İçeriğe geç

Fotoğraflar ile Büyük Nutuk Kitap Alıntıları – Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk kitaplarından Fotoğraflar ile Büyük Nutuk kitap alıntıları sizlerle…

Fotoğraflar ile Büyük Nutuk Kitap Alıntıları

&“&”

Büyük ölülere matem gerekmez , fikirlerine bağlılık gerekir
Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir…
Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık dünyası karşısında uşak olmak konumundan daha yüksek bir muameleye layık olamaz
Milletin hata yapmaması için tek çıkar yol, düşünce ve faaliyetleriyle milletin güvenini kazanmış olan siyasî bir partinin seçimde millete kılavuzluk etmesidir. Genellikle bütün vatandaşların, adaylıklarını ortaya atan her şahıs hakkında karar vermeye yardımcı olacak doğru bilgilere ve isabetli oya sahip bulunacağını kabul etmek, nazarı olarak var sayılsa, bile, bunun tam bir gerçek olmadığı, tecrübelerin tecrübeleriyle ve inkâr edilemez bir açıklıkla ortaya çıkmıştır.
Siz orada yalnız düşmanı degil,milletin makus talihini de yendiniz. İstila altındaki talihsiz topraklarimizla birlikte bütün vatan,bugün en ücra köşelerine kadar zaferinizi kutluyor.
“Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.”
Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyet’ini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.

Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.

Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!

Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

20 Ekim 1927

&”Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın eseri ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum.&”
&”Türk ulusunun yüreğinden, vicdanından doğan en köklü, en belirgin istek ve inancı belli olmuştu: Kurtuluş!&”
Kürtlerin bağımsızlığını gerçekleştirme amacını taşır gibi görünerek yapılmakta olan karıştırıcılığın önüne geçmek uygun görüldü."
Meclisimiz tarafından kabul ve ilan edilen ve bütün ülkede uyulan Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuz gereğince, egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Ulusun yasama ve yürütme gücü ise, onun gerçek ve temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi’nde toplanır.
Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisarın güneyinde 50 ve doğusunda 20,30 km uzunluğunda ki sağlamlaştırılmış cephelerini düşürdük. Yeniden düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustos‘ta yaptığımız savaş sonunda (buna Başkumandan Muharebesi adı verilmiştir), düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun başkomutanlığını yapan general Trikopis de esirler arasına girdi. Demek ki tasarladığımız kesin sonuç, beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleri ile İzmir’e doğru yol alırken diğer birlikleri ile de düşmanın Eskişehir ve kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardı.
Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!
O halde, ya istiklal ya ölüm!
Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!
O halde, ya istiklal ya ölüm!
Türk’ün haysiyetli, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir."
Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli və şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Nə kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklalden yoksun bir millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olma mevkiinden daha yüksek bir muameleye layık görülemez."
Millet ve ordu padişah ve halifenin ihanetinden hainliğinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve ananevi bağları nedeniyle de içten gelerek boyun eğmekte ve sadık. Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken, bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce yüce hilafet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde değil. Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur."
1919 yılı Mayıs’ının 19. günü Samsuna çıktım. Ülkenin durumu şöyleydi. Osmanlı Devleti”nin içinde bulunduğu ittifak Büyük Savaşa yenilmiş, ordu her tarafta ezilmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Uzun süren savaş yılları boyunca millet yorgun ve fakir düşmüş. Ülkeyi savaşa sokanlar hayatlarını kurtarma derdine düşüp ülkeyi terk etmişler. Saltanat ve hilafet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, kendisini ve saltanatını korumak için alçakça tedbirlerin peşine düşmüş. Damat Feririn sadrazamı olduğu hükümet aciz, haysiyetsiz ve korkak. Sadece Vahdettin”in boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı. Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta…
&‘Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, istiklalden yoksun bir millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.’
Zafer Bayramımız Kutlu Olsun
Savunma hattı yoktur. Savunma alanı vardır. O alan bütün yurttur. Yurdun her karış toprağı,yurttaşın kanıyla ıslanmadıkça düşmana bırakılamaz.
Efendiler, bilirsiniz ki hayat demek, mücadele ve kavga demektir. Hayatta başarı kazanmak, mutlaka mücadelede başarı kazanmaya bağlıdır. Bu da maddî ve manevî güç ve kudrete dayanır bir özelliktir.
Bir de insanların uğraştığı bütün meseleler, karşılaştığı bütün tehlikeler, elde ettiği başarılar, toplumca yapılan genel bir mücadelenin dalgaları içinden doğagelmiştir.
Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar."
Muhterem efendiler, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı’na ve ondan sonra düşman ordusunu tamamen imha veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz’e, Marmara’ya döken harekatımız izah ve vasıflandırmak için söz söylemeye lüzum görmem.
Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle neticelendirilmiş olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe geçiren muazzam bir eserdir.
Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin ölümsüz abidesidir. Bu eseri yaratan bir millet evladı, bir ordunun Başkomutanı olduğumdan dolayı ebediyete kadar mesut ve bahtiyarım."
“Biz Türk’ler Tarih Boyunca Hürriyet ve İstiklal Timsali Olmuş Bir Milletiz!”

Mustafa Kemal ATATÜRK

Millet ve ordu, yönetimin hainliĝinden haberdâr olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiĝi din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve söz dinler bir halde. Millet ve ordu kurtuluş yolu düşünürken bu atadan gelen alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Fakat halifesiz ve padişahsız kurtuluşunun anlamını kavrayacak durumda değil… bu inançla bağdaşmaz görüş ve düşüncelerini açığa vuracaklar ise hemen dinsiz, vatansız, hain ve istenmez oluyor.
Önder olacakların, her ne olursa olsun tutulan yoldan dönmemeleri, son nefeslerini verinceye kadar mücadeleyi sürdüreceklerine karar vermeleri gerekir. Yüreklerinde bu gücü duymayanların bu işe girişmemeleri çok daha iyi olur. Çünkü böyle bir durumda hem kendilerini ve hem de milleti aldatmış olurlar.
Her aşaması düşünülmüş, hazırlanmış, yönetilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekat, Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha gösteren büyük bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin özgürlük ve bağımsızlık düşüncesinin ölümsüz anıtıdır. Bu eseri meydana getiren bir milletin evladı, bir ordunun Başkomutanı olduğumdan, sonsuza dek mesut ve bahtiyarım.
26,27 Ağustos günlerinde, yani iki gün zarfında, düşmanın Afyon’un güneyinde 50 ve doğusunda 20,30 kilometre uzunluğunda bulunan cepheleri düşürdük. Mağlup olan düşman ordusu büyük kuvvetlerini, 30 Ağustos’a kadar, Aslıhanlar yakınlarında sardık. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda düşman kuvvetlerini imha ve esir ettik.
Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz.
Damat Ferit Paşa’dan sonra, diğer bir damat paşanın etrafında, sadrazam diye, nazır diye toplanmış birtakım boş beyinlileri, alçak bir padişahın alçak düşüncelerini uygulamakta kolaylıkla serbest bırakmayacağımızı hissettiriyoruz.
Halbuki Türk’ün onuru ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha iyidir. Bu nedenle, ya istiklal ya ölüm!
Millet ve ordu, halife ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrayamayacak yetenekte değil. Bu ilkeye karşı görüş belirtenlerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain, istenmeyen adam olur.
“Ben de İstanbul’un günden güne kararan ufukları içinde artık nefes alma imkanı kalmadığını ve oradan ayrıldıktan sonra Bandırma’dan itibaren Afyonkarahisar ve Ankara’ya kadar dağ tepe dolaşarak, yer yer uğradığım köylerde, kasabalarda temas ettiğim köylüsünden efesine kadar herkesin İzmir faciasından beri intikam hissiyle kabına sığmaz bir halde mücadeleye atılmak şevkiyle heyecanlandığını gördüğümü, misaller zikrederek anlattım.

Rauf Orbay

Ulusun Kahrolsun işgal!" diye yükselen çığlığını boğmaya çalışan, duygusuz ve anlayışsız kimselerden kurulmuş, hayvanca insanlardan oluşmuş ve içinde hainlik bulunan bir hükümetin, budalaca, bilgisizce ve miskince davranışlarına seyirci kalmak; aklı, anlayışı ve yurtseverliği olan kimselerden istenebilir miydi?
9 Eylül 1922’de Kemalpaşa’da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Hakikaten dediğim günde ben Kemalpaşa’da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında, ilk gösterdiğim hedefe, Akdenize’e ulaşmış bulunuyorlardı.
Bilirsiniz ki, savaş ve çarpışma demek, iki milletin, yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıklarıyla ve bütün imkanlarıyla, bütün maddi ve manevi kuvvetleriyle, birbiriyle karşı karşıya gelmesi ve birbiriyle vuruşması demektir. Bunun için Türk milletini, cephede bulunan ordu kadar düşünce, duygu ve hareket olarak savaşla ilgilendirmeliydim. Millet fertleri, yalnız düşman karşısında bulunanlar değil, köyde, evinde, tarlasında bulunan herkes silahla vuruşan savaşçı gibi kendini vazifeli sayarak bütün varlığını yalnız mücadeleye verecekti. Bütün maddi ve manevi varlığını yalnız vatan savunmasına vermekte ağır davranan ve müsamaha gösteren milletler savaş ve çarpışmayı gerçekten göze almış ve başarabileceklerine inanmış sayılamazlar.
Damat Ferit Paşa’dan sonra, başka bir Damat Paşa’nın çevresinde, sadrazam diye, nazır diye toplanmış birtakım beyinsizleri, alçak bir Padişahın alçakça düşüncelerini kolaylıkla uygulamakta serbest bırakmayacağımızı sezdiriyoruz.
Savunma hattı yoktur, savunma cephesi vardır. O cephe bütün vatandır.
Vatanın, her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça düşmana terk olunamaz
Padişah köleliği ile kazanılan iktidar, iktidarsızlık örneğidir.
Ancak biz, bütün yurdun geleceği hakkında uğraşan ve işgali tanımayan bir kuvvet merkezi bulunduğunu düşmanlarımıza da bildirmekte yarar görüyorduk.
Attığımız adım, rastgele değil, derin düşüncelere, sağlam temellere ve bütün ulusun düzenli örgütlere bağlı gerçek gücüne, kararlığına ve iradesine dayanmaktadır. Ulus, egemenliğini, bütün anlamıyla, bütün dünyaya tanıttırmaya kesin karar vermiştir.
Ulusa şunu da hatırlattım ki, kendimizi dünyanın egemeni sanmak aymazlığı artık devam etmemelidir. Gerçek konumumuzu, dünyanın durumunu tanımamaktaki aymazlıkla, aymazlara uymakla ulusumuzu sürüklediğimiz felaketler yetişir! Bile bile aynı faciayı devam ettiremeyiz!
Dünyada, milletin bağrında serbest bir fert olabilmek kadar büyük bir mutluluk var mıdır? Gerçekleri bilen, kalbinde ve vicdanında manevi ve kutsal hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamların hiçbir değeri yoktur."
İnsaf ve merhamet dilenmek gibi bir ilke yoktur.Türk ulusu,Türkiye’nin gelecekteki çocukları,bunu bir an akıllarından çıkarmalıdırlar.
Osmanlı hükümdarları ve yakınları debdebe ve gösteriş içinde yaşayabilmek için ülke ve ulusun bütün servet kaynaklarını kuruttuktan başka, ulusun her türlü çıkarlarını peşkeş çekerek, devletin onur ve şerefini feda ederek birçok dış borçlanmalar yapmışlardı. O kadar ki, devlet bu dış borçların faizlerini ödeyemeyecek duruma gelmiş, dünyanın gözünde iflas etmiş sayılmıştı.
Halife adını taşıyanlar yabancılara sığınabilirler. Düşmanlar ve halifeler beraber olabilirler ve her şeyi yapmaya girişebilirler. Fakat, yeni Türkiye’nin yönetim şeklini, siyasetini, gücünü kesinlikle sarsamazlar.
Türk’ün onuru, gururu ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!..
O halde, ya bağımsızlık ya ölüm!
Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!
Hayatta öyle idealler vardır ki; bu yolda mağlubiyet bile zafer sayılır"
Gerçi benim açıkça ortaya atılmamda ve bütün milli ve askerî işlerin başına geçmemde kuşkusuz, sakınca vardı. Fakat o sakınca, başarısızlığa uğradığımda herkesten önce ve herkesten çok en büyük cezaya çarptırılmaktan başka bir şey olabilir miydi? Oysa bütün vatanın ve koskoca bir milletin ölüm kalımı söz konusu iken, vatanseverim" diyenlerin kendi sonlarını düşünmelerine yer var mıdır?
Bilgin ya da cahil, ulusumuzun istisnasız tüm bireyleri, belki içinde bulunduğu güçlüklerin tamamen farkına varmaksızın, bugün yalnız bir amaç etrafında toplanmış ve fakat sonuna kadar kanını akıtmaya karar vermiştir. O amaç, tam bağımsızlığımızın elde edilmesi ve devam ettirilmesidir.
Adı geçeni, İnebolu’da tutuklatarak Ankara’ya getirtmiştim. Bana, bu söylediklerimin hepsini kendisi itiraf etti. Yalnız, sözde İstanbul’u aldattığını, alacağı para ve silahları bize teslim etmek düşüncesinde olduğunu söyledi. Buna, o gün ve dahası, bugün bile inanacak saflar bulunabilir mi?
Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardır çekilen milli felaketlerin ortaya koyduğu kuvvet, kahramanlık ve başarı ile yurdun her köşesini sulayan aziz şehit kanlarının sayesindedir. Fakat ben bu neticeyi Türk gençliğine armağan ediyorum.
Görülüyor ki, biz her vasıtadan yalnız ve ancak bir tek temel görüşe dayanarak yararlanırız. O görüş, Türk milletini medeni dünyada, layık olduğu mevkiye yükseltmek, Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temeller üzerinde her gün daha çok güçlendirmek ve bunun için de istibdat fikrini öldürmektir.
Bundan sonra Yunus Nadi Bey şunları söyledi:
… Cumhuriyet’i beğenmeyen kişiler vardır. Açıkça söyleyemediklerini düşüncelerinde besleyen yaratıklar vardır ve bunlar içimizdedirler. Öyle adamların kafası ezilir, efendiler!"
Efendiler, bizim çehremiz her zaman temiz ve aktı; her zaman da temiz ve ak kalacaktır. Çehresi ve vicdanı çirkinliklerle dolu olanlar, bizim vatanseverce vicdan temizliği ile ve namusluca davranışlarımızı, kendi bayağı ve çirkin ihtirasları yüzünden çirkin göstermeye kalkışanlardır.
Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır.
Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır."
Efendiler, açık ve kesin olarak söylemeliyim ki, Müslümanları hala bir halife korkuluğu ile uğraştırıp aldatmak gayretinde olanlar, yalnız ve ancak Müslümanların ve özellikle Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılıp hayal kurmak da ancak ve ancak cahillik ve gaflet eseri olabilir.
İslamcılık ve Turancılık siyasetinin başarı kazandığına ve dünyayı uygulama alanı yapabildiğine tarihte rastlanamamaktadır. (…) İnsanlara her türlü özel duygularını ve bağlantılarını unutturup onları kardeşlik ve tam eşitlik içinde birleştirerek, insancıl bir devlet meydana getirme kuramının da kendine özgü koşulları vardır.
Türkiye Cumhuriyeti, dünya devletleri arasında tuttuğu yere layık olduğunu eserleriyle ispat edecektir.
… babasının büyük adam olmasıyla övünen Bizans İmparatoru Theodosius’a, babası ve anası Türk olan Atilla’nın, ben de büyük ve asil bir milletin evladıyım" dediğini hatırlatmadan geçemeyeceğim.
Milletin kendisi, kurduğu devleti ve onun bağımsızlığını koruyor ve sonsuz olarak da koruyacaktır!
… hainlik, cehalet, kin ve bağnazlık dumanları bütün vatan göklerini yoğun karanlıklar içinde bırakıyordu.
Gerçekten de, her ne sebeple ve ne şekilde olursa olsun, Vahdettin gibi hürriyetini ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar adi bir yaratığın, bir dakika bile olsa, bir milletin başında olduğunu düşünmek ne kadar üzücüdür!
Efendiler, maddi ve özellikle manevi çöküş korku ile, güçsüzlükle başlar."
Güçsüz ve korkak insanlar, herhangi bir felaket karşısında milletin de uyuşukluğa düşmesine ve çekingen bir duruma gelmesine neden olurlar.
(…)
Türkiye’yi, böyle yanlış yollarda çökme ve yok olma uçurumuna sürükleyenlerin elinden kurtarmak gerekir. Bunun için bulunmuş bir gerçek vardır. O gerçek de şudur:
Türkiye’nin düşünen beyinlerini yepyeni bir imanla donatmak. Bütün millete taptaze bir manevi güç vermek.
Ne yazık ki çöküş yalnız maddi bakımdan olsaydı, hiçbir önemi yoktu. Hiç şüphe yok ki ahlaki ve manevi değerleri de içine almış görünüyor. Herhalde bu büyük memleketi, bu koca milleti dağılıp yok olmanın uçurumuna sürükleyen başlıca sebep bu olmuştur.
Efendiler, sırası gelmişken, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın!
Millet Meclisleri’ne kadar girme yolunu bulabilen vatansızlara her zaman rastlanabileceğine, tarihin bu konudaki örnekleriyle hükmetmek zorunludur. Bu yüzden millet, kendi vekillerini seçerken, çok dikkatli ve titiz davranmalıdır.
Kerim Paşa Hazretleri, yasal çalışmalarımızın ve ulusal gösterilerin artık daha çok kötüye yorulmasına ve düzeltilmesine gerek görülmesine ve hele, bu düzeltmeler ve değiştirmeler içinde cinayeti ve HAİNLİĞİ KANITLANMIŞ olan bir HÜKÜMETİN üyelerince yapılan yasadışı savunmaların temel olarak alındığını görmeye dayanamayız."
Yabancıların görüşlerinin bizden yana değişmesi gerçeğin kendisidir. Ancak bu değişim hiçbir zaman Ferit Paşa Hükümetinin yürüttüğü siyaset sonucu değildir. Bu sonuç, ulusumuzun varlığını gösterme ve kanıtlama yolunda kendisinin yaptığı kararlı girişimlerinin meyvesidir.
Ulusun kaderini böyle bir hükümete bırakmak, yıkılmaya mahkûm olmaktır.
Yabancı bir devletin koruma ve kollayıcılığını kabul etmek, insanlıktan yoksunluğu, güçsüzlük ve uyuşukluğu kabul etmekten başka birşey değildir. Gerçekten bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, başlarına isteyerek bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Oysa Türk’ün onuru, gururu ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!
O halde, ya bağımsızlık ya ölüm!
Halifeliğin durumuna gelince, bilim ve tekniğin aydınlığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç kabul edilmekten başka bir yanı kalmış mıydı?
Millet, tarihin, ancak devletlerin yıkılış ve çöküş gibi bunalımlı zamanlarında kaydettiği çok önemli ve tehlikeli anları yaşıyordu. Böyle anlarda, talih ve kaderini doğrudan doğruya kendi eline almakta gaflet gösteren milletlerin, gelecekleri karanlık ve felaketlerle doludur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir