aralıyor. Kırım’dan başlayıp tüm bir Orta Asya’nın Türklük bilincinin ve ileri bir eğitimin oluşmasına hayatını koyan Gaspıralı İsmail’in, Çarlık Rusyası’nın Türk halkını eğitimsizliğe ve geriliğe sürükleyen politikalarına karşı koyusunun siyasi mücadelesi toplumsal bir bilincin de öyküsü aslında. Gaspıralı İsmail ile ortaya konulan fikirler bir dönemin kırılmasını da yansıtması açısından tarihe ışık tutuyor. Yayınevimiz Çarlık Rusyası’nda Türk faktörüne yönelik oluşturulan baskıcı dönemde Türk bilincini ve beraberliğini hayatı pahasına savunan insanların hayat mücadeleleri ve siyasi duruşlarıyla oluşturulan birikimin Milli Kurtuluş Savaşımıza kadar etkisini sürdüren ilişkilerini irdeleyebilmek ve sağlıklı fikirler ortaya koyabilmek adına bir çalışma ortaya koymaktadır. Türkiye aydınlanma ve ulusallaşma hareketinde önemli bir yeri olan Genç Osmanlılar hareketiyle paralellik göstermesi bakımından bizim kendi tarihimize de ciddi katkıları olabilecek bir belge niteliğinde olan bu eseri araştırmacılara sunmayı görev bildik. Necip Hablemitoğlu’nun ‘Gaspıralı İsmail’ eseri ile başlayan bu düşünce anaforu tarihimizin kırılma noktalarını ortaya koyarak devam edecektir.
DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK
Hayatının sonlarına doğru ifadesine imkan bulduğu dilde fikirde işte birlik düsturu bütün Türkçülük cereyanının, dil, edebiyat, sosyoloji, hatta siyaset sahalarında şimdiye kadar bulabildiği esasların hemen hepsini içine almaktadır. Bu şiarda dünya yüzüne yayılmış bütün Türkler’in aynı edebi bir dil ile konuşan, aynı siyasi gayeyi taşıyan, aynı teşekküller tarafından hedefe doğru götürülen, aynı metod ve taktiklerle çalışan bir camia halinde tasavvur olunduğu manası saklıdır. Tercüman ın başında bulunan bu ulvi ibare ile bütün Türk dünyasını açıkça birleşmeye çağırıyor, birleşmeye giden yolları aydınlatıyordu. 1917 senesine kadar devam eden Tercüman bütün Türk dünyasına dilde, fikirde, işte birlik düsturunu saçmış, ilk defa şuurlu bir hareket baş göstermiştir. Dikkat edilirse 1905’den sonra bir düstur, bir şiar halinde ifade edebildiği bu üç büyük esasın unsurlarını telkin ve tatbike, İsmail Bey, 20-25 yıldan beri ısrar ve takip ile çalışıp duruyordu. İsmail Bey, dilde, fikirde, işte birlik şiarı ile sembolize etmiş olduğu Türk Birliği ülküsünün bir an evvel gerçekleşmesi uğrunda yaptığı mücadelelerde bazen ırkdaşlarının muhalefeti ile karşılaşmıştı. Büyük Türkçü hikayecimiz Ömer Seyfettin, Büyük Türklüğü parçalayan kimlerdir başlıklı tahlil yazısında şöyle diyor: Dilde, fikirde, işte birlik şiarıyla bütün Türk milletinin birleşmesine çalışan İsmail Gaspiralı Efendi de vaktiyle TURANda anlaşılamamıştı şimal Türkleri Nur gazetesi ile Biz Tatarız! diye bu büyük adama itiraz ediyorlar, onun milli hakikatini idrak edemiyorlardı. Zaman geçti. Hakikat ilerledi. Bu hakikati tutmak isteyen kırıldı. Bu şiar, kısa zamanda Rusya Türkleri tarafından benimsendi, gönüllere, kafalara, ülkülere yerleşti. Birbirinden habersiz yaşayan Türkler’i uyandırdı. Gönüller, kafalar, gözler tek bir güneşe, TURAN ülküsüne döndü. Hatta Doğu Türkistanlı Türkler bile asırlarca süren sükûttan sonra harekete geçtiler. Kırımlı devlet adamı ve Büyük Türkçü Cafer Seydahmet Kırımer bu konuda şöyle demektedir: Türk tarihinin en vâsıf bir kudreti de harekettir İsmail Bey merhumuna da bütün hayatı her tarafa giderek milli emellerini canlandırmağa uğraşmakla geçti Bugün bütün dünya Türkleri bile, artık yeşil değil gök bayrağı yükseltiyorlar ve Dilde, fikirde, işte birlik düsturu ile Türk milliyetçiliğine sarılıyorlar.. ve hatta Tercüman’ın Dilde, fikirde işte birlik düsturu ilk gazeteleri olan Şarkî Türkistan Hayatinin da başına yazılarak uzaklardan Türk âlemini ve İsmail Bey’in mübarek ruhunu ümitle, sevgi ile selâmlıyorlar. Gaspıralı İsmail Bey, Türk Milletinin boylarını birbirine bağlayan en önemli unsurun; DİL olduğu görüşündeydi. Türk dünyasında konuşulan büyük, küçük birçok lehçelerden öyle bir ortak lehçe seçilmeliydi ki, Tuna boylarında yaşayan bir Türk’le, Doğu Türkistanlı bir Türk rahatlıkla konuşup anlaşabilmeliydi. Bazı Türk lehçeleri vardı ki, (Yakutça ve Çuvaşça) gibi bunlar müstakil bir dile gitmekteydi. Aynı şekilde DİL BÜTÜNLÜĞÜ parçalanan milletlerin de akıbeti parçalanmak ve yok olmaktı. Bu gerçeği gören Gaspıralı İsmail Bey, Türk lehçeleri arasında yaratılmaya çalışılan uçurumu kapatmak gayesi ile bütün faaliyet hayatının en önemli kısmını Dilde Birlik idesinin tahakkukuna hasretmiştir. İsmail Bey, bütün Türkler için umumi bir edebi dil lüzumunu herkesten evvel anlamış ve ileri sürmüş bir mütefekkirdir. Yazıcılık hayatının ta başından sonuna kadar bütün Türkler için umumi bir edebi dil gerektiği fikrini neşretmeye çalışmıştır. Umumi Türk dili meselesini ilk olarak Tongua risalesinde ortaya koyan İsmail Bey, bundan sonra her tarafta anlaşılabilecek bir Türk dili ile yazar; yani lisan ve edebiyat sahasında fiilen bütün Türkçülüğe başlar. Ve son nefesini verinceye kadar bu meselenin halli için çalışır. Ömer Seyfettin şöyle diyor: Türkler’in lisanca birleşmesi bütün Turan’ın birleşmesi demektir. Kırım’ın büyük evlâdı İsmail Bey, son nefesine kadar bu yüksek ülküyü hakikat haline getirmeye çalıştı. Hatta biz Osmanlı Türkleri’ni bile uyandırmaya uğraşıyordu. Gaspıralı İsmail Bey’in Umumi Türk Dili meselesi üzerine görüşlerini ortaya koyan Prof. Fahri Z. Fındıkoğlu şöyle diyor: Eğer 1917 fırtınası eski Rusya’yı silip götürmeseydi, İsmail Bey; Türk Dünyasında Tek Dil daha doğrusu, Türk Dünyasında Tek Lehçe Türkçe , tıpkı çeşitli Alman lehçelerinin fevkinde Yüksek Almanca Hocheleutsch , muhtelif Fransız diyalekleri dışında; Paris Fransızcası nın ve emsali yüksek kültür dillerinin teşekkülüne benzer bir Yüksek Türkçe ideali daha çok gerçekleşecekti. İsmail Bey sonuçtan ümitliydi. Çünkü Türk lehçeleri henüz işlenmemiş, edebi bir şekil almamıştı. Ayrıca birçok gazeteci ve yazar da bu konuda kendisini desteklemekteydi. Onun edebi lisan veya Umumî Türk Dili tabiri ile ifade ettiği dil, çok sadeleştirilmiş İstanbul Türkçesi’nden başka bir şey değildir.
XIX. yy. ikinci yarısında çarlar ve hükümetleri, eritme/ asimilasyon politikasını geçmişteki bazı başarılarına dayanarak, hedefe daha çabuk ulaşmak yolunda inatla ve daha sıkı bir programla devam ettirme zaruretini duymuşlardır. Bunun sonucu olarak 1864 yılında faaliyete geçen Rus Öğretmen Okulları ve Kazan İlahiyat Fakültesi kapılarını Türk çocuklarına açtı. Rus maarifi tamamen art niyetli bu okullara her türlü imkan ve tahsisatı sağlamış, mahalli Türk okullarına daha evvelden yapışmakta olan gayet az bir yardımı da tamamen keserek bu okulların imkansızlıklardan kapanmaları için ellerinden gelen bütün yolları denemişlerdir. Rus maarifinin maksadı ortadaydı; Rusya, Türkler’i, çocuklarını ya hiçbir geliri ve eğiticiliği bulunmayan mahalli eski okullara zeka ve kabiliyetlerini körletmek pahasına da olsa gönderecekler, ya da Rus terbiyesi alarak Ruslaşmalarını temin etmek için her türlü imkanlara sahip Rus okullarını tercih edeceklerdi. Rus misyonerleri neticeden ümitliydiler, Türk çocukları açmış oldukları okullara koşacaklar, kısa bir zamanda Rus kültürüne tamamiyle vakıf olarak Rus terbiyesini alacaklar, mezun oldukları andan itibaren memleketlerindeki okullarda Türk çocuklarının körpe dimağlarına Rus sempatizanlığı ve Rus kültürünü aşılayacaklardı. Böylece onların talebeleri de Rus okullarına koşacaklar, kısa bir zaman içinde Rusya Türkleri milli benliklerini kaybederek Ruslaşacaklardı. Rus maarifinin ve misyonerlerin bütün faaliyet ve ümitleri kısa bir zaman içinde Rusya Türkleri tarafından akamete uğratıldı. Rusya Türkleri; çocuklarım, Türk okullarında Rus kültür ve terbiyesini veren hoca olarak görmektense; cehaleti ve sefaleti perçinlemekten başka elinden bir şey gelmeyen hoca olmalarını tercih ederek medreselere gönderdiler. Rusya Türkleri’nin bu kararlı tutumu; her türlü yokluk ve sefalete rağmen milli benliklerini her şeyden üstün tuttuklarına dair önemli bir belgedir. Rusya Türkleri arasında bu direnişin sonucu olarak görülen ortak özellik, cehalet, gerilik, sefalet, aşırı taassup ve sefalet idi. Gerçi bu durumun Rusya Türkleri’nin kaderi üzerinde az da olsa bir faydası olmadığı inkâr edilemez. Rusya Türkleri arasında oldukça önemli bir yer tutan softalar, her yeniliğe olduğu gibi, bazı Rus reformlarına da karşı çıkmışlar, tamamen art niyetli olan bu gibi Rus teşebbüslerini kısmen de olsa akamete uğratmaya muvaffak olmuşlardır. Biraz da bu durumun tesiri ile Rusya Türkleri, erimekten, Ruslaşmaktan kurtulmuşlardır. Her şeye rağmen Rusya Türkleri’nin, bugünkü mevcudiyetlerini, bu dar görüşlü softalara değil, hayatlarının sonuna kadar Rusya Türkleri’nin kurtuluşu için mücadele eden sayılı birkaç Türkçü evladına borçlu olduğunu unutmamak gerekir. Bilhassa XIX. yy.ın ikinci yarısında Rusya’da Türk Milli- Kurtuluş ve Türk Kültür hareketlerinin en önemli liderleri, Şeyh Bahaeddin İşan, Kazanlı Bahaeddin Mercanî, Hüseyin Feyzhanî, Abdülkayyum Nasırî, Hasan Bey Zerdabî gibi aydın Türkler’di. Bunlardan Bahaeddin îşan, Rusya Türkleri arasında pek çok taraftar ve müridi olan Veysi Tarikatının şeyhi idi. O sıralarda Veysi ve Nakşibendi tarikatlarının ana hedef ve prensibi; Rusya Türkleri’ne dinle birlikte Milliyetçilik aşılamak ve kafir Rus’un boyunduruğundan kurtulmak idi. işte Bahaeddin İşan bu kutsal davanın öncülerindendi ve Ruslar tarafından deli denilerek zindanda şehit edilmiştir. Bu sıralarda Rusya’daki Türk basını ise hemen hemen yok denecek kadar zayıf bir durumdaydı. Sadece Ekinci , Keşkül , Ziya , gibi birkaç gazete ve dergi kör topal çıkmaya çalışıyordu. Çok mutedil ve ihtiyatlı oluşları ile dikkati çeken bu gazete ve dergiler, faaliyetleri ve ihtiva ettikleri yazılar itibariyle Rusya Türkleri’nin sesi olabilmekten çok uzakta kalıyorlardı. Bir yandan sefalet ve gerilik, diğer yandan maarifsizlik ve matbuatsızlık, topyekûn sürgün ve katliamlar; Osmanlı toprakları ile komşu olan Rusya’nın Türk bölgelerinden ak toprağa göçlere sebep olmuştur. XIX. yy.ın ikinci yarısında, Kırım’dan, Kafkasya’dan, Azerbaycan’dan göç eden Türkler’in sayısının milyonları bulmasına, göç ederken yollarda canlarını kaybeden Türkler’in sayısının yüzbinleri geçmesine rağmen, daha yüzbinlerce Türk hâlâ göçe hazırlanıyordu. İşte XIX.yüzyılın ikinci yarısında gözler önüne serilen belgeleri ile sabit bir tablo: Sibirya’nın uçsuz bucaksız buzlu çöllerinde kökleri ile sökülen bir ağaç gibi terk edilmiş, ölüme mahkûm yüzbinlerce Türk Sibirya’nın uçsuz bucaksız buzlu çöllerinde yaşlı gözleri ile anasını, babasını arayan, aç, susuz, yarı donmuş çocuklar; ailesini arayan bedbaht analar, babalar, gözlerinde vatan hasretinin sembolü olan donmuş gözyaşı damlacığı ile son nefesini veren ihtiyarlar; üst üste istif edilmiş donmuş cesetler; gözyaşları ile çözülen buzlar; sadece feryatların, iniltilerin, hıçkırıkların ebedi destanının yazıldığı o menhus diyarlar; Karadeniz’in azgın dalgaları arasında dağılan çürük teknelerde boğulan onbinlerce göçmen; namusları uğruna genç canlarına kıyan kızlar; kurşuna dizilen, zindanlarda çürüyen Türkler, ölüm, açlık, soğuk, sefalet, gerilik, gözyaşı, kan, ıztırap; şanlı bir ırkın evlatlarının yürekler acısı yaşantısı Mahvedilmek, ortadan kaldırılmak istenen bir milletin ızdırabı.. Türk olmanın cezasını çeken YASLI, YARALI, ESİR TÜRKLER’in hazin hayat hikayesi. .. Bir GÜNEŞ bekleyen masum insanlar Güneş Bir Güneş ti beklenen TURAN’ın ufuklarında. 1851 yılında bu güneş küçük Kırım’ın mütevazı bir Türk köyünde doğdu. O güneşe İsmail adını Gaspıralı lâkabını verdiler. XIX. yüzyılın ikinci yarısında, çok geniş bir sahaya yayılmış olup, uzun bir zamandan beri Birlik kuramamış olarak birbirinden habersiz yaşayan Türk milletini boyculuk zihniyetinden; BÜTÜN TÜRKLÜK kavramına yükselten büyük Türk fikir ve aksiyon adamı, 1851 yılında Bahçesaray şehrine yakın bir mesafede olan Avcıköy’de doğdu. Babası Mustafa Ağa, Gaspıra köyünden olduğu için Gaspıralı anlamına gelen Gaspirinski lâkabını aldı. Gaspıralı İsmail Bey, henüz üç yaşında iken Sivastopol harbinin başlaması üzerine Mustafa Ağa, ailesini Bahçesaray’a yerleştirdi. Gaspıralı İsmail Bey, kendisi için pek büyük mana ifade eden bu şehirde on yaşına kadar kaldı. İlk alfabeyi bu şehirde Hacı İsmail Efendi’den öğrenmiş, çok sevdiği dadısından milli hikaye ve masalları yine bu şehirde dinlemiştir. Temiz sokakları, hansarayları, sıcakkanlı müşfik insanları ve tabii güzellikleri ile Bahçesaray, Gaspıralı İsmail Bey’in körpe dimağına öylesine nüfuz etmişti ki, son nefesini verinceye kadar Bahçesaray’dan tamamen uzaklaşmayı düşünmemişti bile. On yaşında iken Akmescit Jimnazına giren Gaspıralı İsmail Bey, iki yıl burada okuduktan sora Varonej şehrindeki askerî okula, oradan da nakil yolu ile Moskova Askerî Lisesi’ne girmiştir. [Voronej, Rusya’nın Merkez Rusya Federal Bölgesi’nde Don Nehri’nin kollarından Voronej Nehri’nin kenarında bulunan şehir. Voronej Oblastı’nın merkezidir. Şehrin nüfusu 2014 yıl itibarıyla 1.014.610’dir.] Gaspıralı İsmail Bey’in genç ruhunda ilk isyan fırtınası Moskova’da iken kopmuştur. O sıralarda Moskova, Panslavist cereyanların merkezi durumunda bulunuyordu. Türklük aleyhine düzenlenen bütün komplolar, bu şehirde planlanıyor ve icra edilmesi için Petersburg’a gönderiliyordu. Çar II. Aleksandr, Rusya’yı Panslavistler’in arzularına göre idare etmekteydi. Her yerde olduğu gibi Moskova’da da hor görülen Türkler’in aleyhinde söylenen sözler, Gaspıralı İsmail Bey’in milli gururunu incitiyor, Milliyetçilik duygusunu kamçılıyordu. Yusuf Akçura; Gaspıralı İsmail Bey, ilk milli hissi, milli şuuru Moskova’da iken duymuştur. demektedir. Moskova’nın bu havası, talebe olarak bulunan Türkler’in birbirlerine olan yakınlaşmalarını sağlamıştır. Gaspıralı İsmail Bey de bu arada aslen Kırım Türkleri’nden olup Litvanya’da yaşayan Mustafa Mirza Davudoviç ile candan dost ve arkadaş olmuştur. {Kırımlı olup Litvanya’da yaşayan Mustafa Mirza Davidoviç ile İsmail Bey Gaspıralı can dostuydu. Litvanya Tatar sülalesinden gelen Davidoviç Moskova’da okul bitirdikten sonra 1867 yılında Kırım’a yerleşti. Gaspıralı İsmail Bey’in ruhunda kopan bu ilk isyan fırtınası; pazar günlerini aralarında geçirdiği Moskovskiye vedomosti (Московские ведомости) gazetesinin şoven muharriri Prof. Mihail İvan Katkof’un ailesinden duydukları ile Türk ırkçılığına dönüşmüştür. Bütün bunlar İsmail Bey’e onda her şeyden önce kendi Türk milliyetçilik hissini uyandıran Rus kültürünü ve Rus aydınlarının ideolojik akımlarını tanımak için fırsat vermişti. Gaspıralı İsmail Bey’in genç ruhunda Türklük gurur ve şuurunun ilk uyanışı, onun gençlik heyecanı ile birleşerek henüz 16 yaşında iken Türklük uğruna ölüme atılacak dereceye gelmesini sağlamıştır. Gaspıralı İsmail Bey, 6. sınıfa geçtiğinde Mihail İvan Katkof’un, Girit’te Rum isyanı münasebetiyle Türkler aleyhine yazmış olduğu heyecanlı makaleler, İsmail Bey ve arkadaşı Mustafa Mirza Davudoviç’i öylesine coşturmuştu ki, öylesine galeyana getirmişti ki, tatilde ailelerinin yanına döneceklerine Girit’te katliama uğrayan Türkler’e yardıma gitmeye karar verdiler. Yola çıkan iki arkadaş, Volga ve Don nehirleri üzerinden 45 gün kürek çekerek Kırım’a ulaşmışlar, buradan da Odesa’ya geçmişlerdir. Odesa’da pasaportsuz olarak gizlice bindikleri Türkiye’ye giden bir gemide yakalanmışlar, ailelerine teslim edilmişlerdir. Hamdullah Suphi Tanrıöver, Gaspıralı İsmail Bey’in Türklük için bu ilk atılışını şöyle anlatıyor: Çocukluğunda Türkler’e yardım için evinden kaçmış, Volga üzerinde bir sandala binerek İstanbul yollarına çıkmıştı. Küçücük genç ruhunun Türk’e yardım için bu atılışını bütün ömründe en son nefesine kadar devam etti. Türk tarihinin duvarında İsmail Gaspirinski’nin kurtarmaya giden bu genç şekli ebedi kalacaktır. Yarının Turan şairleri milli beyitlerinde bu yolculuğu övünerek hatırlayacaklar; ressamlarımız, mekteplerde okuyan çocuklanmız için, baba ocaklarında gözlerini açan yavrularımız için onun resmini yapacaklar, yarınki genç analar çocuklarına bu yolculuğun hikayesini ilahi kudsî sesleri ile anlatacaklardır. Gaspıralı İsmail Bey’in bu gençlik çağları; Türklük uğruna yaptığı saf heyecan ve taşkınlıkları ile doludur. İsmail Bey’in gençlik devresinde tamamen hissiyatı ile yaptığı hareketler, ona genç yaşta, Rusya gibi koyu bir istibdadın hüküm sürdüğü bir ülkede Tercüman gibi bir gazetenin 35 yıl gibi uzun bir süre yaşaması için gerekli tecrübeyi ve ihtiyatı kazandırmıştır. Gaspıralı İsmail Bey’in genç ruhunda, ezilen Rusya Türkleri’ne yardım etme arzusu ağır basınca Moskova’ya tahsilini tamamlamak için gitmekten vazgeçmiş, sevdiği insanlar arasında bulunarak onlara hizmet etmeyi tercih etmiştir. 17 yaşında iken Mengli Giray Han’ın yaptırmış olduğu eski Zincirli Medresesi’ne Rusça öğretmeni olarak giren İsmail Bey, bir yıl sonra maaşı artırılarak Yalta’nın Dereköy okuluna tayin olunmuştur. Gaspıralı İsmail Bey, 1871 senesine kadar süren öğretmenlik hayatında talebelerine Rusça’dan ziyade Türkçe öğretmek için gayret sarf etmiştir. 1871 senesinde İsmail Bey’in tekrar İstanbul’a gitmek ve orada Türk subayı veya memuru olmak hevesi kabarır. Zaten akrabalarından biri İstanbul’da memurdur. İsmail Bey, İstanbul’da iyi bir memur olabilmek için Fransızca’ya vakıf olmak lüzumuna kanidir. Buna göre İstanbul’a Paris yolu ile gitmeyi yani Paris’te bir müddet kalıp Fransızca’yı adamakıllı öğrendikten sonra İstanbul’a gelmeyi kararlaştırır.7 Yanında az bir para olduğu halde Viyana, Münih, Stuttgart üzerinden acele bir seyirle Paris’e geçmiştir. Doğudan gelen bir yabancı için değil, yerliler için bile gayet çetin ve karışık olan Paris hayatında, henüz 21-22 yaşında bulunan İsmail Bey, yapayalnız, sırf kendi kuvveti ile iki sene geçinebilmiştir. Gaspıralı İsmail Bey, bu arada hem hayatını kazanabilmek, hem de Fransızca’sını ilerletmek gayesi ile Paris’te yaşayan meşhur Rus edibi İvan Turgenyev’in yanında sekreterlik ve bir ilan şirketinde tercümanlık yapmıştır. İsmail Bey’in Paris’ten en büyük istifadesi, Batı hayat medeniyetini olduğu gibi güzellik ve çirkinlikleri ile, iyilik ve kötülükleri ile öğrenmek ve bu hayatın binbir türlü mania ve müşkülatı ile cenkleşe cenkleşe yaşamak oldu.
Gaspıralı İsmail Bey’den evvel Rusya’da ilk milli uyanma hareketlerini başlatmaya çalışan Hüseyin Feyzhani, Hasan Zerdabî, Kazanlı Mercanî, Abdülkayyum Nasırı, Bahaeddin İşan gibi aydın Türk reformcuları olmuşsa da Kırımlı İsmail Gaspıralı bütün reform fikirlerini terkip ederek ve yayarak hepsinden üstün hizmet etmiştir. Bu reform fikirlerinin başında muhakkak Türk milliyetçiliği gelmektedir. İsmail Bey’den evvel bütün Türklük gayesini bir sistem halinde fiilen tatbike nazariyatça tanzime çalışan hiçbir kimse olmadığını tekrar etmekle beraber, bu gayeyi, ara sıra uzaktan görür gibi olanların varlığına kail oldum ki onlar da; yukarda ismi geçen Vefik Paşa, Şeyh Süleyman Efendi, Mustafa Celâleddin Paşa gibi batı Türklüğü içinde çalışmış bazı zatlardır. Fakat bunların hiçbirisi, Kırımlı İsmail Bey gibi bu fikri açık, sebat ve ısrarla teoride takıp fiiliyatta tatbike çalışmış değillerdir. Bu bakımdan Türk Birliği ülküsünün ilk teorisyenliği fiiliyatçılığı ve önderliği meşhur Türk-İslam hars (kültür) hadım İsmail Bey Gaspıralı’ya ait olmuştur. Meşhur Kazanlı Türkçü Yusuf Akçura: İsmail Bey Gaspıralı’yı ben bütün Türklük harekatının merkezi siması saymak doğru olduğuna kaniim demektedir. Gaspıralı İsmail Bey’in Türkiye’de mevcut Tercüman koleksiyonları tetkik edilirse 1905 inkılabından sora bu gazetenin ihtiva ettiği yazıların ifade itibarı ile daha pervasızca bir hal olduğu göze çarpar. İsmail Bey, büyük Türk milletinin Hasan Bey Zerdabî’nin tabiri ile yenilmiş, kahrolmuş ve yok olmuş olmaması için bulduğu çarelerin özetini bir düstur halinde Tercüman ın başına ilave etti.
TÜRKLÜĞÜN GASPIRALI İSMAİL BEY’İ TAKDİRİ

Kırım, İdil-Ural, Türkistan, Türkiye, bütün Türk Dünyası kan ağlıyordu. TURAN’da bir Güneş sönmüştü. Geride; o Güneşte kalpleri, fikirleri aydınlanan, o Güneş i gönüllerinde muhafaza eden, o Güneşin ululuğu ve muhteşem parlaklığı karşısında gözleri kamaşan, hürmetle eğilen, UYANAN bu TÜRK DÜNYASI kalmıştı. Gaspırali İsmail Bey’in hayatını bir cümlede ifade etmek gerekirse: O, Türk olarak doğdu. Türklük için çalıştı ve mutlu olarak öldü diyebiliriz. Kadirşinas Türk Milleti; hayatını Türklük ülküsüne vakfetmiş olan bu değerli evladına karşı asla lakayt kalmamış, tarihinde ve gönlünde gereken yeri vermesini bilmiştir. İsmail Bey, tarihte başarılarını gözleri ile görüp mükafatlarını alarak, mutlu olarak ebedileşen ender insanlardan birisidir. Kendi durumunu şu sözlerle ifade eden İsmail Bey merhum: Ben, büyük değilim, fakat bahtiyarım.. Benim bahtiyarlığım pek sevdiğim millete ve Müslüman kardeşlerime hizmet etmekliğimdir Milletimin doğru sözü kabul ve icradaki istidadı fevkâladesi beni pek bahtiyar ediyor. demişti İsmail Bey bahtiyardı Çünkü, milli benliklerini unutan milletlerin çökmeye, başkalarının kulluğuna düşmeye ve eriyip gitmeye mahkum olduklarını o, herkesten iyi anlayarak, bütün hayatını Türklüğün kendisini bulmasını temin edecek esasları hazırlamaya vakfetti Türklüğün her gün milli, medeni yükselmesine şahit oldu.. Türk birliğine inanan ve çalışanların arttığını gördü.. Gerçekten de İsmail Bey merhum, mücadele hayatının ortalarına doğru Türk-İslam dünyasında yaptığı gezilerde pek coşkun bir sevgiyle karşılanmış, ileri gelenlerin iltifatlarına mazhar olmuştur. İsmail Bey merhumun Türk Dünyasındaki yerini daha iyi anlayabilmek için Tercüman ın 25. yayın yılı münasebeti ile yapılan merasim programını incelemek gerekir. 2 Mayıs 1908 de Tercüman 25. neşir yılına giriyordu. O gün, Tercüman gazetesinde yapılan merasim hakikaten milli bir bayram şeklini almıştı. Tercüman idaresine binlerce kutlama telgrafı gelmiş, Rusya’nın Türkler’le meskûn bölgelerinden, Gaspıralı İsmail Bey’e adeta yağmur gibi hediye yağdırılmış, heyetler gönderilmişti. Düzenlenen merasimde Yusuf Akçura ve bazı konuşmacılar İsmail Bey’den övgü ile bahsetmişlerdir. Gönderilen binlerce hediyeden en derin anlam taşıyanı Orenburg’lu Sıddık Hakberdin’e aittir. Bu zat, Gaspıralı İsmail Bey’e bir platin yüzükle birlikte manalı bir mektup göndermiştir. Sıddık Hakberdin, İsmail Bey’in yüksek vasıflarını platine benzettiğinden bu yüzüğü, bu madenden yaptırmaya karar verdiğini kaydetmekte ve şöyle devam etmektedir: Platin hararete en çok mukavemet eden bir maden olduğu gibi İsmail Beyefendi de Pobedonotsof, İlminski, Ostrovemof, Alekterof ve tevabilerinin cehennemlerinde yanıp eriyip gitmedi. Bu, kendisinin, insanların platini olarak yaratıldığını gösterir. İnsanlar platinin kadrükıymetini geç bildi. İsmail Bey’in de kadrükıymeti birkaç bin Usûl-ü Cedit mektebinin kurulmasından sonra anlaşıldı ve ehlinsaf önünde kadri anlaşılarak kendisinin ak altın olduğu tasdik edildi. Tercüman ın 50. yıldönümünü Türklük; Gaspiralı’sız fakat 25 yıl öncesi gibi aynı şevk ve heyecanla kutladı. İstanbul’da, Köstence’de, Varşova’da, Budapeşte’de, Berlinde konferanslar tertiplendi.Milyonlarca Türk, Türklüğün ebedi önderi Büyük Gaspıralı İsmail Bey’i rahmet ve minnetle andılar. Bundan elli sene evvel bütün hayatını Türk ve İslam Dünyasının siyasi ve sosyal meselelerine vakfederek, otuzbeş sene bu uğurda azimle, basiretle çalışmış olan Gaspıralı, yalnız Türk Aleminin değil, bütün İslam Dünyasının yetiştirdiği ender şahsiyetlerden birisidir. Bundan dolayı diyebiliriz ki Gaspıralı İsmail Bey faaliyetlerine devam etmeseydi, 1917 İhtilali’nden sonra ve II. Dünya Savaşı’nda; Kırım, Kafkasya, İdil- Ural, Türkistan ve Azerbaycan Türkleri’nin milli-kurtuluş hareketlerinin başlayacağı tasavvur dahi olunamazdı.Fikrimizce Türk Dünyasında, Türk davasını Gaspıralı kadar şumûllü ve etraflı olarak kavrayan ve bununla beraber milletinin siyasi mukadderatına dair fikirlerini azami ihtiyata riayetle içerisinde saklayabilen ikinci bir şahsiyet yoktur. Bütün ırkdaşlarının sevgi ve saygılarına mazhar olan Gaspıralı faaliyetinin ve hakkıyla kazandığı şöhretinin en yüksek noktasma ulaştığı bir zamanda hayata gözlerini kapamıştır. Çok milyonluk Türk-Müslüman Dünyasının kültürel-milli Rönesans devrini yaratan ve kendinde tecessüm ettiren ve bu gerçekten büyük insan, Cafer Seydahmet Kırımer’in de kaydettiği gibi, kendini hiçbir zaman böyle kabul etmiyor ve kendi kendini sadece Mutlu İsmail diye adlandırıyordu. Ve gerçekten de tarihin nadir bildiği büyük mutlu insanlardan biri olmak üzere Gaspıralı’nın hatırası, bütün dünya Türk ve Müslümanlarının kalbinde ebediyyen yaşayacaktır. Onun fikirlerini, emellerini baltalamak, öldürmek artık mümkün değildir Çünkü onlar milletin kanına, ruhuna, hayatına girmiştir. Türk-Tatar milleti bugün bunlarla nefes alıyor, bunlarla ruh ve hayat buluyor. Onun gönlünden ve aydın kafasından haykırışları bütün Türklüğü uyandırdı, kendine getirdi ve birleşme yoluna soktu. Derin övgülerle ona borçluyuz hepimiz. Onun Türkçülüğü, kendi zamanında olduğu gibi ölümünden sonra da yaşıyor ve ebediyyen yaşayacaktır. Biz Türkler ‘dilde, fikirde, işte’ birleştiğimiz zaman, Büyük İsmail Bey’in ruhu kimbilir ne kadar şâd olacaktır. Yarınki Türk nesillerini kendine çağıracak pek mübarek bir meshet daha var ki, Kırım yalılarında Türk âleminin ayak seslerini dinleyerek yatıyor. Bütün ömründe Türk’ü kurtarmak için yürüyen kahramana, Kırım’ın şimdi her zamandan daha sevgili olan topraklarındaki milli kahramanımıza yarın fakir iken zengin, zayıf iken güçlü, bedbaht iken kutlu olacak Türk nesilleri Türk bayrağını götürüp lahdine serecekler ve onun ve başının üstünde Türk dehasının yaratacağı yeni bir tac-mahal yükseltecektir. Çarlık Rusyası Gaspıralı’yı yıkamamıştı. Bolşevizm tufanı da onun, milletinin kalbinde bıraktığı büyük hürmet ve minnet izini silemeyecektir. Yarınki nesiller herhalde bütün Türk kabilelerinin hür ocaklarında; mukaddes milli yolda yılmamış, satılmamış, dönmemiş olan Gaspıralı’ya layık müesseseler açacak ve heykeller dikeceklerdir. Gaspıralı İsmail Bey, yetiştirdiği talebeleri ile, fikirlerine inanan genç nesiller ile bir Türk Ülkü Ordusu kurdu. Yarın bu ordu, bütün Türk dünyasına yayılcak ve Gaspıralı İsmail Bey’i: TURAN HÜRRİYET GÜNEŞİ namı ile Türk Birliği ve Cihan Hakimiyeti Ülküsü Tarihi nin başına; şerefle, iftiharla ve kanları ile yazacaklardır.

Kırım’ın şimdi her zamandan daha sevgili olan topraklarındaki milli kahramanımıza yarın fakir iken zengin, zayıf iken güçlü, bedbaht iken kutlu olacak Türk nesilleri Türk bayrağını götürüp lahdine serecekler ve onun ve başının üstünde Türk dehasının yaratacağı yeni bir tac-mahal yükseltecektir.
Biz Türkler ‘dilde, fikirde, işte’ birleştiğimiz zaman, Büyük İsmail Bey’in ruhu kimbilir ne kadar şâd olacaktır.
Gaspıralı’nın hatırası, bütün dünya Türk ve Müslümanlarının
kalbinde ebediyyen yaşayacaktır.
Türk Dünyasında, Türk davasını Gaspıralı kadar şumûllü ve etraflı olarak kavrayan ve bununla beraber milletinin siyasi mukadderatına dair fikirlerini azami ihtiyata riayetle içerisinde saklayabilen ikinci bir şahsiyet yoktur.
Gönderilen binlerce hediyeden en derin anlam taşıyanı Orenburg’lu Sıddık Hakberdin’e aittir. Bu zat, Gaspıralı İsmail Bey’e bir platin yüzükle birlikte manalı bir mektup göndermiştir. Sıddık Hakberdin, İsmail Bey’in yüksek vasıflarını platine benzettiğinden bu yüzüğü, bu madenden yaptırmaya karar verdiğini kaydetmekte ve şöyle devam etmektedir: Platin hararete en çok mukavemet eden bir maden olduğu gibi İsmail Beyefendi de Pobedonotsof, İlminski, Ostrovemof, Alekterof ve tevabilerinin cehennemlerinde yanıp eriyip gitmedi. Bu, kendisinin, insanların platini olarak yaratıldığını gösterir.
.Fakat bahtiyarım.. Benim bahtiyarlığım pek sevdiğim millete ve Müslüman kardeşlerime hizmet etmekliğimdir
Gaspralı İsmail Bey’in, hastalıkları, vasiyetleri ve ölümü hakkında çok az yazı yazılmıştır. Bu yazıların muhtevası bakımından en değerlisi; İsmail Bey’in yakın mücadele arkadaşı Hasan Sabri Ayvaz’ın yazmış olduğu Büyük İsmail Bey’in Hastalığı, Vasiyetleri ve Ölümü adlı yazısıdır. Cafer Seydahmet Kırımer’in Gaspıralı İsmail Bey eserinde tamamını almış olduğu bu yazı okunduğunda anlaşılacağı üzere gerçekten bu ulu Türk büyüğünün son günlerini aksettirebilmektedir. Bu yazıdan bazı bölümler: İsmail Bey Gaspıralı hazretleri, birçok senelerden beri hafif bir bronşit hastalığına müptelâ idilerse de 1914 senesi sonlarına kadar hastalıklarından hiç şikâyet etmiyorlardı. İşine bakar, yazısını yazardı. Hasan Sabri Ayvaz, Gaspıralı İsmail Bey’in tam manası ile güvendiği yakın kalem ve mücadele arkadaşıdır. Hasan Sabri Bey, büyük İsmail Bey’in son anlarında yanından ayrılmamış, son nefesini verirken yanında bulunmuştur. İsmail Bey, hastalığı vahim bir hal aldığı zaman doktor tavsiyesi üzerine Kırım’ın yalı boyuna istirahata gitmiş, orada da fazla kalmayarak deniz havasının iyi geleceği düşüncesiyle İstanbul’a geçmiştir. İstanbul’da umduğu faydayı bulamayan İsmail Bey, hastalığının daha da ağırlaştığını fark edince Yusuf Akçura ile birlikte Kırım’a dönmüştür. Kırım’a dönüşünün ikinci günü İsmail Bey, kendi isteği ile yanında Yusuf Akçura ve Tercüman ın muharrirleri ile birlikte yıllarını verdiği matbaasının önünde resim çektirmiştir. Resim çekinirken hep yatar vaziyette poz veren İsmail Bey, çevresindekilerin şüpheli ve mütereddit bakışlarından durumu anlamış ve şöyle cevap vermiştir: Ne taaccüp ediyorsunuz, bundan sonra benim alacak vaziyetim yatmak olacaktır, zaten ben buna yaklaşmaktayım. İsmail Bey, 9 Eylül’de kızları Şefika ve Nigar Hanımları, damadı Nasip Bey’i oğulları Rıfat ve Haydar Beyleri, Hasan Sabri Ayvaz’ı başucuna çağırmış ve vasiyetini söylemişti. Vasiyetinden bazı bölümler: Bundan sonra Tercüman’m baş muharriri Hasan Basri Ayvaz olacaktır. İki seneden beri ben ona emanet etmekteyim, sizler de emanet ediniz oğullarım Kendi ihtiyari ile Tercüman’dan gitmezse kimse onu çıkaramayacaktır Tercüman gayri kabilî taksimdir. Hiç taksim edilemez. Evlatlarım çalışsınlar, iradenden istifade etsinler, Tercüman ı söndürmezler ümidindeyim. 10 Eylül’de durumu daha da ağırlaşmıştı. Durumunu idrak eden Gaspıralı İsmail Bey, Yasin-i Şerif okutturmuştu. İsmail Bey, Yasin-i Şerif okunması bittikten sonra vazifesini yerine getirmenin rahatlığı ve huzuru içinde dua ediyordu: Büyük Allah’ım! Altmışüçbuçuk sene yaşadım. Bu hayatın otuzbeş senesini Müslümanların uyanması, terakkisi, taallisi ve tekâmülü uğrunda sarf ettim Yarabbi Ey Büyük Tanrım! Meydana getirmek istediğim birçok şeyler daha vardı Fakat buna muvaffak olamayacağım artık- artık ne varsa hep senin, her şeyin senin elindedir. Allah’ım!.. 10 Eylül akşamı çocuklarını yanma çağıracaktı, hepsini okşayan ve öpen İsmail Bey, oğlu Rıfat’a hitaben: Oğlum Rıfat! Bundan sonra kardeşlerinin, hemşirelerinin hâmisi sen olacaksın. Tercüman ı söndürme, Tercüman daima yanmalıdır. Tercüman ın hâmisi Milletdir. Millet otuüç seneden beri onu himaye etti. Eğer sizler benim sözlerimle hareket ederseniz Millet daima Tercüman ı himaye edecektir. Gaspıralı İsmail Bey, bu vasiyetinden sonra başını kıble yönüne çevirmiş, 11 Eylül sabah saat 7’ye kadar bu vasiyette kalmıştı. Gözleri yarı açık bulunuyordu İsmail Bey son nefesini verirken gözlerini bir daha açıp etrafına bakındı ve ebedi olarak gözlerini yumdu. Bu acı haber bütün Türk dünyasında bir yıldırım gibi yayıldı Her taraftan Tercüman a binlerce telgraf geldi. Kırım’ın her tarafından merhumun cenazesinde bulunmak üzere heyetler geldi. Her taraftan birçok çelenkler gönderildi, matem bayrakları getirildi ve Eylül’ün 12 Cuma günü (12.IX.1914) cenazesi, altıbin kişilik bir cemaatin elleri üstünde taşınarak Mengli Giray Han türbesi civarındaki ebedi istirahatgahına götürüldü.1 Gaspıralı İsmail Bey, toprağa verildikten sonra düzenlenen merasimde nutuk söyleyenler bazı dakikalarda kendisini tutamayarak gözleri yaşlanıyor, sesleri titriyor, cemaatin arasında hüngür hüngür ağlaşma sadaları işitiliyordu Filhakika bu yalnız burada cemolmuş Kırım Müslümanları değil, Umum Rusya ve hatta umum Türk-İslamlar için heyecanlı dakikalar idi Bunu düşünerek ağlamamak kabil değildi. Tercüman a gönderilen binlerce telgraftan birinde, Azerbaycanlı fikir mücadele adamı, Ali Merdan Topçubaş şöyle diyordu: Tercüman idaresine: Vefasız ecel, merhametsiz eli ile otuziki seneden beri Müslümanların yolunu nurlandıran çırayı söndürdü. Şimdi yalnız Tercüman idaresi değil, umum Rusya Müslümanları yetim kaldı. O Müslümanlar ki, unutulmaz İsmail Mirza Gaspırali’yi pek haklı olarak, en ötkün sözlü bir gazetenin müessisi, Müslüman efkâr-ı umumiyesinin başbuğu, Usûl-ü Cedit mekteplerinin naşiri sayıyorlardı. Millet arasında mukaddes bir makam tutarak onun munafiini müdafaaya bütün varlığı ile çalışması, ilelebet hayırla yad ettirecektir. Onun gösterdiği yolla Müslümanlara hizmette devam etmek ve Tercüman ı, devam ettirmek onun şakirtlerinin borcudur. Bu elîm hadise karşısında Tercüman idaresine ve umum Müslümanlara sabr-u cemil ve teselli ihsan etmesini Allah’tan niyaz ederim. Bu acı haberin bütün Türk Dünyasında, bilhassa Rusya’da yapmış olduğu tesiri Türk basınında çıkan yazılardan anlayabiliriz. Kazanlı gazeteci Fatih Kerimî Vakit Gazetesi’nde şöyle diyordu: Bu gün, büyük Türk-Tatar dünyasının yolbaşçısı olan en parlak yıldızı söndü. Bu yıldızın sönmesi Türk-Tatar dünyasının, şarkından garbına, şimalinden cenubuna kadar görülecek ve her yerde özünün dehşetli tesirini icma edip hassas kalpleri titretecektir. İsmail Bey’in hayatı, Rusya Müslümanları için özbaşına müstakil bir devir, özbaşına müstakil bir tarihtir. .. .Şiddetli bir nehir cereyanını başka bir tarafa akıtmak ne kadar müşkül bir iş ise, gaflet ve taassup deryasına batmış bir milletin fikrini ikinci bir tarafa çevirip işletmek, ondan daha müşkül bir iştir. İsmail Bey merhum işte böyle bir işi işledi. Hiç şüphesiz O, büyük bir adamdır. Onun yüksek ruhu huzurunda diz çöküp tazim ediyoruz. Hüdanın ebedi rahmetinde olsun. Kazanlı araştırmacı Abdullah Battal Taymas Tercüman da: Türk-Tatar tarihinde kendisine bir devir yapan, bir milletin sosyal hayatında yolbaşçılık edip onu faydalı yola götürmeğe muvaffak olup dünyadan giden İsmail Bey pek mes’ut ve bahtiyardır. İsmail Bey öldü, fakat onun büyük işleri ve yetiştirdiği naf’i yemişleri, bütün bir millete hayat veren ruhu tayyibesi bizim aramızda baki kalıp daima yaşayacaktır. Rusya Müslümanları sana minnettardır ey büyük İsmail Bey!.. diyordu. Kırımlı Hasan Sabri Ayvaz, duygularını Tercüman da şöyle ifade ediyordu. İsmail Bey’in yalnız cesedi öldü. Ruhu, fikirleri, emelleri ölmedi, ölmeyecektir Bunlar yaşıyor ve ilelebet yaşayacaktır. Onun cesedi bu gün tamamen topraklara karışmış ise de ulviyetlere doğru yükselen ruhu her an ve zaman Türk-Tatar dünyasının fezasında evela etmekte yüksek fikir ve emelleri de kendisinden sonra bırakıp gittiği milletin kalpgâhında, millî vicdanında yaşamaktadır.. Meşhur yazar ve mücadele adamı Ayaz İshakî, o andaki duygularını İl gazetesinde dile getiriyordu: Artık İsmail Bey aramızda yok, o darülrahata gitti, lâkin onun ektiği tohumlar, çiçekler, aşıladığı ağaçlar bütün Rusya boyunca dağıldı. Milyonlarca talebeleri onun başladığı işi alıp götürmeğe, onun kurduğu işleri büyütmeğe koyuldular. Böyle ulu bir babaları olduğuna sevinerek işin sonuna götürebileceğine iman ederek işe giriştiler. Bu kahraman babalarını numune ve misal addederek canlı imandan tecessüm eden babalarının çizdiği yoldan ayrılmamağa azmederek işe tutundular. İsmail Bey öldü. Tercüman babanın ruhu bütün Tatar hareketinde ulu başbuğ olarak yaşayacaktır. Türkiye basınımda da İsmail Bey merhum hakkında birçok yazılar çıkmıştı. Türk Yurdu , (Yıl. 1332 sayı: 12) nüshasını İsmail Bey merhumun ruhuna ithaf etmiştir. Bu özel sayıda Ahmet Ağaoğlu: Fakat İsmail Bey’in ruhu, kalbi hulâsa manevi İsmail Bey öldü mü? Hayır! Hayır! O, daima zinde, daima berhayattır ve ben onu şimdi görüyorum, kendisi ile, şu satırları yazarken sohbet ediyorum! Dünyada Türk ve Türkçülük kaldıkça İsmail Bey de berhayattır, yani İsmail Bey ebedî ve cavidanıdır. İsmail Bey elânda yaşıyor, yetiştirmiş olduğu yüzlerce şakirtlerinde, terbiye etmiş olduğu binlerce ruhlarda yaşıyor. diyordu. İsmail Bey merhumun ruhu için bütün Rusya’nın Türk bölgelerinde Mevlûd-u Şerif okunmuştur. Törenler düzenlenmiş, konuşmalar yapılmıştır. Türkiye’de yapılan törenleri Ahmet Muhtar Paşa düzenliyordu. Ayrıca İstanbul’da Ayasofya Camii’nde merhumun ruhuna bağışlanmak üzere Türk Yurdu, Türk Ocağı, Türk Birliği Derneği ve İslam Mecmuası heyetleri tarafından Mevlûd-u Şerif okutturulmuştu. İsmail Bey’in ruhu; rahattı, bahtiyardı. Çünkü artık o ebedileşmişti
Dünyada Türk ve Türkçülük kaldıkça İsmail Bey de berhayattır, yani İsmail Bey ebedî ve cavidanıdır. İsmail Bey elânda yaşıyor, yetiştirmiş olduğu yüzlerce şakirtlerinde, terbiye etmiş olduğu binlerce ruhlarda yaşıyor.
İsmail Bey öldü, fakat onun büyük işleri ve yetiştirdiği naf’i yemişleri, bütün bir millete hayat veren ruhu tayyibesi bizim aramızda baki kalıp daima yaşayacaktır. Rusya Müslümanları sana minnettardır ey büyük İsmail Bey!..
İsmail Bey’in hayatı, Rusya Müslümanları için özbaşına müstakil bir devir, özbaşına müstakil bir tarihtir.
Büyük Allah’ım! Altmışüçbuçuk sene yaşadım. Bu hayatın otuzbeş senesini Müslümanların uyanması, terakkisi, taallisi ve tekâmülü uğrunda sarf ettim Yarabbi Ey Büyük Tanrım! Meydana getirmek istediğim birçok şeyler daha vardı Fakat buna muvaffak olamayacağım artık- artık ne varsa hep senin, her şeyin senin elindedir. Allah’ım!..
Azerbaycanlı fikir mücadele adamı, Ali Merdan Topçubaş şöyle diyordu: Tercüman idaresine: Vefasız ecel, merhametsiz eli ile otuziki seneden beri Müslümanların yolunu nurlandıran çırayı söndürdü. Şimdi yalnız Tercüman idaresi değil, umum Rusya Müslümanları yetim kaldı.
Tercüman ı söndürme, Tercüman daima yanmalıdır. Tercüman ın hâmisi Milletdir. Millet otuüç seneden beri onu himaye etti. Eğer sizler benim sözlerimle hareket ederseniz Millet daima Tercüman ı himaye edecektir.
Tercüman ın muharrirleri ile birlikte yıllarını verdiği matbaasının önünde resim çektirmiştir. Resim çekinirken hep yatar vaziyette poz veren İsmail Bey, çevresindekilerin şüpheli ve mütereddit bakışlarından durumu anlamış ve şöyle cevap vermiştir: Ne taaccüp ediyorsunuz, bundan sonra benim alacak vaziyetim yatmak olacaktır, zaten ben buna yaklaşmaktayım.
GASPIRALI İSMAİL BEY’İN ESERLERİ
Gaspıralı İsmail Bey’in genel olarak bütün eserleri küçük hacimli olmasma rağmen, bu eserler, ihtiva ettikleri konu ve gaye bakımından son derece önem taşımaktadır. Gaspıralı İsmail Bey’in ilmi mahiyette hiçbir eseri mevcut değildir. Fransızca’yı ve Rusça’yı ana dili gibi konuşan, Avrupa medeniyetinin bütün inceliklerine ve Türk tarihine ve Türk kültürüne yakından vakıf olan İsmail Bey, bu özellikleri ile bir ilim adamında olması gereken bütün meziyetlere sahipti. Lâkin İsmail Beyin hedefi, belli bir aydın zümresine değil, cehalete ve taassubun içine gömülen bir millete seslenmekti, fikrini ilmini bir millete aktarmaktı. Gaspıralı İsmail Bey’in ilk tetkik eseri, 1874 yılında İstanbul’da basılmış olan Avrupa Medeniyetine bir Nazar-ı Muvazenedir. 29 sahifelik küçük; fakat, fikir ve anlam ifadesi bakımından değeri son derece büyük olan bu kitabı; Gaspıralı İsmail Bey, Avrupa’dan edindiği intibâlarından ve tetkiklerinden istifade ederek yazmıştır. İsmail Bey bu eserinde; Avrupa Medeniyetinin sosyal neticelerini tahlil etmektedir. Dış görünüş itibarı ile göz kamaştıran Avrupa medeniyetinin insanlara ne kazandırdığını, iğneli bir dille ortaya koyan İsmail Bey, saraylarda oturanlarla, mahzenlerde geceleyenleri; zenginlik içinde yüzen asilzade konteslerle; vücudunu satarak karnını doyuran kadınları görüyor ve iğneli bir dille mukayesesini yapıyor. Sözlerine devamla İsmail Bey şöyle diyor: Avrupa medeniyetinin dışına bakar ve maişetin içyüzüne dikkat etmezsek bir şey anlayamayız, ancak kudretlerine, akıllarına şaşıp kalırız Roçilt gibi onbeş adamın milyonlarla servetine mi taaccüp edelim, onbeşmilyon ahalinin ölümlük iki arşın toprağı olmadığına mı şaşalım? Londralı bir leydinin, bir Paris hanımının terbiye, letafet ve nezaketine mi hayran olalım; Londra ve Paris sokaklarında vücut ve ırzını müzayede etmekte olan 150.000 fahişe kadınlara mı dikkat edelim? Bir ineklerinin, bizim on inek kadar süt verdiğini mi tahsin kılalım; yüzde doksandokuzunun bir ineğe sahip olamadıklarından mı ibret alalım. Eserden de anlaşılacağı üzere Avrupa medeniyeti, bir zümrenin rahatlığını, mutluluğunu ve zenginliğini ebedi kılmak için gelişmiştir. Halkın umumu açtır, sefildir, perişandır. Bu ufak hacimli eser, Türk aydınlarında Avrupa’ya karşı aşırı hayranlığın ve dolayısıyla buradan gelişen aşağılık kompleksinin doğmasını önlemiştir. Gaspıralı İsmail Bey’in diğer bir önemli eseri de Rusya Müslümanları dır. İsmail Bey, Rusça yazıp, Kırım’ın merkez idaresi Akmescit (Simferepol) şehrinde çıkan Tavride gazetesinde tefrika olarak neşrettiği makalelerin hepsine Ruskoye Müslümansto (Rusya Müslümanları) unvanını vermiştir. Bu makaleler, Gaspıralı’mn o zamanda yani 1881 senesinde taşıdığı fikirleri, kerdi kendine koyduğu meseleleri, vâsıl olduğu kararları açık bildirdiği gibi, müstakbel hayat fikriyesinde bir nevi programı mahiyetindedir. Bu cihetle İsmail Bey’i anlamak için tamamı 45 sahifelik bir risale teşkil eden bu küçük eser, büyük kıymeti haiz bir vesikadır. Bu eserden açık olarak anlıyoruz ki, İsmail Bey bir milliyetçidir. İsmail Bey, mensup olduğu milleti, yalnız Kırımlılar olarak almıyor; Türk-Tatar namı ile anılan kavimlerin tamamım kendi milleti sayıyor. Bu cihetle İsmail Bey’i bu andan itibaren Bütün Türkçü addetmekte hata yoktur. Gaspıralı İsmail Bey bu eserde: Rus hâkimiyetinin, Türk dünyasına hiçbir fayda temin etmediğine, bilâkis Türkler’in Ruslaştırılmak istendiğine, maarifin, dilin perişan edildiğine işaret etmektedir. Ak toprağa göç meselesinde bütün suçu Çar hükümetlerine bulan İsmail Bey, maarif meselesine de değinerek şöyle devam etmektedir: Büyük bir teessüfle şurasını da kaydedeyim ki Rus hakimiyeti Türk halkının ilim menbaı olan mekteplerini de mahvuperişan etti. Bana kalırsa vaktiyle Rus milletini taht-ı idaresine almış olan Tatar hâkimiyeti, Rus milletini birçok muzır ecnebi tesirlerinden vikaye ederek ona kuvvet verdi ve Rus birliği mefkuresinin temellerini attı. Gaspıralı İsmail Bey, Rus hakimiyetinin, Rusya Müslümanlarına birçok kazançlar temin ettiğini iddia eden Rus misyonerlerine şöyle cevap veriyor: Rusya devletinin doğu milletlerini medenileştirmek için çok ciddi işler yaptığına dair son vakitlerde çok yazılmakta ve söylenmektedir. İyi, fakat bu medeniyet işleri neden ibarettir? Kadılar yerine uzeyt naçalnikleri, naipler yerine pristavlar, beylikler yerine vilâyet ve eyaletler, ipek cüppeler yerine zadegân yakalıkları idame etmekle mi medeniyet yapılır? Rusya Müslümanları , milliyetçilik nokta-i azarından gayet mühim bir hali müşahade ve bu münasebetle yine aynı ehemmiyette bir meseleyi ortaya koyar: Asya ve Avrupa’nın bir kısmında yaşayan büyük bir millet: Türk-Tatar milleti var. Bu millet, parça parça, dağınık zayıf, bu millet diğer milletlere nispeten ilim ve marifetçe, servet ve medeniyetçe pek geride kalmış; böyle devam ederse tabiat kanunlarına göre sen-ben kavgasından düşen milletler mahvolacaktır, başlıca milletler tarafından yutulacaktır. Gaspıralı İsmail Bey’in Rusya Müslümanları eserinde çıkarmak istediği önemli bir sonuç da şudur: Türk-Tatarlar, kendi mektep ve medreselerinde kendi dilleri ile Avrupa ilim ve muhalifini, hüner ve sanayiini öğrenmelidirler. Yalnız mektep ve medreselerle iktifa olunmayarak, kendi dillerinde kitaplar, risaleler, mecmualar ve gazeteler yazılıp neşrolunmalıdır. Hâsılı millî bir Türk-Tatar edebiyatı (geniş manası ile) vücûda gelmelidir. Gaspıralı İsmail Bey, Rusya Müslümanları eseri ile Ruslar’ı ürkütmemek için çok maharetle yazmak istemişse de bazı Rus tenkitçileri bu eserde bütün Müslüman Türkleri Batı medeniyeti ile kuvvetlendirerek birleşmiş bir siyasî heyet meydana getirmek ve bu suretle Rusya Devleti başına büyük bir bela açmak yani Bütün Türklük yapmak gayesi gizli olduğunu bulup göstermeye çalışmışlardı. Görüldüğü gibi 1881 yılında, panslavizmin bütün Çarlık Rusyası’nı etkisi altına aldığı bir zamanda ve sıkı bir sansür altında bu eseri neşretmenin emsalsiz bir cesaretin örneği olduğunu kabul etmek gerekir. Gaspıralı İsmail Bey, 1900 yılında eski Türk ulemasından malumat veren; Türkistan Ulemâsı adlı bir risale yayınlamıştır. Bu risalenin esas gayesi; Türk Milletini Cahil ve barbar göstermeye çalışan Rus misyonerlerinin oyunlarını bozmaktı. İsmail Bey, bu eserin girişinde maksadını şöyle açıklıyordu: Türk Milletinin istidadı tabiîsi ve ulûmu fûnuna hizmetleri görülsün ve biz de bunları göze ve ya da alalım da tahsili kemalattan korkmalıyım. Kendimizi yalnız atlı, çapkın ve baskıncı zannedip de ilim ve kemalât meydanında yersiz, orunsuz addetmiyelim. 1901 yılında, Mebadii Temeddünü İslâmiyanı Rus adlı bir risale yayınlayan İsmail Bey, bu risalede, Rusya Türkleri’nin gelişme yolunda attıkları adımlarda hizmetleri, yardımları dokunanları tanıtmakta, onları hürmetle anmaktadır. Gaspıralı İsmail Bey, 1906 yılında; Rusya Türkleri’nden yetişmiş ulema ve ilim adamlarının biyografilerini’ topladığı Akgül Destesi 1991 yılında; Rusya’da Milli Türk Mekteplerinin Islahı ve Usûl-ü Setiyenin İntişarı adlı risaleleri yayınlanmıştır. Gaspıralı İsmail Bey’in ayrıca edebi eserleri de vardır. Bunlar genellikle Tercüman da tefrika halinde basılmış olan ve okuyucuya milli-dinî ruh ve heyecan verebilme gayesi ile yazmış olduğu hikayelerdir. Bu hikayelerin en önemlileri; Arslan Kız , Kadınlar Ülkesi , Darûlrahat Müslümanları , Gündoğdu vs. idi. Bu hikayelerden Darûlrahat Müslümanları , İslamiyet’in ilerlemeye mani olmadığını ispat ve bu esasa dayanılarak kurulacak bir cemiyetin gerek ahlaken ve gerekse sosyal tezatlara ve haksızlıklara mahal bırakmaması ile Avrupa cemiyetlerine yetişeceğini meydana koymak gayesi ile yazılmıştır. 1895 yılında Tercüman da tefrika olarak basılmaya başlanan bu hikaye sonra da kitap halinde çıkarılmıştır. 1906 yılında basılmış olan Gündoğdu hikayesinde; Her sınıfın iyi cihetlerini ve uygunsuz hallerini görüp, öğrenip millî zaafın neden ibaret ve milletin neye muhtaç olduğunu anlamalı diyen İsmail Bey, bu hikayesinde 1875’den 1878’e kadar araştırmalarda geçen üç senede edindiği tecrübeleri anlatmaktadır. Görüldüğü gibi Gaspıralı İsmail Bey, her şeyini olduğu gibi edebi yönünü de inandığı dava yolunda ustalıkla kullanmayı bilmiştir.
Gaspıralı İsmail Bey, her şeyini olduğu gibi edebi yönünü de inandığı dava yolunda ustalıkla kullanmayı bilmiştir.
Rus hakimiyetinin, Rusya Müslümanlarına birçok kazançlar temin ettiğini iddia eden Rus misyonerlerine şöyle cevap veriyor: Rusya devletinin doğu milletlerini medenileştirmek için çok ciddi işler yaptığına dair son vakitlerde çok yazılmakta ve söylenmektedir. İyi, fakat bu medeniyet işleri neden ibarettir? Kadılar yerine uzeyt naçalnikleri, naipler yerine pristavlar, beylikler yerine vilâyet ve eyaletler, ipek cüppeler yerine zadegân yakalıkları idame etmekle mi medeniyet yapılır?
Anlıyoruz ki, İsmail Bey bir milliyetçidir. İsmail Bey, mensup olduğu milleti, yalnız Kırımlılar olarak almıyor; Türk-Tatar namı ile anılan kavimlerin tamamım kendi milleti sayıyor. Bu cihetle İsmail Bey’i bu andan itibaren Bütün Türkçü addetmekte hata yoktur.
İsmail Bey şöyle diyor: Avrupa medeniyetinin dışına bakar ve maişetin içyüzüne dikkat etmezsek bir şey anlayamayız, ancak kudretlerine, akıllarına şaşıp kalırız Roçilt gibi onbeş adamın milyonlarla servetine mi taaccüp edelim, onbeşmilyon ahalinin ölümlük iki arşın toprağı olmadığına mı şaşalım? Londralı bir leydinin, bir Paris hanımının terbiye, letafet ve nezaketine mi hayran olalım; Londra ve Paris sokaklarında vücut ve ırzını müzayede etmekte olan 150.000 fahişe kadınlara mı dikkat edelim? Bir ineklerinin, bizim on inek kadar süt verdiğini mi tahsin kılalım; yüzde doksandokuzunun bir ineğe sahip olamadıklarından mı ibret alalım.
İsmail Beyin hedefi, belli bir aydın zümresine değil, cehalete ve taassubun içine gömülen bir millete seslenmekti, fikrini ilmini bir millete aktarmaktı.
Gaspıralı İsmail Bey, Yusuf Akçura’nın bahsetmiş olduğu gibi; fevkalade yaratılmış bir insandır.
GASPIRALI İSMAİL BEY’İN SEYAHATLERİ VE SİYASİ MÜCADELELERİ
Gaspıralı İsmail Bey ilk ve önde gelen bir milli ve sosyal liderdi. O devamlı olarak Rusya’nın muhtelif Müslüman memleketlerini ziyaret ediyor ve şahsi temasları kadar yazdığı metinlerle onun birleşmeye ait düşüncelerini aşılamaya çabalıyordu. 1880-1890 devresinde Gaspıralı Rusya’da en çok sevilen ve nüfuzu olan liderdi ve onun sözleri hatta Rusya dışında da dikkatle izleniyordu. İsmail Bey gittikçe artan ve gelişen fikirlerini yaymak için yalnız yazı vasıtasına başvurmakla yetinmiyordu, hemen her sene Türk dünyasının bir tarafına seyahat ederek, Osmanlı memleketi, Kafkasya, Türkistan, Kazan ve Litvanya’daki Türk Tatarlar’ın emirleri ile, asilleri ile, uleması ile, zenginleri ile, fukarası ile hayatın Türk dünyasına koyduğu meseleler hakkında fikir alışverişi ediyordu ve Çin’den Almanya’ya, kuzeyin buzlu sahalarından Afrika’ya ve Hint Okyanusu’na kadar Türk ve İslam dünyasının aydınları ile aynı mesele üzerinde haberleşmelerde bulunuyordu.İsmail Bey’in en önemli seyahatlerinden biri de Mısır seyahatidir. 1907 senesinde İslam Kongresi için Mısır’a davet edilen Gaspıralı İsmail Bey, bu davete uydu ve aynı yılın eylül ayında Mısır’a gitti. İsmail Bey, İslam dünyasının ileri gelenlerinden 600’e yakın delege ve yüzlerce yerli yabancı gazetecinin önünde Kahire Kontinental Oteli’nin büyük salonunda bir konuşma yaptı. İsmail Bey, konuşmasında İslam Dünyasının o günkü durumunu acıklı bir şekilde dile getirmiş, bu halin sebeplerini tahlil etmiştir. Daha çok milletlerarası ticarette İslam Dünyasının yerinden (!) bahseden İsmail Bey kurtuluşa, ilerlemeye giden yolları göstermeye çalışmıştır. Kongre üyeleri tarafından sık sık alkışlarla kesilen konuşmasından bir-iki bölüm: Bir kavim veya millet, iktidar-ı siyasiyesini ve istiklâlini kaybetse evet, büyük yıkıntıdır, büyük ziyandır. Lâkin faaliyeti kisbiye fikdanile meydan-ı iktisat ve ticarette mevkiini kaybederse bir değil, on defa ziyandır ve inkirazın mebadisidir. Demek istiyorum ki, Arap, Türk, Fars ve Hint akvamı İslâmiyesinin bugünkü düşkünlüğü hilkat ve tabiatlarından ileri gelen bir hal değildir. Böyle ise faaliyet ve temeddün yollarımızı kestiren din-î mübinî İslâm mı? Hayır, hayır! Müşerref bulunduğumuz İslâm dini terakki ve temeddünün membaıdır, evvelce görülmüş terakkimizin belki baş sebebi ve muharrikidir. Mısır dönüşü İsmail Bey İstanbul’a uğramış, kısa bir müddet sonra da Kırım’a geçmiştir. Gaspıralı İsmail Bey, bir ay sonra tekrar Mısır’a dönmüş ve bir müddet burada çalışmalarda ve tetkiklerde bulunmuştur. İsmail Bey Mısır’da İngiliz, Fransız ve Rus sefirlerinden başka, Hıdır Abbas Hilmi Paşa ve Gazi Ahmet Muhtar Paşa ile görüşmüş İsmail Bey dönüşte tekrar İstanbul’a uğramış, İran Sefiri Rıza Han Danîş ve Sadrazam Damat Ferit Paşa ile de görüşmüştür. Gaspıralı İsmail Bey’in Mısır’a yapmış olduğu seyahatlerin ana hedefi; İslam dünyasında tam bir birlik ve dayanışmanın kurulmasını sağlamaktı. Gaspıralı İsmail Bey’in ilk siyasî maksatla ilgili seyahati, 1896 yılında Çarın tahta çıkması münasebeti ile Petersburg’a gitmesiyle başlar.İsmail Bey, ezilen Rusya Türkleri’nin haklarını daha iyi arayabilmek için 1905 İhtilali’nden sonra siyasi hayata atıldı. Umum İslam Partisi’ni kurdu ve Rus Duma’sına (Parlamento) kırka yakın delege ile katıldı.İsmail Bey, Rusya Müslümanları İttifaki’nın kongrelerine katılmak üzere 1906 yılında Petersburg’a, ikinci kongre için de aynı yılın ağustos aynda Nijininovogzod’a gitmiştir. Ali Merdan Topçubaş’ın başkanlığında, Nijininovograd’ta toplanan II. Kongrede, Gaspıralı İsmail Bey’den başka; Sadri Maksudi (Arsal), Yusuf Akçura, Abdürreşid İbrahim, Seyid Giray Akim, Fatih Kerimî gibi tanınmış aydın Türkler bulunmaktaydı. Bu kongrede İsmail Bey kongre başkanlığına bir teklif sunmuş ve aşağıdaki teklifi alkışlarla müzakeresiz kabul edilmiştir. Umumen Türkler’in aslı ve nesli birdir. Zaman ve mekân ihtilâfı ile şive ve âdetlerimizde ihtilâf peyda olmuştur. Bu ihtilâf, yekdiğerimizi anlayamayacak dereceye gelmiştir. Bundan sonra mekteplerimizi bir olan ebedî lisanımıza hadim olacak hale getirmek lâzımdır. Kongrenin mektep ve medrese komisyonu tarafından hazırlanmış lâyihasında iptidaî mekteplerimiz için dört sene-i tedrisiyye tayin olunmuştur. Bunun üç senesinde sade mahallî şive ile tedrisat icra edilip, son senesinde umumî Türk lisanı ile yazılmış kitaplar okutulmalıdır. Bu sayede tedricen muhtelif şive ve lehçeler birleşmiş olur. 164 Gaspıralı İsmail Bey’in yaptığı bu teklifin esas gayesi, Kazanlı, Kırımlı Başkurt, Özbek, Kazak, Kırgız, Azeri ve Türkmen gibi muhtelif Türk kavimlerinin hususi lehçelerini Türk umumi maarifinden kaldırarak tek bir Türk edebi ve tedris dilini tamim etmek ve bu suretle Türkler arasında dil birliğini temin etmekti. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Gaspıralı İsmail Bey, bu seyahatleri sonucu, Türk-İslam Dünyasının ekonomik, kültürel ve siyasi durumlarını yakından inceleme fırsatını bulmuş, faaliyetleri ile de Türk-İslam Dünyasını aydınlatmıştır. Onun Hindistan’a Usulücedit mektebi açması; medeniyeti Hindistan’a sokanların daima Türkler olduğuna dair kanaati daha kökleştirmiş, Usulücedit hareketi ile Hindistan maarifinde yeni bir Tac mahal kurma şerefine ve ebediliğine ulaşmıştır.
Onun Hindistan’a Usulücedit mektebi açması; medeniyeti Hindistan’a sokanların daima Türkler olduğuna dair kanaati daha kökleştirmiş, Usulücedit hareketi ile Hindistan maarifinde yeni bir Tac mahal kurma şerefine ve ebediliğine ulaşmıştır.
Umumen Türkler’in aslı ve nesli birdir. Zaman ve mekân ihtilâfı ile şive ve âdetlerimizde ihtilâf peyda olmuştur. Bu ihtilâf, yekdiğerimizi anlayamayacak dereceye gelmiştir. Bundan sonra mekteplerimizi bir olan ebedî lisanımıza hadim olacak hale getirmek lâzımdır. Kongrenin mektep ve medrese komisyonu tarafından hazırlanmış lâyihasında iptidaî mekteplerimiz için dört sene-i tedrisiyye tayin olunmuştur. Bunun üç senesinde sade mahallî şive ile tedrisat icra edilip, son senesinde umumî Türk lisanı ile yazılmış kitaplar okutulmalıdır. Bu sayede tedricen muhtelif şive ve lehçeler birleşmiş olur.
Gaflet sahrasında serpilip kalmış koca bir milleti ayağa nasıl kaldırmalı?
Demek istiyorum ki, Arap, Türk, Fars ve Hint akvamı İslâmiyesinin bugünkü düşkünlüğü hilkat ve tabiatlarından ileri gelen bir hal değildir. Böyle ise faaliyet ve temeddün yollarımızı kestiren din-î mübinî İslâm mı? Hayır, hayır! Müşerref bulunduğumuz İslâm dini terakki ve temeddünün membaıdır, evvelce görülmüş terakkimizin belki baş sebebi ve muharrikidir.
Gaspıralı Rusya’da en çok sevilen ve nüfuzu olan liderdi ve onun sözleri hatta Rusya dışında da dikkatle izleniyordu.
Bazı düşünceler vardır ki o bize yasaktır
Milliyet fikrini kaybeden halklar diğerlerinin avı olacaktır.
GASPIRALI İSMAİL BEY VE USULÜCEDİT
BİZLER GELİR GEÇERİZ LÂKİN MİLLÎ MAARİF YAŞAYACAKTIR.
[İsmail Gaspıralı]
Kırım’ın Ruslar tarafından işgal edilişinin üzerinden bir asırdan fazla bir zaman sonra bu topraklar üzerinde görülen en önemli ortak özellik, cehalet ve dolayısıyla ortadan kaldıramadıkları Türkler’i, jeo-politik durumu çok ehemmiyetli olan Kırım’dan atabilmek veya hiç olmazsa zararsız hale getirmek için bir çözüm yolu bulmuşlardı. Bu çözüm yolu; Türkler’in, gelişen medeniyetin bütün icatlarından habersiz hale gelmesini sağlamak, dinî inançlarını, taassupluğa, batılcılığa çevirmek, kısacası Kırım Türkleri’ni cahil bırakmaktan ibaretti. Çar hükümetleri, bu gayelerini gerçekleştirmek için ilk önce Türk maarifine el koydular. Daha doğrusu Türk maarifinden el çektiler, tahsisatı kestiler. Medreselere gittikçe gelişmekte olan müspet ilimlerin girmesine mani oldular, dolayısıyla burada okuyan Türk çocukları, zeka ve kabiliyetlerini körleterek Kırım’ın en ücra köşelerine kadar her tarafta öğrendiklerini yani cehaleti götürdüler. Cehalet bir örümcek ağı gibi Kırım’ı sardı. Bu acı durumu gören birkaç aydın Türk evladı mücadele etmek istediyse de, bunlar bir örümcek ağı içinde çırpınan küçük birer sinek olmaktan öteye gidemediler. Kırım Türkleri’nin yürekler acısı haline getirilmiş maarifinin bu gerileyişi, bütün Rusya’nın Türk bölgelerinde de görülmekteydi. Çarların bu siyaseti neticesidir ki, Rusya Türkleri arasındaki okur yazarların sayısı bütününe oranla %5’e kadar inmişti. Hakim bir milletin; mahkûm düşmesi, mahkûm bir milletin yok olması, mektepsizlikten ileri gelir diyen Gaspıralı İsmail Bey, cehalete ve cehaleti teşvik edenlere karşı savaşın ilk bayrağını Kırım’da açmıştı. O, inanıyordu ki Rusya Türkleri’nin maarifi tam manası ile gelişen Batı medeniyetine ayak uydurabildiği an, Türkler birleşmeye gideceklerdi. Zaten Doğu kavimlerinin gevşeklik ve talihsizliğinin yegane çözüm noktasmı da eğitimde aramak gerekirdi. Rusya Türkleri’nin Rusya’da siyasi bir varlık olabilmelerini sağlamak için maarifte Batıya dönük köklü reformların yapılması şarttı. Eski öğretim yolu bırakılmalı, Avrupai yeni öğretim ve eğitim yolu izlenilmeliydi. Gaspıralı İsmail Bey’in gözünde eğitim; Müslüman cemiyetini korumak ve Türk asıllı Müslümanların milli doğuş ve birliği için bilhassa Tatarlar’in misalinde olduğu gibi başlıca silahtı. Netice olarak onun başlıca gayretleri eğitime ve yeni reform geçiren okullara yönelmişti. Yalnız gazetecilik ve yazarlık faaliyeti ile yetinmeyen Gaspıralı İsmail Bey, milli okullarda, İsviçreli pedagog Heinrich Pestallozi’nin pedagojik sistemi temeli üzerinde kurulan yeni Usulücedit öğretim metodunu kökleştirmek sureti ile 1884 yılında bu okulların ıslahına başladı. Usulücedit , yeni yol anlamına gelmektedir. Yusuf Akçura, Usulücedit in mahiyetini şöyle anlatıyor: Türk milletinin çocuklarını; çabuk, kolay ve müspet ilimlerin ruhu ile okutmak lâzımdır. Buradan bütün kuzey Türklüğüne yapılan Usulücedit okulları doğdu. Usulücedit tâbiri Osmanlı Türkleri’nden alınmıştır, bu tâbir o zamanlar İstanbul Heyet-i içtimaiyesinde kullanılan tabirlerdendi. Usulücedit başta yalnız talim ve terbiyeye mahsus gibi görülürse de gitgide umumileşerek bütün millet hayatına mal olur. Kazanlı araştırmacı Abdullah Battal Taymas ise Usulücedit i şöyle açıklamaktadır. İlkin Türk çocuklarına Elifba’yı, daha o zaman Batı dünyasında eskimiş olan ve bizde cedit (yeni) sayılan usulle, öğretim dâvasıyla başlayan Usûl-ü cedit hareketi, sonraları çeşitli zamanlarda Rus istilasına uğrayan ve Çarların obuscurantist (cehalet taraflısı) idaresi altında uzun devirler bilim ışığı görmeyen Türk kavimlerinin bir maarif ve kültür davasına dönmüştü Usûl-ü cedit; gerek Osmanlı Türkleri, gerekse Kuzey Türkleri arasında hakiki mânası Batı ilimlerini, Batı usûlü eğitim ve terbiyesini, Batı usûl ve geçimini, Batı yaşayışını benimsemek, kısa ifade ile Batılılaşmak demektir. İşte bu dünyadaki ve bu sınırlı alandaki Usûl-ü cedit hareketinin bir öncüsü, bir kahraman ı vardır ki, o da Kırımlı Türk fikir adamı Gaspıralı İsmail Bey’dir. İsmail Bey, Usulücedit hareketinin lüzumunu şöyle anlatmaktadır: İnsanoğlu hakikati ve saadeti hiç bulamaz ve lâkin bu hakikat ve saadet yolunda yürüyene yardımcı bir şey vardır, bu, karanlıkta fenere benzer, buna maarif ve bilgi derler, maarif insanın fikrini çok eder, aklını keskin eder, zekasını arttırır. Bir insanın aklı ve zekası artsa kuvveti ve serveti dahi artar diyerek maarifin ehemmiyetini okuyucularına anlatmaya çalışan İsmail Bey, buna karşılık Rusya’nm Türk okullarından da örnekler vererek Rusya’da Türk maarifinin yürekler acısı halini gözler önüne seriyor: 1881 senesi topladığım malumata nazaran Rusya Türkleri’nde 16 bin küsur mahalle mektebi, 214 medrese-i Arabiye mevcut olup bu 16 bin mektepte yarım milyon Türk çocuğunun beşer sene ömürleri çürütüldüğü halde, onlara Türkçe beş satır okuyup yazmak bile öğretilmediğini ve ancak kıraati Kur’an, namaz duaları ile iktifa edildiğini gördüm. Bu mahalle mektepleri sırf dinî addolunduklarından resmen idare-i şeriyelerin nezaretinde, hakikatta ise hiç kimsenin nezareti altında bulunmuyorlardı. Bu durum karşısında, bu gidişe son vermek isteyen gaspıralı İsmail Bey’in başlattığı Usulücedit hareketinin ona göre prensip ve gayeleri şöyleydi:
1) Mektep medreseden ayrılacaktı.
2) İlkokulun kendisine has öğretmenleri olacaktı.
3) Öğretmen sadaka değil, aylık alacaktı.
4) Okuma yazma öğretimi, eskiden olduğu gibi usulsüz yolsuz
heceleme ile değil de, yeni elifba kitaplarında gösterilen
usulüsavtiye veya usulümeddiye ile başlayıp, kolayca
yoluna devam edilecekti.
5) Yalnız okumaya değil, aynı zamanda yazı öğretimine
de ehemmiyet verilecekti.
6) Kız çocukları için de ayrıca ilkokullar olacaktı ve kızlara
da yazı öğretilecekti.
7) Öğretim bir programa göre yapılacak, her yaşa göre
ders kitapları kullanılacaktı.
Yeni tip okulda öğrenciler Arapça’yı harflerin alfabetik isimleri yerine fonetik olarak söylüyorlardı ve onun öğretim metodu yalnız Rusya’nın Türkleri arasında çabucak yayılmakla kalmayıp Çin, İran ve Hindistan sınırlarını da geçmişti. Gaspıralı, Kur’an’ın okunmasını ve Müslümanlığın ona hükümlerini bu Müslüman okulların programından çıkarmış, fakat aynı zamanda matematik, tarih ve coğrafya gibi dünyevi konuları almıştı. Bu prensiplere uygun ilk Usulücedit okulu 1884 yılında Bahçesaray’da Gaspıralı İsmail Bey tarafından açıldı. Okutulacak alfabe; İsmail Bey’in hazırlamış olduğu Haceyi sübyan , okulun öğretmeni ise, Gaspıralı İsmail Bey’in yetiştirmiş olduğu Bekir Emektar Efendi’ydi. Okulun ilk açılışına Bahçesaraylılar pek rağbet etmemişlerdi. İlk devreye ancak 12 çocuk kaydedilmiş, derhal eğitime geçilmişti. İsmail Bey, günde 4’er saat süren bir çalışma ile bu çocukları 45 günde okuma yazma öğretmeye muvaffak oldu. Devre sonunda Bahçesaray’ın ileri gelenlerine 200 davetiye gönderilmişse de ancak 30 kişi davete uymuştu. Bunlar da çocukların bu kadar kısa bir zamanda okuma yazma öğrendiklerine gözleri ile şahit olduklarında birçokları gözyaşlarını tutamamışlardı. Bu başarı büyük bir hızla bütün Türk illerinde duyulmaya başlamıştı. Bunun sonucu olarak Bahçesaray’daki örnek mektepte usulücedit öğrenmek için Rusya’nın çeşitli bölgelerinden 80 kadar öğretmen gelmiş ve 1914 yılında 5 bin kadar mektep yeniden açılmıştır. Daha sonraları Bahçesaray’a akın eden öğretmen adayları, burada İsmail Bey’den ders almışlar ve yine İsmail Bey’in Usulüceditle ilgili yayın ve ders kitaplarını alarak Rusya’nın her tarafına dağılmışlardır. Böylece Rusya’da cehaletle karşı şuurlu bir mücadele hasıl olmuştur. Böylece Kırım’dan başlayan ilerleme ve olgunlaşmaya götüren bu hareket bütün İdil havzasına yayılmış ve Türkistan’ı da süratle kapsamaya başlamıştı. Gaspıralı İsmail Bey, Usulücedit hareketinin Rusya Türkleri üzerindeki sonuçlarını bizzat yerinde tetkik etmek maksadı ile devamlı seyahatler yapmıştır. Onu bu seyahatleri Usulücedit hareketine hız katmıştır. Kırım’da okulların % 52’sini teşkil eden 360 okul, Usulücedit prensiplerine uygun faaliyette bulunuyordu. Kafkasya’da ilk Usulücedit okulu 1890 yılında Ordubad’da Sıtkı Seferoğlu adında aydın bir Türk öğretmeni tarafından açıldı. Yine aynı öğretmen; 1894 yılında Nahçivan’da Terbiye adını taşıyan yeni bir Usulücedit okulu daha açmıştır. Sıtkı Seferoğlu’nun öncülüğünü yaptığı bu hareket Azerbaycan’da da süratle gelişme göstermiştir. Usulücedit okullarının açılmasında yardımı dokunan başlıca Kafkasya ve Azerbaycan aydınları: Bakıhanlı, Mırza Fethali Ahundzade, Hasan Bey Zerdabî, Seyit Azim, şair sabir vs. başlıca zenginler arasında ise, Hacı Zeynelâbidin Tagı, Şemsi Esedullah vs. gibi hayırseverler bulunmaktaydı. Öteden beri dünya Türklüğünün en eski kültür beldesi olarak bilinen Kazan, denilebilir ki, Usulücedit hareketinin en çabuk ve kolaylıkla bulunduğu Türk bölgesidir. Usulücedit Kazan’da yalnız tutunmakla kalmamış, aynı zamanda Kazan’ın ilim adamları tarafından da geliştirilmiş ve milli bünyeye daha uygun hale getirilmiştir. Ayrıca Usulücedit okulları için de ders kitapları yazılmıştır. Bu kitapların en meşhuru, A. Hadi Maksudi’nin yazmış olduğu Muallim-i evvel ve Muallim-i sani dir. Diğer önemli ders kitapları yazarları Şahircan Tahirî, Rizaeddin Fahreddinoğlu ve ünlü pedagog, yazar, öğretmen Alimcan Barudî’dir. Türkistan’da Usulücedit hareketi yavaş ilerlemekteydi. Bahçesaray’da ilk Usulücedit okulunun açılmasından sonra, Türkistan’ın çeşitli bölgelerinden gelen 80 kadar molla ve öğretmen Usulücedit i tahsil ederek ve idare tertiplerini öğrenerek mütalâa edecekleri fenni kitapları alıp getirmişlerdi. Gaspıralı İsmail Bey şöyle devam ediyor: Lâkin Asya’yı Vustadan (Ortaasya) ses çıkmıyor, hareket işitilmiyordu. 1893’de oraya yollandım Türkistan’da ilk düzenli Usulücedit münevver Karî Abdürreşit tarafından açılmış bunu takiben ikinci Usulücedit okulu Semerkant’ta, Hoca Mahmut Behbudi tarafından faaliyete sokulmuştur. Buhara’da ise ilk Usulücedit mekteplerinin açılmasına öncülük edenlerden Molla Corabey; 1900’de Kayıoğlu, 1902’de ilk Usulücedit okullarını açmışlarsa da, gerek çar gizli polisinin ve gerekse kadimcilerin (eski taraftarı softa grubu) engellemeleri neticesinde başarı sağlayamamışlardır. Daha sonra gizlice kurulup faaliyet gösteren Usulücedit okullarının başında öğretmen olarak Osman Kocaoğlu (Hoca) ve Mükemmelettin Bey gibi Buharalı Türk aydınları bulunuyordu. Türkistan’da bundan sonra arka arkaya açılan Usulücedit okulları bu sefer de öğretmen ihtiyacını duyurmuştu. İşte Birlik e giden Rusya Türkleri kendi aralarında bu ihtiyacı giderdiler. Bu ihtiyaç sırasında Kafkasya’dan Azerbaycan’dan ve Kazan’dan Türkistan’a gönüllü öğretmen olarak giden Türk gençleri, İşte Birlik için Gaspıralı İsmail Bey’e ve bütün Türk dünyasma ümit verdiler. Usulücedit okullarının Rusya’da bir çığ gibi artarak geniş bir alana yayılması bütün İslam dünyasının dikkatini çekmişti. İsmail Bey’e ilk teklif Hindistan’dan gelmişti. 1910 yılında, Hindistan Müslümanlarına Usulücedit okulunu açmak üzere Hindistan’a giden İsmail Bey, Bombay’da ilk Usulücedit okulunu açmış ve bu okulun iki aylık masrafını Tercüman ın kasasından vermiştir. Gaspıralı İsmail Bey’in bu yoldaki faaliyetleri sonucunda, okullar ıslah edilmiş, milli edebiyat artmış ve kuvvetlenmiş ve yüzlerce Tatar gençleri Rus üniversitelerine devam etmeye başlamışlardı. diyen meşhur Macar Türkoloğu Vambery, çok kısa zaman değişen Rusya Türkleri’nin çehresini gözler önüne seriyor. Gaspirali İsmail Bey’in Usulücedit yolundaki çalışmalarında karşılaştığı en büyük güçlük, softaların çıkarmış oldukları kuru gürültülerdi. Cahil softalar, sırf İsmail Bey’in çalışmalarına ayak bağı olmak kastıyla ellerinden gelen bütün kötülükleri yapıyorlar, bilerek veya bilmeyerek Ruslar’a yardımcı oluyorlardı. Ulemadan geçinen bu softaların kimi İsmail Bey’i, kafirlikle kimi, dinsizlikle itham etmekteydi. Bilhassa İsmail Bey’i, İslamiyet’in düşmanı olarak kabul eden Tontar Müderrisi İşmehmet Hazret bir eserinde Gaspıralı benim indimde kafirdir, çünkü Usulücedit i takviye ediyor diyordu. Prof. Fuat Köprülü, bu konuda şöyle demektedir. Elifba tedrisatında savtiusulü tatbik için Haceyı sübyan adıyla elifba kitabını yazdı. Softalar onun bu yenilik teşebbüslerine karşı âdetleri veçhile din silahına sarıldılar, onu tekfir ve telin ettiler. Bu yeni mekteplerin dinsiz mektebi olduğunu ileri sürdüler Fakat İsmail Bey, inandığı yoldan geri dönmeyerek azimle yürümesini bildi. Azerbaycanlı meşhur mizah şairi Tahirzade Ali Ekber Sabir usulücedit okullarına karşı çıkan softalarla alay etmek için Usul-ü cedid adlı manzumesini kaleme almıştır. Bu manzumeden iki bölüm:

Vah, bu imiş ders-i Usûl-ü cedid!
Yokh, yokh, oğul, mekteb-i isyandı bu!
Molla değil bundaki ta’lim eden,
Elhezar et, bir yeni şeytandı bu!
Dur kaçakh oğlum, baş-ayak kandı bu!
Men değişip şive-i ecdadımı,
Böyle od’a (ateşe) salmarak evlâdımı!
Eylemerem dinsiz öz ahfadımı!
At. Çöle getsin ne debistandı (ilkokul) bu!
Dur kaçakh oğlum, baş-ayak kandı bu!
İlim adına bir kuru bühtandı bu!
Herzeyü hezyandı bu!
Müslümü kâfir kılan,
Haneyi küfrandı bu!

Gaspıralı İsmail Bey, Usulücedit hareketi ile, softaları yenerek, Rus maarifini tesirsiz bırakarak, Rus hükümetinden beş para yardım almadan, Rusya Türkleri’nin milli benliğini, milli maarif ruhunu ve aksiyonunu aşılamayı başardı. Onun sayesinde Türk kadını kölelikten kurtuldu. Usulücedit hareketi sayesinde İsmail Bey, Türk kadınını, Türk milletinin Batı medeniyetine erişebilme mücadelesine sokmuş oluyordu. Nitekim, İsmail Bey’in fedakarca çalışmaları sonucu olarak Müslüman kadını, cemiyette, okul ve üniversitelerde görünmeye başlamış ve 1897 nüfus sayımı zamanında Rusya’nın Türk kadınları arasındaki okur yazar oranının, Rus kadınları arasındaki okur yazar oranını geçtiği anlaşılmıştır. Meşhur Macar Türkoloğu Prof. Lâszlö Râsonyi; Usulücedit in sonuçları hakkında görüşlerini şöyle ortaya koyuyor. Gaspıralinın ektiği tohum boşa gitmedi. XX yy. başlarında Rusya’daki Türk ülkelerinde, Gaspıralinın istediği tarzda 5000 okul ve öğretmen vardı. Rus okullarına gitmeden de Avrupalılığa yaklaşmak mümkündür. Usulücedit hareketi ile Türk Dünyasında yeniliğin, batılılaşmanın öncüsü olan Gaspıralı İsmail Bey, Türk maarif tarihine ismini altın harflerle yazdırdı, İsmail Bey Usulücedit hareketi ile Türklüğün kalbinde bir kere daha ebedileşti.

İsmail Bey’in fedakarca çalışmaları sonucu olarak Müslüman kadını, cemiyette, okul ve üniversitelerde görünmeye başlamış ve 1897 nüfus sayımı zamanında Rusya’nın Türk kadınları arasındaki okur yazar oranının, Rus kadınları arasındaki okur yazar oranını geçtiği anlaşılmıştır.
Gaspıralı İsmail Bey, Usulücedit hareketi ile, softaları yenerek, Rus maarifini tesirsiz bırakarak, Rus hükümetinden beş para yardım almadan, Rusya Türkleri’nin milli benliğini, milli maarif ruhunu ve aksiyonunu aşılamayı başardı. Onun sayesinde Türk kadını kölelikten kurtuldu. Usulücedit hareketi sayesinde İsmail Bey, Türk kadınını, Türk milletinin Batı medeniyetine erişebilme mücadelesine sokmuş oluyordu.
Kafkasya’da ilk Usulücedit okulu 1890 yılında Ordubad’da Sıtkı Seferoğlu adında aydın bir Türk öğretmeni tarafından açıldı. Yine aynı öğretmen; 1894 yılında Nahçivan’da Terbiye adını taşıyan yeni bir Usulücedit okulu daha açmıştır. Sıtkı Seferoğlu’nun öncülüğünü yaptığı bu hareket Azerbaycan’da da süratle gelişme göstermiştir. Usulücedit okullarının açılmasında yardımı dokunan başlıca Kafkasya ve Azerbaycan aydınları: Bakıhanlı, Mırza Fethali Ahundzade, Hasan Bey Zerdabî, Seyit Azim, şair sabir vs. başlıca zenginler arasında ise, Hacı Zeynelâbidin Tagı, Şemsi Esedullah vs. gibi hayırseverler bulunmaktaydı.
İnsanoğlu hakikati ve saadeti hiç bulamaz ve lâkin bu hakikat ve saadet yolunda yürüyene yardımcı bir şey vardır, bu, karanlıkta fenere benzer, buna maarif ve bilgi derler, maarif insanın fikrini çok eder, aklını keskin eder, zekasını arttırır.
Gaspıralı İsmail Bey’in gözünde eğitim; Müslüman cemiyetini korumak ve Türk asıllı Müslümanların milli doğuş ve birliği için bilhassa Tatarlar’in misalinde olduğu gibi başlıca silahtı. Netice olarak onun başlıca gayretleri eğitime ve yeni reform geçiren okullara yönelmişti.
Hakim bir milletin; mahkûm düşmesi, mahkûm bir milletin yok olması, mektepsizlikten ileri gelir diyen Gaspıralı İsmail Bey, cehalete ve cehaleti teşvik edenlere karşı savaşın ilk bayrağını Kırım’da açmıştı.
GASPIRALI İSMAİL BEY VE TERCÜMAN

Gaspıralı İsmail Bey, 1879 yılında gazete çıkarmak için Çar hükümetine müracaatta bulunduysa da red cevabı aldı. Rusya Türkleri’nin milli benliklerini kaybetmemeleri için mutlaka devamlı bir gazetenin lüzumunu duyan İsmail Bey yılmadı. Bu sefer de 1881 yılında Tonguç, Kamer vs. adlarını taşıyan risaleler neşretmeye başladı. Rus sansürü bu risaleleri de yasaklayınca İsmail Bey, defalarca Petersburg’a giderek iki vali ve üç bakanla görüştükten sonra, Türkçe kısmı aynen Rusça’ya tercüme edilmek şartı ile Tercüman ın neşrine izin almaya muvaffak oldu. Onun gazete çıkarmaktaki sebat ve gayreti; kendisinde fikir ve hareketin (Niyet ve amel) aralıksız olduğunu göstermektedir. Şunu da kaydedelim ki, Gaspıralı bir yandan gazete işiyle didinip dururken öbür taraftan daha iki cephede hazırlık davranışlarında bulunmaktan da geri durmuyordu. Bu cephelerden biri Türk-Müslüman cephesi olup, öteki Rus hükümeti ve kamuoyu cephesidir. Birinci cephede soydaşlarını okumaya alıştırmak maksadıyla küçük küçük risaleler yazıyor ve bunları bin meşakkatle yayınlıyordu. Kırım’da Arap hurufatlı basımevi bulunmadığından ilk broşürlerini taş basması ile bastırmak zorunda kalmıştı. Sonraları bu broşürlerden bazılarını Tiflis’teki Ünsizadeler matbaasında bastırmıştır. Bütün bu risalelerde ileri sürülen dava Rusya’da yaşayan Müslüman Türkler’in derin uykularından uyanması ve o zamanki deyimiyle terakki ve tealisi (yani ilerlemesi ve yükselmesi) davası idi. İkinci cephede ise, o bazı Rus gazetelerinde makaleler yazarak kendisinin loyal bir Rusya vatandaşı olduğuna Rus hükümetini kandırmak ve Rusya Müslümanlarının hükümetçe ihmal edildiğini anlatmak istiyordu. Müslümanları çağdaş fikir ve bilimle aydınlatmanın yalnız onlar için değil, hükümet için de faydalı olacağını söylüyordu. Rusya’da yaşayan Müslümanların yeni fikirlere ve ilimlere aşinalık peyda etmelerinin en kestirme yolunun öğretim ve eğitiminin onların kendi dilleriyle yapılması olduğuna hükümeti ikna etmeye çalışıyordu. Tercüman’m ilk çıkışı olan 10 Nisan 1883; Kırım’ın Rus esareti altında girişinin 100. yıldönümü dolaylarına rastlıyordu. Tercüman’ın çıkışının böyle bir zamana rastlaması gerçekten büyük bir mana taşımaktaydı. İsmail Bey, Kazan’dan Nizini- Novogrod’tan topladığı 300 ruble abone parasına, eşi Zühre Hanım’ın mücevherlerini, annesinden kalan kıymetli elbiselerini satarak eski bir makine ve lüzumlu alet ile eşyaları alarak, her türlü imkansızlıklarla boğuşa boğuşa mukaddes görevine başladı. 10 Nisan 1883; bir yazarın da dediği gibi, bahar güneşi ile dünya dirilip çiçeklendiği günlerde, uzun yıllardan beri karlı kefenlerle örtülüp ölü gibi uyuklayan kuzey Türkleri’nin de ilk beyaz bahar çiçeği Tercüman açıldı. Tercüman ın doğuşunu ve Kırım’ın o andaki durumunu Cafer Seydahmet Kırımer şöyle anlatmaktadır: 1883’de yani Kırım’ın Ruslar tarafından ilhakından tam bir asır sonra, İsmail Bey, Kırım’da, Bahçesaray’da Tercüman gazetesini neşre başladı. Hanlığın eski payitahtında, onların eski saraylarında bir asırdır baykuşlar ötüyordu. Cennet kadar güzel Kırım’ın bağları, bahçeleri, Kırımlılar’ın bahtsız ocakları neşeye, saadete değil, elemden, ızdıraptan, yoksulluktan, hasretlikten yükselen hıçkırıklara sahne oluyordu. Kırım’ın kara bahtsız ufkunu nurlandırmaya başlayan Tercüman , Kırım tarihinin dönüm noktası oldu. Kırımlılar’ı, dalmış oldukları gaflet uykusundan uyandırmak emeliyle işe sarılan İsmail Bey, binbir müşkülü yenerek elindeki mukaddes meşalesini bir kat daha yükseltiyor, yalnız Kırım’ı değil, yavaş yavaş bütün Rusya Türkleri’ni uyandırmaya, teşkilatlandırmaya, onların Avrupa medeniyetini benimsemelerine, iktisadi ve sosyal bakımından kuvvetlenmelerine yol açıyordu. Tercüman ın neşir hayatının ilk yılları büyük maddi imkansızlıklarla doludur. Bu maddi imkansızlıkların yanı sıra Kırım zenginlerinin lakayt ve anlayışsız davranışları da Tercüman ın neşrine engel olabilecek nitelikteydi. Gaspıralı İsmail Bey, bütün bu zorlukları yenmesini bildi ve Tercüman ı son nefesine kadar söndürmedi. Tercüman’ın ilk neşir yıllarında İsmail Bey, baskı makinesine bir motor ilave ederek gazetenin daha seri bir şekilde çıkmasını düşünmüştü. Bu düşüncesini Kırım’ın tanınmış bir zenginine açtığında, cahil zengin; Tütün ekseydin sana para verirdim; fakat, gazete çıkarmak için para vermem şeklinde cevap vermiştir. Bu gibi geri düşüncelerin yanı sıra İsmail Bey’i kafirlikle itham edenler de olmuştur. Tercüman ilk çıktığı zaman 320 alıcısı vardı. Fakat bu okuyucu nispeti Gaspıralı’nın fedakârane çalışması yüzünden öylesine arttı ki, bu sayı birkaç yıl içinde 6 bini bulmuştu. Tercüman ! Kırım’dan başlayarak Kafkasya, Kazan, Sibirya, Türkistan, Çin Türkistanı, İran, Mısır hatta Hindistan ve II. Abdülhamit’in izni ile Türkiye’de okunurdu. Tercüman Gaspıralı İsmail Bey’in olağanüstü zekası ve kabiliyeti sayesinde kısa zamanda bütün Türk dünyasına yayıldı ve sürümü 20 bine yükseldi.Türkçe konuşulan ve anlaşılan her yerde, Mısır’dan Hindistan’a kadar bu ceride tutundu. Coğrafi mesafelerin uzaklığına bakmadan, Türk milli hayatının ve menfaatlerinin ocağı haline geldi. Tercüman’ın hemen hemen bütün Türk-İslam Dünyası tarafından okunma başarısını Cafer Seydahmet Kırımer şu hususlara bağlamaktadır: Tercüman’ın muvaffakiyetinde, bu hedef ve ciddiyetten başka, İsmail Bey’in kendisine has, açık kısa uslûbunun ve sâde dilinin de büyük bir tesiri vardı. Şunu da kaydetmek zaruridir ki, İsmail Bey gazetecilikte de müstesna kâbiliyete malikti. Türk âleminde fikirlerini halka yaymakta ve benimsemekte o eşsizdir. Tercümanın dili çok sadeleştirilmiş Osmanlı lehçesinden ibaretti. Gaspıralı İsmail Bey’in de Tercüman’ın neşrindeki gayelerinden en önemlisi muhakkak ki, ortak edebî dil ülküsünün gerçekleşmesidir. Gerçekten İsmail Beyin Tercüman kadar hiçbir teşebbüs, Türk dili ıslahı ihtiyacım doğurmamıştır. Tercüman’ın lisanı, Kazan’dan Kafkasya’ya, Kırım’dan Türkistan’a kadar anlaşılıyordur. Bu azim bir maharetti. Bununla merhum, düsturunun birinci şıkkını icra etmiş bulunuyordu. Türkler her yerde anlaşmaya başlamışlardı. Tercüman gazetesini kuzey Türkleri anladığı kadar da doğu Türkleri ile batı Türkleri de anlardı. Bütün Türkler’in aynı lisanda birleşmelerinin kabil olduğuna bu gazetenin vücudu canlı bir delildir. Meşhur Türk-İslâm hars (kültür) hadimi Gaspıralı İsmail Bey, Tercüman ın sahifelerinde İslâm ve Türkler’e asrî ilim ve irfana ve halkın tenevvür ederek bugünkü vaziyetten daha fazla yükselmesinin icap ettiğini ispat etmekle uğraşmıştır. İsmail Bey, Tercüman sütunlarında başta Rusya, Türk ve Müslümanları olmak üzere Türk-Müslüman dünyasına ait en aktüel, siyasî, sosyal, kültürel, milli ve dinî problemleri aydınlatmakta idi. Tercüman gazetesi yükselttiği Türk Birliği bayrağı ile sabık Rusya Türkleri’nin uyanmalarında oynadığı rol ile Rusya Türk matbuatının babası olmuştu. Bu sonuncu elli yıl içinde işlenmiş bütün medenî işlerimiz, Türk âleminin hangi tarafından olursa olsun, Tercüman’m rehberliği ile başlamış, Tercüman ın manevi yardımı ile büyümüş ve pişmiştir. Tercüman a karşı duyulan sevgi ve alâkayı Rusya’da yaşamış olan aydın Türkler, gerek yazılarında, gerekse eserlerinde gözler önüne sermektedirler. Türkistanlı Ziya Sait Bey, Özbek Vakitli Matbuat-ı Tarihine Vesaik adlı eserinde; Türkistan ceditçilerinin Tercüman ı çok sevip okuduklarını ve bunun muharriri İsmail Bey’e sonsuz muhabbet beslediklerini hattâ kendisinin vefatında ceditçilerden birçoğunun 30 güne kadar göğüslerinde matem alameti taşıdıklarını kaydetmektedir. Kırımlı tarihçilerden Osman Akçoraklı Tercüman ın değerini şöyle ifade ediyor. Tercüman bizim millî edebiyat, millî maarif, millî tarihî ceddimizin hâzinesidir. Yine aynı makalesinde Osman Akçoraklı; Rusya’da yaşayan Biz Türkler, millî kitaplık, müze ve akademilerden mahrumuz ve yeni çağa ait yazılı millî tarihimiz yoktur. Ama biz, büyük milli hâzinemiz olan 23 ciltlik Tercüman gazetesi koleksiyonuna sahip bulunmaktayız diyordu. Tercüman da yazı yazan aydın Türkler, Kırım’da yeni bir edebiyat akımım, Tercüman Edebiyatı nı meydana getirmişlerdir. Bu edebiyatın öncüsü tabiatıyla İsmail Bey olmuştur. Onun Tercüman serisinden çıkan; Darülrahat Müslümanları , Arslan Kız , Kadınlar Ülkesi vb. hikayeleri, Osman Akçoraklı’mn; Nenkecan Hanım Türbesi Seyid Abdullah Özenbaşlı’nm; Olacağa Çare Olmaz piyesi, Haşan Sabri Ayvaz’m Neden Bu Hale Kaldık piyesi ve diğerleri Bu edebiyatm en belirgin özelliği; ürünlerinin, Gaspıralı Dili ile yazılmış olmasıdır. Tercüman gazetesinin etrafında toplanan ve sayfalarında; öğretmenlerin, gazeteci ve yazarların yer aldığı, Gaspıralı’nın tilmizlerinin temsil ettikleri akım Bunların çalışmaları sayesinde Kırım Türkleri 1917 yılına doğru bütün Kırım halk okullarının % 52 oranını teşkil eden 360 milli halk okuluna en önemli sayıda millî edebiyata sahip olmuşlardır. Tercüman ın Türk dünyasmda popüler bir gazete haline gelmesi, İsmail Bey için, mücadele dolu uzun yıllar gerektirmiştir. Bir yandan Rus misyonerlerinin, diğer yandan cahil softaların ağır tenkitlerine maruz kalan İsmail Bey, iki muhalif gruba da Tercüman da gereken dersi vermiştir. Bu misyonerlerden Kazan’daki gayri Rus milletlere mahsus Seminarya’nın müdürü İlminski; İsmail Bey ve Tatar münevverleri Rusya’dan asgari hukuk ve serbesti isteyerek gözboyacılığı yapıyorlar ve bir kısım Ruslar’ı kazanıyorlar demekteydi. Prof. Maşanof, Astraumof gibi misyonerler de ilk fırsatta İsmail Bey’i ve Tercüman ı Rus hükümetine şikayet ediyorlar, Türkler’deki uyanışa bir son verilmesini, bunun suçlusu olan İsmail Bey’in de cezalandırılmasını istiyorlardı. Misyonerler haricinde Rus basını da İsmail Bey’e ve Tercüman a hücumda bulunuyordu. Bilhassa Noviya Vremya , bu hücumlarını, İsmail Bey’e; Türkiye’nin bir casusu diyecek kadar ileri götürüyordu. Kırım’da Rus emniyet makamları da Gaspıralı İsmail Bey’e cephe almışlar, onun her hareketinden kendilerine göre sonuç çıkarmaya başlamışlardı. 1914 senesine ait Çar Jandarması Kırım dairesinin vesikalarının birisinde Gaspıralı İsmail Bey hakkında şöyle deniliyor: Tahkikat neticesinde katiyetle tespit olunmuştur ki, İsmail Gaspıralı ve onun Tercüman gazetesinde murakıpleri olan münevverler Kırım’ın her tarafında Kırım Müslümanlarının Türkiye’ye yardım etmeleri, Türk teb’alarmı gizlemeleri hakkında gizli beyannameler neşretmişler ve teşvikatta bulunmuşlardır. Gaspıralı İsmail Bey’in softalarla yapmış olduğu birçok ilginç mücadele içinde en mühimi ve ilginci muhakkak ki, Tercüman konusunda Gilman Kerimî ile yapmıştır. Tercüman ı dine küfür olarak telakki eden softalardan, aynı zamanda Kazan ulemasından olan Gilman Kerimî, oğlunun elinde Tercüman ı görür ve büyük bir hiddete kapılır. Oğlunu öldürmek ister; fakat, asıl öldürülmesi gerekenin, gazeteyi çıkaran kimse olduğunu düşünerek Bahçesaray’a İsmail Bey’i öldürmeye gider. Taassubuna rağmen akıllı ve muhakemeli bir zat olan Gilman Kerimî, İsmail Bey’le olan uzun konuşmasından sonra Kazan’a, Tercüman ın ateşli bir taraftarı olarak döner ve oğlunu İstanbul’a tahsil için göndermekte tereddüt etmez. Daha sonraları Baran’da Vakit gazetesini çıkaran, oğlu, meşhur edip ve mücadele adamı Fatih Kerimî’den başkası değildir. Türk dünyasında en çok okunan gazete olan Tercüman 1905 yılma kadar Rusya Türkleri’nin tek süreli gazetesi olmuş ve 23 Şubat 1918 tarihine kadar 35 yıl süresince yaymına devam etmiştir. Rusya’daki Türkler’in Türk olarak kalmasında 33 yıl ömürlü Tercüman ın büyük rolü olmuştur. Burada uyanan Türk ruhu daha sonra Yusuf Akçura’nın faaliyeti sayesinde Namık Kemal’in âlemi ile birleşerek Türkiye’ye de tesir etmiştir. Tercüman ile Gaspıralı İsmail Bey, gerek Türkiye ve gerekse Rusya Türk basınında kısaca Türk basın tarihinde en önemli yeri işgal etmektedir. Gaspıralı İsmail Bey Tercüman ile Dilde-Fikirde, İşte Birlik şiarının ilk iki şıkkını hemen hemen tahakkuk ettirme yoluna girmiş, üçüncü şıkkın galebesi içinde yine Tercüman sütunlarında mücadele etmiştir. Bu bakımdan denilebilir ki Rusya Türkleri, Türklüğünü Gaspıralı İsmail Beye medyundur.

Denilebilir ki Rusya Türkleri, Türklüğünü Gaspıralı İsmail Beye medyundur.
Rusya’daki Türkler’in Türk olarak kalmasında 33 yıl ömürlü Tercüman ın büyük rolü olmuştur. Burada uyanan Türk ruhu daha sonra Yusuf Akçura’nın faaliyeti sayesinde Namık Kemal’in âlemi ile birleşerek Türkiye’ye de tesir etmiştir. Tercüman ile Gaspıralı İsmail Bey, gerek Türkiye ve gerekse Rusya Türk basınında kısaca Türk basın tarihinde en önemli yeri işgal etmektedir.
Gaspıralı İsmail Bey’in softalarla yapmış olduğu birçok ilginç mücadele içinde en mühimi ve ilginci muhakkak ki, Tercüman konusunda Gilman Kerimî ile yapmıştır. Tercüman ı dine küfür olarak telakki eden softalardan, aynı zamanda Kazan ulemasından olan Gilman Kerimî, oğlunun elinde Tercüman ı görür ve büyük bir hiddete kapılır. Oğlunu öldürmek ister; fakat, asıl öldürülmesi gerekenin, gazeteyi çıkaran kimse olduğunu düşünerek Bahçesaray’a İsmail Bey’i öldürmeye gider. Taassubuna rağmen akıllı ve muhakemeli bir zat olan Gilman Kerimî, İsmail Bey’le olan uzun konuşmasından sonra Kazan’a, Tercüman ın ateşli bir taraftarı olarak döner ve oğlunu İstanbul’a tahsil için göndermekte tereddüt etmez. Daha sonraları Baran’da Vakit gazetesini çıkaran, oğlu, meşhur edip ve mücadele adamı Fatih Kerimî’den başkası değildir.
Tercüman gazetesini kuzey Türkleri anladığı kadar da doğu Türkleri ile batı Türkleri de anlardı. Bütün Türkler’in aynı lisanda birleşmelerinin kabil olduğuna bu gazetenin vücudu canlı bir delildir.
Kısaca Parçala Yut şeklinde sembolize edilebilen bu siyaset neticesi, Türk Milletinden yüzlerce halk (!) türetildi. Türk milleti; Kazak, Azeri, Türkmen, Başkırt, Tatar, Kırgız, Tacik, Yakut, Özbek,
Karakalpak vs adlarını taşıyan halklara (!) dönüştürüldüler.
Tabiat kanunlarına göre sen-ben
kavgasından düşen milletler mahvolacaktır
Tercüman Kırım’dan başlayarak Kafkasya, Kazan, Sibirya, Türkistan, Çin Türkistanı {Doğu Türkistan}, İran{Güney Azerbaycan}, Mısır hatta Hindistan {Pakistan ve Mughal bölgeleri} ve II. Abdülhamit’in izni ile Türkiye’de okunurdu .
Tercüman’ın ilk neşir yıllarında İsmail Bey, baskı makinesine bir motor ilave ederek gazetenin daha seri bir şekilde çıkmasını düşünmüştü. Bu düşüncesini Kırım’ın tanınmış bir zenginine açtığında, cahil zengin; Tütün ekseydin sana para verirdim; fakat, gazete çıkarmak için para vermem şeklinde cevap vermiştir.
Hanlığın eski payitahtında, onların eski saraylarında bir asırdır baykuşlar ötüyordu. Cennet kadar güzel Kırım’ın bağları, bahçeleri, Kırımlılar’ın bahtsız ocakları neşeye, saadete değil, elemden, ızdıraptan, yoksulluktan, hasretlikten yükselen hıçkırıklara sahne oluyordu
Hakim bir milletin; mahkûm düşmesi, mahkûm bir milletin
yok olması, mektepsizlikten ileri gelir
1883’de yani Kırım’ın Ruslar tarafından ilhakından tam bir asır sonra, İsmail Bey, Kırım’da, Bahçesaray’da Tercüman gazetesini neşre başladı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir