İçeriğe geç

Foma Kitap Alıntıları – Maksim Gorki

Maksim Gorki kitaplarından Foma Kitap Alıntıları sizlerle.

-Ama insanoğlunun kalbi de vardır!

-Aklı yoktur desene şuna…

Mutlu kişi herkesin gözünde bir düşman gibidir…"
O bəzən özündə yorucu bir boşluq hiss edirdi…nə keçən günlərin təsəvvüratı nə keçmişlərin xatıratı bu boşluğu doldurmurdu…"
•Tək axmaqlar lovğalanır…lovğalıq etmədən də yaxşı işlər görmək olar:)
Həyat bizim doğma anamız deyil,həyat bizim tələbkar sahibimizdir…"
Xoşbəxt insan hər kəsin gözündə düşman kimidir…"
Tanrı’nın iyiliğine bu derece sarsılmaz bir imanla inanan bu kimselerin, insanlara karşı niçin bir o kadar zalim olduklarını anlayamıyordu bir türlü
Oysa siz, anlamını belki de tam kavrayamadığınız bir tek kelime uğruna, bir günde binlerce defa birbirinizi parçalayıp yaralıyor, birbirinizin suratına tükürüp ruhlarınızın ırzına geçiyorsunuz.
Ah tutkular, tutkular! Ne vakit yeni baştan canlanacaksınız insanların içinde? Ortak felaketimiz tutkusuzluktan ileri geliyor.
[…] gerçek ıstırabın dili yoktur; ve gerçek tutku engel diye bir şey tanımaz.
Önlerine dikilmiş engele olanca güçleriyle vurmak gerektiğinde: Bu vuruşun sonu neye varır acaba?" diye düşünür ince zekalılar; ve durup dururken şehit olmamanın yolunu ararlar. Yani söz konusu engelin karşısında korkuluk misali dikilir kalırlar geberip gitmeden önce! Er geç onlar da geberip gider çünkü. Buna karşılık budala, kusursuz bir yiğittir! Gözünü kapar ve kafasını çarpar duvara… Dann! Paramparça olur beyni, ama neye yarar ki? Hayvan kafalarının fiyatı düşüktür. Ve budala kahramanların duvarda meydana getirdiği ufacık bir çizik, ince zekalılar tarafından kazıla kazıla kocaman bir kapı haline gelir. Sonra aşarlar bu kapıyı; kitaplarında da, bu kapıyı aşma şerefini kendilerine verirler… Hayır Nikola Matveyiç, hayır. Yiğitlik aptalca da olsa güzel bir şeydir.
[…] gerçek, ancak kapı ardından dinlenebiliyorsa, bu, benim kusurum mu?
Oysa insanlar arasındaki fark pek küçük bir fark aslında. Ayağına giyecek donu olmayan birisi, bir de bakıyorsun, ipek giysiler içindeymiş gibi düşünüp yargılamakta.
İnsan doğuyor, yaşıyor ve ölüyor. Niçin? Hayattan amacın ne olduğunu anlamak lazım! Bizim hayatımız saçmalıktan ibaret. Sonra da… eşitlik diye bir şey olmadığı, bakanın gözlerini çıkaracak derecede meydanda duruyor!
Bütün ömürleri boyunca kesinlikle hiçbir şey yapmayan insanlar var bu dünyada; ama gene de emekçilerden çok daha rahat, çok daha iyi yaşıyorlar. Nasıl oluyor peki bu iş? Emekçiler, mutsuz birer beygir sanki! Sırtlarına konulan yükü acı çekerek taşımakla yükümlüler, o kadar!
[…] bir uygarlığın yüksek seviyesi, daima ve doğrudan doğruya, o uygarlığı yaratanların çalışma sevgisine bağlıdır. Uygarlık seviyesi yükseldikçe, insanların ihtiyaçları da bir o kadar rahatça karşılanır hale gelecektir ve insani ihtiyaçların ilerdeki gelişmesine karşı dikilecek engellerin sayısı da bir o kadar azalacaktır.
Ne kadar ahmaklık, alçaklık ve acınacak işlerle dolu şu dünya.
Yavaş yavaş sona eriyordu gurup vakti. Batıda ufku kaplayan muazzam bir perde yeryüzüne doğru iniyordu sanki, iniyor ve göğün dipsiz derinliğinde oynaşan yıldızların ışıltısını seriyordu gözler önüne.
Kimin oğlu olursan ol… İnsan babasıyla değil, kendi yetenekleriyle gururlanmalı.
[…] hiçbir vakit insanoğlu, hemcinsi karşısında bir adım geri durmaya yanaşmayacaktır.
Eskiden taş gibiydi insanlar, bugün aralarında hiçbir dayanışma yok…
Başım değil, ruhum ağrıyor! Ve huzur bulamadığı için ağrıyor, anlıyor musun?
Hani bazen düşünüyorsun ya… Bütün ruhuna zift gibi fikirler yapışıyor. Sonra birden her şey kaybolup kaçıyor senden… Uzak bir yerlere devrilircesine. Ve bir mahzen karanlığı kaplıyor ruhunu. Dehşet verici bir şey. İnsan olmaktan çıkıp dipsiz bir yarık haline gelmiş gibisin.
En kuvvetli etkiyi, yoğunluklarıyla, daima kısa özler yaratır.
Hayat dediğin uzun ve her şey unutulur…
[…] bir bilsen nasıl kin duyuyorum size! Kinimden ötürü, susuyorum anlıyor musun? İçi bomboş kalırım, türlü yaşama nedenimi yitiririm korkusuyla susuyorum!
Bütün şu son dönemde yaşadığı şeyler içinde ağır ve yapışkan bir yumak halinde toplanmıştı sanki; ve şimdi bu yumak göğsünde yavaş yavaş dönüp çözülerek incecik gri ipleriyle onu sımsıkı sarmaya koyulmuştu.
Her şey çürüyüp kokuşur durgun sularda. Düzenden yoksun bir hayatta da aynı şey olur.
[…] yaşamak konusunda cimrilik iyi bir şey değildir.
Yarın ne yapacağını bilmeyen insan mutsuz demektir. Ben bilmiyorum ne yapacağımı yarın. Sen de bilmiyorsun. Huzur namına bir şey kalmadı içimde. Yüreğim, adlandıramadığım bir şeylerin arzusuyla ürperiyor hep.
Ben mutsuz falan değilim… diye itiraz etti güven dolu bir sesle. Henüz hayata alışmış değilim, o kadar.
Oduncunun biri bana geçenlerde, ilkin bütün köpeklerin kurt olduğunu, sonradan soysuzlaşıp köpek haline girdiklerini söyledi. Doğru mu yanlış mı bilmem… Ama bizim halimiz de ona benziyor işte: Yakında hepimiz köpek olacağız görürsün. Bütün bilimleri öğreneceğiz evet, en son moda şapkaları geçireceğiz kopası kafalarımıza, bize özgü olan çehreyi kaybetmek için elimizden geleni yapacağız. Ve bizi ötekilerden ayıran hiçbir şey kalmayacak ortada. Öyle bir düzen kurulmuş ki bugün, tüm çocukların liseli olması şart. Tüccarları, asilleri, burjuvaları, tümünü aynı çuvala koyup satıyorlar. Hepsinin üzerinde gri birer elbise ve hepsi aynı bilgileri öğreniyor durmadan. Ağaç büyütür gibi insan yetiştiriyorlar. Niye bu? Bilen varsa Arap olsun! Bir kütük bile hiç olmazsa budak yerleriyle öbür kütüklerden ayrılır değil mi, bizde o da yok: Bütün insanları öylesine bir kırıyorlar ki, çok geçmeden herkes aynı yüze sahip olacak!
İnsan sıkı çalışınca günah işlemeye vakit bulamaz; ama makine, hürriyet demektir. Ve hürriyet mahvedecek insanı, bak şuraya yazıyorum: Tıpkı toprağın derinliğinde rahatça dolaşıp da güneşi görünce mahvolan kurtlar gibi… İnsanı hürriyet mahvedecek.
Eskiden berrak bakışlı insanlar vardı bir alay, ruhlar daha berraktı eskiden. Her şey daha basitti, insanlar da basitti, günahlar da. Ama şimdi her şey, bütün her şey karmaşıklaştı
[…] çok günah işleyenler zeki olur. Bir çeşit okul yerine geçer çünkü günah.
Bu dünyada günahkar kıtlığı mı var!
Hayat kötüdür!… diyorsunuz. Durmadan hayattan şikayet etmek de nesi? Nedir hayst? İnsanın kendisidir, insansız hiçbir hayat olamaz. Ama siz her şeyde bir canavarlık görmek istiyorsunuz. Rahatlatmak için, kendinizi haklı çıkartmak için… Bile isteye uyuyorsunuz yani, birtakım hayallere dalıyor, sonra da inliyorsunuz: Ah şu hayat, ah bu hayat ne kadar kötü!… diye . Oysa bizzat siz değil misiniz o hayatı kuran? Ve şikayetlerinizin arkasına saklanıp karşınızdakileri atıyorsunuz şaşkınlığın ortasına. Diyelim ki kendiniz yanılıp yanlış yola saptınız, ama beni de yanıltmak niye?
İnsanların şikayetleri daima bilgelik doludur. Istıraptan gelir çünkü bilgelik.
Bir insan görünürde neşeli bir hayat sürüp de bir türlü neşelenemeyince mutsuz olur, bilir misiniz! Gülmez o insan, hayat ona gülüp geçer
Bayan Medinski’nin sözleri belli bir umudu öldürmüştü içinde. Öldüğü halde varlığını yüreğinde hala hissettiği bir umudu…
– Ben iyiysem, hayatın da benim için iyi olması gerekir!… diye haykırdı.
Hüzünlü bir sesle cevap verdi kadın:
– Ne yazık ki hayat bu dünyada iyilerden çok kötüleri gözetir dostum.
– Ama insanoğlunun kalbi de vardır!
Ağlar gibi söylemişti bunu Foma. İhtiyar gözlerini kıstı ve cevap verdi:
– Aklı yoktur desene şuna…
Hayat alabildiğine basit bir şekilde düzenlenmiştir aslanım: Ya herkesi ısırır geçersin ya çamura batar kalırsın…
Öyle insanlar vardır ki bütün herkes tarafından bilinir namussuz ve rezil oldukları; ama gene de isimleri koca rezil" değil, bay bilmemnedir.
Her şeyden önce oğlum, madem ki bu aşağılık dünyada yaşıyorsun, etrafında olup bitenleri düşünmek zorundasın. Niçin mi? Kendi bilgisizlik ve aptallığından ne kendin acı çek, ne başkasına zarar ver diye. Şimdiii, insani olan her şey iki ayrı yüz taşır; biri, baktığımız zaman gördüğümüz yüzdür ki sahtedir; öteki gerçek olan yüzdür, gizlidir. Ve bir işin anlamını kavrayabilmek için, işte o gizli yüzü bulmak gerekir…
Tembel falan değilim ben; henüz bir tavır takınmışlığım yok, o kadar!
[…] üstelik ben kendim ne istediğimi doğru dürüst bilmezken, başkaları bana ne biçim bir mutluluk yaratabilirler ki?
Hava kahır ve umutsuzluk saçan ürperişlerle yüklüydü. Ağlıyordu sanki duman renkli gök; ve ağaçların yapraklarında soğuk gözyaşı damlaları parıldıyordu. Foma’nın ruhundaysa simsiyah bir karanlık ve sınırsız bir kuraklık hüküm sürüyordu şimdi. Öksüz hissediyordu kendini, tüm varlığını bu düşünce dolduruyordu… Ve bir soru dikiliyordu karşısında yavaş yavaş: Nasıl yaşayacaktı?
Ben her şeyden fazla aptallıktan korkarım yavrum. İşte düşüncemin özeti: Delinin biri sana bal verirse, üzerine balgam at geç; ama bir bilgenin uzattığı zehri gözünü kırpmadan iç!
Bütün ırmakların suyunu toplar deniz ve amansız fırtınaların yeridir. İnsan hayatı denen deniz, sürekli bir gidiş gelişle beslenir yavrum; ve ölüm yeniler o denizin sularını, yoksa kokar o sular…
[…] bir ırmak varsa, bu ırmak belli bir yere doğru akıyor ve yerinde sayacak olsa ortalık bataklık olur çıkar…
İnsan balçıktan çıktı, der kitap. Ama yaşadıkça şekillenirken, ete ve yağa, alınterine ve gözyaşına bürünür; bir çeşit ruh ve bir çeşit akıl doğar içinde. Ve o andan itibaren de hem yukarıya hem aşağıya doğru boy atmaya koyulur… Bazen metelik etmez, bazen bir gümüş akçeye biçilir değeri, bazen yüzlerce rubleye; bazen de bir bakarsın hiçbir pahaya sığmıyor… Tedavüle girince, hayata bir kazanç getirmesi gerekir insanın. Hayat hepimizin ne ettiğini bilir, ayrı ayrı her birimizin değerinin farkındadır hayat; ve vaktinden önce ilerlememize engel olacak değildir.
Ruhu sessizlikle boğulmuş gibiydi. Hayatın bütün gürültülerini yavaş yavaş emip yutan hareketsiz ve ağır bir sessizlik…
Henüz daha bir fino köpeğinden başka bir şey değilsin, çoban köpeği gibi havlamaya kalkışma!"
Irmakta avlanan balıkçı gibidir kader hayatta: Bir olta atar telaşımıza; açızdır, hemen kaparız; çeker oltasını sudan; yüreğimiz paramparça kıvranır dururuz artık toprağın üzerinde… Böyledir işte kader sevgili dostum!
Ve erkeğin kadına duyduğu aşk, daima verimlidir. Bu aşk, ne olursa olsun, hatta yalnız ıstırap getirse bile, daima paha biçilmez bir şeyler katar bize. Hasta ruhlar için şiddetli bir zehir rolü oynayabilir aşk; ama sağlam ruhlar için, çelik olmaya hazırlanan demir bakımından ateş neyse, aşk odur…
Hayatın fırtınalı esintilerine karşı korunaklı, sakin bir göldü çocuğun ruhu henüz ve gölün yüzeyine değen ne varsa ya uyuyan suyu bir an için kırıştırıp dibe gömülüyor ya da suyun dümdüz yüzeyinde bir zaman kaydıktan sonra geniş daireler halinde açılıp siliniyordu ortadan.
Hünerine olduğu gibi, kusuruna da sahip çıkacaksın…
[…] hayat, sen yanlış bir adım atmayagör, doldurman gereken yeri doldurmayagör hele, binlerce ağızdan fışkıran haykırışlarla yüklenir üstüne, bununla da yetinmez indirir şamarını, srni amansızca yere devirir.
Az olsun varsın aklın, ama senin olsun…
İnsanın insana alışması gerek, birbirini görüp tanıması… Tek başına yaşayamaz insan…
Hayat müşfik bir anne derler, yalandır arkadaşım! Anne falan değildir hayat; amansız bir patrondur hepimiz için, o kadar…
Yolda çamura düşmüş iki tahtaya rastladın diyelim; ve diyelim ki tahtaların biri çürük, kurt yemiş, öbürüyse sapasağlam. Ne yaparsın bu durumda? Çürük bir tahta ne işine yarar ki? Olduğu yerde bırak gitsin onu, kalsın çamurun içinde; insanlar ayaklarını kirletmemek için üzerine basar da geçer hiç olmazsa… Ama sağlam tahtayı kaldır ve kurusun diye güneşe koy; sana değilse bile bir başkasına yarar…
Peri masallarının dünyasında yaşıyordu daha o; ama gerçeğin amansız ve kıskanç eli, Foma’nın çevresindeki her şeye ardından baktığı, bir örümcek ağı kadar ince o güzel dantelayı şimdiden yırtmaya başlıyordu işte.
Hüzünlü türküler, yardım yakarıyor gibi… Zaman zaman umutsuzluğun amansız ahengine bürünüyor türküler… Irmak bu umutsuzluğu derin iççekişlerle cevaplandırıyor… Ve düşünceli düşünceli salınıyor uçları ağaçların… Uçsuz bucaksız bir sessizlik dalgalanıyor…
Her şeyde yavaşlığın damgası okunuyor: Her şey, tabiat ve insanlar, acemice ve tembelce yaşıyor; ama bu gevşekliğin ardında henüz kendi bilincine ermemiş, arzu ve amaçlarını henüz açıkça belirlememiş yenilmez bir kuvvet var sanki.. Ve bu mahmur hayattaki bilinç yokluğu kaçınılmaz bir keder gölgesi düşürüyor bütün o güzelim sınırsızlığa. Sabırlı bir boyun eğiş, daha canlı bir şeyi sessizce bir bekleyiş var evrende.
Yeni bir şey belirmişti karanlık gözlerinde; daha çocuksu, daha uçarı, daha az ciddi bir şey. Yalnızlık ve karanlık onda bir şeylerin geleceği duygusunu uyandırırdı hep; ürker ama meraklandırırdı; en karanlık köşeye gidip karanlığın örtüleri altında ne gizlendiğini görmek isterdi. Giderdi de; hiçbir şey bulamazdı tabi, ama bir gün bulmak umudunu hiçbir zaman yitirmezdi.
Kendi eseri olan ve severek sırtlandığı zincirlere kudurgan bir öfkeyle saldırırdı; ama kırmaya gücü yoktu onları.
[…] yüksek sesle sorup açıklamaktan ürktüğü birtakım şeyleri sessizce kendi kendine sorarmış gibi…
Hani bazı insanlar vardır, her zaman ve her yerde başarı kazanırlar; özellikle yetenekli ya da çalışkan olduklarından değil; müthiş bir enerjiyle dolup taştıklarından ve hedeflerine doğru yürürken, arzularına uygun düşmek şartıyla, her çareye iç huzuruyla başvurduklarından. Ve bunu da gayet iyi bilirler; vicdansızlıklarından enikonu acı duydukları bile olur zaman zaman; ama vicdan dediğiniz şey, sadece zayıf kişilere canavar kesilir; güçlü kişiler çabucak boyunduruk altına alır vicdanı ve amaçlarının gerçekleşmesi için seferber eder. Ödedikleri tüm cereme, birkaç geceyi uykusuz geçirmekten ibaret kalır; ve sonunda vicdanları tabiatlarına galebe çalarsa, sarsılırlar ama yıkılmazlar katiyen; vicdanlarının hükmü altında da, vicdansız dönemlerindeki kadar huzur içinde yaşarlar…
-Başın ağrımıyor mu senin?
-Başım değil, ruhum ağrıyor!
-Başın ağrımıyor mu senin?
-Başım değil, ruhum ağrıyor !
Yarın ne yapacağını bilmeyen insan mutsuz demektir.
Hayat müşfik bir anne derler, yalandır arkadaşım! Anne falan değildir hayat ;amansız bir patrondur hepimiz için,o kadar…
Yaşamak kolay değildir.
İnsanın insana alışması gerek, bir-birini görüp tanıması.Tek başına yaşayamaz insan…
Hayat böyledir işte yavrum.Yeri gelir ölüm ölen için bir şenlik olur ; kimi zaman da arda kalanlar için bir şenlik.
Gör bak işte insanların nasıl olduğunu:
Soyar soğana çevirirsin, önünde iki büklüm eğilip saygılarını sunarlar sana..
+ Kapıların ardına gizlenip insanları dinlemek gerçekten hoş bir şey değil!
– Hoş olmayabilir! Ama gerçek, ancak kapı ardından dinlenebiliyorsa, bu, benim kusurum mu?
İnsanların şikayetleri daima bilgelik doludur… Istıraptan gelir çünkü bilgelik
Hırsızlık da bir emektir, tehlikeli bir emek ve her emeğin meyvesi tatlıdır.
Biz, hayatın arka avlusundan gelmiş olan fakirler, en ön sıraya geçebilmek için, öğrenmek, durmadan öğrenmek zorundayız?
Beni yargıç yapsalar, sadece ölüleri beraat ettirdim anlıyor musun?…
– Bütün dünyanın mutlu olabilmesi için… Diye başladı, yani herkesin memnun olabilmesi için ve tüm insanların eşit olabilmesi için, herkese hürriyet gereklidir… Hava gibi tıpkı, su gibi… Ve her alanda, her yerde eşitlik!
Irmak dediğin, seni taşımak için akar; ağaç dediğin, kesip kullanman için; köpek bile evi bekler… Bu dünyada her şeye bir varlık sebebi bulabilirsin! Peki ya insanlara? Bulamazsın! Tıpkı hamamböcekleri gibi tamamıyla faydasız yaratıklardır insanlar… Her şey onlar içindir evet, ama onlar ne içindir? Nerede insanların varlık sebebi?
-oruspuysam ne çıkar!… İnsanlar vardır, çamurların içinde debelenir durur; ama ipekler içinde yüzenlerden çok daha, çok daha temizdir. Siz köpek sürüsünden bin beter erkek sürüsü hakkında düşündüklerimi bir bilsen… Bir bilsen nasıl bir kin duyuyorum size!… Kinimden ötürü, susuyorum anlıyor musun?.. içi bomboş kalırım, türlü yaşama nedenimi yitiririm korkusuyla susuyorum!…
Sınırsız bir düşünce hürriyeti verdiler insanlara, ama en ufak bir eylemde bulunmalarına müsaade etmediler. Ve işte bunun için yaşamıyor insanlar, çürüyüp kokuşuyorlar sadece…
Şu dünyada çıkar gözetmeyen bir insan yoktur…ve hiç kimse kalkıp da başkasının menfaati uğruna savaşa girmez, giren varsa, delidir adi ve hiçkimseye şuncağız bir yararı dokunmaz o adamın hiç kimse o adamdan bir nebze sağduyu çekip çıkaramaz!..
Hiç mi hiç hevesin yok ki içmeğe…
Ve kadın, ürperen sesiyle kapıp sürdürdü nağmeyi:
Yüreğim şaraba doyalı çok zaman oldu…
Ne tatlıdır yaşamak bu yeryüzünde
Derdin tasan olmazsa hele hele
Yüreğin aşkla inlemezse!…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir