Muhyiddin İbn Arabi kitaplarından Fütühat-ı Mekkiye’den Tavsiyeler kitap alıntıları sizlerle…
Fütühat-ı Mekkiye’den Tavsiyeler Kitap Alıntıları
Akıl herhangi bir işi kendi başına biliyor, başka bir işi ise tek başına bilmiyorsa o zaman bağımsız bir şeyin aklı bilmediğine ulaştırması gerekir. Dolayısıyla peygamberlerin gönderilmesi imkânsız değildir ve onlar yaratılmışlar içinde gaye ve yolları en iyi bilen kimselerdir.
Muhtar (seçen), en uygunu gözetmek zorunda değildir. Kuşkusuz bu durum sabit ve geçerlidir. Çirkin ve kötü, sadece şeriata ve gayeye göre sabittir. Bir insan iyilik ve kötülük, iyi ve kötünün zatından kaynaklanır’ diye iddia ederse o bilgisizin tekidir.
Sayının bir olduğunu bilseydin, hiç kimse ile tartışmaya girişmezdin
Hebâ, içinde istenilen şekil ve suretlerin meydana getirilmesi için binanın harcı ve toprağı gibidir ve o âlemde yaratılmış ilk varlıktır.
O halde âlemin gayesi, Hakkın hakikatlerini izhar, büyük âlemin feleklerini bilmektir.
Yaradılışın başlangıcı Hebâ’dır. Onda var olan ilk şey ise Rahmân’a nispet edilmiş Hakikat-i Muhammediye’dir. Mekanda yerleşme olmadığı için onu sınırlayacak bir yer yoktu.
üstün olanın düşük olandan ayrışması gerektiğini bilmezler. Yoksa bir şeyi meydana getirmek istediğinde ona ‘Ol der, o da olu verir’ ayetinin anlamı kalmazdı. Bu anlam, eşyanın en güzel kanuna göre yaratılmasından başka bir şey midir?
Her ilâhî isim, bütün isimleri içerir ve her isim kendi anlamında bütün isimlerle nitelenir.
Aksi halde her ilâhî isim kendi kulu için bir Rab nasıl olabilirdi? Heyhat ki heyhat!
Ûlvi ve süfli alemde bilinen bütün isimleri incelediğimde, onların kelâm ilmi bilginlerine göre sıfatlar diye ifade edilmiş yedi isim tarafından içerildiğini görürsün.
Bütün yeryüzü onun kabzasıdır. (Zümer, 67)
Gökler sağ elinde dürülmüştür. (Zümer, 67)
mülküm kendisini benim tasarrufumdan alıkoyamaz. Onda tasarruf edenler, benim izin verdiğim kölelerim olsa bile malımı kullandığımda ve tasarrufum esnasında şöyle söyleyebilirim:
Malım tasarruf etmem için benim elimdedir.
Teşbih ehlinden sapanlar, Allah için zorunlu tenzihi dikkate almaksızın, tevil edip ayet ve rivayetleri zihne gelmeyen anlamlara yordukları için sapmıştır.
Hz. Ebû Bekir idraki idrakten acizlik, idraktir. demiş. Bu sözün iki yorumu vardır. Anla!
İşte fikir ehlinin Allah’ı bilme yöntemleri burada sona erer.
hayal gücü, her nasıl idrak ederse etsin, duyudan asla ayrılmaz. Hâlbuki bize göre duyunun Allah’a ilişemeyeceği kesin olarak sabittir. Dolayısıyla hayalin O’na ilişmesi geçersizdir.
‘Bir şeye dayananın hükmüyle dayanılan şeyin hükmü aynı olsaydı, iş teselsüle gider ve var olmak geçerli olmazdı.’
(Teselsül: birbirine bağlama, zincirleme)
Bir şeyin öncelediği herhangi bir varlık, önceleyen şeyin aşağısındadır ve orada sınırlanmıştır. Sonsuza dek olsa bile, bu nitelik kendisinden ayrılmaz. Böylece varlık, iki Lâm vasıtasıyla sabit olmuştur.
Bir durumdan müstağni kalamayan herhangi bir şey, o durumun hükmüne sahiptir.
Egitimli şöyle demiş: Dört bilgin istiva çizgisinin altındaki Eryen kubbesinde buluşmuş. Birincisi Mağripli, ikincisi doğulu, üçüncüsü Şamlı, dördüncüsü Yemenli idi. Bilimler hakkında ve isimler ve betimler arasındaki farktan söz etmiş, birbirlerine şöyle demişler: ‘Sahibine ezeli mutluluk vermeyen ve taşıyıcısını zamanın etkisinden kurtarmayan bilgi yararsızdır. Geliniz! Sahip olduğumuz ilimler arasından hangisinin istenilenlerin en yücesi, kazanılan ilimlerin en kıymetlisi, öğrenilenlerin en üstünü ve övünülen şeylerin en kıymetlisi olduğunu araştıralım. Batılı şöyle demiş: ‘Bende (arazların) taşıyıcısı kendi başına var olan cevherin bilgisi vardır.’ Doğulu ‘Bendeki ilim, taşıyan-taşınan ve gereklinin bilgisidir’, Şamlı ‘Bende örneksiz yaratma ve bileştirme ilmi’, Yemenli ‘Bende özetleme ve düzenleme ilmi vardır’ demiş. Ardından şöyle demişler: ‘Her birimiz sahip olduğu bilgiyi izhar etsin ve ortaya koysun.
Varlıkta bulunan isyan-itaat, kazanç-hüsran, köle-hür, soğuk-sıcak, diri-ölü, gerçekleşme-kaybolma, gündüz-gece, itidal-sapma, kara-derya, çift-tek, cevher-araz, iyilik-hastalık, sevinç-keder, ruh-beden, karanlık aydınlık, yer-gök, bileşme-ayrışma, çok-az, dal-kök, beyaz-siyah, uyku- uykusuzluk, zâhir-bâtın, hareketli-durağan, kuru-yaş, kabuk-öz, kısaca birbiriyle çelişen ya da zıt veya benzer bütün bu bağıntılar, Tanrı tarafından irade edilmiştir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kanıtla Müslümanlığa dönen kişi, kılıç nedeniyle Müslüman olandan daha doğru Müslüman’dır. Çünkü korku, insanı ikiyüzlülüğe sevk etmiş olabilir. Hâlbuki kanıt sayesinde Müslüman olan böyle değildir. Bu nedenle kelâm bilginleri cevher ve araz ilmini geliştirmiştir ki, başka bir gayeleri de yoktu. Bir şehirde bir kelâmcı kâ fi!
Kötü düşünce, sahibini imandan çıkmaya sevk etmiştir.
Yahudiler Hz. Muhammed’e -s.a.v- şöyle demiş: ‘Bize Rabbini tasvir et.’ Bunun üzerine Allah ihlâs suresini indirmiş, onlara akıl kanıtlarından bir tek kanıt bile sunmamıştır.
Allah şöyle buyurmuş: ‘De ki O Allah’, böylelikle varlığı ispat etmiş, Tektir Burada sayıyı reddetmiş ve Allah’ın mutlak birliğini ortaya koymuştur. ‘es-Samed’dir. Burada ise cisim olabileceğini reddetmiş. ‘Doğurmamış ve doğrulmamıştır. Burada ise baba ve çocuk olmayı reddetmiştir. ‘O’nun hiç kimse dengi değildir. Bu ayette eşi olabileceğini reddetmiştir. Ortağı olabileceğini de ‘Yerde ve gökte Allah’tan başka ilah bulunsaydı, gök ve yer bozulurdu’ ayetinde reddetmiştir.
Akılcı kanıtlama yöntemini benimseyen kimse bu anlamların doğruluğuna akılla kesin kanıt ister. Hâlbuki bu lafiz anlamın doğruluğuna tanıktır.
Avam, Hakkı bilmek ve O’nu tenzih etmede Kur’an’ın açık-zâhirî ifadelerinde yer almış tenzih ve bilginin hükmüne uyar. Onlar, birisi tevile yeltenmediği sürece, bu konuda -Allah’a hamdolsun- doğru ve sahih bilgiye sahiptir. Sıradan bir insan tevile kalkışırsa artık avam değildir ve akılcı-tevili benimseyen sınıflara katılır. Böyle bir insan, tevil şeriatının getirdiği şeyin zâhiriyle çelişmediği sürece, teviline göre davranır ve o tevile göre Allah’a kavuşur: Tevilinde ya doğru yapmıştır veya hatalıdır.
Binaenaleyh sıradan insanlar -Allah’a hamdolsun- sağlam inanç sahibidir. Çünkü onlar inançlarını daha önce belirttiğimiz gibi Yüce Kitab’ın zâhirinden almıştır ki, bu alış inancın kesin olmasını zorunlu kılar.
Nefs, kurtuluş ve mutluluğunun bulunduğu girmeye direnirse bunun nedeni, bilgisizlik ve kötü doğadır. Çünkü inatçı nefisleri erdemli huyları kazanmaya taşıyan şey, din ve mertliktir. Dolayısıyla bilgisizlik, dinin zıddıdır. Çünkü din ilim demektir. Kötü doğa ise mertliğin zıddıdır.
Nefislerini yaratılış gayelerinden başka şeylerle meşgul eden sıradan insanlar değil de, kurtuluşlarını isteyen müminlerin seçkinlerinin takip ettiği Allah’a giden yol, dört kısımdır: Dürtüler, çağrılar, ahlâk ve hakikatler. Onları söz konusu çağrılara, dürtülere, hakikatlere ve ahlâka sevk eden şeyler ise üzerlerine farz kılınmış üç haktır: Allah’ın hakkı, nefislerinin hakkı ve yaratıkların hakkı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Gönül ancak doğruluğuna kesin olarak inandığı şeyle serinler. Akıllının gönlünün serinlemesi ise ancak masumun bildirdiği ilimle olur.
Davranışımız, yazılmış bir tanıklıktır ve ondan sorumlu tutulacağız.
İlimler 3 kısımdır: Birinci kısım, akıl ilmidir. Bu ilim, insanda zorunluluk hükmüyle gerçekleşen veya delilin yönünü öğrenmek tarzıyla delili incelemekle gerçekleşen ilimlerdir. Bu ilmin kuşkuları da kendi cinsindendir. Bu nedenle, nazar (teorik düşünce, araştırma) hakkında şöyle derler: ‘Bir kısmı doğru, bir kısmı yanlış!’
Seni ancak senden sual eden merak eder.
Bilge, şehir onu yoldaşından uzaklaştırıp zamanın tasarrufları dostuyla arasına girdiğinde, dostunun yokluğunda elde ettiği şeyleri ve kazandığı hikmet metaını dostuna bildirmelidir.
Ey (hikmet uğruna) uykularını azaltan yolcu!
Gece dostu rütbesine ulaşmak için
Nicelik ve niteleneni bilmede, bilinen mekan anlaşılır.
Bir şey ancak iki şeyden, bir sonuç iki öncülden meydana gelebilir.
Son, başlangıcın aynıdır.
Bir şeyle beraber olmayan hiçbir şeyle beraber değildir.
‘Allah var idi ve O’nunla birlikte başka bir şey yoktu -ki halen öyledir
İbn Arabi, en genel ifadelerle mutlu ve bedbahtlar sınıflarını zikretmiştir, Herkesin kendisini bildiği ve ibadet ettiği özel bir ismi vardır ki bu daha önce değindiğimiz Rabb-i has’tır. Bazı varlıklar, kendilerini gördükleri ve kendilerini bildikleri için, bu isimden ve onun kendilerine yüklediği sorumluluktan yüz çevirmiştir. Bunlar, bedbahtlardır. Bazı varlıklar ise ismini bilmiş ve onun yükümlülüklerini yerine getirmiştir, bunlar da mutlulardır.
Hakikatlerin bir kısmı, kendisini görmenin ona ait ismi görmekten perdelediği kısımdır. Böyle bir varlık, isminin yükümlülüğünün ve hükmünün dışında kalır ve onun karşısında inkârcı olarak bulunur. Bir kısmı ise Allah ’ın ayaklarını sabit kılıp ismini önderi olarak benimseyen ve kendisiyle önderi olan imam arasındaki belirtiyi öngören kısımdır.
Miinezzeh Allah, bilen ve öğreten el-Alim, hüküm veren ve verdiren el-Hakim, kahreden ve kahır edici veren el-Kahir, takdir eden ve cimrilik etmeksizin kazandıran el-Kadir’dir. O Allah, bekası kendisiyle var olan bir özelliğe dayanmayan el-Baki’dir.
Her kulun bir ismi vardır ki o isim o kulun rabbidir. Kul beden, bu isim ise onun kalbidir.
Allahumme inni euzu bike mineşşikakı ven-
nifakı ve su-i ahlakı.
Allah’ım! Sana sığınırım. Şikaktan, nifaktan ve
kötü ahlaktan
`Es ist eine Schönheit, von Scham erfüllt.´
Cennet yapılan amelin karşılığı sayılsaydı,öğrenmiş olduğun ilahi cömertlik nerde kalırdı
Sebebi bilmek sonucu bilmektir
Hüküm vakte aittir.
Fütuhat-ı Mekkiye 7
Sır ilmi açıklanmak istenirse çirkinleşir, akıllar tarafından algılanmaya direnir ve belirsizleşir. Muhtemelen tutucu-zayıf akıllar onu anlamsız diye bir kenara atar .
İşe koyul durum ciddi..!
Bütün sözlerim kullarıma öğüttür, keşke ibret alsalar..
Kendi adabımla edeplendirdiğim dostlarımı tanıdın mı..?
Artık değerini bil. Kendisini bilmeyen şeye şaşılır..!
Peki Hakkı hangi anlam ile nitelersin?
Ki o ıp ıssıs karanlıklarda seni düzenledi..
Bir inci gibi saklanan sırra bak.!
Parlak; karanlık derinlik içinde..
Bil ki: Sen şaşkınlık içinde hüsrana uğramışsın..
Orada uçucu hakikatler bütün hakikatlere baskın gelir ve yönetim ruhlara geçer..
Var olmayanın bir hakikatten meydana gelmesi mümkün ve geçerli değildir..
Hakikat, mutlaka kendisini gösterir ve insanlık hiçbir dönemde ondan bihaber kalmış sayılamaz
Allah insana İblis’in mukabilinde yarattığı ve onun gibi görünmez olan bir melekle yardım eder. İblis insanın zahirine etki edemediğinde, melek kendisine hâkim olur ve nefse yardım eder. Bu durumda nefs hem kendi ücretini hem ona yardım edenin -ki melektir- ücretini kazanır. Çünkü melek, karşılık beklemez veya makamında artış ve eksiklik olmaz. İblis insanın zahirine etki ederse, melek bundan üzülür ve kul adına mağfiret diler. Melek gerçekte üzülecek bir varlık değildir. Bu nedenle günahın cezası insana döner. Öyleyse melek, her iki durumda, yani itaat ve günahta da kârdadır. İman ise, melekle güçlenir. Bu nedenle melek onun adına bağışlanma diler.
Onun makamı, neyin fark edildiği hissedilmeden, fark edilmekten ibarettir.
Beni belirli bir suret ile sınırlayan,kendi hayaline ibadet etmiştir.
Allahtan sadece bilgili kulları korkar.
Değerli olanı ancak değerli bilebilir.
Düşünceleriyle perdelenmiş akılların büyük kısmı,perdelerinden kurtulamadığı için onu algılayamaz.
Allah bilgisiyle seni var etmiş sen de acizliğinle ona ibadet etmişsindir.Dolayısıyla O O’dur O’na aittir sana değil.Sen de sensin kendine aitsin ve O’na aitsin.Şu halde sen O’nunla irtibatlısın,tersi değil.
Varlıklar değişmez ve hakikatler başkalaşmaz.Binaenaleyh ateş suretiyle değil hakikatiyle yakar.Allahı Tealanın “ ey ateş serin ve selametli ol” hitabı surete yönelik bir hitaptır.Suret korlardır.Korların cisimleri ise ateş vasıtasıyla yakıcıdır ve ateş onlarla varolduğunda ateş diye isimlendirilmiştir.Böylelikle sıcaklığı kabul ettiği gibi soğukluğu da kabul etmiştir.
Allahu Teala kötülüğü emretmediği gibi aynı şekilde onu dilememiştir.Fakat onun varlığına hükmetmiş ve onu belirlemiştir.
Sahibine ezeli mutluluk vermeyen ve taşıyıcısını zamanın etkisinden kurtaramayan bilgi yararsızdır.
Üçüncü ilim,sır ilimleridir.Sır ilmi aklın gücünün üstündeki ilimdir.Başka bir ifadeyle,Ruhu’l Kuds’ün sırr’a üflediği ilimdir ve peygamber ve veli o ilme tahsis edilmiştir.
İnsan,sonucun değerini öğrenmedikçe, işin başındaki güçlükler kendisine kolay gelmez.
Seni ancak senden sual eden merak eder.
Bir şey ile beraber olmayanla hiçbir şey beraber değildir.
Ruh, isteği şeyi kendilerinde bulunduğunu gördüğü için bu duyular şeylere âşık olmada mazurdur.
Bilinen ile örtüşse bile, ancak kendinle var olan bilgiyi görebilirsin. Bilgin seninle vardır ve gördüğün ve taptığın şey, kendi bilgindir.
Sen aynamsın, sen evimsin, sen meskenim, gaybımın hazinesi ve ilmimin karar bulduğu yersin. Sen olmasaydın bilinmez, ibadet edilmez, şükredilmez ve inkâr edilmezdin.
Düşünceleriyle perdelenmiş akılların büyük kısmı, perdelerinden kurtulamadığı için onu algılayamaz.