İçeriğe geç

Faydasız Yazılar Kitap Alıntıları – İsmet Özel

İsmet Özel kitaplarından Faydasız Yazılar kitap alıntıları sizlerle…

Faydasız Yazılar Kitap Alıntıları

Herkesin yüzünün güldüğü ortamda yüzü gülenlerin iyi olduklarını ne bilelim?
Çünkü her insan teki hayatın keşfine giden yolu tek başına, adımlarını bir başına atmak suretiyle bulabilecektir.
Sonu var mı, yok mu bilmediğimiz bir yolda bulduk kendimizi.
İnsanlar için cazibeler imal eden bir dünya bu.
Herkesin yüzünün güldüğü ortamda yüzü gülenlerin iyi olduklarını ne bilelim?
Hayatımız için gerekli ışığı bize getirecek olanlar hayatımızı kaplayan karanlığın farkında olanlardır. Bu yüzden insanoğlunun hayatını nelerin kararttığını bilmeyenlerin insanlık için bir aydınlık sağlayacağını beklememiz boşuna.
İnsan olarak yerimiz burası bizim: Işığı farkedecek kadar karanlıkta ve karanlığı tanıyacak kadar aydınlık içindeyiz.
Bir alacakaranlık içinde geçiyor hayatımız.
İnsanlık kurtulmak için hangi yola girmişse aynı yola mahvolmak için de girmiş demektir. Yani kurtuluşunu hangi ele bırakmışsa insan, mahvının da aynı elden geleceğini bilmelidir.
Çünkü her başlangıç bir sona doğrudur.
Kendi yanlışını veya başkalarının yanlışını tanımak ancak bu yanlışları doğuran unsurları anlamakla mümkündür. Öyleyse ancak anlayanlar affedebilir.
Belki de korkuyor, hatırlamayı göze alamıyordur.
Akılsız adam ne affeder ne de unutur; saf yürekli adam önce affeder sonra da unutur; bilge ise affeder, ama hiçbir zaman unutmaz.
(Thomas S. Szasz)
Ben dünyada bir tanık, bir şahit olarak bulunuyordum. Bütün yapıp-etmelerim neye şehadet ettiğimle bir anlam sahibi olabilirdi.
Dünyaya katılmak hoşuma gidiyor, ama ne olduğumu, ne olacağımı bilmiyordum.
Çoğu zaman başkalarının beğenmediğimiz tavırları, bizim beğenilmeyecek tavırlarımıza denk düştüğü için rahatsızlık duyarız.
Hep kendimizi değilse bile, türettiğimiz tasavvurlarımızı öne çıkarma hevesi taşıyoruz içimizde.
Sözlerini dinlediğimiz adam sıkıcı olmuyorsa bunun sebebi gözlerimiz önüne serilen hayatın bizim kendimiz hakkında düşündüklerimizle bir irtibat kurabilmesidir.
Unutmak. Denilebilir ki küfre doğru katedilen yolun en kestirmesi budur.
Azgelişmiş ülke aydını yok artık, azgelişmiş aydınlar ülkesi var.
Bazı olaylar karşısında aklını kaybetmeyecek olan insanın kaybedecek aklı da yoktur demiş G.E. Lessing.
Bence müslümanların işte o, kaybedilmesi muhtemel akla talip olmaları gereklidir. Çünkü içinde yaşadığımız dünya bizi hiçbir olay karşısında hiçbir fevkalade zihin sarsıntısına uğramayacak duruma sokmak istiyor.
Müslüman için ahiret duygusu davranışlarına yön veren temel duygudur. Öte dünyada hesabını vermeyi gözönüne getirmeksizin bu dünyada bazı faaliyetlerde bulunan insana müslüman demek imkansızdır.
İçinden aydınlanan kişi ancak dışına ışık verebilir.
Halbuki yoksulluk başkasının elindekine özenmekten başka bir şey değildir.
Yardım istemeyene kimse yardım etmez. Güvenliğimi buldum diyene de gerçek güvenliği sağlamanın yolu açılmaz
Ademoğlu kendine ‘bilen’ demekten çok ‘öğretilmiş’ demeye hak sahibidir.
ancak anlayanlar affedebilir.
Ben dünyada bir tanık, bir şahit olarak bulunuyordum.
Bütün yapıp-etmelerim neye şehadet ettiğimle bir anlam sahibi olabilirdi.
Parmak ayı gösterdiği zaman parmağa değil aya bakmak lazım.
Bütün insanlar ihmal edilmiş olmanın sıkıntısını içlerinde taşıdıklarından olacak insanlarla münasebetlerinde donuk kalıyorlar.
Meyva vermeyen bir ağaç kadar faydasız olsun bu yazdıklarım.
Dallarını meyvasına tama edip kimse taşa tutmasın.
Bu yazdıklarım çok budaklı, çok bükümlü bir ağaç kadar faydasız olsun.
O zaman marangozlar kesip biçmeye değer bulmaz böyle bir ağacı.
Dokusu gevşek, gözenekleri geniş, reçinesiz bir ağaç gibi faydasız olsun bu yazdıklarım.
Odun olmaz bu ağaçtan desinler, yakmasınlar.
Faydasız olsun, yine de bir ağaç gibi olsun bu yazdıklarım:
Kökü toprakta; başı gökyüzüne dönük.
Belki kimse bahçesine dikmez, şehrin bulvarlarına da sokmazlar onu.
Ama uzak, kıraç bir ıssızlıkta bunalmış bir yolcu dibinde oturacağı, sırtını dayayacağı bir ağaç buldu diye
ferahlarsa bu yeter.
Dünyada bir tanık olarak bulunuyorum.
Parmak ayı gösterdiği zaman parmağa değil aya bakmak lazım.
Aramamız gereken, başkasını ikna yolları değil, kendimizin mukni oluşudur. Müslüman eğer beşikten mezara ne için gittiğini biliyorsa, bu bilgisini süsleyip bir başkasına cazip kılmasına gerek kalmaz. Çünkü bu konudaki rahat ve emin tavrı başlı başına bir cazibe olacaktır. O zaman bir tür azadlık yaşayacağımızı, bu azade halimizin de başkalarını cezbedeceğini düşünebiliriz. Yani beşikten mezara giden yolda kendimize sağladığımız güven, başkalarına sunabileceğimiz güvenin kaynağıdır. Çağımızın propaganda beyin yıkama ve şartlandırma metotları kişinin kendi inanmadığı şeylere başkalarına inandırmasının yollarıdır.
Akılsız adam taş gibi: Suya düşerse batar. Saf yürekli adam şeker gibi: Suya düşerse erir. Bilge kişi yağ gibi: Suya düşerse yüzer.
Akılsız adam, affetmeyen ve unutmayan hali ile katıdır, serttir. Kırar veya kırılır; parçalar veya parçalanır. Saf yürekli adam, affeden ve unutan tavrıyla yumuşak ve hafiftir. Kıramaz ama kırılır, parçalayamaz ama kendisi parçalanır. Bilge kişi ise affeden ve fakat unutmayan tavrı ile esnek ve diridir. Ne kırar ne kırılır; ne parçalar ne de parçalanır.
Bilge kişi affeder ama unutmaz. Çünkü affedişin arkasından unutma gelirse, ilk yaptığının anlamı kaybolur. Unutmamak, sizin kazançlarınızdan biri olmalı. Yanlışa düşen hasmınız, sizi çekip çevirmeyeceğini bilmeli. Size çeki düzen verecek olan dünyadaki durumunuz yani tanıklığınızdır. Siz şahit olmakla, şehadet etmekle bir anlam sahibisiniz, yoksa yüz yüze geldiğiniz kişi ve durumları idare ederek değil. Unutmamış ve fakat affetmiş olmanız, sizin her kişi ve her durum karşısında güçlü kalmanızı temin edecektir. Sizi, affetmiş olduğunuz hasmınız karşısında diri kılacaktır. Bilge kişinin affedişi onu ne kadar yumuşak, esnek ve anlayışa açık kılarsa, unutmayışı da diri ve sağlam yapılı kılar.
Bilge kişi affeder. Bu tutum, onu yanlışa boyun eğişinden, yanlış karşısında gerileyişinden değil, yapacak işi oluşundandır. Affetmenin yaraları sardığını bildiği kadar, affetmeyişin de insanda bir katılaşmaya yol açtığının farkındadır. Bilge kişi affedecek kadar esnek ve canlıdır. Affetmemek geçmişin hatırası içinde kalıplaşmayı getirir. Affetme gücü, hem insanın affedebilecek alicenaplıkta oluşunun belirtisidir, hem de bu affedişin arkasından gelebilecek yapıcı, inşa edici davranışların teminatıdır.
Akılsız adam ne affeder ne de unutur; saf yürekli adam önce affeder sonra da unutur; bilge ise affeder, ama hiçbir zaman unutmaz. Thomas S. Szasz
Her ne kadar tanıklık, dünyadaki mevcudiyetimin mahiyetini açıklıyorsa da unutursam, tanıklığımın ne anlamı, ne de değeri olabilirdi.
Bir davranışta bulunuyorsanız ve buna fedakârlık adı veriliyorsa, sizin yaptıklarınızın ardından bu davranışın faturası ortaya çıkıyorsa sizin davranışınız sırf dünyadaki karşılığı uğruna girişilmiş bir tutum demektir ve sizin sadece faturada karşılığı gösterilebilen bir iş yaptığınız ortaya çıkar.
Bilge kişi affeder ama unutmaz. Çünkü affedişin arkasından unutma gelirse ilk yaptığının anlamı kaybolur. Yanlışın bir yanlış olduğunu unuttuktan sonra affediş değerini kaybeder. Affettikten sonra unutursanız, ipleri elinizden kaçırırsınız. Unutmamak sizin kazançlarınızdan biri olmalı.
 “ Bazı olaylar karşısında aklını kaybetmeyecek olan insanın kaybedecek aklı da yoktur.” demiş G:E Lessing.
Bence Müslümanların işte o, kaybedilmesi muhtemel akla talip olmaları gereklidir. Çünkü içinde yaşadığımız dünya bizi hiçbir olay karşısında hiçbir fevkalade zihin sarsıntısına uğratmayacak duruma sokmak istiyor. Şartlandırmalar dünyası düşünmeyi bir matematik işlem, bir bilgisayar faaliyeti olarak sunuyor. İnsan bilgisayar gibi düşünülünce onun aklı da kaybedilmez bir akıl olur elbet. Her şeyin bir akli izahını sunuyorlar bize. Böylece insanın aklını kullanamaz oluşu bazılarının işine yarıyor.
… Modern akla karşı aklımızı elde etmek zorundayız ”
Faydasız olsun, yine de
bir ağaç gibi olsun yazdıklarım:
Kökü toprakta; başı gökyüzüne dönük.
Belki kimse bahçesine dikmez,
şehrin bulvarlarına da sokmazlar onu.
Ama uzak, kıraç bir ıssızlıkta
bunalmış bir yolcu dibinde oturacağı,
sırtını dayayacağı bir ağaç buldu diye ferahlarsa
bu yeter.
“ Bilelim ki günümüzün zengin ülkeleri sağlıklı bedene sahip insanlardan oluşmuş hasta toplumlardır!
Buna mukabil yoksul ülkeler söz konusu hastalığı iki kat çekiyorlar
Çünkü onlar ahlâkî değerlerini zengin ülkelerin ölçülerine ayarladıkları yetmiyormuş gibi bir de refah seviyeleri bakımından pek zavallı noktada kalmanın zilletini çekiyorlar ”
İnsanlık kurtulmak için hangi yola girmişse aynı yola mahvolmak için de girmiş demektir. Yani kurtuluşunu hangi ele bırakmışsa insan, mahvının da aynı elden geleceğini bilmelidir. Mahvedemeyen kuvvet kurtaramaz ve şerri hatırlatmayan hayr; hayrı davet etmeyen şer yoktur.
Yaşamayı bilenler
ölmeyi bilebilir.
Ders kitapları edebiyatı, bilimleri ve düşünülmeye değer nice şeyleri sevimsizleştirir.
Siz öyle yaşayacak, öyle davranış göstereceksiniz ki, hangi meseleyi yüklendiğinizi ayrıca belirtmenize gerek kalmayacak.
İnsan olarak yerimiz burası bizim: Işığı fark edecek kadar karanlıkta ve karanlığı tanıyacak kadar aydınlık içindeyiz. Hayatımız için gerekli ışığı bize getirecek olanlar hayatımızı kaplayan karanlığın farkında olanlardır.
Eğer hiç gurur sahibi olmasaydık başkalarının gururundan da şikâyetçi olmazdık.
Paylaşılmayan gerçeğin kendi başına ne büyük önemi olursa olsun insana, insan oluşa uzak kalacağına inanırım. Bir önem, bir değer sahibi olduğu kabul edilen ve fakat paylaşılamayan gerçeğin, bilginin, her şeyin kolaylıkla put haline geleceğini bildirim.
..
Benim çabamın gerçeği ( Hakk’ı) en üstün değer saymak olduğunun bilinmesini isterim. Bu en üstün değer arayış vakıasının hayatımıza girebilmesi o vakıayı paylaşabilmekle mümkündür. gerçekliği bulunmayan hiçbir işaret, insanlarda karşılığını bulmuyor.
 Toprağa sizin yaratıldığınız esas unsur olduğu bilgisinden bağımsız olarak, artık bu duyudan kopmuş olarak bakmaya başladınız. Bu yüzden ona sevgi, saygı, kardeşlik duymuyorsunuz. Sizin düşündüğünüz onun sadece nasıl bölüşülebileceği, ondan ne kadar ürün alınabileceği veya üzerinde hangi sarayın, hangi fabrikanın inşa edilebileceğidir. Böylece toprağın toprak olduğunu da, toprağın yaratılmış olduğunu da, kısacası onun mevcut olduğunu unuttunuz. Toprağı unutmayı seçtiniz. Niçin? Toprağın sizin keyfinize uygun gelen özelliklerinin, onun varoluş hakikatinin yerini tutmasını istediğiniz için. Toprağı unutmak onun bir hakikati olduğunu unutmak, yani toprağın Allah’la bir ahdi olduğunu bilmemektir. Bu cehalet içinde toprak sadece bir nesnedir, tesadüfen vardır ve bir tesadüfle de yok olabilir. Artık bu görüş açısına sahip kimse insana da, kendine de o tarzda bakacaktır. Daha iyi duruma varmak istediğiniz zaman sadece ölçülebilir değerlere sahip olmak için çabalayacaksınız. Kendinizi alım-satıma konu olabilecek zenginliklerle donatmak isteyebileceksiniz. Özünüze dönmek aklınıza taktığınız bir husus olmayacak. Çünkü özünüzü bir ahdin oluşturduğunu unuttunuz. Böyle bir ahdin varlığını bile bilmiyorsunuz. Bu unutkanlık içinde siz bulutlara bakmayı, bulutları görmeyi de başaramayacaksınız. Bir meteoroloji raporuyla bulanmış, hatta örtülmüş bir zihniniz var belki. Ağaçların üzerine inen su damlalarının rahmet olduğunu hatırlıyor musunuz? 
Günümüzün insanı birbirine açılmakta gösterdiği üstünkörü ilgiyi birbirine kapanırken de temelsiz bir nefret haline dönüştürüyor. Bütün insanlar ihmal edilmiş olmanın sıkıntısını içlerinde taşıdıklarından olacak insanlarla münasebetlerinde donuk kalıyorlar.
Halbuki yoksulluk başkasının elindekine özenmekten başka bir şey değildir. Mesele böyle anlaşılır ise yoksulluktan kurtulmanın bir şeyler kazanmak değil, sahip olduklarını kavramakla varılabileceği anlaşılabilir.
İnsanlık kurtulmak için hangi yola girmişse aynı yola mahvolmak için de girmiş demektir. Yani kurtuluşunu hangi ele bırakmışsa insan, mahvınında aynı elden geleceğini bilmelidir. Mahvedemeyen kuvvet kurtaramaz ve şerri hatırlatmayan hayr ; hayrı davet etmeyen şerr yoktur.
Bir başka kesim insan yapabilirliğini, bilebilirliğini kendinden menkul zannediyor. Bu zan içinde bazı insanlar bilgi sahibi olduğunun bilincinde olmak gibi kendini müstağni sayma yoluna sapınca bütün iletkenliğini kaybediyor nesneleşiyor ve herhangi bir taştan daha bilgisiz oluyor.
Günümüzün insanı birbirine açılmakta gösterdiği üstünkörü ilgiyi birbirine kapanırken de temelsiz bir nefret haline dönüştürüyor.
Bütünüyle ”dış ” görünüşten ibaret kalmış bir yaşama ortamında insanın önemi korumak için girişilecek her çaba insanın ortadan kalkma sürecini hızlandırmaktan başka işe yaramayacaktır.
İçtenlikten yoksun bir ortamda sanatçı hep derin ve uzak yerlerde kalmış içtenliği arayacak, insan ilişkilerinin çekirdeğine varmak isteyecektir. Bir bakıma her sanat eseri gerek onu ortaya çıkaranın , gerekse çıkmasını gerektiren toplumsal çerçevenin samimiyetsizlikle yaralı olduğunun belgesidir.
“Allah Adem’e isimleri öğretmiştir. Melekler bu yüzden Allah’ın emriyle Adem aleyhisselama secde etmişlerdir. Ancak dikkat edilmeli ki Adem’in bilgisi alınmış bir bilgidir ve sadece alındığı kaynağa uygun olarak kullanılırsa insana şeref sağlayabilir. Dolayısıyla Ademoğlu kendine “bilen” demekten çok “öğretilmiş” demeye hak sahibidir.”
Yalnızca ‘iman’ kendi hakimiyetini sarsılmaz bir biçimde kurmuştur. Altın bulunmuştur. Bakırdan elde edilmemiştir.
Yeryüzündeki büyük haberleşme ağının gerçekleştirmeye çabaladığı hedeflerden biri de insanları oyalama, insanlar için bir meşguliyet sağlama, hayatın sıkıcılığını hissettirmeme yönündedir.
Ben dünyada bir tanık, bir şahit olarak bulunuyordum. Bütün yapıp-etmelerim neye şehadet ettiğimle bir anlam sahibi olabilirdi. Yine herşey olabilir ve olmayabilirdi ama benim neyin tanıklığında bulunduğum konusunda ki bilgim dünyada ki yerimi belirliyordu.
İnsanlar, hayatı kendi umdukları şeylerin çerçevesinde tenkit ederler. Başkalarında gördüğümüz eksikler, çoğu zaman kendi eksiklerimizdir.
Siz öyle yaşayacak, öyle davranış göstereceksiniz ki hangi meseleyi yüklendiğinizi ayrıca belirtmenize gerek kalmayacak.
Allah’ı unutup da, Allah’ın kendini unutturdukları arasına katılmamışsanız, artık hatırlayacaksınız.
Müslüman için ahiret duygusu davranışlarına yön veren temel duygudur.
Sonu var mı, yok mu bilmediğimiz bir yolda bulduk kendimizi.
yol uzundur ve menziller çoktur.
Nerede olduğum ”ne ” olduğumla bağlantılıydı.
Batı medeniyetinin bütün korkusu modern entegrasyonunun tamamlanmamış ülkelerin karşılaştıkları zorlukları çözmede batılıların usullerinden farklı bir usül, onların gittiklerinden ayrı bir yol bulmaları korkusudur.
Siz öyle yaşayacak, öyle davranış göstereceksiniz ki, hangi meseleyi yüklendiğinizi ayrıca belirtmenize gerek kalmayacak.
Faydasız olsun, yine de
bir ağaç gibi olsun yazdıklarım:
Kökü toprakta; başı gökyüzüne dönük.
Belki kimse bahçesine dikmez,
şehrin bulvarlarına da sokmazlar onu.
Ama uzak, kıraç bir ıssızlıkta
bunalmış bir yolcu dibinde oturacağı,
sırtını dayayacağı bir ağaç buldu diye ferahlarsa
bu yeter.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir