İçeriğe geç

Fikrimizin Rehberi Kitap Alıntıları – Erol Mütercimler

Erol Mütercimler kitaplarından Fikrimizin Rehberi kitap alıntıları sizlerle…

Fikrimizin Rehberi Kitap Alıntıları

Atatürk’ün manevi evlatlarından birisi de Abdürrahim TUNÇAK’tır.
Medine, İstanbul içi hala savunulması gereken bir kent ve bölgeydi.
Son söz: ‘ya hiç doğmamış olmak veya hiç unutulmamak isterdim.’
Chateaubraind
Albay Mustafa Kemal, ‘Zabit ve Kumandan ile Hasbihal’ adlı kitabına yazdığı şu satırları, bir kez daha yineledi: Savaşta yağan mermi yağmuru, o yağmurdan ürkmeyenleri; ürkenlerden daha az ıslatır.
10 Ağustos 1915 Conkbayırı Muharebesi
Mustafa Kemal kendi emrine gönderilmiş olan 10. Alay’ı da Conkbayırı’na koşturdu.
Mustafa Kemal’i taktik ve strateji ustası olarak ortaya çıkaran unsur, gördüğünü kavrama farkıydı.
57. Alay Efsanesi: Ben size ölmeyi emrediyorum!
Savaşlar, muharebelerde her zaman kendi kahramanlarını yaratır. Bigalı Mehmet Çavuş’un öyküsü de bunun tipik örneklerinden birisidir.
İttihat ve Terakki Partisi 1912 yılında gerçekleştirdiği hükümet darbesinden sonra fiilen devletin yönetimini ele geçirmişti.
Mustafa Kemal’in Kongre’deki bu çalışmalarını içlerine sindiremeyen ve orduyu bırakmak istemeyen komite takımı onu öldürmeye karar verdi.
Bundan sonra ne olacağını, yapacağımız devrim (inkılap) gösterecektir Evet devrim (inkılap) yapacağız. Bugüne kadar yapılan devrim (inkılap), yeterli sayılmaz. Fazlasını yapacağız. Memleketi bin bir akılsızın eline ve keyfine bırakamayız. Bu çok adamların yerine, birkaç kafa ile yetinebilirim. Örneğin Kazım Köprülü’yü (Özalp) harbiye nazırı yapacağım. Nuri’yi (Conker) kumandan ve idare şefi yapacağım, Fethi’yi (Okyar) yeni devrimci (inkılapçı) Türkiye’nin temsilcisi olarak Avrupa’ya gönderirim
Mizan, Serbesti, İkdam, Volkan gibi yayın organları, İttihat ve Terakki politikasına sert eleştiriler getiriyordu.
Enver hürriyet kahramanı olarak Selanik’e girdiği zaman halk onu büyük bir coşku ile karşıladı.
Mustafa Kemal’in lider özelliğinin en belirgin yanlarından birisi yaşadıklarından ders çıkarıp onları olumluya dönüştürmesidir.
Paris’teki 1902 Kongresi, Jön Türkleri birleştireceğine bölmüştür ve ortaya iki cemiyet çıkmıştır.
1904 ya da 1905’in başında (Hicri Takvime göre 1320 yılında), Şam’da Vatan adında bir örgüt kuruldu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Mustafa Kemal’i, herkes önemseyerek dikkatle dinliyorlardı. Kararlarında seri, düşüncelerini sonuna kadar savunan bir genç subay olarak hayranlık uyandırmıştı.
Atatürk, Türk tarihini bütün genişliği ve derinliği ile kavramış bulunan hocasından daima saygı ile bahsetmiştir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
‘Reisicumhur Atatürk’ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş olduklarını arz ederim.’
Mustafa Kemal’in kız kardeşi Makbule (Boysan Atadan) annesi ile babasının evleniş öyküsünü iki ayrı tanığa anlatmıştır.
Her yerdeki varlıklarıyla bir mekan olarak Selanik’i belirgin kılan minareler, kiliseler ve sinagoglar, geleneksel Osmanlı şehrinin temel özelliklerinden biridir.
Birinci Meşrutiyet 23 Aralık 1876’da ilan edilmiş, ancak Osmanlı-Rus Savaşı’nı bahane eden II. Abdülhamid’in 14 Şubat 1878’de Mebusan Meclisini kapatmasıyla sona ermişti. Böylece Birinci Meşrutiyet dönemi kısa sürmüş ve mutlakıyet yönetimine yeniden dönülmüştü. Bundan sonra da Padişah katı bir baskıyla (istibdatla) devleti yönetmeye başlamıştı.

Ancak hemen bu tarihlerden sonra, II. Abdülhamid’in bu tutumuna ve ülkenin içerisinde bulunduğu bunalımlı duruma son verebilmek üzere, mutlakıyet yönetimine karşı olmak ve yeniden anayasayı uygulatmak için bir hareket başlamıştı. Bazı aydınlar, özgürlük düşüncesinin gelişmesi ve Meşrutiyet yönetiminin yeniden kurulması uğrunda, yurt içinde ve dışında yoğun bir çalışmaya girişmişlerdi. Tarihte, bu hareketi yürütenlere Jön Türkler (Genç Türkler) adı verilmiştir. Daha dar anlamıyla da Jön Türk deyişi, Birinci ve İkinci Meşrutiyet’i hazırlayan ve Osmanlı imparatorluğumda çağdaş ihtiyaçlara göre ıslahat yapılmasını isteyen inkılâpçılara yahut ihtilalcilere denilmiştir. Ancak bunlar önceleri kişisel hareketler şeklindeydi. Sonraları bir örgüt ve düşünce etrafında birleşerek, II. Meşrutiyetin ilanına (1908) kadar gittikçe güçlenmişlerdir.[15] Selanik’te kurulan İttihat ve Terakki gizli örgütünün en önemli özelliği bir Mason/Carbonari örgütlenme biçimini yansıtmasıydı. Talat Bey’in aynı zamanda mason olması ve onu mason yapan Emmanuel Karasso’nun örgütün tüm desteğini Talat Bey’in arkasına vermesi, bu örgütte üye bulunan önde gelen Selanikli tüccar, iş adamı, aydın ve sermaye sahiplerinin desteğini de vermesi anlamına geliyordu. Selanik’te kuruları Osmanlı İttihat ve Terakki örgütünün diğer muhalif örgütlerden farkı, aynı zamanda emrinde ‘askerî birlik kıta’ bulunduran subayların da İttihat ve Terakki’ye ‘ihtilal amacıyla’ girebilmesiydi. Nitekim bu durum bir süre sonra örgütün siyasal yapısına ve hedeflerine de yansıyacaktı.

“Bir ordunun değeri, subayların ve kumanda kademesinin değeri ile ölçülür.”
MUSTAFA KEMAL
3.Ordu’ya Atama – İttihat ve Terakki’yle Ayrılan Yollar

13 Ekim 1907 tarihine gelindiğinde Mustafa Kemal sürgünlükten kurtulmuş ve yıllardır beklediği gibi, o dönemin en etkili ordularından 3.Ordu’ya tayin edilmiştir. Görev yerinin değişikliğinde sağlık sorunu bahane nedeni olarak gösterilmiştir.Tayin yeri Manastır olmakla beraber bir kolayı bulunarak Selanik’teki Genelkurmay karargâhında görev almayı başarır.

Bu yıllarda Makedonya için için kaynamakta, çeteler, azınlıklar, dış ülkeler (Avusturya, Rusya, Almanya) herhangi bir çıkar elde edebiliriz diye yoğun faaliyetlerde bulunuyorlardı. Türkler baskıya uğrayan bir azınlık durumundaydılar.

Selanik’e gelmesiyle birlikte hayatında yeni bir dönem başlamış oldu. Selanik’te resmi görevlerini yerine getirirken, bir taraftan da daha önce kurmuş olduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin bir şubesi iken, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile bütünleşen bu örgütün çalışmalarına da devam etti. Ancak, bu teşkilatta Ali Fethi’den (Okyar) başka arkadaşı yoktu. Ali Fuat’la buluşmalarında 5.Ordu’da askerlikten eser kalmadığını üzüntüyle anlatıyordu. Arkadaşı Ali Fuat da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girmişti, kendi kurduğu cemiyet 27 Eylül 1907’de birleşme kararı almıştı, kendi durumunu da şöyle açıklıyordu; “Bu oldubittiyi kabul zorunda kaldım ve ben de İttihat’ın bir üyesi oldum.”

Sorun, Türk aydınlarının kendi kendisini bilmeyişinden ve başka milletlerde şu ya da bu nedenle üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır. Arap halklarla yaşadıkları Mustafa Kemal’e hiçbir etnik kimliğin bir başkasından üstün ve ayrıcalıklı olamayacağını, hele bunun devlet tarafından vatandaşlarına dayatılamayacağını öğretmiştir.
Mustafa Kemal, ‘Mesele ölmekte değil, ölmeden idealimizi yaratmak, yapmak ve yerleştirmektedir,’ diyor.
Mustafa Kemal’in sürgün olarak gönderildiği ilk görev yeri olan 5.Ordu’nun Suriye’de oluşu ilk önce düş kırıklığı yaratmışsa da, burada edindiği deneyimin asker kimliğinin ve önder kişiliğinin gelişmesindeki katkıları yadsınamaz.

Stajyer ve kurmay subay olduğu için tayin edildiği birliğin harekâtından bile men edilmek istendiğinde, bir subay için en önemli nitelik olan inisiyatif kullanıp Yüzbaşı Müfit ile birlikte olayların içinde yer alması ve sıkışık durumda da kendisine Yarbay Lütfi tarafından fikir sorulması, onun özgüvenini artırmıştır. İlk keşif yapmayı da burada denedi ve başarılı oldu. Yine ilk kez baskın ne demektir, burada yaşayarak öğrendi.

İkincisi, Harp Okulu’ndan itibaren siyasete duyduğu ilgiyi, Suriye’de gizli örgüt kuracak, adına da Vatan ve Hürriyet diyecek denli perçinlemiştir. Ayrıca Rumeli dışındaki halkı tanımıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında burada kazandığı deneyimden yararlandığını göreceğiz.

Mustafa Kemal haklıydı, yapılan utanç verici iş Havran köylerinde gasptı. Şam’dan çıkan tam donanımlı büyük kuvvet sanki Havran’ı tamamen sömürecek gibi hazırlanmıştır. Havran çeşitli bölgelere ayrılmış, her bölgeye bir kuvvet ayrılmıştı; bunların görevi o bölgedeki köyleri soymaktı.

Gerçekten de ordu mensupları devletin korkutucu gücünden yararlanıp, Osmanlılık adını kullanarak bir soygun düzeni kurmuşlardı. Mustafa Kemal ve Müfit’te iki ayrı düşünce çarpışıyordu, birisi para toplamak ve bu parayı paylaşmak, ötekisi de bu para zulmüne isyan etmek…

Durumu değerlendirip arkadaşına şunu söyledi: “Hatırlar mısın Müfit? Şam’dan bu kuvvete katılmağa karar verdiğimiz dakikada karşıma bir süvari mülazımı çıkmıştı ve bana, ‘Beyim, size büyük hürmetim vardır. Bu sefere gitmemenizi öneririm,’ demişti. Ben sormuştum: ‘Niçin?’ Süvari mülazımı şu yanıtı vermişti: ‘Hayatınız tehlikeye girebilir de onun için.’ Ben bu adama tekrar, ‘Niçin?’ dedim. O da bana, ‘Seni öldürürler. Bilemezsiniz ve düşünemezsiniz beyim… Bugün bütün Suriye ordusunda yaygın bir ortak çıkar vardır; siz bu çıkara engel olacak gibi görünüyorsunuz; bunu kimse kabul etmez, hayatınız söz konusudur,’ yanıtını vermişti.”

İşte Mustafa Kemal’i bu seyahate sürükleyen etken, o adamın ısrarı ve inatçı sözleri olmuştur.

Hesap ve kitaplara engel olmak istediği için bir gece Mustafa Kemal’in ordugâhtaki çadırı sarılıyor. Kendisi ölümle tehdit ediliyor.

Ordu mensubu hırsızlar Mustafa Kemal’i ortadan kaldırmayı planlamışlardı, ancak o da çevrede öyle güvenlik önlemleri almıştı ki, buna cesaret edemediler.

Bu olaydan Ali Fuat’a söz ederken, “Budalalar, beni para ile satın alacaklarını bile sandılar, fakat sonra avuçlarını yaladılar,” diyordu.

5.Ordu’da geçirdiği bu staj günlerinde İmparatorluğun zayıfladığı bu dönemde, devletin kontrolü yitirmesiyle, halkın da üniformalı görevliler nedeniyle nasıl yitirilmek üzere olduğunu gören Mustafa Kemal hem mesleki açıdan hem de kişisel gelişimine yönelik o kadar çok olumlu kazanımlar elde eder ki, daha sonraki yıllarda karşılaştığı problemleri çözerken soğukkanlılığını koruyarak sorunların üstesinden gelecektir.

Tawnshend görüşmeler sırasında kendince yaptığı bir benzetmeyi Mustafa Kemal’e bildirerek, ‘Siz Napolyon’a benziyorsunuz,’ dedi. Mustafa Kemal bu benzetmeden hoşlanmadı. ‘Napolyon, arkasına bir sürü muhtelif milliyetteki insanı toplayarak macera aramaya çıktı. Ve bunun içindir ki yarı yolda kaldı. Ben bir anadan bir babadan gelen kardeşlerimle kendi vatanımı kurtarmak davası yolundayım. Ve muhakkak muvaffak olacağım,’ cevabını verdi.
Mustafa Kemal insanlık tarihinin yani yazılı tarihin dört büyük askerî strateji dehasından birisidir. Büyük komutandır, onu yakından tanıyan Falih Rıfkı Atay’ın değerlendirmesi yabana atılmamalıdır: “Yüzde yüz Türk subayı idi. Bununla beraber, büyük bir asker olduğundan, seçme yabancı komutanları hafife almazdı. Tarih dehalarının hayranı idi. Peygamber Muhammed ve Padişah Fatih, kumanda vasıflarına hayran oldukları arasında idi.”

O, Sun Tzu ya da Clausewitz gibi başkalarını da sayabiliriz, teorisyen değildir, ama Gelibolu kara muharebelerinden itibaren kendini göstermeye başlayan, Kurtuluş Savaşı’nın Sakarya ve Başkomutan Meydan muharebeleriyle taçlanan bir ustadır. Stratej bir sanatçıdır. Bu sanatçı, kendisine daima bir usta seçer, yani bir çeşit usta-çırak ilişkisi kurar. Usta birkaç bin yıl önce yaşamış bile olsa… Savaş tarihine baktığımızda ünlü bir komutanı bir başkasının ürettiğini görürüz. Örneğin, Amerikan ordusunun çok ünlü generali Patton’u, Alman ordusunun olağanüstü yetenekli bir generali ‘Çöl Tilkisi’ Rommel üretmiştir. Ancak dikkat edilirse, Mareşal Mustafa Kemal’i kimse üretmemiştir. O, örnek aldıklarıyla kendisini yaratmıştır. Bu ustalardan birisi de Napolyon Bonapart’tır.

okulda arkadaşlarına yapmış olduğu konuşmalarından birinde şunları söylemiştir:

“Altı yüzyıl kadar önce Anadolu’da doğan Osmanlı İmparatorluğu 350 yılda Viyana kapılarına kadar ilerledi, imparatorluğu güçlendiren manevi etkenler zayıfladığı için yavaş yavaş Viyana, Budapeşte, Belgrad elden çıktı. Artık bir avuç Rumeli toprağına sığındık. Şimdi de elimizde kalan küçük toprak parçasını Ruslar ve Avusturyalılar almak istemekteler. Rusların bütün istekleri, kendi ırklarından saydıkları Bulgarlar ve Sırplara Balkanlar’ı sözde armağan etmektir. Avusturyalılar ise, Adriyatik’ten Akdeniz’e, Selanik’e uzanmak isteğindedirler.

Başka ulusların ozanları, aydınları böyle çalışıp uluslarını uyandırırken nerede bizim düşünürlerimiz, nerede bizim ozanlarımız? Bizim bir Nâmık Kemal’imiz var. O, Türk ulusunun yüzyıllardan beri beklediği sesi verdi. Ama ne şiirlerini okuyabiliyor, ne konuşmalarını duyabiliyoruz. Bu ulusun tarihinin bir yönünü belirten ‘Vatan Yahut Silistre’ oyununu bile temsil ettirmediler.

Arkadaşlar! Bizlere büyük görevler düşüyor. Yarın görev alıp gittiğimiz her yerde ulusumuzu yetiştirmek için subaylarımızın öğretmenleri olacağız. Gittiğimiz yerlerde aydın gençlerle arkadaşlık ederek onları bu yola yönelteceğiz. Yurdumuzu ve imparatorluğu büyük tehlikelerin beklediğini hatırdan çıkarmamak durumundayız.”

Mustafa Kemal’in askerî ortaokuldan itibaren davranışlarını, öğrenciliğini mercek altına aldığımızda, ‘Asker olunmaz, doğulur!’ tezini öne sürenlerin ne denli haklı oldukları ortaya çıkmaktadır.
Mustafa Kemal in, üçüncü sınıfta üzerinde kafa yorduğu en önemli konu, işte bu özgürlük meselesi idi. Onun inancına göre, bunu sağladıktan sonra her alanda idareyi düzeltmek mümkün olabilirdi. Bunun için de muhakkak teşkilatlanmak gerekliydi. Teşkilatı memleket içinde ancak genç subaylar yapabilirlerdi. Mustafa Kemal’e göre “çok kalabalık olan üçüncü sınıflardan ancak pek az bir kısım Harp Akademisi’ne girebilecekti. Geri kalanlar tayin edildikleri kıtalara dağılacaklardı. Bunlardan güvendiklerine daha şimdiden gittikleri yerde teşkilat kurmaları için telkinlerde bulunuyordu
O’nu etkileyen bir başka öğretmeni de tarih derslerine giren Mehmet Tevfik Bilge

O, hem tarih yapacak hem de yazacaktır. Daha lise yıllarında tarih bilgisi olmadan ve tarihi olayları değerlendirip tarihten ders almadan başarılı olmanın mümkün olmadığını fark etmiştir. Bu nedenle tarihle öğrenciliğinden başlamak üzere çok ilgilenmiştir. “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır,” sözleriyle, tarihi olayların doğru yazılması gerektiğini ortaya koymasında, 1896 yılında derslerini dinlediği öğretmeninin çok payı vardır.

Bütün hayatı boyunca tarihe verdiği önem ölüm döşeğinde de devam etmiş ve, “Tarih tezi olgunlaştı, onun üzerinde yürümek, durmadan çalışmak lâzımdır. Bazı imansızlar olabilir. Bunlar yol kesenlere benzer, aldırmayınız,” diyerek son direktiflerini vermiştir.

Okumaya ve edebiyata ilgisi Manastır Askerî Lisesi’nde karşılaştığı bir arkadaşının yarattığı sevgiyle olmuştur. Anılarında şöyle anlatıyor: “O zamana kadar edebiyatla çok temasım yoktu. Ömer Naci, Bursa idadisinden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gönderdim. Hiçbirini beğenmedi. Bir arkadaşın kitaplarımdan hiçbirini beğenmeyişi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat diye bir şey olduğuna o zaman muttali oldum. Ona da çalışmaya başladım. Şiir bana çekici geldi. Fakat kitabet öğretmeni diye yeni gelen bir zat, benim şiirle olan uğraşımı yasakladı. Bana, ‘Bu tarz uğraşı seni asker olmaktan uzaklaştırır!..’ dedi. Ama güzel yazmak hevesi bende baki kaldı…”

Ömer Naci’nin verdiği kitaplarda ilk kez Nâmık Kemal’le tanışır. Kitap sayfaları arasına serpiştirilmiş ve el yazısı ile yazılmış ‘Nâmık Kemal’ imzalı mısralar dikkatini çeker.

“Vücudun mayasının hamuru vatan toprağındandır, onun için vatan yolunda eziyet ve sıkıntılarla toprak olursa, bunda üzülecek ne var?

Millet hakaret gördüyse, aşağılandı ise şanına, şerefine noksan gelir, değerini kaybeder sanma; çünkü cevher yere düşmekle kıymetinden bir şey kaybetmez

Düşman vatanın bağrına hançerini dayadı; ama gene vatana ve millete hizmet yolunda dünyayı patlatır çıkarız.”

Selanik’teki subaylar arasında rakı içmek bile, göründüğü kadarıyla, vatansever bir tavrın simgesiydi
1936 yılında Atatürk, yazdığı kitapta ilk kez, açı, açıortay, alan, artı, beşgen, boyut, bölü, çap, çarpı, çekül, çember, dışters açı, dikey, dörtgen, düşey, düzey, eğik, eksi, eşit, eşkenar, gerekçe, içters açı, ikizkenar, kesit, konum, köşegen, oran, orantı, paralelkenar, taban, teğet, toplam, türev, uzam, uzay, üçgen, varsayım, yamuk, yatay, yöndeş, toplam, bölü gibi sözcükleri türetip kullanmıştır.
“Türk çocuklarında yetenek, her milletinkinden üstündür. Türk yetenek ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için gereken atılım kaynağını o tarihte bulabileceklerdir.”
Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nda Yunan ordusu ile değil, Batı emperyalizmi ile silah ve politika aracılığı ile savaşmıştır. Doğu Cephesi’nde taarruzu geciktirmesinin, Güney Cephesi’nde bilfiil orduyla değil, halk savaşı ile emperyalistlerle savaşmasının nedenleri, hep savaşı genişletmemek endişesinden doğmuştur.
eski ve şerefli bir millettir. Zaten Orta Asya’nın Altay yaylasında yetiştiği için kartalın üstün niteliklerini daha gençliğinde kazanmıştır; tâ uzakları görür, hızlı bir uçuşu vardır ve bu ruhu barındıracak kadar kuvvetli bir beden sahibidir. Zaten maddî olsun, manevî olsun hiçbir sıkıcı sınır içinde durmaz yaradılışta olduğundan yüksek anayurdunun, dünyadan uzak vaziyetine karşı isyan etmiştir, işte o zaman bu ilk Türkler, başlarını alarak dünyanın hem doğusuna hem batısına yayıldılar…

Biz Türkler, her çağda doğunun kılıcının keskin ağzı idik. Lâkin gitgide birçok Levanten unsurlar biz galiplere karıştıklarından, Osmanlı İmparatorluğu denilen o milletler karması ortaya çıktı. Bu Osmanlı İmparatorluğu, memleketteki Türk unsurunu Avrupa içlerine kuzey-batı yönünde iki büyük med dalgası halinde kullanmakla istifade etti…”

Her önemli karar, öneri ve uygulama öncesinde konuyla ilgili kitapları okumakta, çalışmalar yapmaktadır.

Refik Halid’in (Karay) ‘Deli’ adlı kısa komedyasını okumak, Mustafa Kemal’in sürgündekileri (Lozan’a göre genel af dışı bırakılan 150’likler olarak adlandırılan kişiler) affetmesini kolaylaştırmıştır.

Ben, milletin en büyük ve atalarımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailemle ilgili bulunan özel ve resmi hayatımın her evresini yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence, bir millette şerefin, onurun, namusun ve insanlığın doğup yaşayabilmesi, mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben, yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı olmalıyım.”
İngiliz yazar Grace Ellison şöyle yazıyor: “Eğer kendisine işten söz açılacak olursa, O, ‘Ben görevimi yaptım diyor. Bütün onuru Meclis’in sayıyor. Ben Avrupa’nın birçok devlet adamıyla konuştum. Fakat ondan daha alçakgönüllüsünü görmedim. Fakat onların arasında kim bu kadar karşıt olan koşullar içinde zafer koparabilirdi.”
Dini kullanarak elde ettikleri kazanç kapısı ellerinden alınan ‘dinci kesim’ neden Atatürk’e karşıdır? Çünkü Mustafa Kemal, kurduğu laik cumhuriyetle ‘egemenliği kutsaldan alıp bireye vermiş, kuldan vatandaş, ümmetten millet’ yaratmıştır. Yani bu kesimin içine sindiremediği konu, ‘millî egemenlik’ meselesidir. Buna verilecek en doğru yanıt da Mustafa Kemal’den gelmiştir: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”
Tarih Kongresi sonrası Gazi Çiftliği’nde çay partisi yapılıyor.Toplantıya katılanlara Mustafa Kemal, “İstediğiniz soruları sorabilirsiniz,” diyerek tartışma ortamı yaratıyor. Konuşmanın tanığı Profesör Reşat Kaynar, “Birisi çıkıp, ‘Efendim, doğrudan doğruya din toplumlar için gerekli midir?’ diye bir soru sordu,” diyor ve Mustafa Kemal’in nezaketle yanıtını şöyle anlatıyor:

“Din toplumlar için gereklidir. Dinsiz bir toplum olamaz. Şimdiye kadar dinsiz bir toplum görülmemiştir. Ama biz dinî Allah ile kul arasındaki bir bağlılık olarak görüyoruz. Fakat bu bağlılığı tamamen istismar ederek, Allah ile kul arasına girip oradan birtakım menfaatler sağlayan insanlar var. Biz işte bunların mücadelesini yapıyoruz ve bu mücadeleyi devam ettireceğiz. Çünkü doğrudan doğruya din gibi kutsal bir mesele istismar edilirse bu memleket için büyük zararlar verir. Bundan dolayıdır ki tekrar ediyorum, din, toplumlar için lâzımdır ve yalnız Allah ile kul arasındadır. Allah ile kul arasına girip menfaat sağlayanları mutlaka bertaraf etmek lazımdır.”

Atatürk’e ‘Gazi’ diye hitap etmeyenler özellikle dinci kesimdir. Çünkü, gazilik İslam dininde şehitlikten sonra ikinci en yüce makamdır. Din adına savaşıp zafer kazanan kişidir. Bu nedenle şeriat taraftarları ve laiklik karşıtları, ‘deccal’ olarak isimlendirdikleri Mustafa Kemal’in ‘Gaziliğini’ ısrarla görmezden gelirler. Samimi olarak Atatürk’e inanıp, onun ideolojisini Atatürkçülük olarak tanımlayıp buna inançla sahip çıkanların da çok büyük bölümü dinî unvan olduğu gerekçesiyle ‘Gazi’ unvanını kullanmaktan kaçınmaktadırlar.
Gazi, ideolojisine bir ad vermemiştir, bu doğrudur ama insanlık tarihinde dünyaya bakış ya da dünyayı yorumlayış olarak tanımlanan ideolojilerin adlarıyla özdeşleşen kişilerin sağlığında, hiçbirisi o ideolojinin yaratıcısı olduklarını bilmiyordu. Gerçeği ifade etmek gerekirse o kişilerin çağdaşı olan insanlık da bilmiyordu.
(Başbuğ Atatürk) Paralara bu hayvan (Bozkurt) motifini işleteceği gibi, 1924 yılında, kendi emriyle kurulan Türkiyat Enstitüsü’nün ambleminin nasıl olması gerektiğini soran Fuat Köprülü’ye şunu öğütlemiştir: “Fuat Bey! Karlı Tanrı Dağları’nın önünde elinde meşale tutan bir Bozkurt olsun, bu meşale genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilminin ifadesi olsun. Ergenekon’dan çıkmamızda kılavuz olan Bozkurt, Türklüğün Anadolu topraklarındaki yeni devletinin kuruluşunu ifade etsin.”
“Ağabeyime ad koymak için bütün hısım ve akraba toplanmışlar. Birçok adlar söylemişler. Fakat babam bunların hiçbirini beğenmeyerek ağabeyimin adını ‘Mustafa’ koymuş Bunun sebebi de babam küçükken kardeşi Mustafa’nın salıncağını sallarken onu düşürüp ölümüne sebep olmuş. Kardeşinin hatırasını yaşatmak için ağabeyime ‘Mustafa’ adını koymuştur. Bu suretle kulağına ‘Mustafa’ okumuşlar ”

Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, s.27

Başbuğ Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’dan naklen.

Bozkurt’un Atatürk’ün yaşamında sim­gesel önemli bir anlamı olacaktır. Paralara bu hayvan motifini işleteceği gibi, 1924 yılında, kendi emriyle kurulan Türkiyat Enstitüsü’nün ambleminin nasıl olması gerektiğini soran Fuat Köprülü’ye şunu öğütlemiştir:

Fuat Bey Karlı Tanrı Dağları’nın önünde elinde meşale tutan bir Bozkurt olsun, bu meşale genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilminin ifadesi olsun. Ergenekon’dan çıkmamızda kıla­vuz olan Bozkurt, Türklüğün Anadolu topraklarındaki yeni devletinin kuruluşunu ifade etsin.

TBMM’nin ilk posta pulunda kullanılan motif de Bozkurt’tur, bu pul İtalya Cenova’da bastırılmıştır.

1926, 1929, 1930, 1934 yıllarında Lon­dra’da bastırılan posta pullarında, Ergenekon’dan çıkışın öncüsü olan Boz­kurt’u temsil eden pullar piyasaya çıkarılmıştır.

Bozkurt’un Atatürk’ün emriy­le motif olarak işlendigi T.C.’nin ilk beş ve on liralık banknotları 1927 yılında İngiltere’de bastırılıp tedavüle çıkarılmıştır.

1935 yılında Atatürk’ün emriyle çı­karılan Bozkurt markalı Tekel sigarası tiryakilerince uzun zaman içilmiştir.

Türkiye’nin ilk yolcu gemisinin adı da Bozkurt’tur.

Petrol Ofisi’nin ilk Bozkurt­lu logosu uzun yıllar kullanılmıştır.

Bozkurt, bazı Atatürk biyografisi yazarla­rına da ilham kaynağı olmuştur, bunlardan birisi yazdığı kitap çalkantıya ve uzun tartışmalara konu olan H.C.Armstrong’dur.

1889’da doğan kız kardeşi Naciye 1901 yılında vefat etmiştir. Çok sevdiği kız kardeşi Naciye’nin ölümü onu çok üzmüştür. Ertesi günü Naciye’nin mezarının başına gitmiş, saatlerce orada oturmuş, onun sevdiği bir türküyü yavaş yavaş söy­lemiş ve kendisini tutamamış, kardeşinin mezarını gözyaşları ile ıslatmıştır.
Kardeşlerden Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaşlarında, o seneler­ de Rumeli’yi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri) hastalığından çocuk yaş­larında ölürler. En küçükleri Naciye on iki yaşında yaşama gözlerini kapatır.
Naciye de 1901 yılında yaşamını yitirince, altı kardeşin ikisi yaşamıştır.
Atatürk’e göre Türk’ün tanımı
Bu mem­leket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne en aşağı 7000 senelik bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarları ile sallandı, beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu.

Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünya­yı aydınlatan güneştir *

*Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri.

Bana insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek fevkaladelik Türk olarak dünyaya gelmemdir. *

Benim hayatta tek övünç kaynağım, servetim, Türklükten başka bir şey değil­ dir. **

*Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar
**Turhan Feyzioğlu, ‘Atatürk ve Tarih’

Mustafa Kemal’in yaşamında üç kent, ötekilerden da­ha ayrıcalıklı, daha baskın nitelik taşımaktadır.
Bunlar, Selanik, Ankara ve İz­mir’dir.

Cumhuriyeti kurup Ankara’yı başkent yapmasına ve ömrünün nere­deyse üçte ikisini orada geçirmese karşın, doğduğu kent olan Selanik’ten et­kilenip oranın sosyal ve siyasal yaşamının izlerini taşımıştır

O akşam, Mustafa Kemal’in üzgün bir hali vardır. Ali Fuat dostunun, gele­ceği karanlık, anavatandan uzak ve halkı yabancı bir ülkenin savunulmasında karşılaşacağı zorlukları düşündüğünü sanmaz. Başka bir terslik olmalıdır. Ali Fuat’ın tanıdığı Mustafa Kemal, tam anlamıyla bir askerdir. Zorluklara, her tür­lü güçlüğe göğüs germesini bilir, adeta bundan zevk alır. Herhalde üzüntüsü­nün bir başka nedeni olmalıdır. Ali Fuat da endişeyle sorar:

Sende bir şey var, ne oldu?
Bir şey yok. Fakat müteessirim. Ben eğer Trablus’tan dönersem, yine buralara gelebilecek miyim?
Ne demek istiyorsun? Mustafa Kemal’in gözleri nemlenir.
Korkuyorum, Fuat, korkuyorum. Doğup büyüdüğüm Selanik acaba Türk­lerin elinde kalacak mı?

O gece saatlerce konuşurlar. Balkanlar’ın durumunu inceler, Balkan Sava­şı’nı kaçınılmaz ve yakın görürler. Hükümet edenlerin ilgisizliğini, İttihatçı as­kerlerin hala politikadan ayrılmamış olmalarını üzüntüyle karşılarlar. Musta­fa Kemal, Arnavutluk Harekatı sırasında kurmay başkanı olarak bulunduğu Mahmut Şevket Paşa’ya tehlikeleri birer birer sayıp döktüğünü söyler, Paşa ar­tık Cemiyete söz geçiremiyor, der.

Ay Olimpos Dağları’nın arkasında kaybolurken, Mustafa Kemal,
Ah, Sela­nik, seni bir daha Türk olarak görecek miyim? diyerek için çeker. Arkadaşı yüzüne baktığında Mustafa Kemal ağlamaktadır. Ali Fuat, altın sarısı saçlarını okşayarak onu teselli etmeye çalışır. Mustafa Kemal’in bu derece müteessir ol­duğunu hiç görmemiştir, bundan sonra da görmeyecektir.*

*Ali Fuat Cebesoy – Sınıf Arkadaşım Atatürk

Atatürk, her zaman yenilik istiyordu. Bu yeniliği giysilerinde rahatlıkla görebi­lirsiniz. Ayakkabıda moda ne ise onu istiyordu. Ayakkabılarını sağlam yapmaya ça­lışıyordum. fakat Atatürk’ün ayakkabıları devamlı çalınırdı. Herhalde herkes on­dan bir hatıra almak için çalardı ayakkabılarını. Bir gün Atatürk beni yanına çağır­dı, bana,
‘Bu ayakkabıları kalıpla yapın,’ dedi.
‘Niçin?’ dedim. O da bana,
‘Çalan ka­lıpsız mı çalsın?’ demişti.
O zaman moda; kaba, çift köseleli ayakkabılardı. Biz ye­ni ayakkabılar yapınca bunlar moda oluyordu, millet de giyiyordu. Sayısız ayakka­bı yaptım. Atatürk’e çok ayakkabı yapmamın sebebi Atatürk’ün ayakkabılarının de­vamlı çalınmasıydı, onlar çalındıkça ben de yapıyordum. Şunu gördüm, yaptığım düğmeli bordo ayakkabıları çalmıyorlardı. En çok çalınan ayakkabı ise iskarpindi.
Kendisi bütün yaptıl l ; ım ayakkabıları bell; enirdi, ayakkabılarda renk ayırt etmezdi.
Ama ben de onun ne istedil l ; ini bilirdim . . . Atatürk’ün ayak yapısı biraz değişikti, başparmal l ; ı aşal l ; ı tarafa basıyordu 57
arasında Namık Kemal, Ziya Gökalp, Dr.Abdullah Cevdet (hilafet kurumuna karşı çıkmış ve devletin laik temeller üzerine yeniden kurulması gerektiğini savunmuştur. Kadın haklarını da savun­muş ve daha ikinci Meşrutiyet’te şapka giymiştir),
ilk Türkçülerden Ali Suavi (hilafetin kaldırılmasını, laik devlet düzeni kurulmasını ve Türkçülügü savun­muştur),
özgürlükçü ve ilerici Tevfik Fikret sayılmalıdır.
Ben, milletin en büyük ve ata­larımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğum­ dan bugüne kadar ailemle ilgili bulunan özel ve resmi hayatımın her evresini ya­kından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence, bir millette şerefin, onurun, namusun ve insanlığın doğup yaşayabilmesi, mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben, yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin ev­ladı olmalıyım.
Mustafa Kemal :
Din toplumlar için gereklidir. Dinsiz bir toplum olamaz. Şimdiye kadar dinsiz bir toplum görülmemiştir. Ama biz dini Allah ile kul arasındaki bir bağlılık ola­rak görüyoruz. Fakat bu bağlılığı tamamen istismar ederek, Allah ile kul ara­sına girip oradan birtakım menfaatler sağlayan insanlar var. Biz işte bunların mücadelesini yapıyoruz ve bu mücadeleyi devam ettireceğiz. Çünkü doğru­dan doğruya din gibi kutsal bir mesele istismar edilirse bu memleket için bü­yük zararlar verir. Bundan dolayıdır ki tekrar ediyorum, din, toplumlar için lazımdır ve yalnız Allah ile kul arasındadır. Allah ile kul arasına girip men­faat sağlayanları mutlaka bertaraf etmek lazımdır.
Kemalizm, emperyalist güçlerin Mustafa Kemal’in izlediği yola verdikleri isimdir.
Atatürk döneminde de Kemalizm deyimi kullanılmıştır. Ancak emperyalistlerin Ke­ malizm dedigi dönemde, henüz soyadı yasası yoktu ve Mustafa Kemal de Atatürk so­yadını almamıştı. Eğer alsa idi, adlandırma ya da Türkçesiyle Atatürkçülük olacaktı.
Bu noktada Kemalizmi bir ideoloji, ama Atatürkçülüğü sıradan bir kavram ola­rak gören anlayış, Kemalizme ideolojik bir anlam yüklemek gibi bir bakış açısın­ dan yola çıksa da, artık Atatürk olmuş Mustafa Kemal’i, küçültmekte ve onun kap­samını daraltmaktadır.
Bugün, Atatürkçülük halk dilinde kullanılan kavramdır. Kemalizm, küçük bir kesimin tercihidir. Ve bu tercihin özellikle sağcı, liberal ve dinci takım tarafından da desteklendiği görülmektedir. Onlar da Atatürkçülüğü Kemalizmden ayırmak gerektiğini savunmaktadır. O halde doğru olan, Atatürkçülüğü sahiplenmek ve onu sağcı, liberal, dinci akımların ipoteğinden kurtarmaktır. Bu nedenle Kemalist ismi yerine Atatürkçülügün kullanılması ama bunun da bir ideoloji olarak açıklan­ması en doğru tavırdır.
Dünya siyasi haritasında nüfusunun çoğunluğu Müslüman olup da, siyasi reji­ mi laik cumhuriyet ve siyasal sistemi demokrasi olduğu iddiasındaki tek dev­let olan Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal’in eseridir. Ve en büyük eseridir.
Hayattayken ziyarete gelip Gazi’nin devrimlerine hayran olan Afganistan Kralı Amanullah Han, yalnızca kadın haklarının benzerini ülkesinde yapmaya kalkışınca tahtını yitirmişti. Komşu han’da Şah Rıza Pehlevi Türkiye devrimle­rine benzer adımlar atıp farklı bir han yaratma peşine düşmüş, başarılı olama­mış, daha sonra başbakan olan Musaddık kapitülasyonları yırtıp İran petrolle­rini millileştirmeye kalkınca bunun bedelini canıyla ödemişti.
Oğul Rıza Peh­levi ülkenin yüzünü Batı’ya çevirme girişimlerinden dolayı 1979 yılında tahtı­ m yitirip sürgünde ölmeye mahkum edilmişti.
2 Temmuz 1932 tarihinde Ankara’da Birinci Tarih Kongresi toplanır. Atatürk, çoğunluğunu tarih öğretmenlerinin oluşturduğu kongre delegelerine Marmara Köşkü’nde 8 Temmuz 1932 günü bir çay ziyafeti verir. Bu davet sırasında öğretmenlerden biri Atatürk’ün kendisinden doğum tarihini öğrenmek ister.
Atatürk, “Bunu niçin soruyorsunuz?” der.
Öğretmen de, “Kutlayacağız paşam, hiçbir yerde kesin bir tarih bulamadım,” yanıtını verir.
Atatürk bu yanıt karşısında, “Siz onu bırakınız, ben Anadolu’ya ne zaman çıktım? Onu bana söyleyiniz,” der.
Etrafını saran öğretmenler hep bir ağızdan, “19 Mayıs 1919!” diye bağırırlar. Bunun üzerine Atatürk,
“Evet, işte kutlayacağınız gün o gündür,” der.
Hiç kuşkusuz şekilsel değişimler ya da reformlar simge olduğu sürece önemlidir, ama asıl önemli olan devrimci felsefenin, ideolojinin yani çağdaş dünya görüşünün benimsenmesidir. Cumhuriyet devrimleri yapılırken de kılık kıyafet devrimine karşı çıkanların, fesin atılıp yerine şapka getirilişinin bir ‘başlık değil baş’ meselesi olduğunu anlamadıkları gibi.
Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanı şaşırtacak bir mahiyet alır.
Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı olmalıyım.
Mustafa Kemal’in yazılmış tüm biyografilerinde dikkat çeken en önemli niteliklerden birisi, daima üstleri ve amirleriyle çekişme içinde olduğudur; astlarıyla ise ilişkisinde sevecen, yapıcı ve kolaycıdır.
Türk genci devrimlerin ve devlet düzeninin bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Uyguladığımız devlet düzenini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırdanma ve davranış duydu mu; bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, adliyesi vardır demeyecektir. Hemen olaya karışacaktır. El ile taş ile sopa ve silah ile nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır. Polis gelecektir ve asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç; polis de henüz devrimin ve cumhuriyetin polisi değildir diye düşünecek, kesinlikle yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkûm edecektir, O, demek ki adliyeyi de düzene sokmak, devlet düzenine uydurmak gerekiyor diye düşünecek
Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber Bana, İsmet Paşa’ya, Meclis’e telgraflar yağdırıp haksızlığa uğradığı ve suçsuz olduğu için serbest bırakılmasına çalışılmasını istemeyecektir. Ben kanılarımın gereğini yaptım, olaya karıştım ve bu davranışımda haklıyım, eğer buraya haksız olarak gelmişsem bu haksızlığı doğuran nedenleri düzeltmekte benim görevimdir, diyecek. İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği
Yanımda uzun soluklu kalacak kitaplardan biri ile tanıştırmak istedim sizi
Okuduğum en güzel kaynak #FikrimizinRehberi #GaziMustafaKemalAtatürk #ErolMütercimler.
Yüzde tebessüm bırakan bir anı/hatıratı paylaşmak istiyorum.

#EnverPaşa ‘nın #MustafaKemalAtatürk’ ü kıskandığını bu kitapla öğrendim diyebilirim.
#Atatürk ‘ün farklı rütbelere yükselmesi Enver Paşa yüzünden hep ertelemiş/geçiktirilmiş. Asıl sebebi aslında neymiş öğrenelim
‘ arkadaşlar Mustafa Kemal ‘in terfiini istiyorlar. Bir an evvel olsa bitse, diyorlar.. Yap bari..’
-Enver hemen cevabı yetiştirmiş:şimdi terfiini oynayladım. Gereği yüksek onaya sunulmak üzere, makamınıza takdim edilecektir. Ama müsaade verin de ben size anlatayım Siz, Mustafa Kemal’ i benim kadar tanımazsınız.Emin olun, şimdi general yaparız, kolordu komutanlığı ister. Ordu kumandanı yaparız, başkumandanlık ister. Ona da peki desek yine yeterli görmez, daha büyüğünü ister. Çünkü hırsına haydut yoktur. Bu sebeple, onu azar azar vererek gayet maharetle idare etmek, hoş tutmak lazımdır.
-(hayli uzun zaman sonra bunu #Atatürk ‘e anlattıkların da şöyle demiş) ;
– Ben, Enver’ in bu kadar doğru görüş sahibi olduğunu tahmin etmezdim, hakket pek doğru söylemiş buyurmuştur.

25 Nisan sabahı verilmiş olan, Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum, biz ölünceye kadar geçecek süre içinde arkamızdan yetişecek olan birlikler.. diye verilen emir, toptan ölüm emridir. Bu, öyle kolay uygulatılacak bir emir değildir.Askerin aldığı geri dönüşü olmayan ölüm emrine sorgulamadan uyuması için emri veren komutanla arasında kuşkuya yer verilmeyecek bir güven duygusu ve ilişkisinin kurulmuş olması gerekir. İşte bu genç komutan bunu başarmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir