Mary Shelley kitaplarından Frankenstein or The Modern Prometheus kitap alıntıları sizlerle…
Frankenstein or The Modern Prometheus Kitap Alıntıları
Bahtsızların boyun eğmesi kolaydır ama suçlulara hiç rahat yoktur. Vicdan azabının acıları, insanın bazen acının büyüklüğüne gömülmekten aldığı huzuru da zehirler.
Bilginin ne tuhaf bi doğası var insanı bir kez yakalamaya görsün. Kayanın üzerindeki bi yosun gibi aklına yapışıyor.
İnsanlardan köşe bucak kaçıyordum. Sevinç ve mutluluğa dair tüm sesler bana eziyet gibi geliyordu. Tek tesellim yalnızlıktı; derin, kapkaranlık, ölüm gibi bir yalnızlık.
Yalan gerçeğe böylesine benzerse kim gerçek mutluluğa yürekten inanabilir ki?
Âdem’in yaratıcısına yakarışını anımsıyordum. Peki, benim yaratıcım neredeydi? Beni terk etmişti ve buruk yüreğimle ben de onu lanetliyordum.
Bilgimi artırmak, ne sefil bir serseri olduğumu daha da iyi kavramamı sağlıyordu.
Merhamet ve dostlukları için yalvaran birini, nasıl bir canavar olursa olsun, kapılarından geri çevirirler miydi?
‘Lanet olası yaratıcım! Kendinin bile tiksintiyle sırtını döneceğin böylesine korkunç bir canavarı ne diye yarattın? Tanrı merhametiyle, insanı kendi suretinde, hoş ve güzel yaratmış. Oysa benim görünüşüm senin en berbat halin, hatta ondan da beter. Şeytan’ın bile onu beğenip teşvik edecek yoldaşları, akranları vardı. Bense yapayalnız ve hor görülen biriyim.
Tıpkı Âdem gibi benim de hayatını sürdüren hiçbir varlıkla bağlantım yoktu, ama bunun dışında o, her şeyiyle benden çok farklıydı. Tanrı’nın ellerinden mutluluk ve refah içinde, yaratıcısının sakınması altında, kusursuz bir yaratık olarak çıkmıştı. Kendinden üstün varlıklarla konuşmaya ve onlardan bilgi edinmeye hakkı vardı. Oysa ben perişan, çaresiz ve yapayalnızdım. Çoğu zaman Şeytan’ı kendi durumumun timsali olarak görüyordum, çünkü koruyucularımın saadetine tanıklık ettiğimde, onun gibi benim de içimde kıskançlık dolu buruk bir öfke yükseliyordu.
Kendi yarattıklarıyla savaşa tutuşmuş, kadir-i mutlak bir Tanrı’nın görüntüsü nasıl bir hayret ve dehşet uyandırırsa bu kitap da bende aynısını uyandırmıştı.
Arkadaşım yok Margaret. Başarının getirdiği heyecanla sevinirken bunu paylaşabileceğim birisi olmayacak. Hayal kırıklığına uğradığım zamanlarda kimse beni toparlamaya çalışmayacak. Hislerimi kağıda dökmeliyim evet. Ancak bu hislerimi paylaşabilmek için çok zayıf bir yöntem. Hislerimi paylaşabileceğim ve ne hissettiğimi gözlerimden anlayabilecek biriyle dost olmak istiyorum.
Çünkü hiç bir şey zihnini, ruhunu adadığın bir amaca doğru yürümekten daha huzur verici olamaz.
Ne garip şeydir bilgi! Zihne kayada ki yosun misali yerleşti mi ,bir daha ayrilmaz oradan.
Olgun bir insan daima zihninin sükunetini ve huzurunu korumalı ve tutkuların ve geçici arzuların bunu bozmasına izin vermemeli. Bu kuralın bilgi arayışı için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Kendini adadığın uğraş, sevecenlik duygularını zayıflatacak ve seni hiçbir alaşıma imkan vermeyen o saf hazları yaşayamaz hale getirecekse, o uğraş gayrimeşru, başka bir deyişle, insan şuuruna aykırı demektir. Eğer bu kural daima gözetilmiş olsaydı, eğer hiçbir uğraşın, insanla onun evcil duygulan arasına girmesine izin vermeseydi, Yunanistan köleleştirilmez, Sezar ülkesine kıymamış olur, Amerika’nın keşfi daha peyderpey yapılır ve Peru ve Meksika imparatorlukları yıkılmamış olurdu.
Kimseye bağlı olmadığım gibi, kimseyle ilgim de yoktu. ‘Çıkış yolum serbestti’ ve ölümüme yas tutacak kimsem yoktu. Görünümüm iğrenç, cüssem devasaydı. Neydi bunların anlamı? Ben kimdim? Ben neydim? Nereden gelmiştim? Kaderim neydi? Bu sorular zihnimi sık sık bulandırıyor, bense yanıtlarını bulamıyordum.
İşte ruhumuzun yapısı böylesine karmaşık ve bizler mutluluklar ya da felakete böyle incecik bağlarla bağlıyız.
İnsan aynı anda hem bu denli güçlü, erdemli ve muhteşem, hem de bu denli habis ve bayağı mıydı gerçekten?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
sahtelik hakikate bu derece benzeyebilirken, kim mutluluğundan emin olabilir ki?
yalanın böylesine gerçek görünebildiği yerde, kendisi için kesin bir mutluluğu kim garanti edebilirki? Kendimi, binlerce kişilik bir kalabalığın üşüştüğü ve beni aşağıya atmaya çalıştığı bir uçurumun kenarında yürür gibi hissediyorum.
SEVGİ UYANDIRMIYORSAM , KORKU SALACAĞIM , ÖZELLİKLE DE SANA ÇÜNKÜ SÖNDÜRÜLEMEZ BİR NEFRET DUYUYORUM YARATICIMA
Bazen bütün düşünce ve hislerimi silkeleyip atmak istiyordum, fakat acının üstesinden gelebilen tek şey vardı; korktuğum ama bir türlü kavrayamadığım ölüm.
Ne tuhaf şu bilgi denen şey! Kayalara yapışan yosunlar misali zihni ele geçiriyor.
Görünüşe bakılırsa yüce gönüllülük ve erdem , duyarlılık sahibi her varlığın başına gelebilecek en onurlu şeydi. Tarihe geçmiş çoğu kişi gibi aşağılık ve fesat olmaksa onursuzlukların en büyüğüydü. Bir sıçanın ya da solucanınkinden de rezil bir durumdu bu.
Sir Isaac Newton’ın kendisini büyük ve keşfedilmemiş hakikat denizinin kenarında deniz kabuğu toplayan bir çocuk gibi hissettiğini itiraf ettiği söyleniyor.
Insan denen varlık gercekten de ayni zamanda hem böyle kudretli , erdemli ve olağanüstü, hem de fesat ve aşağılık mıydı? Kimi zaman tüm kötülüklerin tohumu gibi görünürken kimi zaman da asalet ve yüceliğin timsali olabiliyordu.
Huzurlu bir mutluluk için yaratılmıştım.
kalıcı şey yoktur, değişkenlikten öte.
victor, sahtelik hakikate bu derece benzeyebilirken, kim mutluluğundan emin olabilir ki?
insan yüzü görmek istemiyordum; neşe ya da memnuniyet seslerinin tümü işkenceydi benim için. yalnızlık tek avuntumdu… derin, karanlık, ölüm misali yalnızlık.
kan damarlarımda serbestçe akıyordu ama yüreğimde hiçbir şeyin kaldıramayacağı umutsuzluğun, vicdan azabının ağırlığı vardı. uyku gözlerimi terk etmişti; habis bir ruh gibi dolaşıp duruyordum, çünkü tarif edilemez ölçüde korkunç fesatlıklar etmiştim ve fazlası, çok daha fazlası vardır başımıza gelecek. yine de yüreğim iyilikle, erdem aşkıyla dolup taşıyordu. iyi niyetlerle başlamıştım hayata. bu niyetleri uygulamaya geçireceğim, diğer insanlara faydalı olabileceğim anın özlemini çekmiştim. artık her şey un ufak olmuştu. geçmişe doyum duygusuyla bakmamı sağlayan o iç dinginliği ve bunun vaat ettiği yeni umutlar yerine, vicdan azabı ve suçluluk hissi içindeydim şimdi. bu da beni, hiçbir lisanın anlatamayacağı yoğunlukta işkenceler çektiğim bir cehenneme sürüklüyordu.
insan zihni için, üst üste yaşanan olayların duyguları ayağa kaldırmasının ardından gelerek, ruhu hem ümitten, hem de korkudan azade kılan eylemsizlik ve kesinliğin mutlak sükunetinden daha acı verici şey yoktur.
ıstırap ve umutsuzluk, ta yüreğimin derinlerine sızmıştı; hiçbir şeyin yok edemeyeceği bir cehennem taşıyordum içimde.
hissettiğim, hissetmek zorunda olduğum bir acıyı niçin anlatıyım?
her gün gördüğümüz, varlığını varlığımızın parçası bellediğimiz birinin ebediyen çekip gittiğine zihnin ikna olması çok zaman alıyor… sevdiğimiz gözlerdeki parlaklığın söndüğüne, çok tanıdık, kulağımıza çok hoş gelen bir sesin susabildiğine, bir daha asla duyulmayacağına da..
Ey Yaratan, ben mi istedim, çamurumdan
Beni, insanı yoğur diye, ben mi yakardım sana
Karanlıktan beni çıkart diye?
Beni, insanı yoğur diye, ben mi yakardım sana
Karanlıktan beni çıkart diye?
Her gün gördüğümüz,varlığını kendi varlığımızın bir parçası saydığımız bir kişinin sonsuza dek gidebileceğine, sevgi dolu gözdeki pırıltının sönebileceğine,kulağa bu kadar aşina ve hoş gelen bir sesin bir daha duyulmamak üzere susabileceğine zihnin kendini ikna edebilmesi için zaman gerekir.
…ister keder, ister neşe,
Çıkış yolu serbesttir yine de İnsanın dünü asla yarını gibi olamaz,
Değişim dışında hiç bir şey ayakta duramaz!”
Çıkış yolu serbesttir yine de İnsanın dünü asla yarını gibi olamaz,
Değişim dışında hiç bir şey ayakta duramaz!”
Madem sevmeyecektin, beni neden yarattın?
“Niçin ölmemiştim? Benden başka hiçbir insanın olmadığı kadar mutsuzdum, niçin unutuşa ve uykuya gömülmemiştim? Ölüm, üzerlerine titreyen ana babaların tek ümitleri olan serpilmiş çocuklarını alıp götürür; kaç tane gelin ve genç sevgili en sağlıklı ve en umutları ânın ertesi günü solucanlara yem olmuş ve mezarda çürümeye bırakılmıştır! Ne gibi maddelerden yaratılmıştım ki, tekerleğin dönüşü gibi yinelenip duran sonsuz işkencelerin şoklarına direnebilmiştim.”
“Ah, yıldızlar ve bulutlar ve rüzgârlar, hepiniz benimle alay ediyorsunuz! Eğer gerçekten bana acıyorsanız duygularımı ve belleğimi ezip geçin, yok olayım; fakat eğer bunlar olmayacaksa gidin, gidin ve beni karanlıklarda yalnız bırakın.”
Duygularımı kendi yüreğime bile açamıyordum.
Yalan gerçeğe böylesine benzerse kim gerçek mutluluğa yürekten inanabilir ki ?
Tek tesellim yalnızlıktı: Derin, karanlık, ölümsü bir yalnızlık.
Yatarız; bir düş, uykuyu zehirlemeye kadir ,
Kalkarız; başıboş bir düşünce günü kirletir,
Hisseder , düşünür , akıl yürütürüz ; ağlar ya da güleriz,
Sevgili acılarımızı kucaklar, tasalarımızı def ederiz
Hep aynı, ister keder , ister neşe,
Çıkış yolu serbesttir yine de
İnsanın dünü asla yarını gibi olamaz,
Değişim disinda hiçbir şey ayakta duramaz!
Kalkarız; başıboş bir düşünce günü kirletir,
Hisseder , düşünür , akıl yürütürüz ; ağlar ya da güleriz,
Sevgili acılarımızı kucaklar, tasalarımızı def ederiz
Hep aynı, ister keder , ister neşe,
Çıkış yolu serbesttir yine de
İnsanın dünü asla yarını gibi olamaz,
Değişim disinda hiçbir şey ayakta duramaz!
Kendimi bir uçurumun kenarında yürüyormuş gibi hissediyorum. Sanki binlerce insan toplanmış beni aşağı çekmeye çalışıyor.
Yalan gerçeğe böylesine benzerse kim gerçek mutluluğa yürekten inanabilir ki ?
Sevinç ve mutluluğa dair tüm sesler bana eziyet gibi geliyordu.
Geçmişe memnuniyet içinde bakıp gelecek için ümitler beslememi sağlayacak vicdan rahatlığı yerine , beni hiçbir lisanın tasvir edemeyeceği azaplarla dolu bir cehenneme sürükleyen bir pişmanlık ve suçluluk duygusunun esiri olmuştum.
Kanım damarlarımda özgürce akıyor, ama yüreğim kimsenin kaldırıp atamayacağı bir çaresizlik ve pişmanlık yükünün altında eziliyordu.
Ama kitaplar buradaydı ve daha derinlere ulaşan ve daha çok bilen insanlar buradaydı.
Sen de yıkıma uğradın, ama benim acılarım yine de seninkilerden büyüktü, çünkü pişmanlığın sivri uçlu hançeri benim yaralarımı deşmeyi daima sürdürecek; ta ki ölüm o yaraları bir daha deşilemeyecek şekilde iyileştirene kadar.
Ruhumda anlamadığım bir şeyler oluyor.
Ne kadar degiskendi hislerimiz ve ne tuhafti en kederli animizda bile hayata tutunma askimiz!
Ne tuhaf şu bilgi denen şey! Kayalara yapışan yosunlar misali zihni ele geçiriyor. Bazen bütün düşünce ve hislerimi silkeleyip atmak istiyordum, fakat acının üstesinden gelebilen tek şey vardı; korktuğum ama bir türlü kavrayamadığım ölüm.
Hiçbir şey insan zihnine büyük ve ani bir değişim kadar acı veremez.
Lakin ölümcül bir peşin hüküm gözlerini kör etmiş onların.
Eğer kendinizi adadığınız çalışma, sevginizi zayıflatmaya ya da değerini hiçbir zaman yitirmeyecek basit zevklerden aldığınız hazzı yok etmeye başlamışsa o çalışma mutlaka kural dışı, yani insan zihnine aykırıdır. Bu kurala her zaman uyulmuş olsaydı, kimse uğraşlarının aile sevgisiyle gelen dinginliği bozmasına izin vermeseydi, Yunanistan boyunduruk altına girmez, Caesar ülkesini kurtarır, Amerika aşama aşama keşfedilir, Meksika ve Peru imparatorlukları yok edilmezdi.
Hayatın akışında yer alan çeşitli kazalar, insan duyguları kadar değişken değildi.