İçeriğe geç

Foucault’yu Unutmak Kitap Alıntıları – Jean Baudrillard

Jean Baudrillard kitaplarından Foucault’yu Unutmak kitap alıntıları sizlerle…

Foucault’yu Unutmak Kitap Alıntıları

&“&”

İktidara taze kan sağlayan şeyin adı arzudur.Oysa arzu bile,toplumsalın ta derinliklerinde yer alan bir tür arzu efektinden başka bir şey değildir.Tarihin ta derinliklerinde bir yerlerde bulunan bir strateji efekti gibi bir şey. Her nedense Foucault’nun sözünü ettiği iktidar“lar” da işte tam bu noktada ortaya çıkmaktadırlar.Bu iktidarların ise her nedense sıcak bedenler,bir içeriğe sahip söylevler ve üretilmiş jestler üzerine yapıştırılmış,aşılanmış oldukları görülmektedir.Bu daha güzel konuşabilen,daha sinsi ve daha kurnaz stratejinin,burada da iktidarı tarihten uzaklaştırarak,ayartmaya yakınlaştırma gayreti içinde olduğu görülmektedir.Gerek uygulama,gerekse kuramsal açıdan iktidar evrensel düzeyde büyüleyici olan bir şeydir.Ancak ölü bir iktidar bu kadar etkin bir büyüleyiciliğe sahip olabilir.Ölü bir iktidar ise: daha önce karşılaşılmış olan tüm iktidar biçimlerinin müstehcen ve parodik bir yöntemle aynı anda yeniden yaşama döndürülme efekti olarak tanımlanabilir –aynen cinselliğin pornografi aracılığıyla yeniden yaşama döndürülmeye çalışılması gibi.Ölümün nefesini enselerinde hisseden tüm büyük gönderen sistemleri (din,cinsellik,politika,vb.) sonunda kendilerini bir zamanlar belirlemiş olan temsil etme ve şiddet biçimlerinin azmasına neden olmaktadırlar.
Çoğu kez iktidar bile kendi kendini bir iktidar olarak görmemiştir ve büyük politikacıların sahip oldukları bir sır varsa o da iktidar diye bir şeyin var olmadığını biliyor olmalarıdır.İktidarın aynen bir Rönesans dönemi resmi gibi üç boyutlu bir simülasyon alanı olduğunu biliyor olmalarıdır.Eğer iktidar ayartıcı olabiliyorsa bunun nedeni (naif gerçekçi bir politika anlayışına sahip olanlar böyle bir şeyi asla kabul etmeyeceklerdir) iktidarın bir simülakr oluşu,göstergelere dönüşebilme özelliği ve göstergeler aracılığıyla yaratılabilmesidir (işte bu yüzden parodi,göstergelerin tersine döndürülmesi ya da gereğinden çok üretilmesi iktidarı herhangi bir güç ilişkisinden çok daha derinden etkileyebilecektir).İktidarın yokluğu adlı bu sırra ancak büyük politikacılar vakıf olabilmişlerdir.Onların yanı sıra büyük bankacılar da bu sırra vakıftırlar çünkü onlar için de paranın hiçbir anlamı yoktur,para diye bir şey yoktur. Bu aynı zamanda büyük tanrıbilimcilerin vakıf oldukları bir sırdır:Tanrı diye bir şey yoktur,Tanrı ölmüştür.Bunu bilmek onların inanılmaz bir güce sahip olmalarını sağlamaktadır.Bu sırra vakıf olan ve bu yüzden kendi kendine meydan okuyabilen bir iktidar işte o zaman gerçek anlamda egemen bir konuma sahip olabilmektedir.Bu davranış biçiminden vazgeçerek bir hakikat,bir töz, (halkın iradesini,vs.) temsil etme hakkına olduğunu ileri sürmeye kalkıştığı andaysa egemenliğini yitirmekte ve karşısındakiler onu ölüme gönderecek bir meydan okuma eylemini gerçekleştirerek,iktidarı bu kendini beğenmişlik sürecinin içine hapsetmekte ve orada kendi kendini bir töz gibi görme düşüncesi yani,irrasyonel bir düşünce biçiminden kurtararak, hiçliğinin ve ölümlü bir şey olduğunun bilincine varıncaya kadar da bu işi sürdürmektedirler.
Bugün,politik tözün tamamen çökmekte olduğunu görüyoruz.Artık öyle bir noktaya geldik ki kimse ne iktidara sahip olmak ne de iktidar ilmiğini boynuna geçirmek istiyor.Bu davranışın nedeni tarihsel zayıflık ya da bir karakter zayıflığı değildir.Bunun nedeni iktidarın sırrı diye bir şeyin kalmamış olması ve hiç kimsenin artık bu meydan okumaya bir karşılık vermek istememesidir.Bu düşüncenin ne kadar doğru bir düşünce olduğunu yani iktidarın geberişini bizzat yaşayarak görmek istiyorsanız onu iktidarda kalmaya zorlayın yeter.İktidar bu bir stratejiye benzemeyen “stratejiye” karşı her türlü önlemi alarak kendini korumaya çalışmıştır(zaten bu iktidar olmak anlamına geliyordu).Demokratik olmayı denedi,özgürlüklerden yana olmayı denedi,bayağılaşmayı ve şu son zamanlarda da merkeziyetçi olmaktan kaçmayı ve mülki yetkilerini paylaştırmayı denedi,vb. “Güç ilişkileri”nin politik kurnazlıklar tarafından tongaya düşürülerek,nötralize edildikleri bir sırada; o inanılmaz yalınlıktaki karşı meydan okuma biçimi ancak iktidara sahip olduğu zaman bu meydan okumadan vazgeçmektedir.Bugüne kadar hep strateji ve güç ilişkileri terimleri aracılığıyla akıl yürütülmüş olduğundan, ezilenlerin ezilmekten kurtulabilmek ya da iktidarı ele geçirebilmek amacıyla umutsuz bir mücadele içine girmiş oldukları düşünülmektedir.
Zaman zaman gerçekle, hakikatin büyüleyici bir görünüm kazanmalarını sağlayan bir şey varsa o da bu görünümün gerisinde gizlenen bir felaket düşüncesidir.Kendilerine iktidar,ekonomi,cinsellik dediğimiz şu çok önemli “gerçek” dalgamotorların,insanların kafasında sürekli olarak tersine çevrilebilecekleri ve başlarına her an için bir felaket gelebileceği düşüncesiyle,bundan alınabilecek belirgin bir zevk düşüncesinin o gerçek dalgamotorlara sağlamış olduğu büyüleyici destek olmadan,bu sonuncuların ayakta durabilmelerinin imkânsız olacağı düşüncesi hiç aklınıza geldi mi? Özellikle günümüzde gerçek dediğimiz şey bundan başka bir özelliğe sahip değildir.Gerçek: ölü materyal,ölü bedenler ve ölü dil yetisinin stoklanması demektir.Bugün hala kendisinden söz edilen bir gerçek stoğu (ben bir enerji stoğundan söz etmiyorum.Ekolojik şikâyetlerin gerisinde,asıl fark edilmesi gereken şey:insanlığın gelecekte maddi bir enerjiden çok gerçeğe ait enerji’den yani gerçeğin gerçekliğiyle,gerçeğin kapitalist ya da devrimci bir anlamda ciddi olarak yönlendirebilmelerinin mümkün olamayacağı bir gerçekten söz ediyorum) bizim rahatlamamıza neden olmaktadır.Üretimin bir geleceği olmayabilir ama bu durum onun yerini cinsellik, söz ya da arzunun alamsına engel değildir –çünkü her zaman için özgürleştirilecek,zevk alınacak bir şeyler olacağı gibi,her zaman başkalarına tanınması gereken söz hakkı türünden bir şeyler olacaktır.Zaten gerçek olarak nitelendirilen şey de bundan başka bir şey değildir.Töz denilen şey budur.Stoklanmış gelecek budur.
İktidar sahibi olmak ya da olmamak,iktidarı ele geçirmek ya da yitirmek,iktidarı ya da muhalefeti temsil etmek–eğer iktidar denilen şey bunlarla sınırlı olsaydı,o zaman ortada iktidar diye bir şey olmasına bile gerek kalmazdı.
Foucault’nun bize söylediği başka şeyler de vardır.Örneğin,iktidar görevini yapar, “o ne bir kurum,ne bir yapı ne de bir güçtür–iktidar belli bir toplumda karmaşık bir stratejik duruma verilen ad’dır”–o ne merkezi,ne tek taraflı,ne de egemen bir konumdadır.
İktidar paylaşılan,yönlendirilebilen, vardiya ve devretmeler yoluyla işgören bir şeydir.
İçkin ve sınırları olmayan bir etki alanına sahip,salt bir yayılma ve insanları büyüleme, mıknatıslama biçimi olarak iktidarın hangi engele çarpmış olduğu ve nereye takılıp kalmış olduğu hala anlaşılamamıştır.
Foucault’nun metnine hapishane,askeri birlik,akıl hastaneleriyle,disipline dayalı olan modeller şeklinde ortalığı sarmış olan bir biçim egemendir.
Her nedense bu biçimin kökeninde artık üretim ilişkilerinin bulunmadığını görüyorsunuz(tam aksine üretim ilişkilerinin böyle bir biçim üzerine oturtulmuş olduğunu görüyorsunuz).
Sanki kendi yolunu kendi kendisine bulmuş gibi–bu olay bir arzu ya da bir üretim tözü içine“oturtulmak”istenen bir iktidar düşüncesi konusunda atılmış olan en büyük adımdır-.
İktidarın maksatları ve nedenleriyle ilgili bütün illüzyonların maskesini düşüren Foucault,iktidar simülakr’ının kendisiyle ilgili tek bir söz bile söylememektedir.
Baskı yoluyla hiçbir sonuca ulaşamazsınız.
Eğer bir sonuca ulaşmak istiyorsanız bunu ancak üretim aracılığıyla başarabilirsiniz–baskı altında tutma yoluyla hiçbir sonuca ulaşamazsınız,eğer bir sonuca ulaşmak istiyorsanız bunu ancak özgürleştirme aracılığıyla başarabilirsiniz.
Ancak bu ikisi arasında hiçbir fark yoktur.
Her özgürleştirme biçiminin altında yatan bir baskı altında tutma vardır.
Üretici güçlerle,arzu,bedenler ve kadınların baskı altında tutulmaları,vb.
Özgürleştirme mantığının bir istisnası yoktur.
Özgürleşen her güç,her söz iktidar sarmalına eklenen yeni bir halka demektir.
“Cinsel özgürlük”de işte bu şekilde aynı devrimci idealde baskı altında tutulmanın bu iki temel sonucunu yani özgürleşmeyle,cinselliği bir araya getirmeyi başarmıştır.
Bundan böyle artık:“Sahip olduğun ruhu kurtarmaya bak”değil “Cinsel bir organa sahip olduğuna göre bundan iyi yararlanmaya bak”
“Bir bedene sahipsin,onu zevk alma amacıyla kullanmayı öğren”
“Bir libidon olduğuna göre,bu enerjiyi nasıl harcayacağını öğrenmen gerekiyor”,vs.,vs.diyeceğiz.
Cinsel ilişki asla baskı altına alınmamıştır, tam tersine cinsel ilişkiden konuşmak,yüksek sesle söz etmek yasaklanmış;cinsel ilişkiyi itiraf etme,dışavurma ve üretme zorunluluğu getirilmiştir.Baskı altına almaysa bütün bir kültürün cinselliğin tahakkümü altına alınmış olduğunu gizleyebilmek amacıyla oluşturulmuş bir tuzak, bir bahanedir.
Ölü bir iktidar ise daha önce var olan tüm iktidar biçimlerinin müstehcen ve parodi bir yöntemle aynı anda yeniden yaşama döndürülmesi olarak tanımlanabilir. Tıpkı cinselliğin pornografi aracılığıyla yeniden yaşama döndürülmeye çalışılması gibi. Tüm büyük gönderen sistemlerinin (din, cinsellik, politika vb.), ölümün nefesini enselerinde hissetmeleri bir zamanlar sahip oldukları şiddet üretme ve temsil etme özelliklerinin çok abartılı boyutlara ulaşması şeklinde olmaktadır.

Örneğin faşizm, hiç kuşkusuz, politik iktidarın girişmiş olduğu umutsuz “yeniden canlanma” hareketinin ilk müstehcen ve pornografik biçimidir.

Cinsellikten söz edilmesinin nedeni baskı altında tutulmasıdır. Oysa baskı altında tutulmayı en güzel şekilde ifade edecek şey cinsellik üzerine oturtulan söylevdir. Çünkü cinsellik yalnızca baskı altında tutulma üstüne oturtulabilen bir söylev sayesinde bir gerçeklik, bir yoğunluğa sahip olabilmektedir. Zira hapsedilen cinsellik efsanevi bir güce sahip olmaktadır. Cinselliğin özgürleştirilmesi sona eren bir cinselliğin başlangıcı demektir.
Ölüm konusunda söylenen şu sözler cinsellik konusunda da yinelenebilir: “Cinsellik, bilincin kısa bir süre önce edinmiş olduğu bir alışkanlıktır”.
Foucault’nun: iktidar/bilgi/hazdan oluşan bir sarmal sunmasının nedeni (iktidar/bilgi/arzu demekten çekiniyor olmasıdır. Oysa burada söz konusu olan şey) arzu ve arzu kuramının kendisidir.
Hakikat her halükârda bir yanılgıdır..
İktidardan bu kadar çok söz edilen bir yerde, iktidar diye bir şeyin var olabilmesi mümkün değildir. Keza Tanrı konusunda da benzer şeyler söylenebilir. Tanrı’nın ölümünden bir önceki evrede de nereye gitseniz karşınıza Tanrı çıkmaktadır, iktidar konusunda da durum farklı değildir, iktidar bir hayal, bir hayalet, ölüden farksız bir şeydir. Kafka’nın sözleri de zaten bu anlama sahiptir, yani gelmesi gereken günün ertesinde gelen Mesih, olsa olsa ölüler dünyasında yeniden yaşama dönen bir Tanrı, bir zombi olabilir..
Simgesel şiddet her türlü politik şiddete göre daha baştan çıkartıcıdır.
Acaba Mesih ve Devrimin hemen hiç önemsenmemelerinin nedeni hep geç kalmaları, yani önce gölgesi algılanan bir varlığa ya da iş işten geçtikten sonra farkına varılan bir gerçekliğe benzemeleri midir?
“Mesih, artık kendisine gerek duyulmadığı bir anda gelecektir.Kıyamet Günü değil, bir sonraki gün gelecektir.”
Cinsel Aklın bir eleştirisinin yapılması ya da Nietzsche’nin dile getirdiği şekliyle Ahlâk’ın soy ağacına benzer bir Cinsel Akıl soy ağacı gibi bir şeyin çıkartılması gerekmektedir, çünkü bizim yeni ahlâk anlayışımızın adı Cinsel Akıldır.
Ölüm konusunda söylenen şu sözler cinsellik konusunda da yinelenebilir: “Cinsellik, bilincin kısa bir süre önce edinmiş olduğu bir alışkanlıktır”.
Başkalarının arzu dedikleri şeye Foucault iktidar demektedir.
Her şeyin hem politikayla hem de cinsellikle ilişkili olduğunu söylemek katmerli bir saçmalıktır, zira politikanın çöktüğü, cinselliğinse “özgürleştirilmiş” hiper- gerçek bir cinsellik evreni içinde önemli bir gönderenler sistemi olarak için için eriyip, ortadan kaybolduğu bir sırada, olsa olsa birbirlerine koşut iki saçma yaklaşımdan söz edilebilir.
Marksizm tamamıyla soyut bir şey olan sınıf mücadelesini nasıl somut bir gerçeklik gibi algılayıp, kuramsal girişimlerin içine gömerek bir son verdiyse, psikanalizin de aynı şekilde bilinçaltı ve arzu süreçlerine bir son verir.
İktidar, bizim henüz nasıl olduğunu tam olarak anlayamadığımız bir şekilde ortadan kaybolmuş durumdadır. İktidar söz gelişi tersine çevrilerek, gücü tamamıyla elinden alınarak ya da simülasyon evreninde hiper gerçekleştirilerek yok edilmiş olabilir. Ancak doğru olan bir şey varsa o da aklını soy ağacı denilen şeye takan Foucault’nun, iktidar düzeyinde gözden kaçırdığı bir şeyler bulunduğu gerçeğidir.
Foucault’nun söylevi Baudrillard’a göre iş işten geçtikten sonra ortaya çıkan bir mesih, iş işten geçtikten sonra yapılmaya çalışılan bir devrim gibi, iş işten geçtikten sonra verilmiş bir söylev olma özelliğine sahiptir, işte bu yüzden Foucault’yu Unutmak’ta yarar vardır!
Çağımızın üzerinde en büyük etkide bulun gelisme montaj hattıdır.sh106
Meydan okuma ne bir araçtır ne de bir amaç sh67
Foucault’nun bize söylemeye çalıştığı bir başka şey varsa o da iktidar görevini yaparo ne bir kürüm, ne bir yapı ne de bir güçtür, iktidar belli bir toplumda karmaşık bir stratejik duruma verilen addır.sh52.
Foucault’nun: iktidar,bilgi,hazdan oluşan bir sarmal sunmasının nedeni iktidar, bilgi, Arzu demekten çekiniyor olmasıdır.sh25
İktidar söz gelişi tersine çevrilerek, gücü tamamıyla elinden alınarak ya da simülasyon evrenindet hipergerceklestirilerek yok edilmiş olabilir.sh17
İktidarı herkesle paylaşmaya kalkışmak ona eski sağlığını ve gücünü kazandırmaz.sh.17
Apollinaire:Zaman dediğim zaman, zaman geçmiş oluyor." Foucault’ da iktidarın neye benzediğini bu kadar güzel bir şekilde anlatabiliyor.sh16
Foucault’yu Unutmak yükte hafif pahadaağır" değil çok ağır" bir metin olup Foucault’yu döven ama hakkını yemeyen bir metindir.sh9
Bu noktadan hareketle ploretaryanın baskı altına alınması gereken ilk sınıf olacağını söylemek çok kolay bir çözümdür. Oysa tarih, baskı denilen şeyin önce ayrıcalıklı sınıflar üzerinde denendiğini göstermektedir.
Zaman dediğim zaman, zaman geçmiş oluyor.
Mesih, artık kendisine gerek duyulmadığı bir anda gelecektir. Kıyamet günü degil, bir sonraki gün gelecektir.
Zaman dediğim zaman, zaman geçmiş oluyor.
İktidar her halükarda bir yanılgıdır.Hakikat her halükarda bir yanılgıdır.Her şey belli bir biriktirim,bir iktidar ya da bir hakikat döneminin şimşek kadar kısa süren bir özeti içine yerleştirilmiştir.Bu özetlenmiş dönemde tersine çevrilme ya da yıkıcılığa asla yer verilmemektedir.Çünkü bu dönemin yaşama geçirilmesi gerekmektedir.Oysa bu bir anlık bir şeydir.Bu bir anlık bir şeydir.Bu bir anlık özetse ölüm demektir.
Pornografinin içinde yer alan cinselliğin sahip olduğu anlam ya da daha
genelinde bizim kültürümüzün pornografinin doğal bir önkoşulu gibi algılanmasını
amaçladığı “müstehcenliğin” gerçeklik, görünürlük ya da etkinlik katsayısının ister
üretilmiş isterse apaçık bir şekilde görünüyor olması ya da her şeyin güç ilişkileri,
kavram sistemleri ve sayısal üretim tahminleriyle açıklanıyor olması ya da yine her
şeyin daha önceden söylenmiş, tasarruf edilmiş, tasnif edilmiş ve kayda geçirilmiş
olması gibi, sonuç olarak bizim kültürümüzün de bir “üretim” canavarlığı, bir
gösterme ve gösteri kültürü olduğu söylenebilir
Baskı altında tutma (refoulement) varsayımına radikal bir şekilde
karşı çıkmaya evet ama bunun basit bir tanımlama üzerine oturtulmaması koşuluyla.
Oysa Foucault’nun reddettiği tanım işte bu sonuncusudur yani bütün enerjilerin
maddi üretime doğru yönlendirilebilmesi için baskı altına alınması gereken bir
cinsellikten söz etmektedir. Bu noktadan hareketle proletaryanın baskı altına alınması
gereken ilk sınıf olacağını söylemek çok kolay bir çözüm yoludur –oysa tarih, baskı
denilen şeyin önce ayrıcalıklı sınıflar üzerinde denenmiş olduğunu göstermektedir.
Belli bir açıdan bakıldığında
marksizmin sınıf mücadelesini: sınıflara ait töze el koyarak, onları birtakım kuramsal
girişimlerin içine gömmesi gibi psikanalizin de bilinçaltıyla, arzuya bir son vermiş
olduğu söylenebilir.
Foucault’nun söylevi bir başkasının söylevinden daha gerçekçi değildir –hayır
bu söylevin büyüleyici olan yanı nesnesini çok büyük bir kurnazlıkla gözler önüne
serebilen biz çözümleme olmayı becermiş olmasıdır.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Foucault’nun söylevi özetle kendilerini
betimlemeye çalıştığı iktidarların bir ikizi (aynadaki yansıması) gibidir.
Foucault’nun çok güzel bir şekilde açıkla­dığı gibi, ayrımcılık, yaşamın her alanında Akılcı düşüncenin zorla dayatılması anlamına gelmektedir.
[Nietzsche, materyalist (!) bir görünüm kazanarak yeniden dün­yaya gelen ruhun enfeksiyon kaparak tarihsel ve zihinsel an­lamda baskı altında tutulmasına cinsel enfeksiyon demekte­dir]…
Özel mülkiyet hukukunun inanılmaz bir uzantısını andıran cinsellik hukuku herkese kendi zihin­sel, libidinal, cinsel, bilinçaltı olarak nitelendirilen sermayesi­ni yönetme sorumluluğunu yükleyen ideal bir araçtır. Bireysel özgürlük adı altında herkes kendi sermayesinden kendisi so­rumlu tutulmaktadır.
Kapitalizm emek gücü için gerekli enerjiyi üreten vücutla, günümüzde kendisine arzuyla bilinçaltının yüklendiği, psişik enerji ve içgüdülerin sığınağı olan, bilinçal­tına özgü süreçlerin yiyip bitirdiği şu içgüdülerin yönlendir­diği bir varlığa benzeyen vücudu aynı anda yaratmıştır.
Cinsel Aklın bir eleştirisinin yapılması ya da Nietzsche’nin dile getirdiği şekliyle Ahlâk’ın soy ağacına benzer bir Cinsel Akıl soy ağacı gibi bir şeyin çıkartılması gerekmektedir, çün­kü bizim yeni ahlâk anlayışımızın adı Cinsel Akıldır. Ölüm konusunda söylenen şu sözler cinsellik konusunda da yinele­nebilir: “Cinsellik, bilincin kısa bir süre önce edinmiş olduğu bir alışkanlıktır”.
Cinselliğin pornografi içindeki rolü ya da daha genelinde bizim kültü­rümüzün pornografinin doğal bir önkoşulu gibi algılanmasını amaçladığı “müstehcenlik” yani her şeyin üretildiği, her şeyin gösterildiği, gerçeğin, görünenin ve etkileyicilik katsayısının başına her şeyin gelebildiği; her şeyin güç ilişkileri, kavramsal sistemler ve sayısal üretim olasılıklarıyla açıklandığı ya da yi­ne her şeyin önceden söylendiği, biriktirildiği, tasnif edildiği ve kayıt altına alındığı kültürümüzün bir “üretim” canavarlığı, bir gösterme ve gösteri kültürüne benzediği söylenebilir.
Başkalarının arzu dedikleri şeye Foucault iktidar demektedir.
Başka bir deyişle iktidar hep var olmuş, her türlü olumsuz­luktan arındırılmış, bir ağı andıran, toprağa kök salmış bir bitkiye benzeyen, sonsuza dek yön değiştirmek zorunda bıra­kılan bir birbirini izleme biçimidir. İşte bu yüzden Foucault arzudan söz etmeye gerek duymamaktadır. Arzunun yerini başka bir şey almıştır.
Barthes, Japonya konusunda: “Orada cinsellikle yalnızca cinsel ilişki alanında karşılaşabilirsiniz; oysa Amerika Birleşik Devletleri’nde cinsellikle, cinsel ilişki dışında her yerde karşılaşabilirsiniz” demekteydi. Peki, ya cinsel ilişkinin artık cinsel ilişkiyle bir ilişkisi kalmamışsa ne olacak? Hiç kuşkusuz cinsel özgürlük ve pornografiyle birlikte cinsel aklın can çekişmesine tanık olmaktayız.
Marksizm tamamıyla soyut bir şey olan sınıf mücadelesini nasıl somut bir gerçeklik gibi algıla­yıp, kuramsal girişimlerin içine gömerek bir son verdiyse, psi­kanalizin de aynı şekilde bilinçaltı ve arzu süreçlerine bir son verdiği söylenebilir. Bundan böyle arzuya özgü bir üstdil (metalangage) kullanarak, geçerliğini yitirmiş bir cinsellik söylevi çekmekten başka bir şey yapamayacağız.
Foucault, cinselliğin er ya da geç öleceğini varsaymaktadır. Bin yıl boyunca (millenium) sürecek bir cin­sellik ve arzu döneminin başlangıç noktasında yer almış gibi görünen psikanaliz, belki de tüm dikkatleri anlamlarını tama­men yitirmeden önce cinsellik ve arzu üstüne çekmekten baş­ka bir şey yapmıyordur.
Cinsellik de insan ya da toplumsal gibi gelip geçici bir şey olabilir. Peki, ya cinsellik söylevinin bittiği yerde başlayan cinselliğe bir ger­çeklik kazandırma oyunu kesin bir şekilde o eski canlılığını yitirip yerini başka simülakrlara bırakarak, kendisiyle birlikte (günümüzde her yerde karşımıza çıkan) arzu, beden ve bilin­çaltına ait önemli gönderenlerin de yok olmalarına neden olursa ne olacak?
Foucault açısından politikanın bir sonu yoktur yalnızca bi­çimsel ve yapısal dönüşümler (metamorphoses) vardır. Des­potluktan disiplin toplumuna, oradan da mikrohücre aşama­sına tıpkı fizik ya da biyoloji alanlarındakine benzer bir şekil­de geçilmektedir. Bu, egemenliği altında bulunduğumuz ikti­dar düşüncesi konusunda muazzam olarak nitelendirilebile­cek bir gelişmedir.
İktidarı herkesle paylaşmaya kalkışmak ona eski sağlığını ve gücünü kazandıramaz. Çünkü iktidar, bizim henüz nasıl olduğunu tam ola­rak anlayamadığımız bir şekilde ortadan kaybolmuş durum­dadır.
Apollinaire: “Zaman dediğim zaman, zaman geç­miş oluyor” diyordu. Foucault da iktidarın neye benzediğini bu kadar güzel bir şekilde anlatabiliyorsa (üstelik bunu gerçek, nesnel, çoğulcu bir bakış açısının sunulmasına olanak tanıyan terimlerden yararlanarak yapmıştır. Ancak bu arada unutul­maması gereken bir şey varsa o da bu terimleri nesnel bir şe­kilde sorgulama işini savsakladığı gerçeğidir. Burada söz ko­nusu olan şey görülemeyecek kadar küçük boyutlara indirge­nen, un ufak edilerek paramparça bir görünüm arz eden bir gerçeklik ilkesine sahip sorgulanmayan bir iktidar anlayışıdır) bunun nedeni iktidarın ölmüş olmasıdır.
Bundan böyle artık:
“Sahip olduğun ruhu kurtarmaya bak” demeyeceğiz, onun yerine:
“Cinsel bir organa sahip olduğuna göre ondan iyi yarar­lanmaya bak”
“Bir vücuda sahipsin, onu zevk alma amacıyla kullanmayı öğren”
“Bir libidon olduğuna göre, bu enerjiyi nasıl harcayacağını öğrenmen gerekiyor”, vs. vs. diyeceğiz.
Yerinde duramayan, kıpır kıpır bir kapitali kendine çekebilen bir merkez ya da sa­bit bir noktanın bulunmaması; yatırım ve yeniden yatırım zincirlerinin dur durak bilmemelerine ve sonuç olarak değe­rin her yanı sarıp sarmalamasına neden olmaktadır.
Cinsel Aklın bir eleştirisinin yapılması ya da Nietzsche’nin dile getirdiği şekliyle Ahlâk’ın soy ağacına benzer … çünkü bizim yeni ahlâk anlayışımızın adı Cinsel Akıldır.
Ekonomik referans güç kaybına uğradıkça arzu ya da iktidar daha güçlü birer referansa dönüşmektedirler.
Özgürleştime mantığının bir istisnası yoktur; başka bir deyişle özgürleşen her güç, her söz iktidar sarmalının sürüp gitmesinden başka bir işe yaramamaktadır.
… Öyleyse vücutla ilgili hayal ürünü ve içgüdüsel bir hakikatin kökeninde arzunun bulunduğunu yeniden keşfetmek kapitalizme özgü zihinsel metaforu gömüldüğü yerden gün ışığına çıkartmaktan başka bir anlama sahip olamaz.
Cinsellik, cinsellik parolası ya da modeli denilen şey kapitalizmin vücut düzeyinde ortaya çıkan görünümüdür.
Bundan böyle artık:
&”Sahip olduğun ruhu kurtarmaya bak&” demeyeceğiz, onun yerine:
&”Cinsel bir organa sahip olduğuna göre ondan iyi yararlanmaya bak&”
&”Bir vücuda sahipsin, onu zevk alma amacıyla kullanmayı öğren&”
&”Bir libidon olduğuna göre, bu enerjiyi nasıl harcayacağını öğrenmen gerekiyor&” , vs. vs. diyeceğiz.
… çünkü pornografi cinsel ilişkiye özgü jestleri anında üretebilen, alınan zevki anında vahşice sergileyebilen, canlı tanığı olmadığı bir eylemin görüntüleri boşluk tarafından büyülenen bakışların muhatabı olan bedenlerin ayartmasının zerresine bile sahip olmadıkları bir şeydir.
Başkalarının arzu dedikleri şeye Foucault iktidar demektedir.
Foucault da iktidarın neye benzediğini bu kadar güzel bir şekilde anlatabiliyorsa bunun nedeni iktidarın ölmüş olmasıdır.
Her özgürleştirme biçiminin altında yatan
Bir baskı altında tutma vardır. Üretici güçlerle,
arzu, bedenler ve kadınların baskı altında
tutulmaları, vb.
Özgürleştirme mantığının bir istisnası yoktur.
Özgürleşen her güç, her söz iktidar sarmalına
eklenen yeni bir halka demektir.
İktidar olma iddasıyla ortaya çıkmış olan tek modern iktidar biçimi: &”Faşizm&” dir.
Umut, önemsiz bir değerdir.
Eğer bir sonuca ulaşmak istiyorsanız, bunu ancak özgürleştirme aracılığıyla başarabilirsiniz.
Baskı yoluyla hic bir sonuca ulasamazsiniz, eger bir sonuca ulasmak istiyorsaniz bunu ancak üretim araciligiyla yapabilirsiniz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir