İçeriğe geç

Filizkıran Fırtınası Kitap Alıntıları – Hasan Hüseyin Korkmazgil

Hasan Hüseyin Korkmazgil kitaplarından Filizkıran Fırtınası kitap alıntıları sizlerle…

Filizkıran Fırtınası Kitap Alıntıları

öyle çok yanlızım ki
öyle çok herkesli ki
gözlerin dünyam
öyle çok benimli ki
yalan değil
yanlış belki
yanlış değil
yasak belki
yasaklar da bizim gibi
doğarlar çığlık çığlık
büyürler koşaradım
ölüp giderler birgün.
yaşıyorum canım dostum
buysa eğer yaşamak
yaşıyorum susan anadolu’nda
dişlerimi sıkarak
ve ateşler üfleyerek dağlarda!
diyorlar ki
tilkinin son durağı
kürkçü dükkânı
evet ama
ya bizim tavukların hesabı?
bu akşam kankırmızı şarap istiyor canım
bu akşam dünyanın bütün şarkılarını
bu akşam dünyanın bütün özlemlerini
bu akşam beni yanlız bırakan
bu akşam yanlızca onu düşüneceğim
onu ve kendimi yanlızca.
yıllar geçti yıllar geçti
yıllar geçecek elbet
‘adalet’ti’ kızın adı
adamınki ‘hürriyet’
o adalet orda kaldı
o hürriyet osmanlı sikkelerinde
umut belki bir tohumdu o çağda
umut şimdi
koskocaman bir çınar
anlıyorum
biliyorum
inanıyorum
emek’ler kurtaracaklar
paralarda kalan o adalet’i
o hürriyet’i
ben özlemin böylesini görmedim
ben acının böylesini tatmadım
iğrendim uçaklardan
iğrendim okullardan
söylevlerden törenlerden iğrendim
iğrendim çağdaşlıktan
barıştan kardeşlikten
haksızlığın böylesini görmedim
buyur koyunum buyur
şöyle geç şöyle otur
sen sevgili sen sayın
yat önüme sayın koyun
kırkayım yünlerini
satayım yünlerini
sana vizon alayım

buyur koyunum buyur
şöyle geç şöyle otur
sen sevgili sen sayın
aç paçanı sayın koyun
sağayım sütlerini
satayım sütlerini
sana lokum alayım

buyur koyunum buyur
şöyle geç şöyle otur
sen sevgili sen sayın
kıpırdama sayın koyun
keseyim gırtlağını
satayım etlerini
sana saray alayım

bizde yalan yoktur koyun
biz yasal konuşuruz
sen sevgili sen sayın
sana vizon sana saray
sana lokum sana pasta
bugün değilse yarın
yalansam kör olayım

ben sevmenin ustasıyım
ummanın
beklemenin
taşa tohum ekmenin
yoz bir atı yorar gibi kesekli tarlalarda
yordum yıllaryılı kendimi
ve boğuştum yıllaryılı kendikendimle
ininde bir ayıyla boğuşur gibi

bir dünya kurmak istedim kendi özümden
bir yol bulmak istedim özümden geçen
yakıp kendi karanlığımı
aydınlatmak istedim kendikendimi

Çözdükçe düğümlenen bir topak ipek iplik
duruldukça bulanan fırtına gölü
kimler pekiştirdi bu kördüğümü
çevirdi kördüğüme kimler ilmiklerimi

yorulmuştu biliyorum o güvercin yüreğin
yıllaryılı koşturmaktan güzel günlere
beklemekten yıllaryılı güzel günleri
ilgi duymak kemansa
sevmek belki bir orkestra
piyano nerde başlar
davul nerde homurdanır
keman nerde çığlık çığlık
alto nerde sızım sızım
kim anlamış kontrbası
ne söylemez acılıya bir flüt
vuruldumsa gözlerinin gül bahçesine
yürek çizen şimşeklerse kaçamak bakışları
işte buna sevmek derler dedimse
nice baharları kışlara gömdüm
şimdilik bir esimlik bahar yeli de olsa
bir kokumluk karçiçeği
bir merhaba dostlara
diyelim dedik
‘filizkıran fırtınası’yla
merhaba
ne yapsam doyumsuzluk ne taşısam yetersizlik
tora düşmüş balık gibi yalnızım
diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler
[gördüm
dolaştım mülk-i İslâmî bütün viraneler
[gördüm
(ziya paşa)
öyle çok yalnızım ki
öyle çok herkesli ki
serildim sevginize
savaş dönüşü gibi

açtınız kollarınızı
kucakladınız beni
çiçeklerle donattınız
garipliğimi
örttünüz sevginizi yalnızlığıma
çınar gölgesi gibi
kötü geçmiş günlerimi
bana unutturdunuz

bu akşam kankımızı şarap istiyor canım
bu akşam dünyanın bütün şarklılarını
bu akşam dünyanın bütün önlemlerini
bu akşam, beni yalnız bırakın
bu akşam yalnızca onu düşüneceğim
onu ve kendimi yalnızca
gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
evler yemen türküsü
             sokaklar seferberlik
öyle bir gariplik ki
                öyle bir tedirginlik
yaz başında güz sonrası

ayvalar çiçekteydi
       güller daha tomurcuk
açıl demişti güneş
      açılmıştı kıraçta kış elmaları
çözül demişti güneş
       çözülmüştü yılanlar karanlık odalarında
dallarda yuvalar tüy kokuyordu
       düğünçiçekleri şenlikli
 

gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
ne dal kaldı ne tomurcuk
yerden yere çaldı otları ağaçları
              insan yüzlü bir korkuluk
üşüdüm dünyalarca
       baskın yemiş bir kent gibi üşüdüm
sergen etti filizleri sapsarı bir karanlık
              bahardan kışa düştüm
 

acılı günler gördüm
sığdıramam bir tek günü bir koca yıla
geceler geçirdim yoz kentlerin bulvarlarında
               nice baharları kışlara gömdüm
uzak düştüm yelinden yelvesinden acılı yurdun
uzak düştüm umudundan mutundan
                yomundan uzak düştüm
bunaltının böylesini görmedim
 

severim fırtınanın her türlüsünü
ormanlar uğultulu sular dalgalı
severim filizkıran fırtınası’nı
        kırıp kanatmıyorsa sevincin türküsünü
nerde benim baharım
               dalım yaprağım nerde
gece çökmüş üstüne kerpiçsel yalnızlığın
       sanki kaplan pençesinde bir manda böğürtüsü
ne kuş kalmış ne çiçek
ne kırmızı ne yeşil
sapsarı karanlıkta yerler bahar ölüsü
 
 

                                                                               1978

 

insanlar ki öldürülür
ormanlar ki yakılır
sular ki kurutulur
övülecek ne bulayım
Ben acının aşk ilinden olduğunu bilmezdim Yokluğa değdi geçti
Özlemden içti geçti
Gelip gönlüme düştü
İki turna geçti
güz mavisinden
Sandım bir ömür geçti
Bilinmezden görünmezden bir ateş
Gelip özüme düştü
Ne kuş kalmış ne çiçek
Ne kırmızı ne yeşil
Sapsarı karanlıkta yerler bahar ölüsü
nasıl da dönüp baktı
bir hercayimenekşe bakar gibi güneşe vay anasını bal değildi
gül değildi
insandı
öptükçe ballanırdı
kokladıkça güllenir
vay anasını
dünyam benim küçücük dünyam benim işim aşım uğraşım kusurum yanlışım yanılmışlığım kızgınlığım kıskançlığım alınganlığım birdenbire evrenliğim birbaşıma kalmışlığım bir anda belâlara koşmuşluğum sinmişliğim inimde dünyam benim küçücük dünyam benim sevincim üzüntüm gerçeğim benim
yüreğimi böldüm
bine yedirdim kurda kuşa
dörtyolağzı oldu durak
sevmişim neye yarar
özlemişim ne çıkar
yine uyku aslı olmuş
ben yine kerem
nereye gitti bunca savaş
niçindi
nere gitti bunca acı
nedendi
ne dolmaz çuvalmış
bu ne dipsiz kuyu
yaşamımdır yarınımdır onurumdur şiirim..
Duymazdım durgun suların bezgin türkülerini,
Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı..
Yüreğim sızlıyor, bu roman iyi bitmeyecek, Korkarım bu mavi ışık çabuk sönecek.
Bu kenti sevdim dedim
Benim olsun demedim ki
Sevdim dedimse akşam kızıllığını/ Gönlüm gibi akıp giden şu çayı
Şu ormanı şu denizi şu dağı
Benim olsun demedim ki
bir esimlik yel miydin
nere gittiney gençliğim
beni burda bıraktın da
hayrat dut gibi silkelettin
çakallara dalımı yaprağımı
Gitme,
Sonbahar oluyorum, sonrası hiç ağaçlar bükmesinler ne olur boyunlarını,
artık çocuk değiliz,
susarak da bir şeyler diyebiliriz
yorulmuştu biliyorum o güvercin yüreğin yıllaryılı koşturmaktan güzel günlere beklemekten yıllaryılı güzel günleri
ve ateşler yakmaktan
dağbaşlarında
yorucu bir yolculuktan sonra bir akşam bilmediğim bir ülkeye varmış gibiyim bilmediğim bir kentte bilmediğim bir sokak bilmediğim bir kapıda durmuş gibiyim
sevsen beni el koynunda
bir çürük acı
itsem seni ötelere
cehennem yetmez
Ne güzeldi o şiirler
Hele de dağlarda ateşler yakanlar
yüreğimi böldüm bine
yedirdim kurda kuşa
dörtyolağzı oldu durak
sevmişim neye yarar
özlemişim ne çıkar
Güzel günler daha uzak
O günlere çok var daha
Beklenilen günler gibi güzeldiniz
yürek mi kalmıştır yanacak bende
kör olasın demiyorum
kör olma da gör beni
Ocağım var aşım yok
Gömüşüm var taşım yok
Dost ağlar düşman güler
Devletim var işim yok
ben demiştim
ağlasun ayşafağı
yanarak içim sen demişsin
ayışığı bu ne bim ayrılık
bu ey güvercinlim
doya doya ağlamaktan
bile yoksunum şimdi
.
Hak diyenin koluna
Kelepçe mi vurulur
.
Ocağım var aşım yok
Gömütüm var taşım yok
Dost ağlar düşman güler
Devletim var işim yok
.
Kıpırdama sayın koyun
Keseyim gırtlağını
Satayım etlerini
Sana saray alayım
.
Barışı kim
Kim vurur kardeşliği
Sen söyle ey bürokrat
Gel aristo
Gel eflâtun
Musa, İsa, Muhammet
Siz de gelin açıklayın
Şu işin gerçeğini
Kim vurur kardeşliği
Barışı kimler boğar beşikte
.
Kan mı var ellerinizde
Yoksa çiçek mi
Uzatın da görsün dünya
Gerçekten insansanız
.
İngilizce ‘the end’
Türkçesi ‘bitti’
.
Öyle çok yalnızım ki
Öyle çok herkesli ki
.
Biliyorum
Çok çocuğum
Yürek değil
Bu bir evren
.
Ne güzeldi o şiirler
Hele de dağlarda ateşler yakanlar
dayan yavrum
dayan hasan hüseyin
dayan dayanabilirsen
yosun mu bulutsu mu su mu ışık mı
çok mu tatlı şu uyku yorgunluk mu yoksa tatlı olan yoksa uyku mu
sokağın simitçinin anamın sesi değil
etimin kanımın kemiğimin sesi bu
mutluyum
çiçek açmış elma gibi mutluyum
mutluyum
aç emzirmiş ana gibi mutluyum
soyundum soyunalı şu ozanlığa aldım payımı
sevgisinden halkımın acısını acım bildim sevincini sevincim iğretilik soytarılık girmedi kursağına şiirlerimin yedirdimse yüreğimi yedirdim mutluyum karşılanmış yolcu gibi mutluyum mutluyum ağırlanmış konuk gibi mutluyum
ben demiştim
ağlasun ayşafağı
yanarak içim
sen demişsin
ayışığı
bu ne bim ayrılık
bu ey güvercinlim
doya doya ağlamaktan
bile yoksunum şimdi
Güzel günler daha uzak
O günlere çok var daha
Beklenilen günler gibi güzeldiniz
.
Türkük deyin övünüyok ağbeyim
Açlık türkü bilmiyo ki
.
Güzel günler daha uzak
O günlere çok var daha
Beklenilen günler gibi güzeldiniz
iğretilik soytarılık girmedi kursağına şiirlerimin
yedirdimse yüreğimi yedirdim
gelin vurun sevincini
yüzümün bana yeter acısı
Ekmeğime içkime koymuşum seni sıkıntıma özlemime koymuşum seni karışmışsan düşlerime umutlarıma gündüzüme geceme koymuşum seni sevmek denen bir denizde doğmuşum buna kaçmak n’eylesin
.
Ölmek elbet büyük yıkım
Ama ondan beteri
Yaşarken duymak bunu
.
Nasıl da dönüp baktı
Bir hercayimenekşe bakar gibi güneşe
Vay anasını
.
İnsanlar ki öldürülür
Ormanlar ki yakılır
Sular ki kurutulur
Övülecek ne bulayım
yine uyku aslı olmuş
ben yine kerem
Bağışlamak bize düşmez
insan düşmanlarını soyu bitti bitecek müzeliklerdir
onlar elenirler bir gün türkülerden de

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir