İçeriğe geç

Felaketzedeler Evi Kitap Alıntıları – Guillermo Rosales

Guillermo Rosales kitaplarından Felaketzedeler Evi kitap alıntıları sizlerle…

Felaketzedeler Evi Kitap Alıntıları

Hayatın adaletsizliğine, ona en büyük zararı verebilicek olan şeyle, entellektüel şiddet ve öfkeyle karşılık vermek gerekir..Sadece yazmak zorunda olduğum şeye yer var zihnimde. Umarım daha fazla yer açılır.
Benim gibi pejmürdeler için yaratılmamış Tanrı’nın Krallığı.
Vietnam Savaşı gazisi misin? diye soruyorum
hayır diyor, şu lanet olası hayat mücadelesi gazisiyim
“ Vietnam savaşı gazisi misin?” diye soruyorum.
“Hayır,” diyor, “şu lanet olası hayat mücadelesi gazisiyim.”
Gülüyorum.
Özgürlüğünü savunuyor. Aylak aylak dolaşabilme, yavaş yavaş mahvolma özgürlüğünü. Ama özgürlük, özgürlüktür yine de.
“Vietnam Savaşı gazisi misin?” diye soruyorum.
“Hayır,” diyor, “şu lanet olası hayat mücadelesi gazisiyim.”
Özgürlüğünü savunuyor. Aylak aylak dolaşabilme, yavaş yavaş mahvolma özgürlüğünü. Ama özgürlük, özgürlüktür yine de.
Komünistle burjuva, aynı yerdeyiz şimdi. Tarih, aynı mekânı uygun görmüş bize: bakımevi.
Kocaman bir çetedir hayat! Ondan öte hiçbir şey değildir.
Sokak, aklı bir karış havada olan deliler için bile acımasızdır.
“Hayatın adaletsizliğine, ona en büyük zararı verebilecek olan şeyle, entelektüel şiddet ve öfkeyle karşılık vermek gerekir(…). Sadece yazmak zorunda olduğum şeye yer var zihnimde. Umarım daha fazla yer açılır.”
Dışarıda bakımevi diyorlardı oraya, ama mezarım olacağını biliyordum ben.
“Hayalperestin tekisin sen,” diyorum. “İç! Senin yapabileceğin en iyi şey bu.”
Bakıyorum ona. Anlıyorum. Özgürlüğünü savunuyor. Aylak aylak dolaşabilme, yavaş yavaş mahvolma özgürlüğünü.
“Vietnam Savaşı gazisi misin?” diye soruyorum.
“Hayır,” diyor, “ şu lanet olası hayat mücadelesi gazisiyim.”
“Beni seviyor musun çocuk?” diyor.
“Elbette seviyorum,” diyorum.
Elimi alıp öpüyor. Duygulanıyor. “Teşekkür ederim çocuk,” diyor.
Ona sıkıca sarılmak isterdim.Öyle ağır ağır, telaşsızca.
Mutluyum. Hayır, böyle söylememeliyim. Mutluyum sanırım, demeliyim. Şeytanı kışkırtmanın, onun gazabını ve uğursuzluğu üzerime çekmenin alemi yok.
Ah, neden ürkütürsün böylesine kırılgan birini?
Güçsüz zavallı, bir ayağı çukurda, inmeli
Daha gece yarısı olmadan verebilir son nefesini.
“Siyasi sürgün değilim.Topyekûn sürgünüm.Başka bir yerde ,sözgelimi Brezilya,İspanya,Venezuela ya da İskandinavya’da doğmuş olsaydım, oranın sokaklarından, limanlarından ve çayırlarından da kaçıyor olurdum diye düşünüyorum bazen.”
Bakımevindeki herkes kimsesizdir çünkü.
Sokak ,aklı bir karış havada olan deliler için bile acımasızdır.
Nihayet öldük işte. Şimdi bunun da hiç bir sorunu halletmediğini görecekler.
Ölülerin kemikleri üzerinde sür arabanı ve sabanını.
Izdırabın yolu bilgeliğin sarayına çıkar.
Daima yetersizliğin eşlik ettiği yaşlı ve çirkin bir kız kurusudur ihtiyat.
Budalalığın zamanıdır saatle ölçülen bilgeliğinki değil.

W. Blake

Bizim damarlarımızda dolaşan azıcık kana göz diken, onunla beslenen, burjuva edalı moruk!
Mutluyum. Hayır, böyle söylememeliyim. Mutluyum sanırım, demeliyim. Şeytanı kışkırtmanın, onun gazabını ve uğursuzluğu üzerime çekmenin alemi yok.
Dışarıda bakım evi diyorlardı oraya, ama mezarım olacağını biliyordum ben. Hayattan umudunu kesmiş insanların sığındığı, kıyıda köşede kalmış barınaklardan biriydi. kaçıklar çoğunluktaydı. Yapayalnız ölsünler, kazananların başına bela olmasınlar diye aileleri tarafından bırakılan yaşlılar da vardı.
“Vietnam Savaşı gazisi misin?” diye soruyorum. “Hayır” diyor, “şu lanet olası hayat mücadelesi gazisiyim.”
Ah neden ürkütürsün böylesine kırılgan birini?
Güçsüz zavallı, bir ayağı çukurda, inmeli
Daha gece yarısı olmadan verebilir son nefesini.

John Keats

Benim gibi pejmürdeler için yaratılmamış Tanrı’nın Krallığı.
Sarımsı yapraklardır benim hayatım
Orada artık aşkın meyvelerine yer yok
Yalnızca ızdırap kaldı yanı başımda
Şu kemirip duran kurt.

Lord Byron

Hayatında kendisini eksiksiz hissettiği tek yerdir burası.
Dışarıda bakımevi diyorlardı oraya, ama mezarım olacağını biliyordum ben.
Özgürlüğünü savunuyor. Aylak aylak dolaşabilme, yavaş yavaş mahvolma özgürlüğünü. Ama özgürlük, özgürlüktür yine de.
Dışarıda bakımevi diyorlardı oraya, ama mezarım olacağını biliyordum ben. Hayattan umudunu kesmiş insanların sığındığı, kıyıda köşede kalmış barınaklardan biriydi. Kaçıklar çoğunluktaydı. Yapayalnız ölsünler, kazananların başına bela olmasınlar diye aileleri tarafından bırakılan yaşlılar da vardı.
“Vietnam Savaşı gazisi misin?” diye soruyorum.
“Hayır,” diyor, “şu lanet olası hayat mücadelesi gazisiyim.”
Gülüyorum.
Kendi odama gidip yatağa seriliyorum. Mavi, boyası pul pul dökülmüş, minicik hamam böcekleriyle kaplı tavana bakıyorum. Sonum bu benim. Ben, on beş yaşındayken Proust’un yazdığı her şeyi, Joyce, Miller, Sartre, Hemingway, Scott Fitzgerald, Albee, Ionesco ve Beckett’i okumuş olan William Figueras Bir devrimin ortasında cani, tanık ve kurban olarak yirmi yıl yaşamış olan William Figueras
Ölülerin kemikleri üzerine sür
arabanı ve sabanını
Izdırabın yolu
bilgeliğin sarayına çıkar.
Daima yetersizliğin eşlik ettiği
yaşlı ve çirkin bir kız kurusudur ihtiyat.
Budalalığın zamanıdır saatle ölçülen
Bilgeliğinki değil.
“Burası özgür bir ülke,” diyor Paredes.
“Umarım öyledir,” diyorum.
yıllardır ilk kez, göğsümdeki devasa boşlukta küçücük bir umut ışığı beliriyor. Farkında olmaksızın gülümsüyorum.
“Neden yarı yarıya delirdiğini açıkça söyleyeyim sana. Okuduğun İçin.”
Yaşadığım yerden kaçmak, yeni bir hayata başlamak isterdim.
Sokak, aklı bir karış havada olan deliler için bile acımasızdır.
Ölülerin kemikleri üzerinde sür
arabanı ve sabanını.
Izdırabın yolu
bilgeliğin sarayına çıkar.
Daima yetersizliğin eşlik ettiği
yaşlı ve çirkin bir kız kurusudur ihtiyat.
Budalalığın zamanıdır saatle ölçülen
bilgeliğinki değil.
Hava çok sıcak. Gömleğimi çıkarıp ayaklarımı kırık dökük bir sandalyenin üzerine koyuyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Çenem göğsümde, mevcudiyetimin devasa boşluğuna gömülerek öylece kalıyorum.
Vietnam Savaşı gazisi misin? diye soruyorum.
Hayır, diyor, şu lanet olası hayat mücadelesi gazisiyim.
Bir kez daha özgür olmayı istedim, diyorum. Yaşadığım yerden kaçmak, yeni bir hayata başlamak istedim.
Benim gibi pejmürdeler için yaratılmamış Tanrı’nın Krallığı.
Hayal kırıklığı paradigmasını, dehanın parıltısını, tatminsizliğin ızdırabını ve deliliği Guillermo Rosales gibiete kemiğe büründüren pek az Kübalı yazar vardır.
Bakıyorum ona. Anlıyorum. Özgürlüğünü savunuyor. Aylak aylak dolaşabilme, yavaş yavaş mahvolma özgürlüğünü. Ama özgürlük, özgürlüktür yine de. Onu kucaklıyorum. Sonra arkama dönüp yoluma devam ediyorum.
Gözleri bomboş bakan, yanaklarının eti çekilmiş, ağızlarında diz kalmamış, vücutları kirli varlıklar.
Bakımevi ymiş! Hayatın süprüntüsünün tıkıştırıldığı evlerden biri.
Kim defolup gidebilir ki? Sokak, aklı bir karış havada olan deliler için bile acımasızdır.
“Vietnam Savaşı gazisi misin?” diye soruyorum.
“Hayır” diyor, “şu lanet olası hayat mücadelesi gazisiyim.”
Kim bilir, kim umursar ki benim ne olduğumu?
Dostlarım beni terk etmiş,
bir hatıra gibi unutulup gitmiş.
Kederimi kendim tüketirim
Unutkan bir düşmandır o, gelir gider
Ruhunu terk etmiş bir hayatın gölgesidir.
Böyle boktan bir şey hayat.
Adım William Figueras. On beş yaşında koca Proust’u, Hesse’yi, Joyce’u, Miller’i, Mann’ı okudum. Bunların bendeki yeri, dindar bir Hristiyanın indinde azizlerin işgal ettiği yerin aynısıydı. Yirmi yıl önce bir roman yazdım ;bir aşkın hikayesini anlatıyordu. Bir komünistle bir burjuvanın yaşadığı, ikisinin de intiharıyla sonuçlanan bir aşkın hikayesini. Roman yayımlanmadı. Büyük okur kitlesine ulaşmadı bu aşk hikayesi. Devletin edebiyat uzmanları, romanımın marazi, pornografik ve saygısız olduğunu, Komünist Parti’ye diklendiğini söylediler. Sonra tırlattım. Duvarlarda şeytan görmeye,, beni aşağılayan, bana hakaret eden sesler duymaya başladım ve yazmayı bıraktım.
( ) neden yarı yarıya delirdiğini açıkça söyleyeyim sana. Okuduğun için.
Pekâlâ, diyor Fidel. Nihayet öldük işte. Şimdi bunun da hiçbir sorunu halletmediğini görecekler.
Vietnam Savaşı gazisi misin? diye soruyorum.
Hayır, diyor, şu lanet olası hayat mücadelesi gazisiyim.
Mutluyum. Hayır, böyle söylememeliyim. Mutluyum sanırım, demeliyim. Şeytanı kışkırtmanın, onun gazabını ve uğursuzluğu üzerime çekmenin âlemi yok.
Yıllardır ilk kez, göğsümdeki devasa boşlukta küçücük bir umut ışığı beliriyor. Farkında olmaksızın gülümsüyorum.
Böyle boktan bir şey hayat.
Dışarıda bakımevi diyorlardı oraya, ama mezarım olacağını biliyordum ben. Hayattan umudunu kesmiş insanların sığındığı, kıyıda köşede kalmış barınaklardan biriydi. Kaçıklar çoğunluktaydı. Yapayalnız ölsünler, kazananların başına bela olmasınlar diye aileleri tarafından bırakılan yaşlılar da vardı.
Arzuyla, sıkı sıkıya bağlandığı bir düşünce asla kalbini paramparça edemeyecek.
Siyasi sürgün değilim. Topyekun sürgünüm. Başka bir yerde, sözgelimi Brezilya, İspanya, Venezuela ya da İskandinavya’da doğmuş olsaydım oranın sokaklarından, limanlarıdan ve çayırlarından da kaçıyor olurdum diye düşünüyorum bazen.
Kim bilir, kim umursar ki benim ne olduğumu?
Dostlarım beni terk etmiş,
bir hatıra gibi unutulup gitmiş.
Kederimi kendim tüketirim
Unutkan bir düşmandır o, gelir gider
Ruhunu terk etmiş bir hayatın gölgesidir.
Sarımsı yapraklardır benim hayatım
Orada artık aşkın meyvelerine yer yok
Yalnızca ızdırap kaldı yanı başımda
Yıllardır ilk kez, göğsümdeki devasa boşlukta küçücük bir umut ışığı beliriyor. Farkında olmaksızın gülümsüyorum.
Dışarıda bakımevi diyorlardı oraya, ama mezarım olacağını biliyordum ben

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir