İçeriğe geç

Firarperest Kitap Alıntıları – Elif Şafak

Elif Şafak kitaplarından Firarperest kitap alıntıları sizlerle…

Firarperest Kitap Alıntıları

Bugün, şu anda filanca konuda böyle düşünüyorum. Ama yarın fikirlerim değişebilir. Ben değişebilirim. Başka bir açıdan bakabilirim. Bir ihtimaldir. İhtimal güzel şeydir. Belki değişirim.
Hani şu doğal rastgele her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu düşünen insanlar gibi yaşayamıyorum. Ayağım hep ayrıntılara takılıyor.’
Erkek genellikle güneş gibidir. Ya batar ya çıkar. İktidar peşinde , ya kazanır ya tepetaklak yuvarlanır. Net, berrak, sade ve yalın. Kadın ise ayın halleri gibidir. Parlarken bile bir yanı karanlıkta kalır. En görünür olduğu zamanlarda bile bir parçası bulutların arasında Kadın muammadır.
Ne adam göze alabiliyor çekip gitmeyi, ne kadın. Kalıyorlar aynı yerde, tıpatıp aynı şekilde. Evlilikleri orada burada konuşuluyor, en başarılı evlilikler arasında sayılıyor. Parmakla gösteriliyorlar. Bunca senedir mutlu bir evlilik yürütmenin sırrını soranlara karşılıklı sevgi ve saygı diyorlar gülümseyerek. Diyemiyorlar ki karşılıklı sevgi saygı ve bir de karşılıklı bir türlü çekip gidememek Günler günleri kovalıyor. Günler günleri aynen tekrarlıyor. Yoruluyorlar. Yaşamaktan değil, yasayamamaktan yoruluyorlar.
Uzaktan da sevilirdi yar, mümkündü.
Hem mümkündü hem imkansızdı aşk.
Hayatın bir parçasıydı dokunmadan sevmek, yaklaşmadan.
Aşk bugün var, yarın kaçtı kaçacak bir ada tavşanıydı sanki.
Öylesine ürkek, kimse yüzde yüz emin olamazdı aşka sahip olduğundan.
Mülkü yok, tapusu yoktu
İlişkilerimizin ahengi eskisi gibi değil. Kelime cömerdi, duygu cimrisi bugünün insanı. Konuşmaya gelince açıyor ağzını, duygulanmaya gelince tutuyor kendini. Zaman yok ya, hep bir telaş halindeyiz ya, bunca koşuşturma arasında kimsenin durup da duygulanmaya vakti yok.
Ben senin ismini tarçın kokulu akide şekeri gibi tutuyorum ağzımda, damağımda, ruhumda.
Hava soğuyunca değil, yüreği soğuyunca başlarmış insanın kışı
lt;Zamana odaklanmaktan ‘an’ı yaşamaya fırsat bulamıyoruz ki . Hayatımız ya geleceği planlamakla geçiyor ya geçmişi hatırlamakla. En az yaşadığımız hakikat ‘şu an’ın hakikatidir aslında. gt;
Kendine rağmen yaşamak bir sanattır.
Gustave Flaubert’e göre, Burjavizinin hallerinden haz etmemek aklın başladığı noktadır. Bu bakışa göre, ilhamla beslenen, kelimelerle sevişen şairler hariç, hemen hepimiz her an ve bilhassa uzun vadede ruhlarımızı yitirmekteyiz. Ya da naifliğimizi.
Charles Baudelaire bir zamanlar demişti: Bütün meslekler insan ruhunu kemirir durur. Bir tanesi hariç: Şairlik.
Herkesin depresyona girme sebebi farklı olabilir, ama her depresyonun özü bir ve aynı. Kabuğu kaldırdın mı ince ince kanar. İnsan hep aynı yerden kanar. Hep yüreğinden.
Sırrın nazenin bir mum alevi, sırf yanmaya devam etsin diye karanlığı gündüze yeğliyorum.
Yoruluyorlar. Yaşamaktan değil, yaşayamamaktan yoruluyorlar.
Kaç hayat yaşayınca yorulur insan? Kaç seneden sonra yaşlı, kaç hezimetten sonra bezgin, kaç sevdadan sonra kalpsiz, kaç kelimeden sonra lal olur kişi?
Her an her saniye değişmekteyiz
Bir kadın için en zor şey ‘’annesinin oğlu’’ olan bir erkeği sevmek…
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
‘’Şimdi sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi gerekiyor mu?’’ Diye sormuştu Nazım Hikmet, o muazzam ve duru üslubuyla. Halbuki bugünün aşklarını görse ne derdi acaba?
Niyet demek, ‘’vardık’’ demek değil asla. Bir şey ‘’olduk’’ yahut bir paye ‘’edindik’’ veya yaptık-ettik-başardık demek değil kat’a. Türkçenin belki de en güzel kelimelerinden biridir ‘’niyet etmek.’’ Kolay kolay başka dillere çeviremezsin oruç tutan insan mesela, ’’oruçluyum’’ demez, ‘’niyetliyim’’ der. Sen niyet edersin samimiyetle; yürürsün kendi yolunda, elinden geldiğince. ‘’Öğrenenler’’ den olmak istersin, ‘’bilenler’’ den değil. Niyetin sana rehberlik eder. Adım adım, aşama aşama…
Hem gizliden gizliye masalsı ve destansı bir sevda arıyor hem de masalları ve destanları hayatımızdan satır satır siliyoruz
En sevdiğimiz yazarlar ölü yazarlardır.
Bir kadın için en zor şey “annesinin oğlu” olan bir erkeği sevmek
Dili kullanmıyor. Adeta dille dans ediyor .
Kadın adamın özünü sevdi.
Yoruluyorlar. Yaşamaktan değil, yaşayamamaktan yoruluyorlar.
Belki hepimiz gibi parçalanmış kişilikler taşıyordu içinde.
Sonsuz seyahatler alemidir kitaplar.
Yolculuk etmeyi niye bu kadar seviyorum bilmiyorum
Tek bildiğim yollarda özgürleştiğim
Okumak ve seyahat etmek aslında o kadar iç içe ki
Yalnız geldik bu dünyaya.Sanki yalnız gitmeyecek miyiz?
Hayatın kimi virajları öyle sert ve hızlı alınıyor ki, toparlanamıyor ruhumuzun direksiyonu.
Dost yalakalık yapmaz, lafı dolandırmaz, diplomasi falan bilmez, çat diye söyler meramını, sözünü sakınmaz. Onun yergisinde iltifat, siteminde sevgi saklıdır.
Çakılı kalmamak sırf alışkanlıklardan ötürü demir attığın koylara. Çıkmak oralardan, gecmek dalgalanmaların beri tarafına, bilmediğin memleketlere varmak, tatmadığın yemekler yemek, sözlerini anlamdığın şarkılarla içlenmek , risk almak, dağılmak ve parçalanmak ve hasret çekmek buram buram, gurbetin tadına bakmak vekendini yabancının gözden görmek, şaşırmak yeniden, şaşırmak bir cocuk gibi dünyanın hallerine,çeşitliliğine, güzelliğine, acımasızlıklarına şaşırmak ölene kadar şaşırma kabiliyetini hiç yitirmemek
İnsanın göğüs kafesine gece çöker bazen. Gece oyle bir çöker ki ruhuna olanca ağırlığı, bütün katmanlariyla, bir türlü gelmez sabah, gün ağarmaz. Kalbinin atışı değişir. Ritim bozuluverir ta derinden bir yerden. Kalbin tekler. İncecik bir pamuk ipliğine tutunarak yaşarsın hayatla ölüm arasinda. Kimse bilmez. Bilmek istemez.
Her bahar sadece evlerimizde değil, hafızamızda da temizlik yapabilsek. Sık sık sıfırlanabilsek. Zihnimizin perdelerini açabilsek. Dışarıda uzanan sonsuz semayı gorebilsek.
Pasif değil kadınlar. Ama konuşmanın başını çekmiyorlar.
Her konuda ha bire bir şeyler söylüyor, tanımadığımız şahıslar hakkında gayet iyi tanırmış gibi ileri geri konusuyoruz. Bazen konusmakla kalmayıp yazıyoruz da. Bilmeden, ama bildigimizi zannederek. Bildiğimiz izlenimi vererek.
Her şey ne kadar uzak şimdi ve ne kadar yakın.
Dünyanın bütün kuşları geçiyor gözlerimin önünden denizleri çekilmiş kıyılara gidiyorlar.
Ölüm güdüsü gelişkin insanların yaşamları boyunca mutluluktan korkmaları mutluluktan kaçmaları gibi bir şey bu.
Neden hep bir hüzün, hep bir burukluk anımsanır ; yollarından, yanlarından geçerken kentlerin, kasabaların?
Bir fil ile bir güvercin pekâla birbirlerine aşık olabilir
Zaten aşk dediğin ,ardında ne olduğuna kimsenin akıl sır erdiremediği kadife bir esrar perdesidir.
Ama gel gör ki ne Ferhat’ız dağları delecek, ne Simurg kuşlarıyız mavilikte kanat çırpacak. Hem gizliden gizliye masalsı ve destansı bir sevda arıyor hem de masalları ve destanları hayatımızdan satır satır siliyoruz.
Aşk bugün var, yarın kaçtı kaçacak bir ada tavşanıydı sanki.
Ne kadar kilometre kat edersen et, yakınlaşamazsın kendine, eğer zihninin ve yüreğinin sınırları duruyorsa yerli yerinde.
Her seyyah bilir ki, gittiği yerde onu gene kendisidir karşılayacak olan.
Uzaktan sevmek daha güzeldir bazen. Ne incitir, ne acıtır. Ne yaralar, ne kanatır. Gözlerinle görmediğin ama sesini duyduğun, varlığıyla huzur bulduğun bir denizin yakınında yürümek gibidir böyle sevmek Uzaktan sevmek en güzelidir bazen.
İnsan hep aynı yerden kanar. Hep yüreğinden.
Aşk dediğin lastik kaçırmayan dirayetli bir çorap gibi olmalı.
Biz aşkı, egomuza hizmet etmekle
yükümlü bir kâhya bellemişiz adeta
Bir yandan şarkılar çıkıyor piyasaya, ardı ardına. Hepsi de aşk üzerine.
Sözler benzer, iddialı. Diziler çekiliyor peş peşe. Gene hepsinin ana
teması büyük aşk. Ama televizyonu kapatıp kendi hayatlarımıza döndüğümüz
anda, ne yazık ki büyük aşk tan anladığımız aslında büyük ego. Biz
elmanın da muhakkak bizi sevmesini bekliyoruz.
Bir kez görmekle ne kadar çok sevilirdi insan. Kapı aralığından uzanan
bir baş, perde arkasında bir kadın gölgesi, belli belirsiz bir tebessüm,
gözbebeklerinde saklı ateş ve har. Uzaktan da sevilirdi yâr. Mümkündü. Hem
mümkün hem imkânsızdı aşk. Hayatın bir parçasıydı dokunmadan sevmek.
Yaklaşmadan.
Sevebilir misiniz? Karşılıksız, beklentisiz, hesapsız, çıkarsız, özgür
bırakarak Sırf bir başkasının iyiliğini, mutluluğunu isteyerek.
Ben senin ismini tarçın kokulu akide şekeri gibi tutuyorum ağzımda
Damağımda
Ruhumda.
Günler günleri kovalıyor. Günler günleri aynen tekrarlıyor. Yoruluyorlar. Yaşamaktan değil, yaşayamamaktan yoruluyorlar.
Keşif boynumuzun borcudur. Kendimizi keşfetmek, aşkı keşfetmek, dünyayı keşfetmek, ötekini keşfetmek
Ama eskisi gibi degil. Zaten nicedir hicbir sey eskisi gibi degil.
Yalnızlık ne ıssızlıktır ne kimsesizlik. Yalnızlık insana en çok başkalarıyla çevriliyken gelen bir histir.
Kendine rağmen yaşamak bir sanattır.
Kötülük dediğin şey kalptedir; görünüşte, giyinişte değil.
Bir kadın için en zor şey annesinin oğlu olan bir erkeği sevmek
Kimi erkekler annesinin oğlu ve hep öyle kalıyor. Kaç yaşına gelirlerse gelsinler onlar hep annelerine olan düşkünlüklerini ruhlarında kalıcı bir dövme gibi taşıyor.
Hayatımız ya geleceği planlamakla geçiyor ya geçmişi hatırlamakla. En az yaşadığımız hakikat, şu an ın hakikatidir aslında.
Gerçekten seven insan, özgür bırakır. Sahiplenmek, hak iddia etmek, can almak, can acıtmak, aşıkların tutacağı yol değildir.
Kaç hayat yaşayınca yorulur insan? Kaç seneden sonra yaşlı, kaç hezimetten sonra bezgin, kaç sevdadan sonra kalpsiz, kaç kelimeden sonra lâl olur kişi?
Kelime cömerdi duygu fakiri bugünün insanı.
Seni olduğun gibi sevdim, tüm günahların ve arızalarınla. Uzaktan sevmenin en güzel yanı bu zaten. Kimseyi değiştirmeye kalkmıyorsun. Her şeyi olduğu gibi kabulleniyorsun. Aynı gök kubbenin altında yaşadığımızı bilmek yetiyor bana. Başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz sema aynı, yıldızlar aynı, dolunay aynı. Bunu bilmek yetiyor bana. Umurumda değil ki nerede uyuyorsun, kimin yanında.
Kaç hayat yaşayınca yorulur insan?
Kaç seneden sonra yaşlı, kaç hezimetten sonra bezgin, kaç sevdadan sonra kalpsiz, kaç kelimeden sonra lâl olur kişi ?
Hem gizliden gizliye masalsı ve destansı bir sevda arıyor hem de masalları ve destanları hayatımızdan satır satır siliyoruz .
Tanımak istemek demek yüreğini önyargısızca o insana açmak demek. Yoksa bunun adı görmek istediğini görmektir.
O kadar derin yarası var ki herkesin, o kadar çok sızı göğüs kafesimizde. Buna rağmen şefkatle, anlayışla davranamıyoruz birbirimize. Bir hırçınlık, bir kızgınlık var üzerimizde. Halbuki kırgın olduğumuz her kim varsa, o da en az bizim kadar yaralı.
Zaten nicedir hiçbir şey eskisi gibi değil.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir