İçeriğe geç

Felsefenin Kısa Tarihi Kitap Alıntıları – Ahmet Cevizci

Ahmet Cevizci kitaplarından Felsefenin Kısa Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Felsefenin Kısa Tarihi Kitap Alıntıları

17. yüzyılın bütün büyük filozoflarına göre, hakikat dini otorite veya kutsal metinler tarafından aktarılan bir şey değildir; o, akla dayalı, özgür ve tarafsız araştırma ile keşfedilen bir şeydir. Buna göre, filozofun bakışı doğa üstü alana yönelmek, tefekkürü ilahi varlık alanını konu almak yerine, artık yeryüzüne yönelmek, doğal varlık alanını konu almak durumundadır.
Leonardo, hayatı boyunca doğanın ve toplumun temellerini derinden kavramaya, tabiata nüfuz etmeye çalışmıştı. Bu çabasında okullu olmamış, üniversite eğitimi almamış olmasının, dolayısıyla da unutmak zorunda olduğu bilgilerin azlığının faydasını görmüştü.
Bütün bir ortaçağ boyunca madde veya ticari başarı peşinde koşulması dini hayatı tehdit eden bir çaba olarak algılanıp aşağılanmıştı. Oysa şimdi, Protestanlıkla birlikte bu iki olgunun birbirine karşılıklı olarak yararlı olduğu kabul edilmeye başlanır. Kapitalizmin gelişmesine doğrudan bir destek temin eden Protestanlık, bir din hareketi olarak, çok paradoksal bir biçimde sekülerleşmenin veya dünyevileşmenin en önemli dayanaklarından biri olup çıkar.
Şüphe, onun gözünde, nihai hiçbir hakikate bağlanmamaktan, kesin hiçbir doğrunun olduğuna inanmamaktan, ama doğruyu her şeye rağmen aramaya çalışmaktan başka hiçbir şey değildi; Montaigne insanın ihtiyaç duyduğu ruh sükûnetine ancak böyle bir tutumla varabileceğini düşündü.
Rönesansa egemen olan şey, ortaçağı karakterize edecek şekilde karanlık ile antik dünyayı ve bu arada yeni dönemi simgeleyen aydınlık karşıtlığı olmuştur. Son derece özel bir yaratıcı süreç aracılığıyla yeniden oluşan dönemin yeniden doğan insan tezini güçlendiren şey, işte bu karşıtlıktır. Bu durum, Rönesans felsefesi açısından bize söz konusu ikili anlamıyla, yani aydınlığa karşılık gelen ya da aydınlığı sembolize eden antik kültüre dönüş ile insanın dünyanın merkezi haline gelmesi anlamında hümanizmi verir. Nitekim bunlardan birincisi söz konusu olduğunda, Rönesans hümanizmi kendisini öncelikle antik dünyanın felsefe formlarına, özellikle de Platon’a, Stoa felsefesine, Herakleitos ve şüpheciliğe bir dönüş hareketi olarak gösterir. Buna mukabil ikincisinde, o, ifadesini ortaçağın Tanrı merkezli yaklaşımından insan merkezli bir yaklaşıma geçişte bulur. Rönesans hümanizminin söz konusu ikili anlamı, birleşik etkisini sırasıyla yeni bir insan, doğa, Tanrı, bilgi, etik ve siyaset felsefesi anlayışının ortaya çıkışında ve son çözümlemede Avrupa kültürünün dünyevileşmesinde gösterir; Rönesansla birlikte modern dünyaya kapılar en nihayetinde sonuna kadar açılacaktır.
Başka bir deyişle, ortaçağ felsefesi, ilkçağ felsefesiyle yeniçağ felsefesi ya da modern felsefenin tersine, dini öğretileri temellendirme çabası sergileyen, dinle ilgili olan, dinden etkilenmiş bir felsefedir. O, söz konusu anlam içinde özerk ve seküler olmayan dine dayalı bir felsefe olmak durumundadır.
Plotinos’a göre, Tanrı’nın, şöyle ya da böyle olduğunu söyleyemeyiz, O’na birtakım nitelikler izafe edemeyiz çünkü bu, O’nu sınırlamak ya da belirlemekle ve O’nu bireysel bir varlığa dönüştürmekle eşdeğerdir.
algılarımız ve yargılarımız, ne doğru ne de yanlıştır. Öyleyse, ne duyularımıza ne de aklımıza güvenmeli ve herhangi bir tarafa meyletmeden yargıyı askıya almalıyız. Her şeyle ilgili olarak, onu, inkâr etmek ya da hem tasdik hem de inkâr etmek veya ne tasdik ne de inkâr etmek yerine, tasdik etmek imkânı bulunmadığını söyleyerek, bu tavırda ısrarlı olmalıyız.
Ölümden de korkmamak gerekir çünkü biz yaşarken ölüm yoktur, ölüm geldiği zaman ise biz artık yaşamda değilizdir.
Tanrılar da, var oldukları için, ona göre, atomlardan meydana gelmiş olmalıdır. Bununla birlikte, Tanrıları meydana getiren atomlar en ince ve en yetkin atomlardır. Öte yandan, Epiküros, Tanrıları içinde yaşadığımız dünyanın oldukça uzağında bir yere yerleştirir. Bu ise Tanrıların yeryüzünde olup bitenlere karışmadıkları, dünyadaki her şeyin yalnızca atomların çarpışmaları ve birleşmeleri sonucunda doğal olarak oluştuğu anlamına gelir. Zaten Epiküros’un materyalist teolojisi insanları Tanrı korkusundan kurtarmayı amaçlar.
Konular her ne kadar böyle sınıflansa da, Helenistik felsefede ön plana çıkan çalışma alanı ya da disiplin etik olmuştur. Bunun nedeni, bireyin amacına ulaştığı, iyi bir yaşam sürdüğü, kendisini her bakımdan evinde gibi hissettiği kent-devletinin yıkılması, kent-devletinin yerini alan imparatorlukla birlikte, bilinen dünyanın sınırlarının genişlemesi ve bireylerin kaçınılmaz bir biçim de dünyaya, topluma ve kendilerine yabancılaşmaları, yalnız ve başıboş kalmalarıdır. Yani, Helenistik çağda, eskiden kendi kaderini elinde tuttuğuna inanan insanın yerini, hiçbir şeyi değiştiremeyeceğine inanan yabancılaşmış insan aldığı için, bir başına kalan insan teselliyi felsefede arar. Platon ve Aristoteles’in hitap edip etkiledikleri sosyal düzene kıyasla çok daha geniş bir toplum düzeninde, felsefeden beklenebilecek tek şey, bireyin felsefeden beklediği yol göstericilik görevini yerine getirmesidir.
Yunan’da felsefe, dini ya da mitolojik düşünceden kopuşun sonucunda, doğal olayların, doğaüstü değil de doğal nedenlerle açıklanması gerektiği inancıyla, insan aklına dayanan bağımsız bir faaliyet olarak başlamıştır.
Ona göre, mübadele insani erdemleri de bozar; ahlaki erdemler burada peşinden koşulmaları gereken hedefler veya amaçlar olmaktan çıkıp, sadece pazar ekonomisinin belirlediği amaçlara ulaşmak in kullanılan araçlar haline gelir.
Marx’ın tarihsel materyalizminin en önemli iddialarından biri de toplumda temel güç ve iktidarın o toplumdaki temel mülkiyet tipini kontrolü altında bulundurduğu iddiasıdır.
Düş gören romantiğin gördüğü düşün doğruluğunu herkese gösterebileceği somut ve herkes tarafından benimsenebilecek güzel kokulara sahip bir gülü yoktu.
Karnı doymuş bir domuz olmaktansa, aç bir insan olmak; doyurulmuş bir aptal olmaktansa doyumsuz bir Sokrates olmak iyidir. John Stuart Mill
Ahmet Cevizci
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Karnı doymuş bir domuz olmaktansa, aç bir insan olmak; doyurulmuş bir aptal olmaktansa doyumsuz bir Sokrates olmak iyidir. John Stuart Mill
Sorgulanmamış bir yaşam süren insanların hayatları kendi ellerinde ya da kendi kontrollerinde değildir; onların denetimi dışarıdan gelmektedir. Bu ise kişiyi mutsuzluğa götüreceği için felaketten başka hiçbir şey olamaz.
Kitabı Mukaddes’in dilini bozmamak , değiştirip saptırmamak .
Gerçekten de o metnin dışında hiçbir otoritenin yazıyla yorumu arasına girmeyeceğini ve girmemesi gerektiğini söylerken, İnanan ile metin arasına giren ilahiyatçılar ile din görevlilerinin tutumunun peşinen yanlış olduğunu savunmuştur .
Plotinos’ta felsefe, felsefe olmaktan çıkarak, bir tür din ya da bir kurtuluş felsefesi haline gelir.
Gücünü sevgiden almayan erdemsiz toplum, insanın metafizik boyutunu hiç hesaba katmadığı için, burada erdemli insanın ya da gerçek filozofun mutluluğa erişebilmesi mümkün değildir.
~Ahmet Cevizci // Felsefenin Kısa Tarihî
Karnı doymuş bir domuz olmaktansa, aç bir insan olmak; doyurulmuş bir aptal olmaktansa doyumsuz bir Sokrates olmak iyidir. John Stuart Mill
Ahmet Cevizci

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir