İçeriğe geç

Felaket Yazısı Kitap Alıntıları – Maurice Blanchot

Maurice Blanchot kitaplarından Felaket Yazısı kitap alıntıları sizlerle…

Felaket Yazısı Kitap Alıntıları

kendimle birlikte yalnız başıma hiçlik’te yaşıyorum

bonaventura.

kendine şunu diyordu:sen kendini öldüremezsin, intiharın senden önce gelir. ya da: o ölmeyi beceremeden ölür.
bilgi için acı çektin mi?

nietzsche.

Her şey karardığında, kimi sözlerin duyurduğu ışıksız aydınlık hüküm sürer.
Karanlık felakettir ışığı taşıyan.
Sen değilsin konuşacak olan; bırak, unutuşla ya da sessizlikle olsa bile, felaket konuşsun sende.
Valery: Düşünür kafes içindedir ve dört sözcük arasında döner durur. Küçültücü biçimde söylenen şey küçültücü değildir: yinelemeli sabır, sonsuz azim söz konusudur. Ve aynı Valery -aynısı mı acaba?- geçerken şunu da doğrulayacaktır: Düşünmek? Düşünmek! İpin ucunu kaçırmak demek. Basit bir yorumdur: sürpriz, aralık, süreksizlik.
Bir okuma vardır ki etkindir, üreticidir – metni ve okuru o üretir, bizi alır götürür. Sonra metne itaat eder görünerekten metne ihanet eden edilgin bir okuma vardır, metnin nesnel biçimde, tam biçimde, egemen. biçimde: bütünlüklü biçimde var olduğu yanılsaması­nı verir. Son bir okuma daha vardır, o da artık edilgin okuma değil, edilginliğin oku(n)masıdır, hazsız, neşesiz, hem kavrayıştan hem de arzudan kaçan bir okuma; ‘her şey söylendi’nin ötesindeki Söyleme’nin işitileceği ve son tanığın tanıklığının dile getirileceği esin veren uykusuzluktaki gibi, gece uyanıklığındaki gibi.
Meydana gelmiş olan meydana gelmiş değildir -böyle konuşurdu sabır, son aceleye gelmesin diye.
Sonsuz ilerleme coşkusu ancak coşku olarak geçerlidir çünkü sonsuz tam da her çeşit ilerlemenin sonudur.
Her türden zorunlu kuşkuculuğun sakıncası (ya da üstünlüğü) kesinliğin ya da hakikatin ya da inancın çıtasını gitgide daha çok yükseltmesidir. Haddinden fazla inanma gereksinimi dolayısıyla hiçbir şeye inanılmaz; ve hiçbir şeye inanılmadığı için hala haddinden fazla inanılır.
Tüm güzellik ayrıntıda saklıdır, demişti Valery, aşağı yukarı. Bu doğru olurdu, tabii eğer kendine birliktelik sanatını ufuk edinmeyen bir ayrıntılar sanatı var olsaydı.
Bekleyiş sözü, belki de sessiz, ama söylemeyi ve sessizliği birbirinden ayırmayan ve sessizliği daha şimdiden bir söyleme kılan, sessizliğin söylemesini şimdiden sessizlikte söylemiş olan. Zira ölümcül sessizlik susmaz.
Sözcük, anlamdan neredeyse yoksunken, gürültü çıkarır. Anlam sınırlanmış sessizliktir (söz görece olarak sessizdir, içinde yok oldu­ğunu, şimdiden yok olan anlamı işaretsize yönelerek taşıdığı ölçüde.)
Sessizlik belki bir sözcüktür, paradoksal bir sözcük, sözcüğün dilsizliği (etimoloji oyunuyla uyum içinde), ama sessizliğin çığlıktan geçtiğini pekala duyumsarız, sesi olmayan çığlıktan, her türden sözden ayrışan, kimseye seslenmeyen ve kimsenin kabul etmediği, değersizleşen çığlıktan. Çığlık, yazı gibi (canlının, yaşamı hep zaten aştığı gibi), her ne kadar dilin etkisi olarak yeniden ele alınabilse bile her türden dili aşmaya eğilimlidir; hem ani (maruz) hem sabırlıdır; çığlığın sabrı, anlam-olmayanda durmayan ama her türden anlamın dışında da kalan,sonsuza askıya alınmış bir anlamın, değersizleşmiş, çözülebilir-çözülemez.
Ama bir şey beni bu kadim, sonsuz ve anlamdan azade serüvene zorluyor, felaketin kalbinde ben onu gelmeyen şey olarak aramaya, beklemeye devam ediyorken; oysa o benim bekleyişimin sabrı.
Ölüsün, başından beri.
Unutuş diye bir şeyin varlığı hala kanıtlanmış değildir. (Nietzs­che.)
Hapishane olmasaydı hepimiz zaten hapishanede olduğumuzu bilirdik.
Biz ki, zamanın yollarında hep dönüşteyiz, ne ilerliyoruz ne geç kalı­yoruz: Geç erkendir, yakın uzak.
Hegel’i okumak; ancak onu okumamakla olur. Onu okumak, oku­mamak, anlamak, yanlış tanımak, reddetmek, bütün bunlar ya Hegel’in kararıyla olur ya da hiç olmaz.
Yazmanın da yazmamanın da bir önemi kalmadığında; yazı -ister gerçekleşsin isterse gerçekleşmesin- değişir; işte bu, felaket yazısıdır.
Wittgenstein’ ın mistisizmi’ birliğe duyduğu güvenin dışında, konuşulamayan yerde gösterilebileceğine inanmasından ileri gelir. Ama dil olmadan hiçbir şey gösterilemez. Ve susmak yine konuşmaktır. Sessizlik olanaksızdır. Sessizliği arzulamamız bundandır.
Ben vazgeçilmez değilimdir, bendeki herhangi biridir başkası ta­rafından çağrılan, ona yardım borcu olan -biricik-olmayan, daima yeri doldurulan kişi olarak.
Başkası aynı zamanda hep başkasıdır, ama kendini bir’e ödünç veren başkası, şu ya da bu kişi olmadan ve yine de her seferinde tek olan başkası, ki her şeyimi ona borçluyum­dur, kendimi yitirmem de dahil. Yüklendiğim sorumluluk benim değildir ve belli olmuştur ki ben artık ben değilimdir.
Ve susmak yine konuşmaktır. Sessizlik olanaksızdır. Sessizliği arzulamamız bundandır.
El çekiş, tutum almaktan uzaklaşma, kendisinin daha en baştan felaketin işareti olduğunu hissetmiyorsa, yeterli değildir.
Dışlanmış değil, ama artık hiçbir yere girmeyecek biri gibi.
Sen kendini öldüremezsin, intiharın senden önce gelir. Ya da: O ölmeyi beceremeden ölür.
Felaket her şeyi olduğu gibi bırakırken, her şeyi harap eder.
Söz, uykusuzluğun uzun gecesidir..
Dışlanmış değil, ama artık hiçbir yere girmeyecek biri gibi.
“Asla hiçbir şeye inanmamalı, her şeyin sınanmaya ihtiyacı vardır.”
Acıyla düşünmeyi öğren.
Bekleyenin beklediği tam olarak sen değilsin. Yine de beklenirsen böyle beklenirsin, ama çağrılmalı sıfatınla değil: çağrılmayanla..
Her şair Narkissos’tur:’
Eğer ölüm gerçek olan ise ve gerçek olan olanaksız olan ise, o vakit ölümün olanaksızlığı düşüncesine yaklaşıyoruz demektir.
İçlerinde hiçbir delilik taşımayan insanlar zihinleri boş ve kısır insanlardır
Unutuş diye bir şeyin varlığı hala kanıtlanmış değildir. (Nietzsche.) Aynen öyle: kanıtsız, olası olmayan unutuş, her daim uyandıran uyanıklık.
Beklenmeyene bürünmüş sonsuz bekleyiş. Unutuş, hatırlanamaz olanın hatırası, hatıra olmaksızın..
“Hapishane olmasaydı hepimiz zaten hapishanede olduğumuzu bilirdik.”
Ben doğmuş olmadan önce ölür.
Yalnızca masumiyeti bağışla.
Seni bağışladığım için beni bağışla.
”Şiir, baylar bayanlar, bir sonsuzluk sözüdür, boşu boşuna ölümün ve tek Hiç’in sözüdür. ”
Hapishane olmasaydı hepimiz zaten hapishanede olduğumuzu bilirdik.
Ben yalnızca sonsuz olduğum kadar sınırlıyım.
Söz, uykusuzluğun uzun gecesidir..
Fragmanlar tamamlanmamış ayrılıklar gibi yazılır..
Biz ki, zamanın yollarında hep dönüşteyiz, ne ilerliyoruz ne geç kalıyoruz: Geç erkendir, yakın uzak..
Yalnızca masumiyeti bağışla.
Seni bağışladığım için beni bağışla.
Bağışlamayın. Bağışlama, bağışlamadan önce suçlar; suçlayarak, kusuru olumlayarak, onu geri alınamaz kılar..
Sözcük, anlamdan neredeyse yoksunken, gürültü çıkarır. Anlam sınırlanmış sessizliktir.
Işıldayan yalnızlık, göğün boşluğu, ertelenmiş ölüm: felaket.
Acıyla düşünmeyi öğren.
Geriye, adına sustuğumuz adlandırılmamış kalır.
Yaşam, öylesine kırılgan: hiçbir zaman yaşam belirtisi değil, ama başkasına, biz ölmekteyken o yaşasın diye ettiğimiz dua.
Kendimi öldürmüyorum çünkü bu onlara fazladan zevk verir, öyleyse kendimi onlara karşı çıkarak öldürüyorum, onlara rağmen hayatta kalarak.
Her şey karardığında, kimi sözlerin duyurduğu ışıksız aydınlık hüküm sürer.
Hapishane olmasaydı hepimiz zaten hapishanede olduğumuzu bilirdik.
Biz ki, zamanın yollarında hep dönüşteyiz, ne ilerliyoruz ne geç kalıyoruz.
Yaşam doruğuna tam da ölümde varır.
Yıkılışımızın sonsuzu, edilginliğin ölçüsüdür.
Ve susmak yine konuşmaktır. Sessizlik olanaksızdır.
Zayıflık gözyaşı olmadan ağlamadır, yakınan sesin mırıltısı ya da sözsüz konuşanın uğultusudur, görünüşün tükenmesi, kurumasıdır. Zayıflık, ölmenin edilginliği üzerinde hiçbir gücü olmayan tüm şiddetten sıyrılır.
Tanım gereği vazgeçilmez-olmayanım ama yine de olmadığı şey dolayısıyla ve olmadığı şey için yanıt vermekten de vazgeçemeyecek olanım: ödünç ve rastlantısal bir tekilliğim -aslında bir rehinenin tekilliğiyim, vermediği bir sözün rızasız, seçilmemiş kefili olan, yerini kendi elinde tutamazken yeri tutulamaz olan rehinenin. Ben başkası dolayısıyla aynıyım, beni daima benden çekip almış olan başkası. Olur da başkası bana başvurursa, ben olmayan birisine, karşısına ilk çıkana ya da son gördüğü insana başvurmuş olur, hiçbir şekilde olmak istediğim biricik kişiye başvurmuş olmaz; böylelikle o bende ölmenin kendisini işaret ederek beni edilginliğe havale etmiş olur..
Her şeyden kopmuş, hatta kendi kopukluğundan bile.
Ve susmak yine konuşmaktır. Sessizlik olanaksızdır.
Arzu: Öyle hareket et ki her şey her şeyden daha fazla olsun ve yine de her şey olarak kalsın..
Soru var oysa hiç kuşku yok; soru var, ama hiç yanıt arzusu yok; soru var ve söylenebilecek bir şey yok, ama ancak söylemek-üzerelik var.
Dışlanmış değil, ama artık hiçbir yere girmeyecek biri gibi..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir