İçeriğe geç

Felsefenin İlkeleri Kitap Alıntıları – René Descartes

René Descartes kitaplarından Felsefenin İlkeleri kitap alıntıları sizlerle…

Felsefenin İlkeleri Kitap Alıntıları

&“&”

İnsanın en önemli yetkinliği özgür ya da kendi iradesiyle davranabilmektir; övgü ve kınamaları hak etmesine neden olan da budur..
Tanrı’nın bildirgeyle ilettiği şeylerin diğer tüm şeylere göre kıymet biçilemez ölçüde doğru olduğunu şaşmaz bir kural olarak kabul edeceğiz.
Felsefeyi incelemek ve bildiğimiz tüm gerçekleri ortaya çıkarmak istiyorsak, ilk önce önyargılardan kurtulmamız ve eskiden doğruluğuna inandığımız tüm düşünceleri ya da kanıları, yeniden gözden geçirinceye değin, yanlış olarak kabul etmemiz gerekmektedir.
Yanlışlarımızın ilk ve başlıca nedeni, çocukluğumuzda edindiğimiz önyargılardır.
Genel olarak aldanmamıza neden olan şey daha çok, yargımızı sunduğumuz şeyin henüz tam bir bilgisini edinmeden karar vermemizdir.
Çünkü okuma, yazarla konuşmanın bir başka türüdür.
Bir ulusun bireyleri felsefeyle ne denli içli dışlı olursa, o ulusun o denli uygar ve ince ruhlu olacağına inanmak gerektiğine değinirdim.
Bazen korkudan dindarlık, umutsuzluktan cesaret doğabilir.
Descartes, Evrende gerçekten hareketsiz olan hiçbir nokta yoktur. "
Her şeyden kuşku duymak gerekir. Kuşku duymak için var olmak gerekir. Descartes buradan DÜŞÜNÜYORUM O HALDE VARIM hakikatini çıkarmıştır.
Felsefesiz yaşamak açmayı denemeden gözü kapalı yaşamaktır.
Tabiat kanunlarının birincisi şudur: Her şey başka bir şey onu değiştirmediği müddetçe, bulunduğu halde kalır ve ancak başkalarına rastlayınca halini değiştirir.
İçine su koymak için yapılan bir testide hava bulunduğu zaman, testi boştur diyoruz. Ve gene içinde balık bulunmayan bir balık havuzunun, su ile dolu olduğu halde, içinde bir şey yok diyoruz."
…ilkin duyularımızın bir çok kereler bizi aldattğını tecrübe ile bildiğimiz için onlara &‘velev ki tek bir defa bile aldatmış olsa da’ fazla inanmak tedbirsizlik olur.
Hakikati arayanın hayatında bir defa bütün şeylerden gücü yettiği kadar şüphe etmesi gerekir.
Bir çok ruhların tabiatını tetkik ettiğimde şuna dikkat ettim ki, gerektiği gibi kullanıldığı taktirde, doğru düşünmeye, yani iyi hüküm vermeye ve hatta en yüksek ilimleri elde etmeye gücü yetmeyen hiçbir ruh yoktur.
Gerçek faziletlere gelince, onların da hepsi gerçek bir bilgiden gelmez, fakat bazen eksiklik veya yanlıştan doğanları da vardır. Böylece çok zaman sadelik iyiliğin sebebi olduğu gibi, çok zaman da korkudan sofuluk, umutsuzluktan cesaret doğar.
Yanlışlarımızın ilk ve başlıca nedeni, çocukluğumuzda edindiğimiz ön yargılardır."
Yanlışlarımızın ilk ve başlıca nedeni, çocukluğumuzda edindiğimiz önyargılardır.
Biz kendi kendimizin yaratanı değiliz, yaratanımız Tanrı’dır ve dolayısıyla Tanrı vardır.
Kavramları kendi ağzımızla belirtmek için bazı sözlere bağlıyoruz ve şeylerden çok, o sözleri anımsıyoruz.
Çünkü okuma, yazarla konuşmanın bir başka türüdür.
Bir ulusun bireyleri felsefeyle ne denli içli dışlı olursa, o ulusun o denli uygar ve ince ruhlu olacağına inanmak gerektiğine değinirdim.
Usumuzdan ya da düşüncemizden kuşkulanmak Tanrı’ya küfretmek olurdu.
Bir şey olgunluğuna ancak kendi konumundan ayrılarak yani kendisi olmaktan vazgeçerek, kendi karşıtı olarak ulaşıyor.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Zihnimiz, gülünç bir küstahlığa düşmeksizin Tanrı’nın niyet ve isteklerine etki ettiğini ileri süremez.
Descartes’e göre, Tabiatın saf ışığı, sıradan bir insanın dine ve felsefeye ihtiyaç duymadan her şey hakkındaki düşüncesini, görüşünü belirler ve en gizemli bilimlerin derinliklerine bile ulaşır."
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
…sonraki çağlarda filozof olmak isteyenlerin çoğunluğu,körü körüne Aristoteles’in yolundan gitti ve bu yüzden de sık sık onun yazdıklarının gerçek anlamını yozlaştırarak çarpıttılar."
…felsefenin sayesinde bizler,vahşilerden ve barbarlardan ayrılıyoruz."
.
‘’gerçeği arayanın yaşamında bir kez tüm nesnelerden gücü yettiği ölçüde kuşku duyması gerekir.’’
.
Var olmasaydık kuşku duyamazdık, bu da edinebileceğimiz ilk doğru bilgidir.
– (…) Yanlışlarımızın ilk ve başlıca sebebi, çocukluğumuzda edindiğimiz ön yargılardır…"
– (…) Yeterli ölçüde bilmediğimiz bir şey üzerine karar verdiğimiz zaman aldanırız…"
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
– (…) İnsanın en önemli kemâli, hür olması ya da kendi iradesiyle davranabilmesidir; övgü ve kınamaları hak etmesine sebep olanda budur…"
– (…) Bütün felsefe bir ağaç gibidir: Kök, gövde ve dallar.
Kökleri metafizik, gövdesi fizik ve dalları da diğer bilimlerdir…"
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Yalnız hayvanlar durmaksızın vücutlarını besleyecek besini bulmakla uğraşırlar çünkü işleri vücutlarını korumaktır; ama varlığının başlıca bölümü ruh olan insanların temel düşüncesi, ruhun gerçek besini olan bilgeliği aramak olmalıdır…"
Bizi bir kez bile aldatanlara hiçbir zaman güvenmemek bir önlem olarak değerlendirilmelidir.
Yanlışlarımızın ilk ve başlıca nedeni, çocukluğumuzda edindiğimiz önyargılardır.
Bir devlette var olabilecek en büyük nimet, o devlette gerçek filozofların bulunmasıdır.
Aldanmam ,Tanrı’nın bana verdiği doğruyu yanlıştan ayırt etme yetisinin bende sonsuz olmadığındandır.
Düşünmek sadece anlamak, istemek, hayal kurmak değil, aynı zamanda hissetmektir.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Önyargılarımızdan kurtulamazsak, her zaman yeni bir yanlış kanıya kapılma şanssızlığına uğrayacağımız gün gibi açıktır.
Aklını her zaman gücü yettiği ölçüde iyi kullanabilen ve tüm işlerinde en iyi olduğuna inandığı şeyi yapmak için sağlam ve durağan bir istence sahip olan bir kimse , doğasının elverdiği oranda , gerçekten &‘bilgedir’ ve yalnızca bundan dolayı doğru , yürekli ve ölçülü olduğu yanla diğer tüm erdemlere sahiptir .
Her ne denli aldatabilmek becerisi insanlar arasında bir zekâ inceliği ve belirtisi olsa da aldatmak istemek, her zaman bir kötülük, düzen, korku ya da düşkünlükten doğar.
Ama öyle ise ben neyim? Düşünen bir nesne. Düşünen bir nesne nedir? Düşünen bir nesne: Kuşkulanan, anlayan, kavrayan, onaylayan, yadsıyan, isteyen, istemeyen, tasarlayan ve duyan bir nesnedir."
Yalnız hayvanlar durmaksızın vücutlarını besleyecek besini bulmakla uğraşırlar çünkü işleri vücutlarını korumaktır ; ama varlığının başlıca bölümü ruh olan insanların temel düşüncesi, ruhun gerçek besini olan bilgeliği aramak olmalıdır ve yine şunu iyice biliyorum ki eğer birçok kişi bilgeliği arama yolunda başarılı olacağını umut etse ve bunu hangi ölçüde gerçekleştirebileceğini bilseydi , kuşkusuz kendisini bu araştırmaya vermekten çekinmezdi..
Bir devlette var olabilecek en büyük nimet ,o devlette gerçek filozofların bulunmasıdır.
Felsefesiz yaşamak, açmaya çalışmadan gözü kapalı yaşamaktır; üstelik, gözümüzün görüp meydana çıkardığı bütün şeyleri görmenin ve bu vasıta ile renkler ile ışığın güzelliğini tatmanın verdiği zevk asla felsefenin bulup meydana çıkardığı şeylerden ,edinilen bilginin verdiği neşe ile ölçülemez; ve sonra bize, ahlâkımızı düzenleme ve bu dünyada hayatımızı idare için felsefe öğrenmek, adımlarımıza öncülük için gözlerimizi kullanmaktan daha gereklidir. Yalnız kaba hayvanlardır ki durmaksızın vücutlarını besleyecek gıdayı aramakla uğraşır, çünkü bütün işleri güçleri vücutlarını korumaktır; ama varlığının başlıca bölümü ruh olan, insanların temelli düşüncesi gerçek gıdası olan bilgeliği aramak olmalıdır. Birçok kimseler bilgeliği arama yolunda muvaffak olacaklarını ümidedetseler ve ne derece kadar buna muktedir olduklarını bilselerdi, şüphesiz kendilerini araştırmaya vermekten çekinmezlerdi.
Yanlışlarımızın ilk ve başlıca nedeni, çocukluğumuzda edindiğimiz önyargılardır.
Zira şunu içtenlikle belirteyim ki cisimli şeylerden, her biçimde bölünebilen, şekil alabilen ve hareket edebilen özdekten başka bir özdek tanımıyorum, yani geometricilerin nicelik dediği ve kanıtlarına konu olarak aldığı nicelikten başka bir özdek tanımıyorum; bu özdeğin ancak bölümlerini, şekillerini ve hareketlerini ele alıyorum ve nihayet buna ilişkin, bir geometri kanıtının yerini tutabilecek ölçüde apaçık olmayacak hiçbir şeyi kabul etmek istemiyorum. Bu biçimde, gelecek konularda görüleceği gibi tüm doğa olayları açıklanabileceği için fizikte burada açıklanandan başka ilkeler alınması gerektiğini ya da başkalarını istemek zorunda olmadığımızı düşünüyorum.
Doğru felsefeyi öğrenmeye en uygun kimseler, şimdiye değin tüm bu felsefe adı verilen nesnelere ilişkin en az bilgisi olanlardır.
Öğretmeni Sokrates’in yolundan giden Platon, kesin ve doğru hiçbir şey olmadığını tüm saflığıyla evetlemiştir. Platon aynı zamanda kafasında tasarladığı bazı ilkelerle diğer şeyleri açıklamaya çalışmış ve böylece kendisince doğruya yakın görünen şeyleri yazmakla yetişmiştir. Oysa Aristoteles, daha az içten davranmıştır; yirmi yıl çömezi olduğu Platon’un koyduğu ilkelerden başka ilkesi olmadığı halde onları açıklama biçimini tümden değiştirmiş, üstelik bu ilkeleri doğru ve inanılır varsaydığına ilişkin bir iz bulunmamasına karşın, bunları kesin ve doğru olduğunu ileri sürmüştür.
Açıkçası felsefesiz yaşamak, açmayı denemeden, gözü kapalı yaşamaktır…
…bir ulusun bireyleri felsefeyle ne denli içli dışlı olursa, o ulusun o denli uygar ve ince ruhlu olacağına inanmak gerektiğine değinirdim.
Ancak size hayranlığımı arttıran asıl şey, tüm bilimler üzerinde bu denli olgun ve çeşitli bilgi birikiminin, yaşamını öğrenmekle geçiren yaşlı bir bilginde değil de, yüzü, ozanların ilham perilerine ya da eşsiz Minerva’ya benzettiklerinden daha çok güzellik Tanrıçaları’nı anımsatan henüz pek genç bir prenseste bulunmasıdır.
Filozofumuz tam ve mutlak kesinlik istiyor. Bununla uyuşan bir savunma yürütüyor elbette. Ve son olarak, sanki düşüncesinden umutsuzlanmış gibi en son bir başvuruyla tam ve olgun bir varlığa ulaşıyor:

&”Bize verdiği usu iyi kullanmamıza karşın, aldanmayla karşılaşsaydık, bu onu, bizi eksik yaratmakla suçlamak olurdu.&”

Sonra Descartes diretiyor:

&”Usumuzdan ya da düşüncemizden kuşkulanmak Tanrı’ya küfretmek olurdu.&”

&”Dönme anında bir tekerlekte merkeze yakın bölümler çevredeki bölümlerden daha yavaş giderler. Günlük gözlemlerden örnek vererek konuyu açıklamakta Descartes’ın üstüne yoktur. Sonuçta filozof şu noktaya geliyor: Gök olaylarında halkın ve birçok filozofun sandığı gibi ne hayret edilecek ne de imrenilecek bir şey vardır.&”
&”En basit ve anlaşılması en kolay nesnelerden başlayıp, yavaş yavaş ve basamak basamak ilerleyerek en bileşik olanların bilgisine yükselmek için, düşünceyi sıra ve düzene göre yürütmek ve birbirileri ardınca doğal olarak, sıralanmayanlar arasında bile bir sıra ve düzen varsaymak. &”
Ona göre mantık, kullandığı kıyas kalıpları ve diğer işlemleriyle yeni bir şey öğretmekten çok bilinenleri başkalarına açıklamaktan fazla bir değer taşımamaktadır. Geometri ise kendini şekillerin incelenmesine kaptırdığı için hayal gücünü fazlaca yormadan anlama yetisini harekete geçiremez. Cebir ise belirli kurallara ve belirli rakamlara o denli bağımlı olmuştur ki, zihni geliştirmek yerine karıştıran bir bilim haline gelmiştir.
Ona göre, eğer bizde olduğunu deneyimlediğimiz ve tamamıyla cansız cisimlerde de olabileceğini gördüğümüz tüm şeylerin ancak bedenimize yüklenilmesi gerektiğine; tersine, bizde olan ve bir cisme ait olduğunu hiçbir şekilde kavrayamadığımız tüm şeylerin ise ruhumuza yüklenmesi gerektiğine dikkat edilmelidir. Çünkü uzuvların hareketi bedensen, düşünceler ise ruhtan kaynaklanır.
Tanrının varlığını bu biçimde kanıtlamaktaki bir başarımız da güçsüz doğamızın elverdiği ölçüde, onun ne olduğunu da aynı yolla bilmemizdir. Çünkü bizde doğal olarak bulunan Tanrı fikri üzerine düşünerek, Tanrının sonsuz her şeyi yapar, her şeyi bilir, her türlü iyi ve doğrunun kaynağı, tüm şeylerin yaratanı olduğunu ve en nihayet kendinde sonsuz bir olgunluk bulduğumuz her şeyin onda bulunduğunu ya da hiçbir eksiklikle sınırlı olmadığını görüyoruz.
Var olmasaydık kuşku duymazdık, bu da edinilebileceğimiz ilk doğru bilgidir.
Yanlışlarımızın ilk ve başlıca nedeni, çocukluğumuzda edindiğimiz önyargılardır.
Önyargılar birçoklarının bu var olma zorunluluğunun Tanrı’dan geldiğini anlamasına engel oluyor.
Bizi bir kez bile aldatanlara hiçbir zaman güvenmemek bir önlem olarak değerlendirilmelidir.
Gerçeği arayanın yaşamında bir kez tüm nesnelerden gücü yettiği ölçüde kuşku duyması gerekir.
Bu dünya bir bilmece gibidir; matematik bunun anahtarını veriyor bize ya da dünya şifreli bir yazıyla yazılmıştır bu şifreyi de matematik veriyor.
Matematik evrensel, tümel bir dil gibidir.
Gök olaylarında halkın ve bir çok filozofun sandığı gibi ne hayret edilecek ne de imrenilecek bir şey vardır.
Mutlak boşluk yokluktur.
Ancak yeterli ölçüde bilmediğimiz bir şey üzerine karar verdiğimiz zaman aldanırız.
Gerçeği arayanın yaşamında bir kez tüm nesnelerden gücü yettiği ölçüde kuşku duyması gerekir.
Kuşku, bir enerji (erke) eylemi ve hareketidir, zihnin kurtuluşudur.
Tüm felsefe bir ağaç gibidir : Kök , gövde ve dallar . Kökleri fizikötesi , gövdesi fizik ve dalları da diğer bilimlerdir .

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir